GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Lâ ilâhe illallah'ın şartlarını açıklar mısınız?

15:34
Hamd, yalnızca Allah'adır.

Değerli âlim Hâfız el-Hakemî -Allah ona rahmet etsin- "Sullemu'l-Vusûl" adlı manzumesinde lâ ilâhe illallah'ın şartlarını şöyle sıralamıştır:

"İlim, Yakîn, Kabul ve İnkıyâd, bilmelisin söylediğimi,

Sıdk, İhlas ve Muhabbet, Allah seni hoşnut olduğu şeyde muvaffak eylesin."

Birinci Şart: İLİM

Bunun anlamı: Cehâletle bağdaşmayan, cehâlete aykırı olan ve nefy (red) ve isbât (kabul) yönünden lâ ilâhe illallah'ın anlamını bilmektir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

فاعلم أنه لاإله إلا الله [ سورة محمد الآية: ١٩ ]
“(Ey Muhammed!) Bil ki, (göklerde ve yerde) Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Hem kendin, hem de erkek ve kadın mü’minlerin günahlarının bağışlanmasını dile. Allah, (gündüzleri uyanıkken) dolaştığınız yeri de, (geceleri uyurken) duracağınız yeri de bilir.” Muhammed Sûresi: 19

Başka bir âyette şöyle buyrumuştur:

إلا من شهد بالحق [ سورة الزخرف الآية: ٨٦ ]
"Kalpleriyle, dillerinin ne konuştuklarını bilerek lâ ilâhe illallah ile hakka şâhitlik edenler dışında, (müşriklerin), Allah'ı bırakıp da ibâdet ettikleri putlar, şefaat etmeye sahip değillerdir." Zuhruf Sûresi: 86



Osman b. Affan'dan -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

(( مَنْ ماَتَ وَهُوَ يَعْلَمُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ دَخَلَ الْجَنَّةَ )) [ رواه مسلم ]
“Kim, Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığını bilerek ölürse, cennete girer.”Müslim

İkinci Şart: YAKÎN

Bunun anlamı: Lâ ilâhe illallah diyen kimsenin, bu sözün delâlet ettiği şeye kesin bir şekilde inanmasıdır.Çünkü kesin bilgi olmaz ve zanna dayalı bilgi olursa, bu bilginin îmâna hiçbir faydası olmaz. O bilgiye şüphe girdiği zaman îmânın hâli nice olur?

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

إنما المؤمنون الذين آمنوا بالله ورسوله ثم لم يرتابوا وجاهدوا بأموالهم وأنفسهم في سبيل الله أولئك هم الصادقون [سورة الحجرات الآية :15]
“Mü’minler ancak öyle kimselerdir ki, Allah’a ve elçisine îmân ettikten sonra (îmân konusunda) şüpheye düşmezler, malları ve canlarıyla Allah yolunda savaşırlar.İşte bunlar, (îmânlarında) sâdık olanların tâ kendileridir.”Hucurât Sûresi:15

Allah Teâlâ, bu âyette mü'minlerin Allah'a ve elçisine îmândaki samimiyetlerini, îmân konusunda şüpheye düşmemeleri şartına bağlamıştır. Bunda şüphe eden kimse ise, o münâfıklardandır.

Nitekim Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

((أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَأَنيِّ رَسُولُ اللهِ لاَ يَلْقَى اللهَ بِهِماَ عَبْدٌ غَيْرَ شاَكٍّ فِيهِمَا إِلاَّ دَخَلَ الْجَنَّةَ )) [ رواه مسلم ]
"Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şehâdet ederim ki bir kul, (kıyâmet gününde) bu ikisinde (Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve benim de Allah’ın elçisi olduğuma) şüphe etmeden Allah’ın huzuruna çıkarsa, cennete girer."Müslim





Başka bir rivâyette ise şöyle buyurmuştur:

(( أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَأَنيِّ رَسُولُ اللهِ لاَ يَلْقَى اللهَ بِهِماَ عَبْدٌ غَيْرَ شاَكٍّ فَيُحْجَبَ عَنِ الْجَنَّةِ )) [ رواه مسلم ]
"Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şehâdet ederim ki bir kul, (kıyâmet gününde) bu ikisinde (Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve benim de Allah’ın elçisi olduğuma) şüphe etmeden Allah’ın huzuruna çıksın da, onun cennete girmesine engel olunsun."Müslim

Yine, Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunan uzunca bir hadiste, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ona şöyle buyurmuştur:

((... مَنْ لَقِيْتَ مِنْ وَرَاءِ هَذَا الْحَائِطِ يَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ مُسْتَيْقِنًا بِهَا قَلْبُهُ فَبَشِّرْهُ بِالْجَنَّةِ )) [ رواه مسلم ]
"(Ey Ebu Hureyre!) Bu duvarın arkasında, kalbinden gelerek Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına kalbinden şüphesiz olarak inanan kimseye rastlarsan, onu cennetle müjdele!"Müslim

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- lâ ilâhe illah diyen kimsenin cennete girmesini, kalbinden ona şüphesiz olarak inanması şartına bağlamıştır.Bu şart ortadan kalkarsa, vadedilen şey (cennete girme) de ortadan kalkar.

Üçüncü Şart: KABUL

Bunun anlamı: Lâ ilâhe illallah sözünün gerektirdiği şeyleri, kalbi ve diliyle kabul etmek demektir. Allah Teâlâ, geçmiş ümmetlerden lâ ilâhe illallah'ı kabul edenleri kurtardığını, onu reddeden ve ondan yüz çeviren ümmetlerden de intikam aldığını Kur'an-ı Kerim'de bize haber vermiştir:

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

احشروا الذين ظلموا وأزواجهم وما كانوا يعبدون من دون الله فاهدوهم إلى صراط الجحيم ، وقفوهم إنهم مسؤلون) إلى قوله ( إنهم كانوا إذا قيل لهم لا إله إلا الله يستكبرون ويقولون أئنا لتاركوا آلهتنا لشاعر مجنون [ سورة الصافات الآيات: ٢٢ – ٣٦ ]

“(Meleklere denir ki:) Zâlimleri (Allah'ı inkâr edenleri), onların arkadaşlarını ve Allah'ın dışında ibâdet ettikleri putlarını toplayın. Onları (şiddet kullanarak) cehennem yoluna sevkedin! Onları (cehenneme varmadan önce) hapsedin. Çünkü onlar, (dünyada işledikleri amellerden ve konuştukları sözlerden dolayı kınanmak ve azarlanmak için) sorguya çekilecekler! (Onlara azarlanarak şöyle denilir:) Size ne oldu da birbirinize yardım etmiyorsunuz? Aksine onlar bugün (Allah'ın emrine) teslim olmuşlardır! (O'na karşı gelemezler, O'nun huzurundan ayrılamazlar ve birbirlerine yardım da edemezler.) Onlar birbirlerine dönerek birbirlerini azarlamaya ve birbirleriyle tartışmaya çalışırlar. (Uyanlar, uydukları kimselere) siz bize sağdan (dîn ve hak tarafından) gelirdiniz (bize dîni aşağılar, bizi ondan nefret ettirir ve bize sapıklığı güzel gösterirdiniz.) Ötekiler (uyulan kimseler, kendilerine uyanlara) şöyle derler: Hayır, (durum sizin iddiâ ettiğiniz gibi değildir.) Aksine siz, mü'minler değildiniz. Bizim sizin üzerinizde bir nüfûzumuz (sizi îmândan alıkoyacak bir gücümüz) yoktu.Aksine siz (ey müşrikler!) haddi aşan azgın bir topluluk idiniz. Onun için Rabbimizin hükmü (azabı) hepimize hak oldu.Biz ve siz, hak ettiğimiz azabı mutlaka tadacağız. Biz sizi azdırdık (sizi Allah yolundan ve O'na îmândan saptırdık) ve oysa biz, sizden önce (inkârımız sebebiyle) azgınlardan (sapıtanlardan) idik (böylelikle sizi de bizimle beraber helâk etmiş olduk). Şüphesiz onlar, (dünyada günahta ortak oldukları gibi) o gün (kıyâmet günü) azaba da ortaktırlar. Şüphesiz ki biz, suçlulara (dünyada isyanı, itaate tercih edenlere) işte böyle yaparız (onlara acıklı azabı işte böyle tattırırız.) Çünkü onlara (müşriklere): Allah'tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilah yoktur, denildiği, (bu söze çağrıldıkları ve ona aykırı olan şeyleri terketmeleri istendiği) zaman, bu sözü söylemekten büyüklük taslarlar ve: 'Deli bir şâir için biz ilahlarımıza ibâdeti mi bırakacağız, derlerdi.”Sâffât Sûresi: 22-36

Allah Teâlâ onlara azap etmesinin sebebini, onların lâ ilâhe illallah sözünü söylemekten büyüklük taslamaları ve onu getiren peygamberi yalanlamaları olduğunu haber vermiştir. Onlar, lâ ilâhe illah'ın nefyettiği (reddettiği) şeyi reddetmemişler, isbat (kabul) ettiği şeyi de kabul etmemişlerdir. Aksine onlar, inkâr edip büyüklük taslayarak şöyle demişlerdir:

أجعل الآلهة إلهاً واحداً إن هذا لشيءٌ عجاب . وانطلق الملأ منهم أن امشوا واصبروا على ألهتكم إن هذا لشيءٌ يُراد . ما سمعنا بهذا في الملة الآخرة إن هذا إلا اختلاق [ سورة ص الآيتان: ٥ – ٧ ]
“(Muhammed, o kadar çok) ilahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu (getirdiği ve ona çağırdığı) tuhaf bir şeydir! dediler. Onlardan ileri gelenler: Yürüyün, ilahlarınıza bağlılıkta direnin. İşte bu, asıl istenen şeydir. Biz bunu son dînde de işitmedik. Bu, uydurmadan başka bir şey değildir."

Allah Teâlâ onların iddiâlarını yalanlamış ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in diliyle onların söylediklerini inkâr etmiştir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

بل جاء بالحق وصدق المرسلين [ سورة الصافات الآية: ٣٧ ]
"(Onlar: Muhammed, deli bir şâirdir, diyerek yalan söylediler. Oysa Muhammed, onların nitelendirdikleri gibi değildir.) Aksine O, gerçeği (Kur'an'ı ve tevhîdi) getirmiş ve peygamberleri(n haber verdiklerini) de doğrulamıştır." Sâffât Sûresi: 22-36

Sonra Allah Teâlâ lâ ilâhe illallah'ı kabul edenler hakkında şöyle buyrumuştur:

إلا عباد الله المخلصين . أولئك لهم رزقٌ معلوم . فواكه وهم مكرمون . في جنات النعيم [ سورة الصافات الآيات: ٤٠ – ٤4 ]
"(Bu azaptan, ibâdette ihlaslı olan) Allah'ın hâlis kulları istisnâ edilecektir. Bunlar için (cennette) bilinen (devamlı) bir rızık, türlü türlü meyveler vardır. Naîm cennetlerinde karşılıklı koltuklar üzerine kurulmuş halde kendilerine ikram edilir." Sâffât Sûresi: 40-44

Ebu Musa el-Eş'arî'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

((مَثَلُ مَا بَعَثَنِي اللَّهُ بِهِ مِنْ الْهُدَى وَالْعِلْمِ كَمَثَلِ الْغَيْثِ الْكَثِيرِ أَصَابَ أَرْضًا فَكَانَ مِنْهَا نَقِيَّةٌ قَبِلَتِ الْمَاءَ فَأَنْبَتَتِ الْكَلَأَ وَالْعُشْبَ الْكَثِيرَ وَكَانَتْ مِنْهَا أَجَادِبُ أَمْسَكَتِ الْمَاءَ فَنَفَعَ اللَّهُ بِهَا النَّاسَ فَشَرِبُوا وَسَقَوْا وَزَرَعُوا وَأَصَابَتْ مِنْهَا طَائِفَةً أُخْرَى إِنَّمَا هِيَ قِيعَانٌ لاَ تُمْسِكُ مَاءً وَلاَ تُنْبِتُ كَلَأً فَذَلِكَ مَثَلُ مَنْ فَقُهَ فِي دِينِ اللَّهِ وَنَفَعَهُ مَا بَعَثَنِي اللَّهُ بِهِ فَعَلِمَ وَعَلَّمَ وَمَثَلُ مَنْ لَمْ يَرْفَعْ بِذَلِكَ رَأْسًا وَلَمْ يَقْبَلْ هُدَى اللَّهِ الَّذِي أُرْسِلْتُ بِهِ ))[ رواه البخاري]
"Allah Teâlâ'nın benim ile gönderdiği hidâyet ve ilimin misali, bir araziye bolca yağan yağmura benzer: Yağmur alan bu arazide bir kısım vardır ki burası yağmur suyunu kabul eder (içine çeker) ve üzerinde bol bol bitkiler, otlar yetiştirir. Arazinin ikinci bir kısmı vardır ki, orası yağmur suyunu biriktirir. Biriken o yağmur suyundan Allah, insanları faydalandırır; insanlar ondan içerler, hayvanlarını ve arazilerini sulayarak ekin ekerler. Bu arazinin üçüncü bir kısmı da vardır ki suyu ne üzerinde tutar, ne de üzerinde bitki yetiştirir. İşte bu, Allah'ın dîninde bilgili olan, o bilgi kendisine fayda veren, Allah Teâlâ'nın beni onunla göndermiş olduğu dîni öğrenen ve onu başkalarına öğreten kimse ile buna aldırış etmeyen ve benim gönderilmiş olduğum Allah Teâlâ'nın hidâyetini kabul etmeyen kimsenin misalidir."Buhârî ve Müslim

Dördüncü Şart: İNKIYÂD (Boyun eğmek)

Bunun anlamı: (Allah Teâlâ’ya ibadet etmek, O’nun şeriatine boyun eğmek, ona îmân etmek ve onun hak olduğuna inanmak gibi) lâ ilâhe illallah sözünün delâlet ettiği şeylere boyun eğmek ve bu söze aykırı olan şeyleri terketmek demektir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ومن يُسلم وجهه لله وهو محسن فقد استمسك بالعروة الوثقى [ سورة لقمان الآية: ٢٢ ]
"Kim, Allah'ı birlemiş halde kendini Allah'ın emrine teslim ederse, o sağlam kulpa (lâ ilâhe illallah'a) yapışmıştır. İşlerin sonu da yalnızca Allah'a varır." Lokman Sûresi: 22

Allah Teâlâ'nın emrine teslim olmayan kimse, muvahhid (Allah'ı birlemiş) olamaz.O, sağlam kulpa (lâ ilâhe illallah'a) da yapışmış olmaz. İşte bu, Allah Teâlâ'nın şu âyette kastettiği anlamdır:

وإلى الله عاقبة الأُمور [ سورة لقمان الآية: ٢3 ]
"(Ey Rasûlüm!) Kim de Allah'ı inkâr ederse, onun inkârı sakın seni üzmesin! (Zirâ sen, sana düşen dâvet ve tebliğ görevini yerine getirdin.) (Kıyâmet günü) onların dönüşü, yalnızca bizedir.İşte o zaman, (dünyada) yaptıklarını onlara haber vereceğiz (amellerinin karşılığını görececeğiz.) Şüphesiz ki Allah, kalplerde olanı (onların kalplerinde gizledikleri küfrü) hakkıyla bilendir." Lokman Sûresi: 23



Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( لاَ يُؤْمِن أَحَدكُمْ حَتَّى يَكُونَ هَوَاهُ تَبَعًا لِمَا جِئْت بِهِ )) [ فتح الباري ]
"Biriniz, arzusu benim getirdiğim bu dîne tâbi olmadıkça (tam) îmân etmiş olmaz."Fethu'l-Bârî

Beşinci Şart: SIDK (Doğruluk)

Bunun anlamı: Bu sözü, yalanın zıddı olan doğru bir şekilde söylemektir. Lâ ilâhe illallah sözünü söylerken kalbinin diline, dilinin de kalbine uyacak şekilde doğru ve birbirine uygun olması demektir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

الم أحسب الناس أن يُتركوا أن يقولوا أمنا وهم لا يُفتنون . ولقد فتنا الذين من قبلهم فليعلمن الله الذين صدقوا وليعلمن الكاذبين [ سورة العنكبوت الآيتان: ٢ – ٣ ]
"İnsanlar, imtihana çekilmeden sadece ‘îmân ettik’ demeleriyle başıboş bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de imtihana çekmişizdir. Allah, (îmânlarında doğru olanların) doğrulukları ve yalancıları(n yalanlarını) mutlaka ortaya çıkaracaktır."Ankebût Sûresi: 2-3

Allah Teâlâ, lâ ilâhe illallah sözünü kalpten değil de yalan olarak söyleyen münâfıklar hakkında şöyle buyurmuştur:

ومن الناس من يقول آمنا بالله وباليوم الآخر وما هم بمؤمنين . يخادعون الله والذين آمنوا وما يخدعون إلا أنفسهم وما يشعرون . في قلوبهم مرض فزادهم الله مرضا ولهم عذاب أليم بما كانوا يكذبون [ سورة البقرة الآيتان: ٨ – ١٠]
“İnsanlardan bazıları da vardır ki, îmân etmedikleri halde ‘Allah’a ve âhiret gününe îmân ettik’ derler.Onlar (akıllarınca) Allah’ı ve mü’minleri aldatırlar.Halbuki onlar kendilerini aldatırlar ve fakat onlar bunun farkında değillerdir.Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söyledikleri yalanlar sebebiyle de onlar için acıklı bir azap vardır." Ankebût Sûresi: 2-3

Muaz b. Cebel'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

((ماَ مِنْ أَحَدٍ يَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ ، وَأَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ صِدْقاً مِنْ قَلْبِهِ إِلاَّ حَرَّمَهُ اللهُ عَلىَ النَّارِ )) [ متفق عليه ]
"Hiç kimse yoktur ki, Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna, samimî olarak kalpten şehâdet etsin de, Allah Teâlâ da ona cehennemi haram kılmış olmasın.”Buhârî ve Müslim

Altıncı Şart: İHLAS

Bunun anlamı: Ameli, şirkin her türlü leke ve pisliklerinden arındırmak ve temiz hâle getirmek demektir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

لله الدين الخالص[ سورة الزمر من الآية: ٣ ]
"Dikkat edin! Hâlis dîn, (şirkten uzak tam itaat) yalnızca Allah'ındır."Zümer Sûresi: 3

Yine, Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

قل الله أعبد مخلصاً له ديني [ سورة الزمر من الآية: 14 ]
"(Ey Muhammed!) Ben dînimde ihlas ile yalnızca Allah'a ibâdet ederim."Zümer Sûresi: 14

Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( أَسْعَدُ النَّاسِ بِشَفاَعَتيِ مَنْ قاَلَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ خاَلِصاً مِنْ قَلْبِهِ أَوْ نَفْسِهِ )) [ رواه البخاري ]
"(Kıyâmet günü) şefaatime nâil olacak en bahtiyâr kişi, kalbinden veya nefsinden ‘lâ ilâhe illallah’ diyendir."Buhârî

Yedinci Şart: MUHABBET (Sevgi)

Bunun anlamı: Bu söze, bu sözün gerektirdiği ve delâlet ettiği şeylere ve bu sözü, şartlarına bağlı kalarak söyleyenlere (mü'minlere) muhabbet beslemek, onu bozan ve ona aykırı hareket edenlere buğzetmek demektir.





Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ومن الناس من يتخذ من دون الله أنداداً يحبونهم كحب الله والذين آمنوا أشد حباً لله [ سورة البقرة الآية :165]
“İnsanlardan bazıları Allah’ı bırakıp birtakım putları Allah’a denk tutarlar ve onları, Allah’ı sevdikleri gibi severler. Ama îmân edenlerin Allah sevgisi, (onların sevgisinden) daha kuvvetlidir. (Allah’a ortak koşarak nefislerine) zulmedenler, eğer (âhirette) azabı gördüklerinde, güç ve kuvvetin hepsinin Allah’a âit olduğunu ve Allah’ın azabının çetin olduğunu önceden bilmiş olsalardı, (Allah’ı bırakıp putlara tapmazlardı.)” Bakara Sûresi: 165

Allah Teâlâ, îmân edenlerin Allah sevgisinin başkalarının sevgisinden daha kuvvetli olduğunu haber vermiştir. Çünkü îmân edenler, Allah Teâlâ'yı sevdiklerini iddiâ eden, O'nun dışında ilahlar edinen ve o ilahları Allah Teâlâ'yı severcesine seven müşriklerin yaptıkları gibi- yapmazlar. Onlar, sevgilerinde hiç kimseyi O'na ortak koşmazlar.

Enes b. Mâlik'ten -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ وَالِدِهِ وَوَلَدِهِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ )) [ رواه البخاري ومسلم ]
"Ben birinize, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça, (tam) îmân etmiş olmaz."Buhârî ve Müslim

Yine de en iyisini Allah Teâlâ bilir.

Allah Teâlâ, Peygamberimiz Muhammed'e salât ve selâm eylesin.



Muhammed Salih el-Muneccid

http://www.islamqa.com/tr/ref/12295
Read On 0 yorum

Namazdan sonra dua ne zaman yapılır? Farzdan sonra mı sünnetten sonra mı?

15:33
Soru: Dua farz namazların akabinde mi, sünnetlerin akabinde mi, yoksa namazda teşehhüdden sonra mı yapılır?

CEVAP: Peygaber (SAV)in yaptığı ve emrettiği sünnet selamdan önceki teşehhüdde dua etmektir. Sahih bir hadiste Peygamber (SAV) in teşehhüdden sonra "Allahümme inni euzu bike min azabi cehennem. Ve euzü bike min azabil kabr. Ve euzü bike min fitnetil mahya vel memat. Ve min fitnetil mesihiddeccâl.
Allahım! Cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesind en sana sığınırım. Mesih deccalin fitnesinden sana sığınırım." (459)
Kitabüssünneti vel'bida (494) dipnotta tahricine bakın.
diye dua ettiği sabit olmuştur.

Yine, Sahih bir hadiste onun bu duayı teşehhüdden sonra okumayı emrettiği sabitir. Aynı şekilde onun teşehhüdden sonra, selamdan önce şöyle söylediği sabit olmuştur.
"Allahümme'ğfirli ma kaddemtü vema ahhertü. Vema esrerü vema e'lentü. Ve ma ente e'lemü bihi minni, entel mükaddim. Ve entel müehhir La ilahe illa ente= Allahım! önden gönderdiğim ve sonraya bıraktığım günahlarımı, gizli ve açık yaptığım ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı bağışla. Sen en öndesin, sen öne alıcısın. Sen sona bırakıcısın. Senden başka ibadet edilecek (ilah) yoktur." Sahih hadiste sabit olduğu üzere. Hz. EbuBekir diyor ki; Ey Allahın resulü Bana bir dua öğretki onunla namazımda dua edeyim. Peygamber (SAV) şöyle buyurdu; "De ki: Allahümme inni zalemtü nefsi zulmen kesiren vela yağfiru'zunübe illa ente. Fağfirli mağfireten min indik. Verhamni inneke entel ğafurur rahim= Alahım; ben nefsime çok zülm ettim. Senden başka günahları bağışlayacak yoktur. Katından bir af ile beni bağışla. Bana acı. Sen bağışlayıcısın. Rahmet edicisin. (Buhari-Muslim)
Kitab-üs salat (436) dipnotta Tahricine bakın.
Peygamber (SAV)in teşehhüdden sonra ve selamdan önce, secdede dua ettiği hususunda bunlardan başka sahih hadisler de vardır. Bir rivayete göre başını ruku'dan kaldırdığı zaman dua ederdi. Namaza başlarkende dua ederdi. Hiç kimse onun ve ona uyanların selamdan sonra dua ettiğini söylememiştir. Belki tehlil, tahmid, tesbih ve tekbir ile sahih hadislerde geldiği şekilde Allahı zikrederlerdi. Allah daha iyi bilir.

İbn-i Teymiyye (Allah te'ala ona rahmet etsin) 90/174. Bu soru matbuatta var. (1/209)


SORU: Ukbe bin Amir'in (rivayet ettiği) hadisi hakkındadır. O Diyor ki: "Allahın Resulü (SAV) bana her zaman sonunda iki kul e'uzü'yü (muavvezat) okumamı emretti." (Bakınız (Süneni Ebi Davud Kitab-üs'salat bab= 262- Süneni Tirmizi Fezail'ül kur'an bab= 12- süneni Nesai Salat bab= 533)

Ebu Umame'den şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Denildi ki: Ey Allahın resulü hangi dua daha çabuk kabul edilir? Gecenin son üçte birinde ve farz namazlardan sonra buyurdu."(Bakınız (Süneni Tirmizi K. Daavat bab= 80, hadis= 2- Amel-ülyevmi vel'leyle= Nesainin= 45))

Muaz bin Cebel den rivayet edilmiştir. Allahın resulü (SAV) onun elini tutarak şöyle buyurmuştur. "Ya Muaz; Allaha yemin ederim ki seni seviyorum, sakın her namazın sonunda= Allahümme e'inni ala zikrike ve şükrike ve hüsni ibadetike= Allahım! Seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmek hususunda bana yardım et" demeyi terk etme" (Bakınız (Süneni Ebu Davud Kitab'üs-salat) Bab= 362, hadis= 9- Süneni Nesai Kitab-üs-salat bab= 513)

Bu hadisler, namazdan çıktıktan sonra dua etmenin sünnet olduğuna delalet edermi? Bize sözü açık ve geniş tutarak lütfen fetva veriniz.

CEVAP: Hamd alemlerin rabbi olan Allaha mahsustur . Sahih, sünen ve müsned kitaplarında bildirilmiş olan hadisler peygamber (SAV)in ondan çıkmadan namazın sonunda dua ettiğine ashabına bunu emrettiğine ve bunu öğrettiğine delalet etmektedir. Peygamber (SAV)in insanlara namaz kıldırdığı zaman, namazdan çıktıktan sonra, o ve ona uyanların birlikte, sabah namazında, ikindide veya bunların haricindeki bir namazda dua ettiklerini hiçbir kimse nakletmemiştir. Belki ondan, onun ashabını gözetlediği, Allah zikrettiği ve onlara namazdan çıktıktın sonra Allahı zikretmelerini öğrettiği sabit olmuştur.

Sahih hadiste rivayet edildiğine göre; "Peygamber (SAV) geri dönmeden önce üç kere istiğfar ederdi ve -Allahümme ente'sselamü ve minke's selam Tebarekte ya zel celali vel ikram- derdi. Sahihayn- (Buhari-Müslim) da Muğire bin fiu'be'nin hadisinden sabit olduğu üzere şöyle derdi."La ilahe illallahü vahdehü la şerikeleh. Lehül mülkü ve lehül hamdü ve huve ala külli şeyin kadir. Allahümme la mania lima a'teyte ve la mu'tıye lima mere'te ve la yenfeu zelceddü minkel cedd. = Allahtan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Mülk onundur. Hamd onun içindir. Onun her şeye gücü yeter. Allahım! Senin verdiğini engelleye cek, senin vermediğini verebilec ek olan kimse yoktur. Varlık sahibinin varlığı senin katında fayda vermez." (Kitab-üz-zikri ved'dua (121) dipnotta tahricine bakın.
)

İbni Zubeyrin hadisinden sahihte (Buharide) sabit olduğu üzere Peygamber (SAV) şu kelimelerle tehlil ederdi. "La ilahe illallahu vahdehü la şerike leh. Lehül mülkü velehül hamdü ve huve ala külli şey'in kadir. La havle vela kuvvete illa billah. La ilahe illallah. Vela na'budu illa iyyahu. Lehu'ni'metü velehül' fazlü. Velehül senaül hasen. Lailahe illellahü muhlisine lehüddin. Velev kerihel kafirun.= Allahtan başka ilah yoktur. O birdir. Ortağı yoktur. Mülk onundur. Hamd onun içindir. Onun her şeye gücü yeter. Allahın yardımı olmadan (günahtan) dönmek (ibadet etmeye) kuvvet yoktur. Allahtan başka ilah yoktur. Ancak ona kulluk ederiz. Nimet onundur. İhsan onundur. Güzel övgü onundur. Allahtan başka ilah yoktur. Din onun için halis kılınmıştır. Kafirler hoşlanmasalarda=" Sahih hadiste İbni Abbas'dan şöyle rivayet edilmiştir. "Muhakkak insanların zikrederk en seslerini yükseltmeleri peygamber (SAV)in zamanında var idi. Bir lafız da ise onun namazının bittiğini tekbir ile bilirdik."

Peygamber (SAV)in namazdan sonra okumaları için müslümanlara öğrettiği zikirler çeşitlidir.

Birincisi: Otuzüç defa tesbih (sübhanallah) otuzüç defa tehmid (elhamdülillah) otuzüç defada tekbir (Allahuekber) demektir. Bunlar doksandokuz eder. Yüzü tamamlamak için; La ilahe ilallahü vahdehü la şerike leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve ala külli şeyin kadir der. Bunu Müslim sahihinde rivayet etmiştir.

İkincisi: Onu yirmibeşkere söyler ve ona "lailahe illallah" lafzını ekler. Bunuda Müslim rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Üçünü otuzüç defa söyler. Bu iki şekil üzerinedir:

Birincisi: Herbirini otuzüç defa söylemektir.
İkincisi: Her birini onbir kere söylemektir. Otuzüç sahihaynde (Buhari-Müslim) üzerine ittifak edilmiş olan hadistedir.

Beşincisi: Yüzü tamamalaması için otuzdört defa tekbir alır.

Altıncısı: Üçünü onar defa söyler.

Allah resulünün (SAV) devam eden sünneti budur. Bu uygundur. Çünkü Namaz kılan kimse rabbisine yalvarır. Yalvardığı halde ona dua etmesi ve ondan istemesi döndükten sonra istemesinden ve dua etmesinden kendisi için daha evladır.


Geri döndükten sonra zikretmeye gelince;

- Hz. Aişe'nin dediği gibi- Allah ondan razı olsun- bu cılalıyıp parlattıktan sonra aynayı silmek gibidir. Şüphesiz namaz nurdur. O aynanın parladığı gibi, kalbi parlatır. Bundan sonra zikretmek ise aynayı silmek menzilesindedir. Allah Teeala şöyle buyurmuştur: (Öyle ise boş kaldınmı yine (çalışarak) yorul ve sadece rabbine rağbet et.) (İnşirah 7-8)

Denildik ki "Dünya işlerinden boş kaldığın zaman ibadet ederek yorul ve rabbine rağbet et." Bu iki kavlin en meşhurudur. Kadı Şureyh bayram günü aynaya bir topluluğun yanına gitmiş ve onlara ne olduda oynuyorsunuz demiş, onlarda işimizden boş kaldık diye cevap vermişler. Bunun üzerine kadı Şureyhi bu kalan adamın işi bu mudur? demiş ve Allahu Teala'nın (öyle ise boş kaldın mı (çalışarak) yine yorul ve rabbine rağbet et) ayetini okumuştur.

Allah Tealanın (Ey örtüsüne bürünüp yatan (Muhammed S.a.v) azı müstesna olmak üzere gece kalk.) ayetinden (muhakkak gece kalkmak daha tesirli ve o zaman okumak sağlamdır. Çünkü gündüz senin için uzun meşguliyet vardır.) (Müzemmil suresi ayet= 1-7) ayetine kadar olan bölüm bu konuya münasiptir. Yani (gündüz) gitmek gelmek yönünden meşguliyet vardır. Gece ise boş olur. İki kavlin en sahih olanına göre gece sağlamlığı ancak uykudan sonra olur. Uykudan sonra kalkınca "Neşee" sağlam oldu" denilir. Uyuduktan sonra kalktığı zaman kalbi meşgul edecek bir şey olmadığı ve gündüz hareketinin bıraktığı eser uyku ile gittiği için kalbi diline daha çok hakim olur ve sözü daha sağlam olur.

Denilmiştir ki; Namazdan (Boş kaldınmı) dua ederek (yorul) (ve rabbine rağbet et) Bu kavil sahih olsa da olmasa da eşittir. Namazın sonunda dua etmeyi menetmektedir.

Özellikle peygamber (SAV) bununla emrolunmuştur.

Ondan sahih hadis kitaplarında ve diğerlerinde nakledilmiş olan namaz duası, sadece namazdan çıkmadan önce yaptığıdır. Sahih bir hadiste ashabına şöyle buyurmuştur. "Sizden biriniz teşehhüd ettiği zaman dört şeyden Allaha sığınsın. Şöyle desin: Allahümme inni euzü bike min azabi cehennem. Ve min azabil kabr. Ve min fitnetil mahya vel memat ve minfitnetil mesih ed-deccal= Allahım cehennem azabından, kabir azabından, hayat ve ölümün fitnesind en mesih deccal'ın fitnesind en sana sığınırım." (Kitab-üs-sünneti vel bid'at (494) dip nota tahricine bak.)

İbn-i Mes'ud'un sahih hadisinde teşehhüdü zikrettikten sonra diyor ki; "sonra, hoşuna giden bir duayı seçsin." Hz. Aişe ve başkaları onun gece namazındaki duasını rivayet etmiştir. Bu duası namazdan çıkmadan önce idi. (Arapça metin= 207= sayfa bitti)

Namazdan boş kaldığın zaman dua ederek yorul. diyen kimsenin sözü; İbni Mes'ud'un teşehhüdü zikrettiği hadisi hakkında söylediği, "bunun yaptığın zaman artık namazı bitirmiş oldun. Eğer kalkmak istersen kalk, oturmak istersen otur" sözüne benzer. Bu ilave, ister Peygamber (SAV) in kelamından olsun, isterse bunu İbn-i Mes'ud'un hadisine sokan kimsenin sözü olsun ki bunu bu hadisi zikreden hadisi imamları söylemektedir, anda, bunu söyleyen kimsenin bunu namazın bitmesi, kabul etiği manası vardır. (Boş kaldığın zaman yorul) ayetini namazdan boş kaldığın zaman diye tefsir etmek zayıf bir kavil (hüküm) olmasına rağmen, bu tefsircide böyle tefsir etmiştir. Çünkü, boş kaldığın zaman sözü mutlaktır. Eğer boş kalan kimse ile ibadetten boş kalan kast edilmişse dua etmekte bir ibadettir . Eğer onunla namaz kılmak suretiyle dünya meşgalelerinden boş kalmak kast edilmişse böyle değildir.
Bu şöyle izah edilir. Namazdan dua edileceği hususunda müslümanlar arasında bir ihtilaf yoktur. Peygamber (SAV)de namazda dua etmiştir. Sahih bir hadiste onun namaza başlama duasında şöyle dediği sabit olmuştur.

"Allahümme ba'id beyni ve beyne hatayaye kema ba'adte beynel maşriki vel mağrib. Allahümme nakkini min hatayaye kema yürekka essevbül ebyaz mined'denes Allahümme'ğsilni mün hatayaye bilmai vesselci velberde Allahım benimle günahlarımın arasını doğu ile batının arasını uzaklaştırdığın gibi uzaklaştır. Allahım! beyaz elbisenin kirden arındırılması gibi, beni günahlarımdan arındır. Allahım! günahlarımı benden su ile, kar ile ve dolu ile temizle." (Buhari Muslim)

Onun (S.A.V) şöyle dua ettiği de sabittir. "Allahümme entel melik la ilahe illa ente. Ente rabbi ve ene abdüke. Zalemtü nefsi ve'tarefktü bizenbifağfirli zünübi cemian. Fe innehu la yağfiru'z'zunübe illa ente. Ve'hdini li ehsenil ahlak. Fiennehu la yehdi ila ehseniha illa ente. Vasrif anni seyyieha. Fiennehu la yasrifu anni seyyieha illa ene= Allahım! Sen mülk sahibisin, senden başka ilah yoktur. Sen rabbimsin, ben kulunum. Nefsine zülmettim ve günahımı itiraf ettim. O halde günahlarımın hepsini bağışla. Günahları ancak sen bağışlarsın. Beni ahlakın en güzeline yönelt. Çünkü onun en güzeline ancak sen yöneltirsin. Kötü ahlakı benden uzaklaştır. Çünkü, onun kötüsünden ancak sen uzaklaştırırsın."

Sahih bir hadiste ondan, başını rukudan kaldırdığı zaman dua ettiği sabit olmuştur, onun farz olsun nafile olsun rukuda ve secde de dua ettiği sabit olmuştur. Namazın sonunda dua etmesi ise tevatür derecesine ulaşmıştır. Sahihaynde (Buhari-Müslim) Ebu Bekri Sıddıkın -Allah ondan razı olsun- şöyle dediği rivayet edilmiştir;
"Ey Allahın rasulü! Bana bir dua öğret ki onunla namazımda dua edeyim. Peygamber (SAV) buyururki= "De ki: Allahümme inni zalemtü nefsi zülmen kesiren vela yağfirü z'zünübe illa ente. Fağfirli mağfireten min indike. Verhamni inneke entel'ğafurur'rahim= Allahım! ben nefsime çok zulmettim . Senden başka günahları bağışlayacak kimse yoktur. Beni katından bir af ile bağışla. Bana acı, şüphesiz sen bağışlayacısın, merhamet edicisin=" (Buhari-Muslim)

Namazda, özellikle namazın sonunda dua etmek meşru olunca namazdan boş kalmış olunca dua ederek yorul diye nasıl söyler, Kendisinden boş kalınan şey (namaz) yapılması emredilen şeyin (dua) mislidir. O kişi namaz içinde iken dua ederek yorulmuş olur. Namazdan sonraki dua'nın namazın içinde yapılan duadan daha kuvvetli olduğunu kimse söylememiştir. Sonra, eğer (Yorul) sözü dua hakkında olsaydı (ve rabbine rağbet et) sözüne hacet kalmazdı. Çünkü duanın yalnızca Allah için yapıldığı bilinir.
Böylece Allahın ona (Peygamber) iki şeyi emrettiği bilinmiş oldu: Meşgüliyetinden boş kaldığı zaman ibadet etmeye gayret etmesini ve rağbetinin ondan başkasına değil, rabbisine olmasını emretmiştir. Allah Tealanın (sana ibadet ederiz ve senden yardım isteriz) kavlinde olduğu gibi.

