GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Bid'atın Tanımı ve Bid'at Hakkında Yanılgılara Cevap-2

Etiketler:
İKİNCİ BÖLÜM:
BİDATLERİ TAKSİM EDENLERİN ŞÜPHELERİ
Birinci Şüphe;
"Kim İslâm dininde güzel bir sünnet başlatırsa, bu güzel işten dolayı kendisine sevap verilir. Ayrıca kendisind en sonra bu sünnetle amel edenlerin sevabı kadar da kendisine sevap yazılır; bu, diğerlerinin sevabından da bir şey eksiltmez . Kim de İslâm dininde kötü bir sünnet başlatırsa, kendisine hem kendi günahı hem de o işle amel edenlerin günahı kadar günah yazılır ve bu diğerlerinin günahından da bir şey eksiltmez ."[67] Mealindek i hadis hakkında anlayışlar;

Buna birkaç açıdan cevap verilebli r;

Birincisi; «men senne» ile kastedile n bir sünneti bizzat uygulamak tır; yoksa ortaya yeni bir şeyler çıkarmak, teşri yapmak değildir. Yani hadis, yeni bir şeyler ortaya koymakla ilgili değil, bizzat sünnette olanla amel etmeyi teşvik yönündedir. Buna delil, hadisin geliş sebebidir ki, o da meşrû kılınan sadakadır.

Hadisin geliş sebebi ile ilgili şöyle bir rivayet vardır: Cerir b. Abdullah şöyle demektedi r: Peygamber (s.a.s.), hutbesi esnasında bizleri sadaka vermeye teşvik etti. Ama insanlar bu konuyu biraz ağırdan aldılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.)’in yüzünde kızgınlık ifadesi belirdi. Ensardan birisinin bir kese getirmesi üzerine insanlar da ona uydular, öyle ki, onun yüzünde sevinç görüldü ve şöyle dedi:« Kim güzel bir sünnet başlatırsa....» [68].

İkincisi; « kim İslâm dininde güzel bir sünnet başlatırsa » ifadesini kullanan la, «her bidat dalaletti r» ifadesini kullanan aynı kişidir; yâni Peygamber dir. Binaenale yh, Peygamber (s.a.s.)’in kendine ait bir sözü başka bir sözle tekzip etmesi veya sözlerinde bir çelişki olması söz konusu olamaz; bu mümkün değildir[69]

Dolayısıyla bizim bir hadisi alıp, diğer bir hadisten yüz çevirmemiz câiz değildir. Bu da, Kur’anın bir kısmını kabul edip diğer bir kısmını kabul etmeyenin haline benzer.

Üçüncüsü; Peygamber, (s.a.s.) « kim bir sünnet başlatırsa » demiş “kim bir bid’at çıkarırsa” dememiştir. Yine, «İslâm’da... » demiştir, zira bid’atler ise, İslâm’dan değildir. Ayrıca «güzel (hasene)» sıfatını kullanmıştır, bid’at ise güzel değildir[70].

Bid’at ile sünnet arasındaki fark son derece açıktır. Sünnet, uyulan, tatbik edilen yoldur; bid’at ise, dinde sonradan ortaya çıkarılan şeydir.

Dördüncüsü; seleften hiç bir kimsenin, insanların sonradan ortaya çıkardıkları şeyleri (bid’atı) “sünnet-i hasene” olarak adlandırdıklarına dâir bir nakil gelmiş değildir.

Beşincisi; «men senne » ifadesi dinde zaten mevcut olan ama ihmal edilen veya unutulan bir sünneti ihyâ etmek, yeniden yaşanılır hale getirmek manâsındadır. Dolayısıyla « senne » kelimesi, bu hadiste terkedile n bir sünetti ihyâ eden kimse hakkında izâfi olarak kullanılmıştır.