"Sana ibadet ederiz" ifadesi "yorul" ifadesine uygundur." ve senden yardım isteriz" ifadeside "ve rabbine rağbet et" ifadesine uygundur. Allah Tealanın (ona ibadet ve ona güvenip dayan) (475- Hud Suresi, Ayet= 123)

Şuayb (A.S.) ın (ona güvendim ve ona döneceğim) (477- Ra'd Suresi Ayet= 30)sözleri de onun gibidir. Mescide girerken söyleneceği rivayet olunan dua da böyledir. "Allahümme'c'alni min evcehi men teveccehe ileyk. ve ekrebi men tekarrebe ileyk. ve efdali men seckke ve rağibe ileyk= Allahım! Ben sana yönelenlerin en iyisi kıl. Sana yaklaşanların en yakını, Senden isteyen ve sana rağbet edenlerin en üstünü kıl." Diğer eser (rivayet) ise "rağbetler ve ameller sanadır" şeklindedir.

Allah'a edilen duanın Kur'anda zikredilmiş olanı iki çeşittir: İbadet duası ve isteme ve rağbet duasıdır. Allah Tealanın (yorul, ve rabbine rağbet et) kavli Allaha yapılanı duanın iki çeşidini de birarada bulundurmuştur. Allah Teala buyurdu ki (Allahın kulu peygamber SAV) Allaha dua etmek içn kalkınca cinler neredeyse çevresinde keçe gibi birbirine girecekti .) (Cİn Suresi Ayet= 19 )

Allah buyurdu ki ( Her kim Allah ile birlikte diğer bir tanrıya taparsa, -ki bu hususla ilgili hiçbir delili yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. ( Mü'minun Ayet= 117)

Bunun benzerleri çoktur.

Namazın sonu (dürüs'salat) lafzına gelince; Bazı kere bununla bir şeyin son parçasını takip eden şey kastedilir. İnsanın dübürü gibi o insanın son parçasıdır. (akabı) lafzıda bunun gibidir. Bazı kere bununla bir şeyden geriye kalmış olan şey kast edilir. İnsanın akabı gibi, Bazı kerede bunu takip eden şey kasd edilir. Namazın sonunda zikredilen dua ile, ya geriye kalan hadislere uygun olsun diye namazın son parçası (cüz) kast edilmiştir, ya da Namazın sonunu takip eden şey kast edilmiştir. Bu da teşehhüdden sonrası olur. Nitekim bu namazı bitirmek ve ondan boş kalmak diye isimlendirilmiştir. Öyleki geriye sadece namaza münafi olan selam kalmıştır. Onu kasten namazda yapacak olsa namaz batıl olur, namazda meşru kılınan diğer zikirler batıl olmaz. Veya namazın sonu lafzı mutlak veya mücmel (kapalı) olur.

Her türlü halde onu selamdan sonrasına tahsis etmek caiz olmaz. Çünkü rivayet edilegelen duaların tamamı selamdan öncedir. Açık lafızlarla tevatür derecesine ulaşmış olan sünnete aykırı olan kapalı (mücmel) bir lafızla bir sünnet koymak caiz olmaz.

İnsanlar selamdan sonra dua etmek hususunda üç haldedirler.

Onlardan bazıları imamın yüzünü kendisine uyan kimselere dönerek oturup, zikir, dua veya başka bir şey yapmasını uygun görmezler. Delilleri seleften rivayet edilen, onların imamın selam verdikten sonra kıbleye dönmesini sürdürmesini mekruh görmüş olmalarıdır. Onlar bunun imamın bulunduğu yerden kalkmasını gerektirdiğini zannetmişler ve Peygamber (SAV)in yaptığı gibi imamın yüzünü kendisine uyan kimselere (Cemaat) karşı döndürmesi ile bu hasıl olacağını bilememişlerdir. Bunu İmam Malik'in ashabından bazıları yapmaktadır.

Onlardan bazıları da selamdan sonra imam ve imama uyanların dua etmesini uygun görürler. Sonra bu kişilerden bazıları bunu beş vakit namazda uygun görürken, bazıları da sabah ve ikindi namazında yapılmasını uygun görmüştür. Bunu İmam Şafii ve İmam Ahmed'in ashabından bazıları ve diğerleri zikretmiştir. Bunlarla birlikte bu hususta bir sünnet yoktur. Onların gayesi kapalı (mücmel) olan bir lafıza veya kıyasa yapışmaktır. Bazılarının sabah ve ikindi namazlarından sonra namaz kılacak vakit yoktur, bu sebeple burada dua etmek müstehap olur demeleri gibi. Allah resulü (SAV) nün zikri geçen sahih ve sabit olan, belki mütevatir olan sünnetin bu hususta ne kapalı (mücmel) bir lafıza ne de kıyas'a ihtiyaç bırakmadığı bilinen bir şeydir.

Ukbe bin Amir'in: Allahın resulu her namazın sonunda kul ezuzü (muavveze)leri okumamı bana emretti.

Sözüne gelince; Bu namazdan çıktıktan sonradır.

Ebu Ümame'nin "Ey Allahın resulü hangi dua en çabuk kabul edilir denildi. Peygamber (SAV) de gecenin son üçte birinde ve farz namazların sonunda yapılan dua buyurdu." hadisine gelince: Bu hadisi selamdan sonrasına tahsis etmemek gerekir. Belki selamdan öncesinide kapsamına alır. Eğer denilirse ki bu hem selamdan öncesini, hemde selamdan sonrasını kapsar ancak, bu selamdan sonra imam ve imama uyanların birlikte dua etmelerini gerekli kılmaz, aynı şeyi selamdan önce yapmayı gerekli kılmadığı gibi. Belki herkes selamdan sonra kendi başına dua ederse bu sünnete aykırı olmaz. Peygamber (SAV)in Muaz bin Cebel'e söylediği "Her namazın sonunda " Allahümme einni ala zikrike ve şükrike ve hüsni ibdetike= Allahım seni zikretmek, sana şükremek ve sana güzelce ibadet etmek için bana yardım et" demeyi sakın terk etme" sözüne gelince; bu da selamdan öncesini ve selamdan sonrasını kapsar.

Peygamber (SAV) imam olarak namaz kıldırdığı gibi, mutlaka Muaz'da kavmine imam olarak namaz kıldırıyordu. Onu yemene onları öğretsin diye göndermiştir. Eğer imam ve ona uyanlar için birlikte bunu yapmaları kunut duasında olduğu gibi meşru kılmış olsaydı "Allahümme inna alazikrik e ve şükrike- Allahım seni zikretmek ve sana şükretmek için bize yarım et- derdi. Bunu tekil (müfret) sığası ile zikredince bunu imam ve ona uyan kimsenin çoğul (cemi) sığası ile okumanın meşru kılınmadığı bilinir.

Bunu açıklayan şeylerden biride sahihte (Buharide) Bera bin Azib r. 'den rivayet edilen hadistir. O diyor ki "Biz allah resulü'nün (SAV) arkasında namaz kıldığımız zaman onun sağ tarafından olmayı severdik, çünkü yüzünü bize dönderdi. Onu dinledim şöyle diyordu: Yarabbi kullarını dirilttiğin günde veya kullarım bir araya topadığın günde beni azabından koru." Muaz hadisinde olduğu gibi peygamber (SAV)in duası buradada tekil (müfret) sığası iledir. Halbuki onların ikiside imamdırlar.
Bu hadiste onun imama uyan kimselere yüzünü döndüğü ve çoğul sığası ile dua etmediği bilgisi vardır.

Hükümler hakkında sınıflandırma yapanlardan bazıları diğer hadislere uygun olduğu için Muaz hadisini namazda selamdan önce yapılan dualar bölümünde zikretmiştir. Müslim ve üç sünen kitabında olduğu gibi. Ebu Hüreyre'den Peygamber (SAV)in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir. "Sizden biriniz son teşehhüd'den boş kaldığı zaman dört şeyden Allaha sığınsın: Cehennem azabından kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden, Mesih deccal'in fitnesinden." Müslim ve diğerlerinde İbni Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir. "Allah resulü (SAV) Kur'andan bir sureyi öğretir gibi onlara bu duayı öğretirdi ve şöyle derdi: Allahım: Cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Mesih deccal'ın fitnesinden sana sığınırım."

Sünen'de zikredildiğine göre, peygamber (SAV) bir kimseye "namazda (dua olarak) ne söylersin ?" buyurdu Adam: teşehhüd okurum. Sonra; Allahım: ben senden cenneti istiyorum ve cehennemd en sana sığınıyorum. Ancak, ben senin gizlice okuduğun gibisini ve Muaz'ın gizli okuduğu gibisini iyi yapamıyorum dedi. Bunun üzerine Allahın resulü (SAV) şöyle buyurdu. Ben ve Muaz'da bunun etrafından gizlice bir şeyler söylüyoruz." (Bakın (Süneni ebi Davud kitab üs-salat bab124- süneni Müsnedi Ahmed bin Hanbel 3/474-5/74)

Bunu Ebu Davud ve Ebu Hatem Sahihin'de rivayet etmiştir. Bunun zahiri, onların gizlice söyledikleri şeyin namazın içinde ve teşehhüd'den sonra olmasıdır. Böylece söylediği şeyin benzeri olur. Şeddad bin Evs'tan rivayet edildiğine göre Allah'ın resulü (SAV) namazında şöyle derdi. "Allahım! Senden işte sebat etmeyi, doğru yolda azimeti istiyorum . Senden nimetine şükremeyi ve ibadeti güzel yapmayı istiyorum . Senden kurtulmuş olan kalp ve doğruyu söyleyen dil istiyorum . Bildiğin hayırları senden istiyorum . Bildiği şerlerden sana sığınıyorum. Bildiklerimden dolayı senden affımı istiyorum ." Bunu Nesai rivayet etmiştir.

Sahihaynde (Buhari-Müslim) Hz. Aişe'den - Allah ondan razı olsun- Peygamber (SAV) in namazında şöyle dua etti rivayet edilmiştir. "Allahümme inni euzu bike min azabi'lkabr ve min fitnetil mahya vel minnet. Allahümme inni eüzu bike minel mağremi vel me'sem.= Allahım ben, kabir azabından sana sığınırım. Mesih deccalin fitnesinden sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Allahım! ben borç altında kalmaktan ve günaha sokulmaktan sana sığınırım. Bir adam Peygamber (SAV)e şöyle dedi: Borçtan ne kadar çok Allaha sığınıyorsun ey Allahın resulü dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: şüphesiz kişi borç altında olduğu zaman konuşursa yalan söyler. Vaad eder fakat sözünden olur."(Sahihi Buhari Kitab'üt deavat bab= 39, 44, 46- sahih müslim kitab-üz'zikr hadis= 49- süneni ebi davud kitab-us'salat bab= 149- süneni tirmizi kitab'üd'deavat bab= 76- süneni İbni Mace dua bab= 3- Müsnedi Ahmed bin Hanbel 2/185, 186, 6/79, 207)


Musannıf Ahkam'da diyor ki: Kuvveli (zahir) olan görüş bu duanın teşehhüdden sonra olduğuna delalet etmektedir. İbni Abbas'ın şu hadisi buna delalet etmektedir. Peygamber (SAV) teşehhüd'den sonra şöyle derdi "Allahım! Ben cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesind en sana sığınırım. Mesih Deccal'in fitnesinden sana sığınırım." İbni Abbas'ın sahihaynd e (Buhari-Müslim) de bulunan ve Peygamber (SAV)in Kur'andan bir sure öğretir gibi bu duayı ashabına öğrettiği hadisi ile, Ebu Hureyre'nin teşehhüt den sonra okunan duaya ilişkin hadisi daha önce geçmiştir. Dübür (son) lafzı hakkında Buhari ve başkalarının Sa'd bin Ebi Vakkas'tan rivayet ettikleri lafız rivayet edilmiştir. Şöyle ki: Saad bin Ebi Vakkas öğretmenin çocuklara yazmayı öğretmesi gibi kendi çocuklarına şu kelimeleri öğretirdi ve: "Allahın resulü (SAV) her namazın sonunda bunlarla Allaha sığınırdı" derdi. (Bu kelimeler) "Allahım! Cimrilikten sana sığınırım, korkaklıktan sana sığınırım. Hayatın en kötüsüne düşürülmekten sana sığınırım. Dünya fitnesinden sana sığınırım. Ve kabir azabından sana sığınırım." Nesai'de Ebu Bekre'den şöyle rivayet edilmiştir. Peygamber (SAV) her namazın sonunda şöyle derdi "Allahım küfre düşmekten, fakirlikt en ve kabir azabından sana sığınırım."

Yine Nesai'de Hz. Aişe'den Allah ondan razı olsun şöyle rivayet edilmiştir. Hz. Aişe şöyle dedi: Yanıma yahudi bir kadın girdi ve sidikten dolayı kabir azabı vardır dedi. Ben; yalan söyledin, dedim. Bunun üzerine o kadın dediki; Hayır (yalan söylemiyorum) Biz, ondan dolayı (Sidik sıçrayan) derileri ve elbiseleri keser atarız. Allahın resulü (s.a.v) namaz için (evden) çıkmıştır. Bizim sesimiz yükselmişti. Bunun üzerine Allahın resulü (s.a.v.) bana (bu nedir) diye sordu. Ben de kadının söylediğini ona anlattım.

O da "kadın doğru söyledi" buyurdu ve o günden sonra kıldığı her namazın sonunda şöyle söylerdi "Allahım! Cebrailin, Mikailin ve İsrafiin rabbi Beni Cehennem sıcaklığından ve kabir azabından kurtar."

Musannıf "Ahkam" da şöyle demiştir: Kuvvetli olan (zahir) üç hadisteki namazın sonu ifadesi ile kast edilen İbni Abbas ve Ebu Hureyre'nin zikri geçen hadisleri ile bu hadislerin arasını uygun hale getirmek için selamrdan öncesidir. Ben dedim ki: Onun bu dediği doğrudur. Bu hadis, Hz. Aişe'nin- Allah ondan razı olsun- hadisinden olup sahihte (Buhari) vardır. Şöyle ki; Yahudi bir kadın Hz. Aişe'nin yanına girerek ona kabir azabını zikretti ve ona Allah seni kabir azabından korusun dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe -Allah ondan razı olsun- Kabir azabını Peygamber (SAV)den sordu. O şöyle buyurdu. "Evet kabir azabı haktır." Hz. Aişe diyor ki "Ben, ondan sonra Allah'ın resulünü (SAV) bir namaz kılsında kabir azabından (Allah'a) sığınmasın görmedim." Bu konudaki hadislerin bazısı diğer bazısına uygunluk gösterir ve zikri geçen şeyleri beyan eder. Allah (cc) en iyi bilir.

Bu soru matbuatta yeralmıştır. (1/199) ve (2/266) numarada tekrarlanmıştır.

İbn-i Teymiyye (Mecmuul Fetava)

http://musluman.biz/php/index.php?topic=9922.0
Read On 0 yorum

Uğursuzluk İslam'da var mıdır?

15:31
Soru: Uğursuzluk duymanın hükmü nedir ve bunu ne giderir?

Cevap:
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İyi bilin ki onların uğradığı uğursuzluk ancak Allah tarafındandır." (el-A’raf, 7/131)

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmaktadır:

"Hastalığın kendi kendine bulaşması, eşyada uğursuzluk, intikamı alınmayan maktulün ruhunun hayalet olması ile safer (ayının uğursuzluğu veya bir hastalık) yoktur."[Buhârî, VII, 17; Muslim, VII, 31; Ebu Dâvûd, IV, 17; İbn Mâce, II, 1170; Müsned, I, 24, 25, 153, 174, 180, 269, II, 266, 267, 406, 430, III, 118, 120, 154
]



Yine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Uğursuzluk şirktir, uğursuzluk şirktir."[Ebu Dâvûd, IV, 17; Tirmizî, IV, 160; İbn Mâce, II, 170; Müsned, I, 389, 438, 440]

İbn Mesud da şöyle demiştir:

"Bu bizden olmaz, ancak (istisnâ olarak görülürse) Allah da onu tevekkül ile giderir."[ Ebu Dâvûd, IV, 17; Tirmizî, IV, 160; İbn Mâce, II, 170; Müsned, I, 389, 438, 440]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Uğursuzluk denilen şey (bu duygu sebebiyle) bir işe devam etmen yahutta o işi yapmaktan vazgeçmendir."[Müsned, I, 213]

İmam Ahmed, Abdullah b. Amr'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:

“Uğursuzluk duyduğu için ihtiyacını görmekten vazgeçen kimse şirk koşmuş olur.”

Ashab:

“Peki bunun keffareti nedir”, diye sordular. Peygamber şöyle buyurdu:

"Senin şöyle demendir: Allah'ım senin hayrından başka hayır yoktur, senin takdirinden başka takdir yoktur. Senden başka hiçbir ilâh yoktur."[Müsned, II, 220]

Bir başka hadisinde Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır:

"Bunların (bu gibi hislerin) en doğrusu hayra yorumlamaktır. Bu da bir müslümanı (yapmak istediği işten) geri çevirmez. Sizden herhangi bir kimse hoşuna gitmeyecek bir şey gördü mü: Allah'ım iyilikleri senden başka hiçbir kimse veremez. Kötülükleri senden başka hiç kimse geri çeviremez. Senin yardımın olmayınca, kimse bir iş yapamaz, kimsenin hiçbir gücü olamaz."[Ebu Dâvûd, IV, 18-19]


Kaynak:SORULU CEVAPLI İSLAM AKÂİDİ
Hafız b. Ahmed el-Hakemî (Uğursuzluk ve Nazar Bölümü)
Read On 0 yorum

Dört İmamın İtikadı Aynıdır-5..

15:24
İmam’ı Malik’in İtikadından Bazı Cümleler:


İmam (radiyallahu anh)’ın bu konudaki bazı sözleri şöyledir:

“..Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu sözü tevhiddir. ‘La ilahe illallah deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum’[142] Mal ve kanı koruyan tevhid hakikatıdır.

“Allah göktedir ve ilmi her yerdedir”[143]

“Kur’an Allah’ın kelamıdır ve Allah’ın kelamı Ondandır ve mahluk değildir”[144]

“Kim Kur’an mahluktur derse dövülür ve tevbe edinceye kadar hapse atılır.”[145]

“Dilersek itaat ve dilersek de isyan ederiz diyenler Kaderiyye mazhebindendirler”[146]

“Onlar hakkındaki görüşüm şudur: Tevbeye çağrılırlar, tevbe etmedikleri taktirde öldürülürler.”[147]

“Bidatine çağıran Kaderî, Haricî ve Rafizilerin tanıklıkları caiz değildir”[148]

“İman söz ve ameldir, artar ve eksilir.”[149]

“Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra insanların en hayırlısı Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra da zulmen öldürülen Halife’dir...”[150]

“Kim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabına saygısızlık eder veya müslümanlara kin beslerse ona müslümanların fey’inden hiçbir hak yoktur.

“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” ” (Haşr, 59/10).

Sahabeye düşmanlık ve kin besleyenlerin fey’den hiçbir hakları yoktur.[151]

“Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabına kin güdenler şu ayeti kerime ile muhatap olurlar:

“Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Feth, 48/29)[152]

“Din hakkında kelam ve söz mekruhtur. Memleketimiz alimleri tıpkı Cehmiyye ve Kaderiyye ve bunlara benzer diğer fırkalar gibi kelam etmeyi hoş görmezler. Allah ve din hakkında amele iletmeyen kelam konuşmaktansa susmayı tercih ederim.”[153]

“Bidatten ve bidat ehlinden şiddetle kaçınınız ki onlar Allah’ın sıfatları, kelamı, ilmi ve kudreti hakkında konuşurlar da sahabe ve tabiinin sükut ettiği bu konularda sükut etmezler.[154]



İmamı Şafii’nin İtikadı:


İmam Şafii (radiyallahu anh) şöyle dedi: “Allah’a hamd olsun ...Ki o kendisini tanımladığı gibidir ve halkın tanımlamalarının üzerindedir.”[155]

Benim de benimsediğim, Süfyan ve Malik gibi gördüğüm ve ilim aldığım ehli hadisin, sünnet konusundaki görüşleri şudur: Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmek ve Cenabı Hakk’ın gökte arşında olduğuna ve kullarına dilediği gibi yaklaştığına ve yine dilediği gibi dünya semasına indiğine inanırız.”[156]

“Kur’an’ın ve sünnet’in isbat ettiği bu sıfatları biz de ispat ediyor ve Allah kendi zatından uzak tuttuğu gibi, biz de teşbihi ondan uzak tutuyoruz. Allah’ın bir benzeri yoktur.”[157]

“Allah’ın kitap ve sünnet’te bildirilen isim ve sıfatları vardır. Bu isim ve sıfatlar kendisine, kitab ve sünnet hüccetleriyle sabit olduğu halde kim bunlardan birisini inkar ederse kafir olur. Ancak haber cihetiyle hüccet sabit olmamış ise, bu durumda cehaleti nedeniyle mazurdur. Çünkü bu gibi şeylerin akıl, fikir yürütmekle bilinmesi mümkün değildir. Cenabı Hakkın işitici olduğu, veya iki eli olduğu haberleri de böyledir. Hakk Teala şöyle buyurdu:

“ Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.” (Maide, 5/64).

Ve şu kavli ile Allah’ın sağı vardır:

“Gökler O’nun sağ eliyle dürülmüş olacaktır.” (Zümer, 39/67).

Ve vechi vardır:

“O’nun vechinden başka her şey yok olacaktır.” (Kasas, 28/88).

“Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin vechi bâki kalacak”. (Rahman, 55/27)....”[158]

“Ve kulların dilemeleri Allah’ın dilemesiyledir. Kullar ancak Alemlerin Rabbinin dilediklerini dileyebilirler ve kendi amellerini yaratamazlar. Her şey gibi kulların fiileri de Allah tarafından yaratılmıştır. Hayrı ve şerri ile kader Allah’tandır. Kabir azabı, kabirdekilerin sorguya çekilmeleri, diriliş, hesap, cennet, cehennem ve hakkında sünnetlerin bulunduğu bu gibi şeylerin tamamı haktır.”[159]

“İman söz, amel ve kalp ile itikattır. Cenabı Hakkın şu sözünü görmüyor musunuz?! “Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir.” Bu ayeti kerimede Beytu’l Makdise yönelinerek kılınan namazlar iman olarak ifade edilmiştir. Namaza imam denilmiştir ki o da, söz, amel ve inançtır.[160]

“İman söz ve ameldir. Artar ve eksilir.”

“...Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a iman, amel derecelerinin en yükseğidir ve en şereflisidir. İmanın çeşitli halleri, dereceleri ve tabakaları vardır ki bunlardan bazıları şudur: Tamamı tam olan, eksiği açık olan ve tercih edilip tercihi fazla olandır....Allah’ın kulları için kıldığı farzların en büyüğü imandır. Allah imanı insanın değişik organlarına muhtelif işlevler görecek tarzda farz kılmıştır.

Bu organlardan bir tanesi kalptir ki insan onunla akıl ve idrak edip, onunla anlar. Kalp beden ülkesinin emirlerine itaat edilen padişahıdır.

Diğer organlarından bazıları ise kendisiyle gördüğü iki gözü, işittiği kulakları, tuttuğu elleri, kalp ve dilin isteklerini yerine getiren ferci ve yüzünün olduğu başı.

Tüm bu organların farzları ayrı ayrıdır.

Allah’ın kalbe yüklediği iman farzına gelince: Allah’tan başka ilah olmadığına, şerikinin bulunmadığına, eş ve çocuk edinmediğine, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in onun kulu ve elçisi olduğuna ikrar getirmek, buna inanmak, rıza ve teslimiyet göstermektir. Ve de Allah tarafından gönderilen tüm peygamberler ve kitapları ve bunların getirdiklerini kabul etmektir. İşte Allah’ın kalbe farz kıldığı iman ve kalbin ameli budur:

“Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah’ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır.” (Nahl, 16/106)

“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 13/28)

“İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir.” (Bakara, 2/284).

İşte kalbin imanı ve ameli budur.

Allah’ın dile yüklediği farz: Kalbin inancını söz ve ifadeye dökmektir. Hakk Teala şöyle buyurdu:

“... inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk” deyin.”(Bakara, 2/136).

“İnsanlara güzel söz söyleyin” (Bakara, 2/83). Allah’ın dile yüklediği iman farzı budur.

İşitme organlarının farzı: Allah’ın haram kıldığı şeyleri dinlemekten kaçınmasıdır. Hakk Teala şöyle buyurdu:

“O (Allah), Kitap’ta size şöyle indirmiştir ki: Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz.” (Nisa, 4/140)

Fakat unutularak yapılanlar mazur görülmüştür.

“Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma.” (Enam, 6/68)

“Tâğut’a kulluk etmekten kaçınıp, Allah’a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele:

kullarımı ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (Zümer, 39/17-18)

“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir;

Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler;

Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler;

Onlar ki, zekâtı verirler” (Müminun, 23/1-4)

“Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler” (Kasas, 28/55)

İşte işitme organının görevleri de şunlardır.

Gözlerin farzları: Onlarla Allah’ın haram kıldığı şeylere bakmaktan sakınmaktır. Hakk Teala şöyle buyurdu:

“(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.

Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur, 24/30-31)

İmam yine şöyle dedi: “Gözleri haramdan sakındırmak da imanın bir gereğidir.”

Şu ayeti kerime kalp, işitme ve görme duygularına birden hitap etmektedir.

“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 17/36)

Fercin farzı, onu Allah’ın haram kıldıklarından temastan korumaktır.

“Ve onlar ki, iffetlerini korurlar” (Müminun, 23/5).

“Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.” (Fussilet, 41/22).

Burada derilerden maksat, insanların ferçleri, yani iffet yerleridir.

Ellerin farzları: Allah’ın haram kıldıklarına dokunmamak ve onlarla Allah’ın emrettiği sadaka, sılayı rahim ve cihad görevlerini ifa etmektir. Bu hususta Cenabı Hakk şöyle buyurdu:

“Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz.” (Maide 5/,6).

“(Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.” (Muhammed, 47/4)

Çünkü ellerin ilacı vurmak, harb, sadaka ve sılayı rahimdir.

Ayakların farzları: Allah (cc)’ın haram kıldığı şeylere yürümemektir:

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (İsra, 17/37)

Yüzün farzı: Gece, gündüz ve namaz vakitlerinde Allah’a secde etmektir.

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (Hacc, 22/77)

“Mescidler şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (ve kulluk etmeyin)” (Cinn, 72/18).

Mescid, Ademoğullarının namazlarında secde ettikleri yerlere denilir.

İşte Allah’ın bu organlara kıldığı farzlar bunlardır.”

Allah (cc) kitabında temizlik ve namazları iman olarak isimlendirdi. Kıblenin yönü Mescidi Haram’a çevrilmeden önce müslümanlar 16 ay boyunca Mescidi Aksa’ya yönelerek namaz kılmışlardı. Kıblenin değişmesinden sonra müslümanlar Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelerek

“Ya Resulallah! Daha önceki namazlarımızın durumu ne olacak?” diye sordular. Bunun üzerine Hakk Teala şu ayeti kerimeyi indirdi:

“Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.” (Bakara, 2/143).

Böylece namaz iman olarak isimlendirildi. Kim namazlarını ve organlarına yüklenen farzları muhafaza ederek Allah’a kavuşursa imanını kemale erdirmiş olarak kavuşmuş ve cennete girmiş olur. Bunlardan bazılarını kasten terkederek Allah’a öylece kavuşmuş olanlar ise, Allah’a nakıs bir imanla gitmiş olurlar. İmam şöyle dedi: “İman’ın eksik ve tamamı böyle ise, ziyadeliği nasıldır?”

İmam’ı Şafii şöyle dedi: Cenabı Hakk yüce kitabında şöyle buyurdu:

“Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: “Bu sizin hanginizin imanını artırdı?” İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler.

Kalplerinde hastalık (kâfirlik ve münafıklık) olanlara gelince, onların da inkârlarını büsbütün artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler.” (Tevbe, 9/124-125).

“Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık.” (Kehf, 18/13).

Şafii şöyle dedi: İmanda eksiklik ve ziyadelik olmasaydı insanlar bu konuda eşit olurlardı ve üstünlük olmazdı. Fakat imanın tamamı ile müminler cennete girer ve imanlarındaki üstünlüğe göre cennette derece kazanırlar. İmanları noksan olanlar ise cehennemle cezalandırılırlar.

Şafii şöyle dedi: Tıpkı atların yarışmaları gibi kullarda iman ve amelde yarışırlar ve yarışmadaki başarılarına göre derece ve mükafat alırlar. Ümmetin tüm fertleri bu şekilde bir müsabaka ve buradaki başarılarına göre derece sahibidirler. Herkes kendi derecesine göre üstünlük kazanır.”[161]

“Allah (cc) Kur’an, İncil ve Tevrat’ta Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabını övdü. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’de onların fazilet ve üstünlüklerini beyan etti ki onlardan sonra hiç kimsenin onların derecelerine ulaşması mümkün değildir. Sıddıklar, şehidler ve salihlerin en üstün mertebesinde onlar bulunmaktadırlar. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetlerini onlar bize ulaştırdılar. Vahyi bizzat yaşayıp anlamlarını direkt Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’den öğrendiler. Bizim bildiklerimiz ve bilmediklerimizin tamamını onlar bildiler. İlim ve ictihad, vera ve akıl, istidrak ve istinbat bakımından onlar bizden üstündürler. Onların görüşleri bize bizim kendi görüşlerimizden daha evladır.”[162]

“Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra insanların en üstünü Ebu Bekr, sonra Ömer sonra Osman ve sonra Ali’dir. (radiyallahu anhüm)[163]

“Ebu Bekr’in hilafeti haktır. Allah gökte böyle hükmetmiş ve yerde insanların kalplerini bu hükmü üzerine toplamıştır.”[164]

“...Kim iman sözdür derse o Mürceî, kim Ebu Bekr ve Ömer imam değildir derse o Rafizî, ve kim de meşieti kendisinde gösterirse o da Kaderî’dir.”[165]

“Şirk hariç hiçbir günah kelamdan daha büyük değildir.”[166]

“Şirk hariç, kulun Allah’a tüm günahlarla kavuşması hevasından bir şeyle kavuşmasından daha hayırlıdır.”[167]

“Bir ucundan kelama bulaşıp da sonra felah bulan hiç kimse görmedim”[168]

--------------------------------------------------

[142] Buharî: 3/263. Müslim: 1/51.

[143] Haravî, Zemmu’l Kelam: sh. 63.

[144] Bkz. Mesailu İmam Ahmed sh. 363. İmam Abdullah, es-Sünne: 1/107.

[145] Tertibu’l Medarik: 1/174.

[146] İmam Abdullah, es-Sünne: 1/107. El-İntika: sh. 35.

[147] Tertibu’l Medarik: 2/48. Şerhu İtikad Ehli’s sünne: 2/701.

[148] İbn Asım, es-Sünne: 1/87-88. El-Hılye: 6/326.

[149] Tertibu’l Medarik: 2/47.

[150] el-İntika: sh. 34. Tertibu’l Medarik: 10/173-174.

[151] Tertibu’l Medarik: 2/44-45.

[152] Hılyet’l Evliya: 6/327.

[153] Hılyetu’l Evliya: 6/327.

[154] İbn Abdilberr, Camiiu Beyanu’l İlm ve Fadlihi: sh. 415.

[155] es-Sabunî, Akidetu’s Selef: 54.

[156] er-Risale: sh.7-8.

[157] İctimau’l Cuyuşu’l İslamiye, sh: 165.

[158] Siyer E’lamu’n Nübela: 20/341.

[159] Beyhakî, Menakibu’ş Şafii: 1/412-413.

[160] Beyhakî, Menakibu’ş Şafii: 1/415.

[161] el-İntika: sh. 81.

[162] Menakibu’ş Şafii: 1/385, Siyer E’lamu’n Nübela: 10/32, Tehzibu’l Esma ve’l lüğat: 1/66.

[163] Menakibu’ş Şafii: 1/387-393.

[164] Menakibu’ş Şafii: 1/442.

[165] Menakibu’ş Şafii: 1/433.

[166] Fetava: 5/53, İctimau’l Cuyuşu’l İslamiyye: sh.165.

[167] Siyer E'lamu’n Nübela: 10/31

[168] İbn Ebi Hatim, Menakibu’ş Şafii: sh.186, Şerh Usul İtikadi Ehli’s Sünne: 1/146

Usulu’ddin inde eimmeti’l erbaa vahidetun
Read On 0 yorum

Dört İmamın İtikadı Aynıdır-6..

15:24
İmam Ahmed’in İtikadı:


İmam Ahmed’in itikat konusundaki sözlerini ihtiva eden en önemli eser İmam Hallal’ın “es-Sünnet” isimli kitabıdır. Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye şöyle dedi: “Ahmed’in usulu’d din konusundaki sözlerini Ebu Bekr Ahmed b. Muhammed b. Harun el- Hallal toplamıştır.[169] Burada İmam Ahmed’in itikadı ile ilgili olarak iki metin nakletmekle yetineceğiz .Bunlardan biri Abdus b. Malik’in İmam Ahmed hakındaki risalesidir ki bunu Tabakat’l Hanabile (1/241) de İmam İbn Ebi Yala, Şerhu İtikad (1/156) da İmam Lalkaî ve Menakibu İmam Ahmed (sh.216) ‘de İbn Cevzî ve başkaları rivayet ettiler.[170]

Bu konuda ayrıntılı bilgi için “el-Mesailu ve’r Resailu’l Merviyye an İmam Ahmed fi’l Akide” isimli esere müracaat edilebilir.[171]

İmam Lalkaî senedi ile Abdus b. Malik’den şöyle rivayet etti. Abdus şöyle dedi: İmam Ahmed b. Hambel’in şöyle dediğini işittim: “Bizde usulu’s sünnet şudur: Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabının görüşlerine sarılmak, onların yolundan gitmek ve bidatleri terketmektir. Çünkü her bidat bir dalalettir... Aynı zamanda husumeti, heva ehli ile beraber olmayı, cidali ve din hususunda husumeti terk etmektir. Sünnet, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözleri, Kur’an’ın tefsiri ve delilleridir. Sünnette kıyas olmaz, misal verilemez. Sünnet akıl ve heva ile idrak edilemez. Bilakis o ittiba ve hevayı terkten ibarettir.

Sünneti lazime'den bir de hayrı ve şerri ile kadere iman ve bu konuda varid olan hadisleri tasdiktir. Kişi inandığı halde bundan bir haslet terk ederse bunun ehlinden değildir. Bu konuda niçin ve nasıl soruları sorulmamalı, sadece iman ve tasdik edilmelidir. Bu konuda varid olan hadisin tefsiri bilinmese dahi akla uyuyor ise ona iman ve teslimiyet gösterilmelidir. Kader ve ruyet konusundaki bazı hadisler bu kabildendir. Sikattan geldiği halde akla aykırı gözüken hadislere de yine iman etmek ve bu konuda tartışma ve cedele girmemek gerekir. Kader, Ruyet ve Kur’an ve diğer sünnet meselelerinde kelam yapmak mekruh ve yasaktır. Kelamcı bazı sözlerinde isabet etse de, kelam ve cidalı terk edip, hadislere uymadıkça ehli sünnet değildir. Kur’an Allah’ın kelamıdır ve mahluk değildir. Bu konuda bidate sapanlarla kesinlikle tartışmaya girme. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den gelen sahih hadislerde geldiği gibi kıyamet günü Allah’ın görüleceğine (ruyet) ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Rabbini gördüğüne inanmak gerekir. Bu konudaki hadisler sahihtir. Katade İkrime’den O da İbn Abbas’dan rivayet etti. Ve Hakem b. Üban İkrime’den O da İbn Abbas’dan rivayet etti. Ve yine Ali b. Zeyd Yusuf b. Mihran Oda İbn Abbas’dan rivayet etti. Bizice hadis Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den geldiği gibi zahiri üzerinedir ve bu konuda kelam etmek bidattir. Geldiği gibi zahirine inanırız ve bu konuda kimseyle tartışmayız.

Kıyamet günü mizanına yani insanların amellerinin tartılacağına inanırız. Biz eserde de[172] varid olan bu hususa inanır ve bunu tasdik ederiz, inkar edenlerden yüz çevirir ve onlarla bu konuda bir tartışmaya girmeyiz. Ve yine Allah’ın kıyamet günü, O ve kulları arasında hiçbir tercüman bulunmaksızın, kullarıyla konuştuğuna inanır ve bunu tasdik ederiz.

Ve yine Havz’a ve hadislerde geldiği gibi Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ümmetini etrafında topladığı, genişlik ve uzunluğu aynı olan büyük bir havuzu olduğuna inanırız.

Kabir azabına ve ümmetin kabirde fitneye maruz kalacağına, Allah’ın dilediği ve irade ettiği şekilde Münker ve Nekir melekleri tarafından iman, İslam, Rabbinin ve peygamberinin kim olduğu konularında sorgulanacağına iman ve tasdik ederiz.

Ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şefaatine iman ederiz.

Bir topluluğun eserde de geldiği gibi, Allah’in dilediği şekilde cehennemde yanıp kömürleştikten sonra, cennete gireceklerine iman ederiz.

Deccal’in iki gözü arasında “kafir” olarak yazılmış olduğu halde geleceğine ve bu konuda varid olan hadislere İsa (as)’ın inip onu öldüreceğine iman ederiz.

İman söz ve ameldir, artar ve eksilir. Hadislerde şöyle varid olmuştur:

“Müminlerin ahlak bakımından en kamili, ahlak bakımından en güzel olanlarıdır.”[173]

“Kim namazı terk edere muhakkak ki küfretmiş olur”.

Namaz dışında terki küfür olan başka hiçbir amel yoktur. Kim namazı terkederse o kafirdir ve öldürülmesi helaldir.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekr es-Sıddik, sonra Ömer b. Hattab sonra da Osman b. Affan’dır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabı gibi, biz de o üçünü takdim ederiz.

Bu üçünden sonra üstünlük beş kişilik şura heyetindedir ki onlar da şunlardır: Ali b. Ebi Talib, Zübeyr, Talha, Abdurrahman b. Avf, Sad b. Ebi Vakkas. Bunların tamamı Hialafete ehil ve imam zatlardır. Bu konuda İbn Ömer’in hadisi delildir:

“Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatta iken dahi ümmetin efdali olarak Ebu Bekr sonra Ömer sonra Osman’ı görürdük ve sonraki konusunda sukut ederdik.”[174]

Şura ashabından sonra fazilet sırasında, Bedir ehli Muhacirler ve sonra da Bedir ehli Ensar gelir. Onlardan sonra da Müslüman olma ve hicret etme önceliğine göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in diğer ashabı gelir. Velev ki bir saat dahi Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sohbetinde bulunan veya gören kimse Onun sahabesi sayılır. Bunlar arasındaki fazilet müslüman olma önceliği ve daha fazla sohbetinde bulunma önceliğine göredir. İman ettiği halde gözleriyle bir saat dahi Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i görme şerefi kazanmış an alt derecedeki bir sahabi dahi, tabiinin en üst derecesinde bulunan bir müslümandan daha faziletlidir.