Buna şu hadis delildir: “Kim benim sünnetimden bir sünneti ihyâ eder ve insanlar onunla amel eder hale gelirse, amel edenlerin ecirleri kadar ona ecir yazılır; diğerlerinin ecirlerin den de hiçbir şey eksilmez. Kim de bir bid’at ihdas eder ve bununla amel edilirse, bu bid’atle amel edenlerin günahı kadar ona günah yazılır; diğerlerin günahlarından da hiç bir şey eksilmez” [71]

Altıncısı; Peygamber (s.a.s.)’in, “kim güzel bir sünnet başlatır" ve “kim kötü bir sünnet başlatır” ifadesini yeni bir sünnet “icat etme” anlamında kullanmay a imkan yoktur. Zira bir şeyin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu tespit etmek ancak şer’î delillerl e mümkündür.

Bu durumda hadiste geçen sünnet, ya şeriatte güzel ya da çirkindir. Bu ifadeleri n “sadaka” veya benzeri hayırlar olarak anlaşılması çok yerinde olacaktır. Kötü sünnet (yol) ise, Adem oğullarının; «zira o ölüm olayını ilk olarak sünnet kılandır»[72] tarzında hadiste tenbih edildiği gibi, şeriatın masiyet saydığı günahlara götüren bir mertebe olarak kalır. Dolayısıyla bid’atler de öyledir. Zira din bunları kesin olarak zemmetmek te ve onlardan sakındırmaktadır.[73]

İkinci Şüphe :
Bid’atleri güzel gösterme gayretind e olanların yanlış telaki ettikleri bir delil de,

( مَا رَآهُ الْمُسْلِمُونَ حَسَناً فَهُوَ عَنْدَ اللهِ حَسَنٌ )

“Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir“[74] şeklindeki rivayetti r.

Cevap:
Birincisi; bu rivayetin Peygamber (s.a.s.)’e aidiyeti (merfû’) sahih değildir. Aksine bu ifade İbn Mes’ûd’a aittir, mevkûf bir rivayetti r.

İbn Kayyim şöyle der: “Bu ifade Peygamber (s.a.s.)’in sözü değildir. Bunu, hadis konusunda bilgisi olmayan kişiler ona nisbet etmişlerdir. Bu söz, İbn Mesud’dan bizzat kendi sözüyle sabittir ”[75].

İbn Abdulhâdî şöyle demiştir: “ Bu haber Enes’den sâkıt (zayıf) bir senedle Peygamber (s.a.s.)’e nisbet edilmiştir. Doğru olan, bu sözün İbn Mes’ûd’a ait mevkûf bir rivayet olduğudur ”[76]

ez-Zeylaî ise, bu konuda şöyle demektedi r: “ Bu haberin merfû olarak rivayeti gariptir; ben bu ifadenin sadece İbn Mes’ûd’a nisbet edildiğini gördüm”[77]

el-Elbânî; de bu konuda şunu söyler : “ Rivayetin merfû olarak bir aslı yoktur, ancak İbn Mes’ûd’dan mevkûf olarak gelmiştir ”[78]

Daha önce de işaret edildiği gibi, kim olursa olsun, hiç bir kimsenin sözünün Peygamber (s.a.s.)’in sözü ile çatışması caiz değildir.

İkincisi; “el-Müslimûn” kelimesin deki “el” takısı zaman bildirmek içindir ve sahabe zamanına ve bizzat sahabeye işaret etmektedi r. Rivayetin gelişi de buna işaret etmektedi r. Rivayetin tamamı şöyledir:

«Allah kullarının kalplerin e baktı, Muhammed (s.a.s.)’in kalbinin kulların kalpleri içerisinde en güzeli olduğunu gördü ve o kalbi kendisi için seçti. Risaletin i de onun vasıtasıyla gönderdi. Muhammed (s.a.s.)’in kalbinden sonra sair kullarının kalplerin e baktı, Muhammed (s.a.s.)’in ashabının kalplerin in kulların kalpleri içerisinde en güzelleri olduğunu gördü ve onları Peygamber ine yardımcılar kıldı. Bu yardımcılar Allah’ın dini uğrunda mücadele ettiler. Müslümanların iyi gördüğü Allah katında da iyidir, kötü gördükleri (tasvip etmedikle ri) Allah katında da kötüdür ».

Bazı rivayetle rde şu ilave de vardır:

«Bütün sahabîler Ebu Bekir’i halife olarak tayin etmek istediler»[79]

Bu da açıkça göstermektedir ki, burada “müslümanlar”la kastedile nler sahabîlerdir. Bunların sahabiler olduğuna dair bir başka delil ise, hadis konusunda eser veren ulemanın bu rivayeti sahabîlerle ilgili bölümde zikretmel eridir. el-Hâkim’in “el-Müstedrek”inde de durum böyledir[80]. el-Hâkim bu rivayeti Ma’rifetu’s-Sahâbe bölümüne almış, ancak ilk kısmını rivayet etmemiş ve rivayeti “ Müslümanların iyi gördüğü...” (mâ rea’l-muslimûne hasenen.. .) kısmından itibaren almıştır. Bu da gösteriyor ki, el-Hâkim, rivayette geçen “el-Müslimûn” dan sahabenin kastedild iği sonucunu çıkarmıştır.

Durum böyle olunca, bütün sahabîlerin bid’atlerin zemmi ve çirkinliği konusunda fikir birliği içinde olduğu ortaya çıkar. Hiçbir sahabîden bid’atleri hoş gören bir rivayet varid olmamıştır.

Üçüncüsü; “ el-Müslimûn ” deki “ el ” takısının belli bir zamanı tayin için değil de bir umumiyet ifadesi olarak kullanılması durumunda bile, bununla kastedile n icmâ olur ki, icmâ da hücccettir.

İzz b. Abdüsselâm şöyle demektedi r: “Hadis sahih ise, ‘ el-Müslimûn ’ ile kastedile n ehl-i icmâ’dır, doğrusunu Allah bilir ”[81]

Bu rivayeti bid’at-ı hasene’nin varlığına delil olarak öne sürenlere deriz ki; “Müslümanların, güzelliği üzerine ittifak ettikleri bir tek bid’at örneği gösterebilir misiniz? ” Şüphesiz bu mümkün değildir. Müslümanların güzel olduğu konusunda ittifak ettikleri bir tek bid’at yoktur. Aksine, İslâm’ın ilk asırlarında bütün bid’atlerin dalâlet vesilesi olduğu hususunda icmâ hasıl olmuştur. Allah’a sonsuz şükürler olsun ki bu icmâ hâlâ devam etmektedi r.

Dördüncüsü; Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) gibi mümtaz bir sahabînin sözü ile nasıl bir bid’at güzel gösterilmek istenebil ir? Ki o sahâbiler içinde bid’atler konusunda en hassas olan ve insanları şiddetle bundan nehyeden ve sakındıran bir zattı. Daha önce;

«Sizden öncekilere tâbi olun, yeni şeyler icad etmeyin; bu size yeter, zira her bid’at sapıklıktır» şeklindeki sözü geçmişti. Bunun dışında bid’atlerden nehyeden daha birçok sözü vardır.

Üçüncü Şüphe
“Hadiste geçen “Bütün bidatler sapıklıktır” sözü genelleştirilemez. Çünkü Allah Teala; “O (rüzgâr), Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, mahveder.”(Ahkaf 25) buyurmuştur. Bu ayette geçen her şey lafzı rüzgârın her şeyi yıktığını ifade etmediği gibi bu hadiste kastedile n de bütün bidatler değildir”

Cevap:

Burada geçen “her şey” ifadesi de umumidir. Nitekim İbni Cerir Taberi Tefsirind e der ki; “Bu fırtına, rabbinin emriyle herşeyi harap etmektedi r. Böylece Hud kavmi tamamen helak olup gitti.”[82]

Kurtubi der ki; “Yani Ad kavminin insanlarından ve mallarından üzerinden geçtiği herşeyi bu hale ge­tiriyordu. İbn Abbas dedi ki: Üzerine gönderildiği herşey, demektir.”[83]

Diğer müfessirler de bu şekilde söylemişlerdir. Şeyhulislam İbn Teymiye der ki;

“Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) “Her bid'at dalaletti r. (sapıklıktır)” sözünü sadece özellikle yasaklanmış bidatlere yormak, bu sözle sırf bu tip bidatleri n kastedild iğini ileri sürmek caiz değildir. Böyle düşünürsek bu hadisi anlamsız saymış oluruz. Çünkü her hangi bir küfür, her hangi bir fasıklık veya başka bir günah yasaklanınca bu yasaklama dan anlarız ki, ortada mubah sayılmış bir haram vardır. Bu haram bidat olabileceği gibi öyle olmayabil ir de.