İmamları dinleyip itaat etmek gerekir. Emiru’l Müminin: Müttaki veya facir, hilafet makamına oturan ve insanlar tarafından kabul edilip, rıza gösterilen kimsedir. Kılıç zoruyla bu makama geçen kişi de Emiru’l Müminin olarak isimlendirilir. Takvalı veya günahkar olsun, Emiru’l Mümininle beraber cihad etmek kıyamete kadar bakidir ve yürürlüktedir; terkedilemez.

Fey’in dağıtımı ve hadlerin ikamesi İmam’ın yetkisindedir. Bu konuda kimsenin onlara karşı çıkma hakkı yoktur. Zekatların da onlara verilmesi caiz ve uygundur. Müttaki veya asi olsun, zekatlarını onlara veren sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Cuma namazını iki rekat olarak onların veya görevlendirdikleri şahsın arkasında kılmak caizdir. Kim Cumayı onların arkasında kıldıktan sonra tekrar iade ederse bidat işlemiş ve sünnete muhalefet etmiştir. Cuma namazının faziletinden yoksun kalmıştır. Sünnet, cumayı Müttaki veya facir imamın arkasında iki rekat olarak kılmak ve bunun tam olduğuna inanmaktır. Bu konuda şüpheye kesinlikle yer yoktur. Herhangi bir şekilde hilafeti elinde bulunduran ve insanların da kendisini halife olarak benimsedikleri müslümanların imamına isyan bayrağı kaldırmak caiz değildir ve sünnete aykırıdır. Asi bu hal üzere ölürse cahiliyye üzere ölmüş gibidir. Sultana karşı çıkmak ve onunla savaşmak hiç kimseye helal değildir. Bunu yapan kimse sünnete muhalif bir bidatçidir. Malı ve canına karşı saldırıya uğrayan kişinin kendini savunması ve bu yolda savaşması caiz ve haktır. Fakat kaçan saldırganları takip etme ve yakalama işi, müslümanların İmamı ve diğer yöneticilerine aittir. Canını ve malını savunurken öldürülen kişinin, hadislerde de geçtiği gibi şehid olarak gitmiş olduğu umulur. Bu konudaki naslardan şu hükümler anlaşılmaktadır: Saldırıya uğrayanların saldırgan bağilerle savaşmaları caizdir. Fakat kaçtıkları zaman onları takip etmek veya yenildikleri zaman öldürmek veya had uygulamak şahısların hakkı değildir. Esir alınan bağiler, muhakeme edilmek üzere yöneticilere teslim edilir.

Kıble ehlinden muayyen kimsenin kesin olarak cennete veya cehenneme gireceğine şehadet etmeyiz.

Fakat salih amel sahibinin cennete gireceğini ümid eder ve cehenneme girme ihtimalinden de korkarız. Günahkarların da cehenneme girmesinden korkar fakat aynı zamanda onlar için rahmet ümid ederiz. Günah işleyen cezasını görür, tevbe eden affolunur. Allah kullarının tavbelerini kabul eder ve günahlarını bağışlar. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in haber verdiği gibi, işlediği suçtan dolayı dünyada kendisine had uygulanan kimseye bu had günahından kefaret olur. Günahlara dalıp, tevbe etmeden ölen kimsenin işi Allah’a kalmıştır; dilerse ona azab eder ve dilerse de affeder. İtiraf ettiği veya delillerle tesbit edildiği zaman zina eden evli kimselerin recmedilmeleri haktır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Raşid Halifeler recm cezasını tatbik etmişlerdir. Herhangi bir sebepten dolayı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabına saygısızlık eden veya onlara kin besleyen kimse bu tavrından vazgeçmedikçe bidat ehlindendir. Nifak (münafıklık), Allah’tan başkasına taptığı ve inanmadığı halde inanıyormuş gibi görünmektir ki bu da kesin küfürdür. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dönemindeki münafıklar da böyle yapıyorlardı. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur:

“Şu üç haslet kimde bulunursa o münafıktır...”[175]

Bu ve aşağıdaki şu sahih hadislerin tefsirlerini bilmesek de bunlara iman ederiz.

Bu nevi hadislerden bazıları şöyledir:

“Benden sonra birbirinizin boynunu vurarak küfre dönmeyin.”[176]

“İki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya gelirlerse katil de maktul da cehennemdedir.”[177]

“Müslümana sövmek fısk ve onu öldürmek küfürdür.”[178]

“Kim kardeşine ‘Ey kafir’ derse ikisinden biri kafirdir.”[179]

“Nesebden teberrü eden küfretmiştir, incelse de.”[180]

Bu ve benzer diğer sahih hadislere bir açıklama getiremesek de iman ederiz; fakat bu konuda kimseyle tartışma ve cedele girmeyiz.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in de hadislerinde buyurduğu gibi, cennet ve cehennem mahlukturlar ve halen yaratılmış olarak mevcutturlar:

“Cennete girdim ve bir saray gördüm”, “Ve kevseri gördüm”, “Cehenneme baktım ve içindekilerin çoğunun kadınlardan olduklarını gördüm”.

Kim cennet ve cehennemin yaratılmadığını iddia ederse Kur’an’ı ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in hadislerini yalanlamış olur. Bu kişinin cennet ve cehenneme inandığını sanmıyorum. Kıble ehlinden ölen kimsenin cenaze namazı kılınır ve onun için mağfiret dilenir. Büyük veya küçük günahlarından dolayı hiçbir kıble ehlinin cenaze namazı terk edilmez. Hesabı ise Allah’a kalmıştır.

İki: İmamı Ahmed’in İtikadı ile ilgili olarak aktaracağımız ikinci metin, İmam Ahmed’in Müsedded b. Müserhed’e göndermiş olduğu risaledir ki İbn Teymiyye bu risale hakkında şöyle dedi: “Bu risale hadis ve sünnet ehli arasında oldukça meşhurdur. Alimler bu risaleyi hüsnü kabulle değerlendirmişlerdir. Abdullah b. Batta İbane isimli kitabında zikretti ve Kadı Ebu Yala gibi birçok alim buna itimad ettiler.[181]

Risale şöyle başlıyor: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım.

Her zaman diliminde, sapıtanları hidayete çağıran, kötülükleri nehyeden, Allah’ın kitabı ile ölüleri, Peygamberinin sünneti ile de cahalet ve riddet ehlini dirilten alimler var eden Allah’a hamd olsun. İblis’in katlettiği nice insanları onlar ditilttiler. Sapıtmışları yola getirdiler. Aşırıların ve bidatçilern dine yönelik tahriflerini onlar düzelttiler. Fitneyi onlar giderdiler. Fitne ehli Kitab’da ihtilaf ettiler ve Allah hakkında ileri geri konuştular ki Allah (cc) zalimlerin dediklerinden münezzeh ve yücedir. Her saptırıcı fitneden Allah’a sığınırız. Salat ve selam Peygamberiz Muhammed’in ve âlinin üzerine olsun! Bundan sonra:

Allah bizi ve sizi razı olduğu şeyler üzerine sabit kılsın ve gazab ettiği her şeyden sakındırsın. Ve yine bizi ve sizleri, Onu bilenlerin ve Ondan korkanların amelleri gibi amel işlemeye muvaffak kılsın! Size ve kendi nefsime yüce Allah’ın takvasını, sünnet ve cemaate sarılmayı tavsiye ederim. Buna muhalefet edenlerin başlarına neler geldiğini biliyorsunuz. Bize Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle dediği ulaştı: “Allah kulunu sarıldığı bir sünnet sebebiyle cennete girdirir.” Size hiçbir şeyi Allah’ın kelamı olan Kur’an’ın önüne geçirmemeyi emrediyorum. Allah’ın kelam buyurduğu şey mahluk değildir. Geçmiş zamanlarla ilgili verilen haberler mahluk değildir. Levhi mahfuzda bulunan şeyler mahluk değildir. Mahluktur diyen Allah’a küfretmiştir. Bunlara tekfir etmeyenler kafirdir. Kur’an’dan sonra Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünneti ve ashabının ve onlardan sonra da tabiinin O’ndan rivayet ettikleri hadisler gelir. Peygamberlerin getirdiklerini tasdik etmekle sorumluyuz. Sünnete tabi olmak kurtuluştur. Sünnet tabaka tabaka ilim ehli tarafından bize nakledilmiştir. Cehm’in görüşlerinden sakınınız. O rey ve husumet sahibidir...

İman söz ve ameldir, artar ve eksilir. İyilik işlediğiniz zaman artar, kötülük ettiğiniz zaman da azalır. Kişi imandan islama çıkar ve tevbe ettiği zaman tekrar imana döner. Fakat İslam’dan yüce Allah’a şirke veya farzlarından birini inkara çıkmaz. Fakat ihmal ve tembellik yüzünden farzları terk edenlerin işleri Allah’a kalmıştır. Dilerse af, ve dilerse azab eder....

Hayrı ve şerri ile beraber kaza ve kadere iman ederiz. Tatlısı ve acısı Allah’tandır. Allah cenneti diğer halkı yaratmadan önce yarattı ve cennet ehlini yarattı. Cannetin nimetleri daimidir. Cennetin daimi olmadığını söyleyen kafirdir. Allah cehennemi ve cehennem ehlini yarattı. Cehennemin azabı da daimidir. Allah (cc) bir topluluğu Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şefaati ile cehennemden çıkaracaktır. Cennet halkı Rablerini gözleri ile göreceklerdir. Allah Musa ile konuştu. İbrahim’i kendisine halil (dost) edindi. Mizan haktır. Sırat haktır. Peygamberler haktır. Meryem’in oğlu İsa Allah’ın kulu ve elçisidir. Havz ve şefaate iman ederiz. Arş ve kürsiye iman ederiz. Ölüm meleğine ve onun önce insanların ruhlarını kabz ettiklerine sonra da iman, tevhid ve elçilerden sorgulanmak üzere ruhları cesetlere geri iade ettiklerine iman ederiz. Sura üfleneceğine iman ederiz. Sur, İsrail’in üflediği boynuza denilir. Medine’de bulunan ve yanında Ebu Bekr ile Ömer’in bulunduğu bilinen kabir Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kabridir. Kulların kalpleri Allah'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır. Deccal bu ümmetin döneminde çıkacaktır. İsa b Meryem inerek onu Babu’l Lüdd’de[182] öldürecektir.

Ehli sünnet alimlerinin redettikleri şeyler, kötüdür. Tüm bidatlerden kaçının. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra gözler Ebu Bekr’den daha hayırlısını görmedi. Gözler O’ndan sonra, Ömer ve O’ndan sonra da Osman’dan daha hayırlısını görmedi.

(Ahmed şöyle dedi: İbn Ömer’in tafdil hadisinden dolayı Ebu Bekr, Ömer ve Osman der, sonra suküt ederdik.) Ahmed şöyle dedi: Vallahi bunlar raşid ve mehdi halifelerdir.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in cennetle müjdelediği on kişi şunlardır: Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sad, Said, Abdurrahman b. Avf, Ebu Ubeyde b. Cerrah. Namazda elleri kaldırmak ve imamın ‘veladdalin’ demesinden sonra cehri olarak ‘amin’ demek iyilik ve güzel davranıştandır. Müslümanların imamının salahı için dua edilir ve ona karşı silahlı eyleme geçilmez. Fitne döneminde savaşa iştirak edilmez. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)in cennetle müjdelediği on kişi dışında müslümanlardan hiç kimse için fülan cennettedir, fülan cehennemdedir denilemez.

Allah kendini nasıl vasfediyorsa siz de O’nu öylece vasfedin. Allah’ın kendinden nefyettiğini siz de O’ndan nefyedin. Heva ehli ile cidale girmekten ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabı hakkında sui zandan kaçının. Onların aralarında geçen kötü olayları değil, faziletlerini konuşun. Din konularda bidat ehline danışmayın ve onlarla yolculuğa çıkmayın.

Velisinin iznini almadan ve iki adil şahit olmadan nikah yapmayın. Muta nikahı kıyamete kadar haramdır. Müttaki ve facir imamın arkasında vakit, cuma ve bayram namazlarını kılınız. Ehli kıbleden vefat eden herkesin namazını kılınız. Onların hesapları ise Allah’a kalmıştır. Cihad veya hacca çıkan İmamla bereber çıkınız. Cenaze tekbiri dörttür. Eğer İmam Ali b. Ebi Talib gibi beşinci kez tekbir getirirse siz de onunla beraber tekbir getirin. Abdullah b. Mesud şöyle dedi: İmam tekbir getirdikçe siz de tekbir getirin. İmam Ahmed şöyle dedi: Şafii bu konuda bana muhalefet ederek şöyle dedi: İmam dörtten fazla tekbir getirirse namaz iade edilir. Şafii bu konuda Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in cenaze namazında dört tekbir getirdiği hadisini delil getirdi. Misafir için mesh üç gün ve gecedir. Mukim için ise bir gün ve gecedir. Gece ve gündüz namazları ikişer ikişer kılınır. Bayram namazından önce nafile namaz kılınmaz. Mescide girdiğiniz zaman iki rekat tahiyyetu’l mescid namazı kılmadan oturmayın. Vitir tek rekat ve ikamet teklidir.

Ehli sünneti sev. Allah bizi ve sizi İslam ve sünnet üzerine öldürsün. Bizi ve sizi ilim ile rızıklandırsın, sevdiği ve razı olduğu ameller işlemeye muvaffak kılsın.[183]



Son Söz:


İşte bunlar ‘Dört İmam’ın itikatlarından bazı cümlelerdir. Daha öncede belirttiğimiz gibi imamlar ve ümmetin selefinin itikad usulü aynıdır. Bu nedenle İmam Buharî onların mezheblerin anlatırken şöyle dedi:

Hicaz, Mekke, Medine, Küfe, Basra, Vasıt, Bağdad, Şam ve Mısır diyarlarında değişik zamanlarda ve birçok kere binden fazla alimle görüştüm. Kırk altı yıl boyunca onları idrak ettim. Şam, Mısır ve Cezire alimleriyle iki kere, Basra alimleriyle iki senede dört kere, Hicaz’da altı yıl boyunca, Küfe ve Bağdad’a ise aralarında şu Horasan muhaddislerinin de bulunduğu şahıslarla beraber sayısız kereler gittim ve buranın alimleriyle görüştüm. Bunlar: Mekkî b. İbrahim, Yahya b. Yahya, Ali b. Hasen b. Şakik, Kuteybe b. Said ve Şihab b. Muammer.

Şam’da görüştüklerim: Muhammed b. Yusuf el-Feryabî, Ebu Müsehher Abdu’l E’la b. Müsehher, Ebu Muğire Abdilkuddüs b. Haccac, Ebu’l Yeman Hakem b. Nafi ve daha birçokları...

Mısır: Yahya b. Kesir, Ebu Salih-Leys b. Sad’ın katibi-, Said b. Ebi Meryem, Asbağ b. Ferc ve Naim b. Hammad.

Mekke: Abdullah b. Yezid el-Mukrî, Mekke Kadısı Süleyman b. Harb, Ahmed b. Muhammed el-Ezrakî.

Medine: İsmail b. Ebi Üveys, Mutrif b. Abdillah, Abdullah b. Nafi ez- Zübeyrî, Ahmed b. Ebi Bekr eba Musab ez-Züheri, İbrahim b. Hamza ez-Zübeyrî ve İbrahim b. el- Münzir el- Huzzamî.

Basra: Ebu Asım ed-Dahhak b. Muhallid eş-Şeybanî, Ebu’l Velid Hişam b. Abdilmelik, Haccac b. Minhal ve Ali b. Abdillah b. Cafer el-Medinî.

Küfe: Ebu Naim Fadl b. Dekin, Ubeydullah b. Musa, Ahmed b. Yunus, Kubeysa b. Ukbe, İbn Numeyr, İbn Ebi Şeybe’nin iki oğlu Abdullah ve Osman.

Bağdad: Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Muin, Ebu Muammer, Ebu Haysüme, Ebu Ubeyd el-Kasım b. Selam.

Cezire’den: Amr b. Halid el-Harranî.

Vasıt’dan: Amr b. Avn, Asım b. Ali b. Asım.

Moro[184]’dan: Sadka b. Fadl, İshak b. İbrahim el-Hanzelî.

İhtisar amacıyla sadece bu isimlerle iktifa ediyorum. Tüm bu alimlerin şu hususlarda birleştiklerini gördüm:

*Din, söz ve ameldir. Cenabı Hakk şöyle buyurdu:

“Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.” (Beyyine, 98/5)

*Kur’an Allah’ın kelamıdır ve mahluk değildir. Hakk Teala şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır!” (Araf, 7/54)

Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail şöyle dedi: İbn Uyeyne şöyle dedi: Allah (cc) şu buyruğuyla ‘halk’ ve ‘emr’i birbirinden ayırdı:

“Bilesiniz ki,yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir” (Araf, 7/54)

*Hayır ve şer kader iledir. Hakk Teala şöyle buyurdu:

“De ki:”Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım,

Yarattığı şeylerin şerrinden” (Felak: 113/1-2)

“Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi.” (Saffat, 37/96)

“Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer, 54/49)

*Günahtan dolayı hiçbir kıble ehlini tekfir etmeazler. Çünkü Cenabı Hakk şöyle buyurdu:

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar” (Nisa, 4/48)

*Onlardan hiç kimsenin Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabını yerdiğini görmedim. Aişe şöyle dedi:

“Onlar için istiğfar etmek emrolundu.”

Hakk Teala şöyle emretti:

“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 59/10)

*Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetine aykırı bidatlerle mücadele halinde idiler. Hakk Teala şöyle buyurdu:

“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.” (Âl-i İmran, 3/103)

“Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz.” (Nur, 24/54)

*Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetine uymaya teşvik ederlerdi. Şöyle buyurdu:

“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (Enam, 6/153)

*Ehli olanlarla emr konusunda mücadeleye girilmez. Hakk Teala şöyle buyurdu:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulülemre (idarecilere) de itaat edin.” (Nisa, 4/59)

Bir hadisi şerifte de Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Allah için ihlasla amel işlemek, Müslüman idarecilere itaat etmek ve cemmate yapışmak emredilmiştir.”[185]

*Ümmeti Muahmmed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e kılıç çekilmez.

Fudeyl şöyle dedi: “Eğer kabul edilecek duam olsaydı bunu İmam için yapardım. Çünkü İmam salah bulursa ülke ve halk emniyet içinde olur.”

İbn Mübarek şöyle dedi: Ey hayır muallimi senden başka buna kim cesaret edebilir.

İmam Buhari’nin Ehli Sünnet’in genelinin itikadını beyan etmesi gibi, Lalikaî’nin senedi ile Ebu Muhammed Abdirrahman b. Ebi Hatim’den rivayet ettiği gibi Ebu Züra ve Ebu Hatim’de ilim ve sünnet ehlinin itikatlarını beyan etmişlerdir:

“Babama ve Ebu Züra Ehli Sünnetin Usulu’d Din hususundaki mezheblerini, imamların ve kendilerinin bu konudaki görüşlerini sordum. Bana şöyle cevap verdiler: Hicaz, Irak, Şam ve Yemen gibi Tüm İslam diyarlarının alimlerini idrak ettik. Onların mezhebleri şöyledir:

*İman söz ve ameldir. Artar ve eksilir.

*Allah’ın kelamı olan Kur’an hiçbir yönüyle mahluk değildir.

*Kader hayrı ve şerri ile Allah’tandır.

*Peygamber (sav)’den sonra ümmetin en hayırlısı Ebu Bekr es-Sıddık, sonra Ömer b. Hattab, sonra Osman b. Affan ve sonra Ali b. Ebi Talib’dir. (Hepsine selam olsun!)

Bu dördü Raşid ve Mehdî halifelerdir.

Peyganber (sallallahu aleyhi ve sellem) bilinen on sahabeyi cennetle müjdelemiştir. Bu haktır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tüm ashabına sevgi ve saygı göstermek, aralarında geçenler için onları kınamaktan sükut etmekle sorumluyuz.

*Allah (cc) kendisini kitabında ve Elçisinin diliyle tanıttığı gibi Arşının üzerindedir. Fakat nasil diye sorulamaz. O her şeyi ilmi ile ihata etmiştir. “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şura, 42/11)

*Allah Tebareke ve Teala ahirette görülecektir: Allah’ın dilediği şekilde Cennet ehli O’nu görecek ve kelamını işiteceklerdir. Cennet ve cehennem haktır. Her ikisi de mahlukturlar ve ebedi olarak yok olmayacaklardır. Allah’ın bağışladıkları hariç, cennet dostlarının sevap yeri, cehennem de günaha dalanların azab yeridir.

*Sırat haktır.

*Mizan haktır. İki kefesi olan bu mizanda (terazide) kulların amelleri tartılır.

*Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in havuzu haktır.

*Şefaat haktır.

*Öldükten sonra dirilmek haktır.

*Büyük günah sahiplerinin işi Allah’ın dilemesine almıştır.

*Kıble ehlini günahları nedeniyle tekfir etmeyiz. Gizliliklerini ise Allah’a havale ederiz.

*Her zaman ve dönemde cihad ve hac farzlarını İmam ile beraber eda ederiz.

*İmamlara karşı silahlı başkaldırıyı ve fitne döneminde savaşmayı caiz görmeyiz. Allah’ın başımıza geçirdiği yöneticiye itaat ederiz. Sünnet ve cemaate uyar; ihtilaf ve ayrılıklardan sakınırız.

*Cihad, Allah’ın Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’i gönderdiği günden kıyamet gününe kadar geçerlidir.

Başımızda bulunan İmamla beraber cihad ederiz. Hiçbir şey cihadı iptal edemez.

*Hacc da böyledir. Zekat müslümanların İmamına veririz.

*Ahkam ve miras hukukunda insanların zahiri dikkate alınır ve mümin muamelesine tabi tutulurlar. Allah katındaki durumlarını ise yine Allah’a havale ederiz.

*Kim kendisine hakiki mümin derse o bidatçidir. Kim de kendisinin Allah katında mümin olduğunu söylerse o yalancıdır. Fakat kim Allah’a hakikaten inandığını söylerse o isabet etmiştir.

*Mürcie, bidatçi ve sapık bir fırkadır.

*Kaderiye, bidatçi ve sapık bir fırkadır.

Bunlardan kim Allah’ın bir şeyi olmadan önce bilmeyeceğini söylerse o kafirdir.

Cehmiyye kafirdir.

*Rafiziler İslam’ı reddettiler.

*Hariciler dinden çıkmışlardır.

*Kim Kuran’ın mahluk olduğunu söylerse o dinden çıkıp kafir olmuştur. Anladığı halde onların küfründen şüphe eden de kafirdir.

*Kim Allah’ın kelamından şüphe eder ve ‘mahluk olup olmadığını bilmiyorum’ derse o kimse Cehmî’dir. Bu konuda bilgisiz olanlar ise tekfir edilmez, öğretilirler.

*Kim Kur’an lafzı ile mahluktur derse o da Cehmîdir.

Ebu Muhammed şöyle dedi: Babamın şöyle dediğini işittim:

“Bidatçilerin alametleri şöyledir: Zındıkların alameti, ehli sünneti Haşaviye olarak isimlendirmesidir. Bununla sünnet ve eserleri iptal etmeyi amaçlıyorlar.

Cehmiyye’nin alameti: Ehli sünneti Müşebbihe olarak isimlendirmesidir.[186]

Kaderiye’nin alameti: Ehli eseri Mücebbire olarak isimlendirmesidir.[187]

Mürcie’nin alameti: Ehli sünneti Muhalife ve Noksaniye olarak isimlendirmesidir.[188]

Rafize’nin alameti: Ehli Sünneti Nasibe olarak isimlendirmesidir.[189]

Oysa Ehli Sünnet tüm bu isimlerden uzaktır ve tek bir isim üzere toplanmışlardır.

Ebu Muhammed şöyle dedi:

Babam ve Ebu Züra’nın, bidat ve dalalet ehlini terk etmeyi emrettiklerini, bu konuda şiddetli davrandıklarını ve sahabe sözlerine başvurmadan, sadece reye dayanarak kitap yazılmasını yasakladıklarını gördüm.

Ayrıca kelam ehli ile oturmaktan ve kelamcıların kitaplarını okumaktan men ederlerdi. Her ikisi de ‘Kelam sahibi kesinlikle kurtulamaz’ derlerdi.

Ebu Muhammed şöyle dedi: Ben de bu sözlere aynen iştirak ediyorum.

Ebu Ali b. Hubeyş el-Mukrî şöyle dedi: Ben de bu sözlere aynen iştirak ediyorum.

Şeyhimiz (İbn Muzaffer) şöyle dedi: Ben de aynen iştirak ediyorum.

Tarisiti şöyle dedi: Ben de aynen iştirak ediyorum.

Şeyhimiz es-Selefi şöyle dedi: Ben de aynen iştirak ediyorum.

Ebu Hatim Muhammed b. İdris b. Münzir el-Hanzalî er-Razi’nin bazı kitaplarında şöyle yazdığını gördüm: Mezhebimiz ve ihtiyarımız Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e, Sahabesine, tabiine ve onlardan sonra ihsan üzere onlara tabi olan alimlere uymak ve bidatlerden kaçınmaktır. Ebu Abdillah Ahmed b. Hanbel, İshak b. İbrahim, Ebu Ubeyd el-Kasım b. Selam ve Şafii gibi eser alimlerinin mezheblerine uyarız. Kitab ve Sünnete sarılır ve değişik ülkelerdeki şu imamlara tabi oluruz: Medine’de Makik b. Enes, Şam’da Evzaî, Mısır’da Leys b. Sad, Irak’da Süfyan es-Sevrî ve Hammad b. Ziyad. Hadis olmayan konularda Sahabe ve Tabiinin görüşlerine başvururuz.

Bidatçilerin, tezvircilerin ve yalancıların görüşlerine itibar etmeyiz.

Kerabis’in[190] kitaplarını okumaktan ve onun arkadaşlarıyla tartışmaktan sakınırız.

Kur’an Allah’ın kelamıdır. Allah’ın ilmi, isimleri, sıfatları, emir ve yasakları hiçbir bakımdan mahluk değildir.

Kim böyle olduğunu iddia ederse, o kimse dinden çıkmış ve kafir olmuştur. Bilip anladığı halde onun küfründen şüphe duyan da kafirdir.

Vakfiyye ve Lafziyye firkaları Cehmiyyedendir. Ebu Abdillah Ahmed b. Hanbel böyle dedi.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den ve ondan sonra Sahabe ve ihsan üzere onlara tabi olanTabiinden gelen eserlere (sözlere) tabi oluruz.

Kelamcıları ve meclislerini, eserlere itibar etmeyip kendi görüşleriyle kitap yazanları terkederiz.

Tercihimiz şudur: İman, söz ve ameldir. Dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve organlar ile ameldir. Namaz, malı olanlara zekat, güç yetirenlere hac, ramazan orucu ve Allah’ın kullarına yüklediği diğer tüm farzlar buna dahildir. Bunları yerine getirmek imandandır.

İman artar ve eksilir.

Kabir azabına iman ederiz.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ikram edilecek havuz haktır.

Kabir sorgusuna iman ederiz.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e mahsus şefaate iman ederiz.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tüm sahabelerine saygı duyarız ve şu İlahi buyruktan dolayı onların hiçbirine sövmeyiz:

“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 59/10)

Allah’ın arşında kullarının fefkınde olduğuna inanırız.

”O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şura, 42/11)

İmamlara karşı silahlı başkaldırıyı tasvip etmeyiz. Fitne döneminde savaşmayız, Başımızda bulunan yöneticiye itaat ederiz.

Namaz, hacc, cihad’ı imamla beraber eda ederiz ve hayvanların zekatlarını İmam’a veririz

Hadislerde de geçtiği gibi muvahhid bir topluluğun şefaat ile cehennemden çıkıp cennete gireceklerine inanırız.

Biz Allah’a inanıyoruz deriz. Süfyan es-Sevrî ve Evzaî kişinin ‘ben hakiki müminin ve imanımı tamamlamışım’ demesini hoş görmediler.

Bidat ehlini alameti: Ehli esere sataşmasıdır.

Cehmiyye’nin alameti: Ehli sünneti Müşebbihe ve Nabite olarak isimlendirmesidir.

Kaderiye’nin alameti: Ehli sünneti Mücebbire olarak isimlendirmesidir.

Zındıkların alameti: Ehli sünneti Haşeviye olarak isimlendirmesidir. Böylece Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den gelen eserleri iptal etmek istiyorlar.

Allah bizi ve tüm müminleri razı olduğu söz ve amelleri işlemeye muvaffak kılsın. Salat ve selam Peygamberimizin üzerine olsun.[191]

Bundan sonra: İmamlar ve ümmetin selefinin aynı itikat üzerinde toplanmış olmaları şaşılacak bir şey değildir. Çünkü onlar ilimlerini, hiç değişmemiş olan, kendisine batılın asla yaklaşamadığı aynı kaynaktan ve hevadan değil, kendisine gelen vahiyden konuşan aynı vahiy sahibinden almışlardır.

Allah katında olan şeyde ne ihtilaf ne de değiştirme söz konusu değildir.

”Hâla Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.” (Nisa, 4/82)

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in itikad konusunda getirdikleri, kendisinden önce gelen diğer peygamber kardeşlerinin getirdiklerinin bir devamıdır.

“ “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.” (Şura, 42/13)

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in de buyurduğu gibi Peygamberler kardeştirler:

“Peygamberler kardeştirler...”[192]

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu gibi dinleri aynıdır.

“Biz Peygamberler topluluğu olarak dinimiz birdir”[193]

Bir önceki Peygamber bir sonrakini müjdeler, sonraki de öncekini destekler. İslam ümmeti tek bir ümmettir.

“Hakikaten bu (bütün peygamberler ve onlara iman edenler) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise bana kulluk edin.” (Enbiya, 21/92)

Salat ve selam kıyamet gününe kadar Peygamberimiz Muhammed’e, aileine ve ashabına olsun...

-----------------------------------------------------------

[169] Fetava,12/325.

[170] Adabu’ş Şafii: sh. 187, Menakibu’ş Şafii (İbn Kesir): sh.185, Tevalü’t Tesis: sh. 64.

[171] el-İbanetu’l Kübra: sh. 535-536.

[172] Bunu aynı şekilde Cilau’l Ayneyn (sh.227)’de Numam el-Alusî ve el-Medhal ila Mezhebi İmam Ahmed (sh.19)’de İbn Bedran zikretti.

[173] Derleyen ve tahkik eden Abdu’l İlah el-Ahmedî’dir.

[174] Şerhu’t Tahaviye,sh: 483.

[175] Ebu Davud (rakam 4682), Tirmizi ve sahihledi. (2612), Ahmed: (2/250).

[176] Buharî (Feth ile beraber. Rakam 33655), Ebu Davud (4627), Tirmizî: (3707).

[177] Bkz. Babu’l Alametu’l Münafık, Sahihu’l Buharî: 1/14.

[178] Buharî (Feth ile, rakam 121), Müslim (605).

[179] Buharî (21), Müslim (2888).

[180] Buharî (48), Müslim (116).

[181] Buharî (6103), Müslim (111).

[182] Ahmed: 2/210, Darimî: 2864.

[183] İbn Cevzî, Menakibu’l İmam Ahmed: sh.216. Minhecu’l Ahmed: sh 87. Cilau’l Ayneyn, 186. İbn Bedran, El-Medhal ila Mezhebi Ahmed, sh: 9.

[184] Moro, Horasan’da meşhur bir kenttir. (Bkz. Mucemu’l Büldan, 5/12.)

[185] Bu hadis bir grup sahabeden rivayet edilmiştir. Sünenü’t Tirmizî: 2658, el-Müsned: 4/80.

[186] Çünkü ehli sünnet Allah’ı Onun kendisini vasfettiği şeylerle vasfederler.

[187] Ehli sünnet her şeyin Allah’ın kaderi ile olduğunu inandıklarından, kaderiyye bunun kulları cebr anlamına geldiğini iddia etmiştir. Oysa Ehli sünnet inkarcı Kaderiye ile aşırı Cebriyye arasında orta bir yol üzeredir.

[188] Ehli Sünnet’in imanın artıp eksilebildiğini söylemesi nedeniyle bu ismi yakıştırmışlardır. Mürcie ise imanın parçalanamayacağını iddia etmiştir. Ehli sünnet bu konuda da Mürcie ile Harici ve Mutezili Vaidiler arasında orta bir yol tutmuştur.

[189] Ebu Bekr ve Ömer’i öne geçirmeleri nedeniyle Şiiler Ehli Sünnet’in Ali ve Ehli Beyt düşmanı olduklarını iddia etmişlerdir ki ehli sünnet bundan beridir. Gerçekte ise Ehli sünnet sadece naslara uymaktadır ve Ehli Beyt sevgisi Ehli Sünnet ve’l Cemaat itikadından bir cüzdür. Ehli Sünnet bu konuda da Rafiziler ile Hariciler arasında orta bir yol üzeredirler.

[190] İmam Ahmed öğrencilerinin bu adamla konuşmalarını yasaklamıştır. (Tarihu Bağdad: 8/64-67).

[191] Bu metin aynen İmam Lalkaî’nin Şerhu Usuli İtikadi Ehli’s Sünne İsimli eserinden alınmıştır.

[192] Buharî: 4/142 ve başkakarı.

[193] Tahrici daha önce geçti.

Usulu’ddin inde eimmeti’l erbaa vahidetun
Read On 0 yorum

Dört İmamın İtikadı Aynıdır-4..

15:23
İmamların İtikatlarından Bazı Cümleler –ki Eberleri İttifaklarına Tanıklık Etmektedir-


İmam Esfehanî (radiyallahu anh) şöyle dedi: “Muhtelif zaman ve mekanlarda yaşamış ehli sünnet alimlerinin itikad üzerine yazdıkları eserler incelenecek olursa göülecekir ki bu kitapların üslupları, konuları, sözleri, yaptıkları alıntılar tamamen aynıdır ve az dahi olsa kesinlikle aralarında hiçbir fark yoktur. Bunların tamamı sanki tek bir kalemden çıkmış gibidir.”[111]

Şeyhu’l İslam Ebu İsmail es-Sabunî’de “Akidetu’s-Selef” isimli eserinde imamların itikatlarıyla ilgili bazı cümleler zikrettikten sonra şöyle dedi: “Naklettiğim bu cümleler tüm imamların itikatlarıdır ve bu konuda aralarında en küçük bir ayrılık yoktur.”[112]

İmam el-Lalkaî imamların itikad konusundaki sözlerini şu uzun başlık altında derledi: “Siyak ma ruviye ani’l masur an’s selef....” Bu başlık altında şu imamlaeın itikatlarını zikretti: Sevrî, Evzaî, İbn Uyeyne, Ahmed b. Hanbel, İbn Medinî, Ebu Sevr, Buharî, Ebu Züra, Ebu Hatim, Tisterî, İbn Cerir et-Taberî ki hepsinin itikatları da aynıdır.[113]

Bundan önce de İmam Ebu Cafer et-Tahavî tüm ümmetin takdirini kazanan nefis bir risale yazarak selefin, İmam Ebu Hanife ve öğrencileri Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim el-Humeyrî el-Ensarî ile İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî’nin itikatlerini beyan etti.[114]

Ebu Hanife ve öğrencilerinin itkatları da selefin itikatlarının aynısıdır. “Usulu’d din konusunda imamlar ittifak halindedirler.”[115] Çünkü daha öncede işaret ettiğimiz gibi itikadı aynı kaynaktan almışlardır. İbn Teymiyye’nin de haber verdiği gibi seleften bazıları itikad konusunda varid olan hadis ve eserleri (sahabe sözlerini) derlemişlerdir.[116] Bu işi ilk yapanlardan olan İmam Hammad b. Seleme h. 167 yılında vefat etmiştir.

Zehebî şöyle dedi: “İbn Ebi Urube ile beraber ilk eser tasnif eden odur.”[117]

Ehli Sünnet itikadı konusunda hadis ve eser derleyen diğer bazı imamlar şunlardır:

Abdurrahman b. Mehdî. Vefatı H.198. İmam Şafii O'nun için şöyle dedi: “Dünyada O'nun bir benzerini bilmiyorum”. Ali b. El-Medinî de şöyle dedi: “İnsanlardan hadisi en iyi bilen Abdurrahman b. Mehdî’dir”.

Bir diğer İmam Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimî’dir. Semerkant’da Şeyhu’l İslam, Müsnedu’l Ali ve Tefsir’in sahibi. Müslim, Ebu Davud ve Tirmizî ondan hadis rivayet ettiler. H. 255 yılında vefat etti.[118]

Ve Osman b. Said ed-Darimî: Hafız ve Herat’ın muhaddisi, sika alimlerden. ‘er-Red ale’l Cehmiyye, er-Red ala Bişr el-Mürisi ve Müsned’in yazarı. H. 280 yılında vefat etti.[119]

Ebu Bekr Ahmed b. Muhammed b. Hanî: Esrem olarak tanınır. İmam Ahmed’in talebelerinden büyük hafız. Zehebi Onun için şöyle dedi: “Yazdığı kitaplar özelliklede Süneni, imametine ve ilminin genişliğine delalet eder.[120]

Ebu Abdirrahman Abdullah b. Ahmed b. Hanbel: İmam ve hafız. Sünnet kitabının sahibi. H. 290 yılında vefat etti.[121]

Ebu Bekr Ahmed b. Muhammed b. Harun: Hallal olarak meşhurdur. Sünnet ve Camii kitaplarının yazarıdır. H. 311 yılında vefat etti.[122]

Ebu’l Kasım Süleyman b. Ahmed b. Eyyub b. Mutayyır et-Tabaranî: Mucemu’l Kebir, Mucemu’l Evsat, Mucenu’s Sağir, Sünnet, Delilu’n Nübüvve, er-Red ale’l Cehmiyye ve Tefsir kitaplarının sahibi. H. 360 yılında vefat etti.[123]

Ebu Muhammed Abdullah b. Muhammed: Ebu Şeyh el-Esbahanî olarak bilinir. Hafız, imam, sika, muhaddis ve meşhur müfessir. ‘el-Izze’ kitabının ve başka eserlerin sahibi. H.369 yılında vefat etti.[124]

Ebu Bekr Muhammed b. Huseyn el-Acirî: ‘eş-Şeria, et-Tasdik bi’n Nazar ile Allahi fi’l Ahire’ isimli kitapların yazarı. H.360 yılında vefat etti.[125]

Ebu’l Hasan Ali b. Ömer ed-Darakutnî: İmam, Şeyhu’l İslam, Sünen sahibi meşhur hafız.

‘Es-Sıfat, Ehadisu’s Sıfat, Ehadisu’n Nuzul, Fadailu’s Sahabe ve Menakıbihim, en-Nususu’l Müteallika bi Rüyetil Barii Subhanehu’ gibi eserleri vardır. H.385 yılında vefat etti.[126]

Ebu Abdillah Muhammed b. Şeyh: Ebu Yakub İshak b. Hafız. Değişik İslam ülkelerinde 1700 hocadan dersler aldı. Kitaplarından bazıları şunlardır: ‘Kitabu’t Tevhid ve Marifeti Esmaullahi ve Sıfatihî, ve er-Red ale’l Cehmiyye. H. 395 yılında vefat etti.[127]

Ebu’l Kasım Hibetullah b. Hasan b. Mansur el-Lalkaî: İmam, hafız, fakih ve Bağdad’ın muhaddisi. Sünen kitabının sahibi. H.418 yılında vefat etti.[128]

Ebu Abdillah Ubeydullah b. Muhammed el-Akberî: İbn Batta olarak tanınır. İbanetu’l Kübra ve İbanetu’s Suğra’nın sahibidir. H. 387 yılında vefat etti.[129]

Ebu Ömer Ahmed b. Muhammed el-Meafirî: Kurtuba’lı alim. Bidat ve heva ehline karşı şiddetli mücadelesiyle tanınır. Zehebî’nin dediği gibi sünen hafızı ve usulu’d diyane imamı idi. H. 429 yılında vefat etti.[130]

Ebu Nuaym Ahmed b. Abdillah b. Ahmed el-Esbehanî: Büyük hafız ve zamanının muhaddisi. Hilyetu’l Evliya, el-Mutekad, Fadailu’s Sahabe, Delailu’n Nübüvve gibi eserlerin sahibi. H.430 yılında vefat etti.[131]

Ebu Zerr Abdullah b. Ahmed b. Muhammed el-Ensarî: İmam, allame ve hafız. ‘es-Sünne ve’s Sıfat, el-Camii ve Delailu’u Nübüvve’ kitaplarının yazarı. H. 434 yılında vefat etti.[132]

Ebu Bekr Ahmed b. Huseyn b. Ali b. Musa el-Beyhakî: İmam, hafız, allame, Horasan Şeyhi Zehebî onun için şöyle dedi: “Daha önce benzeri hiç yazılmamış kitaplar yazdı.” Bu kitaplardan bazıları şunlardır: Esma ve’s Sıfat, es-Sünenü’l Kübra, es-Sünen ve’l Asar, Şuabu’l İmam, Delailu’n Nübüvve, es-Sünenü’s Sağire, el-Ba’s ve’l Mü’tekad... H.458 yılında vefat etti.

Ve bu alanda eser yazan daha başka birçok imam vardır ki tüm bu kitaplar imamların itikat birliğini ve bu konuda Resuluullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetine itimat ettiklerini gösterir.[133]

İmamların itikatleri mücmelen şöyledir: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, hayrı ve şerriyle kadere iman etmek.

Bunun tafsilatlarını ise yukarıda zikrettiğimiz kaynaklarda bulmak mümkündür. Her bir İmamın şöyle dediği de unutulmamalıdır: “Benim mezhebim sahih hadistir.” Fakat teşrif cihetinden burada imamların itikat konusundaki sözlerinden bazı satırlar aktarmayı uygun gördük. Şunu da gözardı etmemeliyiz ki itikat onlardan da değil, bilakis Allah ve Resulünden alınır.

İmamlardan birisi söyle dedi: “İtikat, ne benden ne de benden daha büyüklerinden alınmaz. Bilakis Allah ve Rasulünden alınır. Kur’an’da bulunan, ümmetin selefinin üzerinde ittifak ettikleri ve Buharî, Müslim gibi sahih hadislerde gelen hususlara iman etmek gerekir.”[134]

İtikat söz konusu oduğu zaman, imamlar kimseyi Hanbelî veya Maliki mazhebi gibi herhangi bir mezhebe çağırmazlardı. Bir imam şöyle demiştir: Hayatımda şu ana kadar, usulu’d din noktasında insanları kesinlikle Hanbelî veya bir başka mezhebe çağırmadım. Bilakis Ümmetin selefinin üzerinde ittifak ettikleri hususlara çağırdım.”[135]

Bazı alimler imamların itikat hususunda söyledikleri sözleri derlemişlerdir. Mesela Hallal Ahmed’in itikad konusundaki sözlerini derlerken, Beyhakî ‘Camiu’n Nusus min Kelami’ş Şafii’ adlı eserinde İmam Şafii’nin sözlerin topladı.[136] Tahavî ise ‘Akidetu’t Tahaviye’ isimli eserinde İmam Ebu Hanife’nin sözlerine yer vermiştir.



İmam Edu Hanife’nin İtikadı:[137]


İmam Ebu Hanife’nin itikadını nakleden en sağlam kaynak H. 321 yılında vefat eden İmam Tahavî’nin ‘Akidetu’t Tahaviye’ veya ‘Beyanu’s Sünne’ adındaki eseridir.

Burada önemine binaen ümmetin hüsnü kabulüne mazhar olan bu risalenin Şeyh Abdullah b. Hamid tarafından diğer nüshaları ile karşılaştırılarak talik yazılan nüshasını aynen nakledeceğiz.

Yardım Allah’tandır!



Beyanu’s Sünne (Sünnet’in Beyanı)
İmam Ebu Cafer Ahmed İbn Muhammed b. Selame et-Tahavi’nin İtikadı:


321 yılında vefat etmiştir. Allah rahmet etsin!

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla:

Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. En güzel sonuç, her çeşit kötülüklerden sakınan mü’minlerindir. Hayır dualar, Efendimiz Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve onun bütün aile efradına olsun. İmam ve Hüccetü’l-İslam Ebu Ca’fer at-Tahavi (radiyallahu anh) akaid risalesi hakkında şunları söyler:

Bu risale, Ebu Hanife Nu’man b. Sabit el-Kûfi, Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim el-Ensari ve Ebu Abdillah Muhammed b. Hasan eş-Şeybani’nin (radiyallahu anh) mezhebine; Alemlerin Rabbi Allah’a olan imanları ve yaşadıkları inanç esaslarına uygun olarak Ehli Sünnet ve’l-Cemaatın inançlarının açıklamasından ibarettir.

Allah’ın “Birliği hususunda, yine Allah’ın bizi başarıya ulaştıracağına kesinlikle inanarak deriz ki: Allah Bir’dir ve hiç bir ortağı yoktur.

O’na benzeyen hiç bir şey yoktur.

O’nu aciz bırakacak hiç bir şeyde yoktur.

Ondan başka hiç bir ilah mevcut değildir.

Allah, başlangıcı olmayan Kadim[138] ve sonu gelmeyecek şekilde devamlıdır.

Allah’ın varlığı hiç bir şekilde son bulmaz ve yok olmaz.

Ancak Onun dilediği olur.

Allah’a vehimler ve zanlar ulaşamaz; düşünceler O’nu idrak edemez.

Allah, hiç ölmeyecek olan Hayy (Diri), hiç uyumayan Kayyum dur.

Yarattığı şeylere ihtiyaç duymayan yaratan ve yarattıklarının rızkını güçlüğe düşmeden verendir.

Allah, korkuya kapılmadan öldüren (Mümit) ve hiç bir güçlüğe düşmeden yeniden diriltendir.

Allah, yarattıklarından önce, sıfatları ile birlikte Kadim idi. Allah’ın sıfatlarından, önce yok iken mahlukatın var olması ile sonradan var olup ilave olunan hiç bir sıfatı yoktur. O sıfatlarıyla ezeli olduğu gibi aynı şekilde bu sıfatları üzere ebedidir.

Allah, mahlukatı yarattıktan bu yana “Halik” ismini beriyyeyi de yaratmasından bu yana “Bari” ismini almış değil. O, bunlardan önce de Halik ve Bari idi.

Allah’ın yaratıcı ve terbiye edici sıfatı vardır. Buna karşılık yaratılmışlık ve büyütülüp terbiye edilmiş anlamı yoktur.

Nitekim Allah, mahlukatı dirilttikten sonra “Muhyi’l-Mevta (ölüleri dirilten) ismini almış değildir. Aynı şekilde bunları ilk defa icad etmesiyle Halik ismini almamış olup O bunlardan önce de ölüleri dirilten ve mahlukatı yaratan idi.

Bütün bunlar, Allah’ın her şeye gücünün yetmesinden, tüm eşyanın Ona muhtaç olmasından ve bu işlerin Allah’a kolay gelmesindendir. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir. Allah’ın hiç bir benzeri yoktur. O Semi’ ve Basir’ dir, her şeyi hakkıyla duyar ve görür.

Allah mahlukatı ezeli ilmine uygun olarak yaratmıştır.

Allah mahlukatın kaderini tayin etmiş, onlar için belli ölçüler koymuştur.

Mahlukatın ecellerini de tayin etmiştir.

Yaratıklar daha yaratılmadan önce, işleyecekleri fiillerden hiç bir şey Allah’a gizli kalmış değildir. Allah, mahlukatı yaratmadan önce onların yapacakları şeyleri kesinlikle bilmektedir.

Bunun üzerine Allah, onların kendisine itaat etmelerini emretti ve O’na karşı günah işlemekten de nehyetti.

Her şey Onun kudreti dilemesi (meşiet) ile meydana gelir. Olup bitenler hakkında ancak Allah’ın meşieti geçerlidir. Allah’ın dilediğinden başka kulların hiç bir iradesi yoktur. Allah’ın insanlar için dilediği olur, dilemediği ise olmaz.

Allah kendisinden bir fazilet olarak, dilediğini doğruya iletir, korur ve afiyet bahşeder; ve yine adaletinin gereği olarak dilediğini yardımından mahrum eder, imtihana tabi tutar ve saptırır.

Bunların tümü, fazileti ve adaleti arasında Allah’ın maişeti dairesinde dönüp dolanır.

Allah, kendisine zıt ve benzer olabilecek şeylerden çok çok yüce ve beridir.

Allah’ın kazasını reddedecek olan hükmünü tehir edecek olan ve emrine üstünlük sağlayacak olan hiç bir kimse yoktur.

Biz bunların tümüne iman ettik ve hepsinin Allah tarafından olduğuna kesinlikle kanaat getirdik

Tevhid konusunda olduğu gibi deriz ki: Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın seçkin kulu, üstün nebisi ve kendisinden razı olduğu Rasulüdür.

Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), peygamberlerin sonuncusu, müttekılerin imamı, peygamberlerin önderi ve alemlerin Rabbi olan Allah’ın

O’nun peygamberliğinden sonra ortaya atılacak olan her çeşit peygamberlik davası sapıklık ve nefsin arzusuna uymaktan ibarettir.

Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), cinlerin ve insanların tümüne gönderilmiş olup hak ve hüda, nur ve ziya ile gelen iki cihan peygamberidir.

Kur’an, Allah Taala’nın kelamıdır ve O’ndan nasıl olduğu bilinmeksizin söz olarak çıkmış, Allah bunu peygamberine vahiy olarak indirmiş ve müminler de bu minval üzere tasdik etmişler ve Kur’an’ın, Allah’ın hakiki kelamı olup mecaz olmadığına kesinlikle iman edip kanaat getirmişlerdir.

Kim Kur’an dinler ve dinlediği Kur’an’ın insan sözü olduğunu iddia ederse küfre girmiş olur. Allah bu tür iddia sahibini “Onu cehenneme atacağım” diyerek kınamış, ayıplamış ve onu cehennemle tehdit etmiştir. Allah, Kur’an için “Bu, beşer sözünden başka bir şey değil” (Müddesir, 74/25) diyeni cehennem ile tehdit edip o kişinin cehennemlik olduğunu bildirince biz anlamış oluyoruz ki, Kur’an, beşerin yaratıcısının sözüdür ve insan sözü Kur’an’a asla benzemez. Kim Alah’ı insanda bulunan sıfat ve anlamda vasfederse mutlaka küfre girmiş olur. Bu gerçeği gören biri ibret alır da artık kafirlerin ileri sürdüğü bu tür sözlerden kaçınır ve neticede anlar ki, Allah Talanın sıfatları var diye insana benzeyecek değildir.

Cennetlik Müminlerin Allah’ı görmesi, Rabbimizin Kur’anda “O gün Rablerine bakan pırıl pırıl yüzler vardır” (Kıyamet, 75/23) buyurduğu gibi ihata ve keyfiyet söz konusu olmaksızın haktır. Bu ayetin tefsiri, Allah Teaala’nın murad ettiği ve bildiği şeyden ibarettir. Peygamberden (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuda varid olan sahih hadisler gibidir. Bunların manası Peygamber bu hadislerden ne kasdetti ise ondan ibarettir. Bu konuya, görüşlerimizle tevil ederek ve tahminlerimizle zanlarda bulunarak girmeyiz. Çünkü dini konuda selamete eren kimse, Allah (c.c) ve Resulüne (sallallahu aleyhi ve sellem) teslim olan ve kendisine karışık gelen hususu o konuyu iyi bilene havale eden kimsedir.

İslamın varlığı ancak teslimiyet ve itaat ile mümkün olur. Öyleyse her kim öğrenilmesi yasak edilen şeyi öğrenmeye meyleder ve anlayışı teslimiyet ile kanaat getirmezse onun bu arzusu kendisini Allah’ın birliğine olan katıksız Tevhid inancından saf bilgi ve sahih imandan alıkoyar.

Bunun üzerine kişi, küfür ile iman, tasdik ile tekzib, ikrar ile inkar arasında vesveseci, dağınık şüpheci bir şekilde ne tasdik eden ne de inkar eden bir yalancı durumuna gelmeden bocalar durur

Bir kimsenin cennetliklerin Allah’ı görmesine dair imanı, ruyetin tahakkukunu vehmetmesi yahut tevil etmesi suretiyle sahih olmaz. Çünki ruyetin ve Allah’a ait mananın tevili, ancak ve ancak tevili terkedip teslimiyete sarılmak suretiyle olur. Peygamberlerin getirdiği dinler de bundan ibarettir. Allah’ın sıfatlarını inkar etmekten ve Allah’ı mahlukatına benzetmekten sakınmayan kimse sapıtır ve tenzih akidesine varamaz. Zira Yüce Rabbimiz Vahdaniyet ve Ferdaniyet sıfatları ile mevsuftur. Mahlukattan Onun sahip olduğu sıfatlara sahip olan hiç bir kimse yoktur.

Allah sınır ve gayelerden[139], erkan, aza ve edavattan beridir. Altı yön, mahlukatı kuşattığı gibi Allah’ı kuşatamaz.

Miraç haktır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) gece yolculuğuna götürüldü ve uyanık halde şahsı ile semaya çıkartıldı. Daha sonra Allah’ın dilediği yüce makamlara götürüldü. Allah kendisine dilediği şeyle ikramlarda bulundu ve kuluna vahyetmiş olduğu şeyleri vahyetti.

Allah Teala’nın, Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine bir rahmet olarak ikram etmiş olduğu Havuz haktır.

Ümmet-i Muhammed için hazırladığı şefaat de hadislerde anlatıldığı şekliyle haktır.

Allah Teala’nın Adem (aleyhisselam)’dan ve zürriyetinden almış olduğu misak haktır.

Allah Teala ezelde, cennete gireceklerle cehenneme girecek olanların sayısını bilmiş ilmi ile ihata etmiştir. Bu sayı ne artırılabilir ne de noksanlaştırılır.

Aynı şekilde insanların yapacakları fiilleri de Allah ezelde toptan bilmektedir. Herkese kendi için yaratılan işleri yapmaya imkan verilir. Ameller ise son işlenen amele göre değerlendirilir. Said ve Şaki, Allah’ın hükmü ve takdiri ile cennetlik ve cehennemlik olmuştur.

Kaderin esası, Allah Teala’nın mahlukatı hakkındaki sırrından ibarettir. Bu sırra ne bir meleki mukarreb ve ne de bir nebiyy-i mürsel muttali olmuş değildir. Bu konuda derinleşmek ve düşünceye dalmak başarısızlığın sebebi, sapıklığa götüren merdiven ve azgınlığa giden bir yoldur. Öyleyse bu hususta görüş, fikir ve düşünce beyan etmekten kaçının. Çünkü Allah Teaala, kader ilmini insanlardan gizlemiş ve kader hakkında bilgi edinme isteğinden de onları menetmiştir. Nitekim Allah Teaala şerefli kitabında şöyle buyuruyor:

“Allah yaptığından sorumlu tutulmaz, insanlar ise yaptıklarından dolayı sorguya çekileceklerdir.” (Enbiya, 21/23)

Öyleyse Allah bir şeyi neden böyle yaptı diye soran kimse kitabın hükmünü reddetmiş olur. Kitabın hükmünü reddeden ise artık kafirlerden sayılır.

İşte, Allah dostlarından kalbi nurla dolmuş olan kimselerin ihtiyaç duyduğu şeylerin tümü bundan ibarettir. Bu ilimde ihtisas sahibi kişilerin elde ettiği derecedir. Zira ilim iki kısımdır.

Birisi, mahlukat arasında mevcut olan ilim, diğeri de mahlukatta mevcut olmayan ilimdir. Mevcut olan ilimin inkarı ve gayb ilminin de mevcudiyetinin iddia edilmesi küfürdür. İman, ancak mevcut ilmin kabulü ve kader ilmi olan mefkud ilminin istenmesinin de terkedilmesi ile olur.

Levh’e, Kalem’e ve Levh’te yazılmış olanların tümüne iman ederiz. Mahlukatın hepsi bir araya gelse Allah Teala’nın Levh’te varolacağını yazdığı şeyin yok olması için uğraşsa buna güçleri yetmez. Yine Allah’ın olmasını yazmadığı bir şeyin olması için toplanıp uğraşsalar buna muvaffak olamazlar. Kıyamete kadar olacak şeyleri kalem yazmıştır. Kulun başına gelmeyen şey, demek ki ona isabet edecek değildir.

Öyleyse kulun üzerine düşen yaratıklarından var olacak her şey hakkında Allah’ın ilminin öne geçtiğini bilmesidir. Kul bilmelidir ki, Allah bu ilmini dilemesi ile kesin ve kaçınılmaz bir şekilde takdir etmiştir. O’nun bu ezeli ilmine dayalı takdirini mahlukatından tehir edecek, giderecek, bozacak, noksanlaştıracak ve fazlalaştıracak olan hiç bir kimse yoktur. İşte kulun bu tutumu iman akdinden dinin temellerinin bilinmesinden, Allah Teaala’nın Bir’liğini ve Rububiyetinin itiraf edilmesinden dolayıdır.

Nitekim Yüce Allah’a kitabında “O her şeyi yaratıp belli nizama koymuş geçmişini geleceğini taktir etmiştir “ (Furkan, 25/2) ve “Allah’ın emri takdir edilmiş bir kaderdir ” (Azhab, 33/38) buyurmuştur.

Kader konusunda Allah’a hasım olana ve bu hususta görüşüne temel olarak hasta bir kalp hazırlayan kimseye yazıklar olsun. Bu kimse kuruntusu ile gayp ilminin araştırılması konusunda gizli olan sırra yönelmiş ve bu hususta söylediği fikirlerden dolayı iftira eden bir yalancı durumuna düşmüştür.

Allah’ın Kur’an’da beyan etmiş olduğu üzere, Arş ve kürsi haktır. Şanı yüce Allah’ın Arşa ve daha aşağısındaki şeylere ihtiyacı yoktur. Allah her şeyi ve bunun üzerindeki Arşı ihata etmiştir. Kendisini ihata etmekten ise mahlukatını aciz bırakmıştır.

Allah Teala’nın, Hz. İbrahim’i dost edindiğini ve Hz. Musa’yla da konuştuğunu bir iman, tasdik ve teslimiyet olarak ifade ediyoruz.

Meleklere, peygamberlere ve peygambere indirilen kitaplara iman eder peygamberlerin apaçık doğru üzere olduklarına şahadet ederiz.

Kıblemize doğru namaz kılanların Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in getirdiği ve kendisine ait olarak söylediği, haber verdiği şeyleri itiraf ve tasdik ettikleri müddetçe müslüman olduklarını kabul ederiz.

Yüce Allah hakkında münakaşaya dalmayız. Allah’ın dini konusunda da birbirimizle çekişmeyiz.

Kur’an hakkında mücadele etmeyiz. Biliriz ki Kur’an Alemlerin Rabbinin kelamıdır. Onu, Ruhu’l-Emin olan Cebrail indirmiş ve peygamberlerin efendisi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e öğretmiştir. Yine bilmekteyiz ki, Allah’ın kelamına mahlukatın kelamından hiç bir şey denk olamaz. Kur’an’ın yaratılmış olduğuna inanmayız ve bu hususta Ehli Sünnet ve’l-cemaata muhalefet etmeyiz.

Ehli kıbleyi günahı helal saymadığı müddetçe hiç bir çeşit günahtan dolayı tekfir etmeyiz, yani kafir olduğunu söylemeyiz.

İman etmekle birlikte, günah işleyene bu günahın zarar vermeyeceğine de inanmayız.

Müminlerden güzel amel işleyen kimseleri Allah’ın affetmesini ve onları rahmeti ile cennete sokmasını umarız. Onlar hakkında emin olamayız ve cennete gireceklerine şehadet edemeyiz. Kötülük yapmış olanların affedilmesini diler, endişe duyarız ama onlardan ümit kesmeyiz.

Her halü karda amellerinin kabul edilip cennete gireceğinden emin olmak ve Allah’ın rahmetinden ümidini kesmek kişiyi dinden çıkarır. Buna karşılık ehli kıble için hak ümit ve yeis arasındadır.

Kul ancak kendisini iman dairesine sokan şeyleri inkar etmekle imandan çıkar.

Allah Teala’nın Kur’an’ın şeriat ve din olarak indirdiği ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) 'in de bu hususda sahih olarak beyan ettiği şeylerin tamamı haktır.

İman tektir iman eden kimseler de imanın aslında eşittirler.[140] Gerçekte müminlerin arasındaki üstünlük ise takva Allah’a karşı gelmekten korkmak, nefsi arzulara uymamak ve daha layık olana sımsıkı bağlanmak suretiyle elde edilir.

Müminlerin tümü Allah’ın dostudur. Allah katında en değerlileri ise daha itaatkar olanları ve Kur’an’a en çok uyanlarıdır.

İman konuları, Allah’a meleklerine kitaplarına peygamberlerine ahiret gününe iman etmek öldükten sonra dirilmeye, kader yani hayır ve şer acı ve tatlı her şeyin Allah’tan geldiğine inanmaktan ibarettir.

Biz bunların tümüne iman ederiz ve Allah’ın peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırd etmeyiz. Hepsinin de Allah’tan getirdiği şeyleri tasdik ederiz.

Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in ümmetinden olan büyük günah sahipleri tevbe etmemiş bile olsalar, iman edip Allah’ı tanıdıktan sonra tevhid inancına sahip olarak öldüklerinde cehennemde ebedi bırakılmazlar. Bunlar Allah’ın dilemesi ve hükmüne tabidirler. İsterse onları kitabında:

“Şüphesiz ki Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında dilediği kimseyi affeder” (Nisa, 4/48) şeklinde buyurduğu gibi fazileti ile affeder ve bağışlar; isterse onlara adaleti ile cehennemde azap eder daha sonra da bunları cehennemden kendi rahmeti itaatkar kimselerden olan şefaatçilerin de şefaati ile çıkartır ve cennetine gönderir. İşte Allah’ın bu muamelesi kendini tanıyanların dostu olmasından ve bu kullarını Allah’ın hidayetini yitiren O'nun dostluğuna erişemeyen inkarcı kimseler gibi bir tutmamasından ileri gelir.

Ey İslam’ın ve müslümanların sahibi olan Allah’ım bizi İslam’dan ayırma.

Ehli kıbleden olan her iyi ve facir kişinin arkasında namaz kılmayı ve bunlardan ölenlerin cenaze namazını da kılmayı da caiz görürüz.

Ehli kıbleden hiç birini ne cennete sokar ne de cehenneme atarız. Onlardan şirk, küfür ve nifak gibi her hangi bir şey belirmediği müddetçe kafir olduklarına, şirk koştuklarına ve münafık olduklarına şehadet etmeyiz. Onların gizli kalan şeylerini Allah Teala’ya bırakırız.

Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in ümmetinden, katli vacip olanlar hariç hiç birine kılıç çekmeyi caiz görmeyiz

Devlet idarecimiz olan imamlarımıza ve işlerimizi üslenen yöneticilerimize zulmetseler bile karşı çıkıp isyan etmeyiz. Aleyhlerinde bulunmayız ve onlara itaat etmekten geri durmayız. Günah işlemeyi emretmedikleri müddetçe onlara itaat etmeyi yüce Allah’a itaat etmek gibi farz biliriz. Onların islah olmaları ve düzelmeleri için dua ederiz.

Sünnete ve ehli sünnet cemaatine uyar, ayrılıktan, ihtilaftan ve parçalanmaktan kaçınırız.

Adil davranan ve emanete riayet edenleri sever, zulüm işleyen ve emanete hainlik edenlere kalben kin besleriz.

Bilinmesi bize karışık ve güç gelen şeyler hususunda Allah daha iyisini bilir der ve öylece inanırız.

Hadisi şerifte anlatıldığı gibi yolculukta ve mukım iken mestler üzerine meshetmeyi caiz görürüz.

Hac ve cihad müslümanların imamlarından ister iyi, ister facir olsun ulülemir ile birlikte kıyamete kadar devamlı yapılacak olan iki farzdır. Bu iki farz ibadetini hiç bir şey iptal edemez ve kaldıramaz.

Kiramen katibin meleklerine ve Allah’ın onları üzerimize koruyucu ve yaptıklarımızı yazan şerefli varlıklar olarak tayin ettiğine iman ederiz.

Bütün canlıların ruhlarını almakla görevlendirilmiş olan ölüm meleğine iman ederiz.

Hak edenlerin kabir azabı ve nimetini göreceğine; Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in hadisleri ile ashabından (radiyallahu anh) gelen haberlere göre ölüye kabrinde Münker ve Nekir meleklerinin kişinin Rabbinden, dininden ve peygamberinden süal soracağına da iman ederiz.

Kabir ise ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.

Öldükten sonra dirilmeye, kıyamet günü amellerin karşılığının verileceğine, dünyada yapılan amellerin sunulacağına, hesabın görüleceğine, amel defterinin okunacağına, sevaba, azaba, Sırata ve Mizana iman ederiz.

Cennet ve cehennem yaratılmış olup ebediyyen sona ermez. Allah cennet ve cehennemi mahlukattan önce yaratmıştır. Bu ikisine girecek olanları da yaratmıştır. Öyleyse bu kimselerden dilediğini fazileti ile cennete atar dilediğini de adaleti ile cehenneme atar. Zaten insanlardan her biri kendileri için takdir edilmiş bulunan cennet yahut cehennemi hak edecek olan işleri yaparlar.

Hayır ve şerde önceden kullar hakkında takdir ve tayin olunmuştur.

Fiilin meydana gelmesi için gerekli olan istitaat (yani kudret ve kuvvet) fiil ile beraber bulunur. Bu istitaat fiiilin meydana gelmesi için kesin başarı açısından söz konusu olup bununla mahlukatın vasfolunması caiz değildir. Fakat sıhhat, güç, fiile elverişli durum ve azaların sağlam oluşu cihetinden söz konusu olan istitaat fiilden önce bulunur. Kişiyi sorumlu tutan hitap ta bunlara bağlıdır. Nitekim Yüce Allah:

“Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği ile mesul tutar.” buyurmuştur. (Bakara: 2/286)

Kulların fiilleri Allah’ın yarattığı şeyler olup kullar açısından da kendilerine mal ettikleri işleridir.

Allah Teaala kulları ancak güç yetirebilecek şeylerden sorumlu tutar. Onlar da Allah’ın kendilerini muktedir kıldığı şeylere güç yetirebilirler. Bu da (la havle ve la kuvvete illa billah) “Güç ve kuvvet ancak Allah’tan dır” sözünün tefsiridir. Allah’a isyan etmekten korunmak için hiç bir kimsenin Allah’ın yardımından başka ne bir kudreti ne bir hareketi ve ne de bir çaresi mevcut değildir. Yine bir kimsenin Allah’a itaat etmesi ve itaatinde devam etmesi için Allah’ın muvaffak kılmasından başka bir kudreti yoktur.

Her şey Allah Teala’nın dilemesiyle, ilmi kazası ve kaderi ile meydana gelir. Allah’ın dilemesi her türlü dilek ve iradeye üstün çıkar. Yine onun kazası her çeşit hile ve çareye galip gelir. Allah dilediği şeyi yapar ve ebediyyen de zalim değildir. O her türlü kötülük ve zulümden uzaktır. Her çeşit ayıp ve kusurdan beridir. Allah yaptıklarından sorumlu değildir; kullar ise yaptıklarından sorulacaklardır.

Sağ olanların yaptıkları dua ve verdikleri sadakalarında ölüler için fayda vardır.

Allah Teaala duaları kabul eder ve ihtiyaçları giderir.

Allah her şeyi mülk edinir. Buna karşılık hiç bir şey Onu mülk edinemez. Allah’a göz açıp yumacak kadar bir zaman için bile ihtiyaç duymamak olacak şey değildir. Kim Allah’tan bir an bile müstağni kalacak olursa küfre girer ve hüsrana uğrayanlardan oluverir.

Allah Teala hem gazaba gelir kızar ve hem de razılık gösterip hoşnut olur. Fakat Onun kızması ve razı olması insanlardan hiç birininkine benzemez.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabını sever onlardan hiç birinden uzaklaşmaz ve sevgisinde de aşırı gitmeyiz.

Onlara buğz edenlere ve onları hayır dışında bir şeyle ananlara biz de buğzederiz. Biz Sahabeyi ancak hayırla yadederiz. Onları sevmek din, iman ve dinde samimiyet; onlara buğzetmek ise küfür, münafıklık ve azgınlıktır.

Allah Rasulünden sonra hilafetin ümmet-i Muhammedin en faziletlisi ve en önde geleni olarak Ebu Bekir’e (radiyallahu anh) ait olduğunu, ondan sonra Ömer b. el-Hattab’a (radiyallahu anh) ondan sonra Osman b. Affan’a (radiyallahu anh) sonra da Ali b. Ebi Talib’e (radiyallahu anh) ait olduğunu kabul ve beyan ederiz. Bunlar Hulefa-i Raşidin ve insanları doğruya ve hidayete erdiren imamlardır. Allah hepsinden razı olsun.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in cennetlik dediği ve cennete gireceklerini müjdelediği on kişinin Rasulullah’ın şehadeti üzerine cennete gireceklerini müjdelediği on kişinin Rasulullah’ın şehadeti üzerine cennete gireceklerine şahidlik ederiz. Bu konuda Peygamberin sözü haktır. Bu on kişi de şunlardır: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa’d, Said, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. Cerrah’tır ki O bu ümmetin eminidir. Allah hepsinden razı olsun.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabı ezvac-ı tahiratı (temiz zevceleri) ve zürriyetleri hakkında güzel söz söyleyen nifaktan uzak durmuş demektir.

Sahabe Tabiun ve onlardan sonra gelen hayır ve eser sahibi fıkıh ve düşünce ehli olan selef alimleri de ancak güzellikle yadedilirler. Kim onları kötülükle anarsa doğru yoldan çıkmış demektir.

Evliyadan hiç birini peygamberlerden (aleyhisselam) hiç birine üstün tutmayız. Bize göre bir tek peygamber bütün velilerden daha üstündür.

Evliyanın kerametlerinden ve güvenilir ravilerden ulaşan rivayetlerine ait şeylere iman ederiz.

Deccal’in çıkmasına, İsa (aleyhisselam)’ın gökten inmesine iman eder ve yine kıyamet alameti olarak güneşin batıdan doğacağına ve Dabbetü’l-Arz’ın yerinden çıkacağına inanırız.

Kahin ve müneccim ile kitap sünnet ve icmai ümmete muhalif herhangi bir şey iddia edenleri asla tasdik etmeyiz.

Birliği ve beraberliği hak görür parçalanmayı sapıklık ve azap olarak görürüz.

Gök ve yerde Allah’ın dini tektir o da İslam dinidir. Nitekim Allah Teala: “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır” (Al-i İmran, 3/19) ve yine “Din olarak size İslam’ı seçtim.” (Maide, 5/3) buyurmuştur.

İslam Dini, ifrat ile tefrit, Allah’ı mahlukata benzetme inancı ile Allah’ın sıfatlarını inkar etmenin; Cebriyye ile Kaderiyye ve aldırmayacak kadar emin davranma ile ümititsizlik arasında orta bir yoldur.

İşte gizli ve açık olarak dinimiz ve itikadımız bundan ibarettir. Biz, buraya kadar söylediğimiz ve açıkladığımız inanç esaslarına aykırı düşünenlerden uzağız.

Allahu Teala’dan İslam üzerine devamlı kalmamızı ve son nefesimizi İslam ile yaşamamızı diler, bizleri çeşitli batıl arzulardan, yanlış fikirlerden, Müşebbihe, Mutezile, Cehmiyye, Kaderiyye’ye sapıp Ehli Sünnet ve’l Cemaat’in dışına sapmaktan korumasını niyaz ederiz. Biz onlardan uzağız. Onlar, bizce sapıktırlar. Ve kabule şayan değillerdir.

Batıldan korunmak ve Hak yolda muvaffak olmak Allah’tandır.[141]

-------------------------------------------------
[111] el-Hucce fi beyani’l Mahacce, 2/224-225.

[112] Akidetu’s Selef, sh.111.

[113] Bkz. Şerh Usul İtikad Ehli’s Sünne, 1/151.

[114] Şerhu’t Tahaviye, 1/13.

[115] Der’u Tearudi’l Akl ve’n Nakl: 2/308.

[116] Bkz. Akidetu Ehli’s Sünne: sh.19-20.

[117] Tezkiretu’l Huffaz: 1/202.

[118] Hayat tercimesi için bkz. Tehzibu’t Tehzib: 6/279.

[119] Bkz.Tezkiretu’l Huffaz: 2/354, Tehzibu’t Tehzib: 5/294-296.

[120] Tabakatu’ş Şafiiyye: 2/302, Miratu’l Cinan: 2/193.

[121] Tezkiretu’l Huffaz: 2/570-571, Tarihu Bağdad: 5/110-112.

[122] Tabakatu’l Hanabile: 1/180, Tehzibu’t-Tehzib: 5/141-143.

[123] Tezkiretu’l-Huffaz: 3/786, el-Bidaye ve’n Nihaye: 11/148.

[124] Vefiyatu’l Ayan: 2/407, Tezkiretu’l Huffaz: 3/912.

[125] Tabakatu’l Huffaz: 3/945, en-Nucumu’z Zahire: 4/136, Tarihu’t Turas: 2/326.

[126] Tezkiretu’l Huffaz: 3/396, Tarihu Bağdad: 2/243, Tarihu’t Turas: 1/314.

[127] Tarihu Bağdad: 12/34, Tezkiretu’l Huffaz: 3/991, Tarihu’t Turas: 1/509.

[128] Tezkiretu’l Huffaz: 3/1031, Lisanu’l Mizan: 5/70-71, Tarihu’t Turas: 1/353.

[129] Tarihu’l Bağdad: 14/70-71, Tezkiretu’l Huffaz: 3/1083, Tarihu’t Turas: 2/194.

[130] Tabakatu’l Hanabile: 2/134-153, el-Minhecu’l Ahmed: sh. 69-73.

[131] Tezkiretu’l Huffaz: 3/1098, Şuzuratu’z Zeheb: 3/243-244.

[132] Bkz. Tezkiret’l Huffaz: 3/1092, Lisanu’l Mizan: 1/201.

[133] Bkz. Tezkiret’l Huffaz: 3/1103, Tarihu’t Turas: 1/388.

[134] Tezkiret’l Huffaz: 3/1132, Tabakatu’ş Şafiiyye: 4/8-16.

[135] İbn Teymiyye, Mecmuu’l Feteva: 3/161.

[136] Bkz. Levamiu’l Envar: 1/66.

[137] Usulu’d din noktasında Ebu Hanife’nin itikadı diğer imamlardan, iman meselesi hariç, kesinlikle farklı değildir.Tahavî Şarihine göre ise iman meselesindeki ihtilaf da lafzidir. İmam’ın itikadını daha ayrıntısıyla incelemek için Dr. Muhammed el-Humeys’in ‘Akidetu İmam Ebu Hanife fi Usuli’d din’ isimli değerli eserine bakılabilir.

[138] Musannif (Rahimullah) Kadim yerine Evvel deseydi daha çok isabet etmiş olurdu. Çünkü Cenabı Hakk kendisini ‘Evvel ve Ahir’ olarak tanıtmıştır.

[139] Bu söz hak ve batıl anlama gelebilir. Selefin yolu, Allah ve Rasulü’nün isbat ettiğini isbat etmek, nefyettiğini nefyetmek ve suküt ettiği konularda da suküt etmektir.

[140] Müellif bu konuda İmam Ebu Hanife’nin görüşüne tabi olmuştur. Gerçekte ise insanlar imanda birbirlerinden üstündürler.

[141] Burada asıl olarak Matbatu’ş Şarkıyye (Cidde)’nin 23/11/1344 H. Baskısını esas akdık

Usulu’ddin inde eimmeti’l erbaa vahidetun
Read On 0 yorum

Guraba Kitaplık..

Guraba Kitaplık..
tavsiye kitap..

Guraba Arşiv..

Guraba Yazılar..


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)