Şimdi eğer ister peygamber imiz zamanında işlenmiş olsun, ister öyle olmasın dinde özel hükümle yasaklana nlar dışında münker (kötülük) yoksa ve ister bid'at olsun, ister olmasın sırf yasaklana n şeyler münker (kötülük) ise “bidat” ın hiç bir önemi, hiç bir özel etkinliği kalmaz. Yani ne varlığı bir davranışın kötü olduğunu ve ne de yokluğu bir hareketin güzel olduğunu göstermez.

Böyle olunca da Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun):

“Her bid'at dalaletti r. (sapıklıktır)” sözü: “Her adet bir sapıklıktır” veya: “Gerek arapların ve gerekse acemlerin (arap olmayanla rın) her geleneği sapıklıktır.” gibi bir söz olur ve anlamı da:

“Bu adet ve gelenekle r içinde yasaklana nlar sapıklıktır” şeklinde olur. Bu da normal yorum sınırlarını aşan bir belge tahrifi ve saptırması olur ki, başlıcaları şunlar olan bir takım zararlı gelişmelere ve yıkımlara yol açar.

1 - Söz konusu zararların ilki, bu hadise karşı olan güvenin zayıflamasıdır. Çünkü ayrı ve özel bir delil ile yasaklandığı bilinen bir davranışla ilgili hüküm, bu hadisin içeriğinden olmayan söz konusu yasakla bilinmiş olur. O zaman da bu hadisin hiç bir anlamı kalmamış olur. Oysa Peygamber imiz bu sözleri büyük bir kalabalığa seslenirk en ve genel karakterl i bir konuşma içinde söylemiştir.

2 - Böyle olunca “bid'at” terimi, özü ve sözü bakımından hiç bir etkisi olmayan içi boş bir kelimeye dönüşür. Bu takdirde de bu söz veya kavrama dayanarak hüküm vermek, diğer etkisiz kavramlar a dayanmakt a olduğu gibi, aslında dayanaksız bir yargıya varmak olur.

3 - Bir şey söylerken böyle bir terim kullanmak, eğer bu terimle başka bir kavram kasdedili yorsa -ki konumuz bakımından bu “başka” kavram yasaklanmış belirli davranıştır- belirtilm esi gereken bir anlamı belirtmek ten kaçınmak ve göründüğü gibi anlaşılmaması gereken bir sözü söylemek olur. Çünkü “bid'at” ile “özel hükümlü yasak” arasında “genellik” ve “özellik, belirlili k” ilişkisi vardır. Yani her bid'at hakkında özel bir yasaklayıcı hüküm yoktur. Bunun yanında, her hakkında özel yasaklayıcı hüküm bulunan davranış da bid'at değildir. Böyle olunca her hangi bir terimi söylerken aslında başka bir terimi kasdetmek, sadece aldatmaca amacı güden konuşmacılara yaraşabilecek katıksız bir lâf cambazlığıdır. Tıpkı “kara” derken at ve “at” derken kara demek istemek gibi.

4 - Böyle bir yorumun yolaçacağı bir başka sakınca da şudur.

Eğer Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) “Her bid'at dalaletti r. (sapıklıktır)” ve “Sonradan ortaya atılmış şeylerden uzak durunuz” sözleri ile özel hükümlerle yasaklanmış kötülükleri kasdettiğini düşünecek olursak, o zaman Rasûlüllah'ın bu hadisle neyi anlatmak istediğini tümü ile hiç kimse tarafından bilinmeye n ve ancak seçkin alimler tarafından kısmen bilinebil en bir davranış biçiminin (özel hükümlü yasaklar) kavranmasına havale etmiş olması gerekir ki, bu olabilece k bir şey değildir.

5 - Eğer Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) bu sözleri ile sadece özel hükümle yasaklanmış davranışlar kasdedile cek olursa bu sözlerin kapsamların çok küçük bir kısmı göz önüne alınmış olur ki bu küçük kısım da özel hükümlü yasaklar olur. Çünkü eğer özellikle yasaklana n belirli bidatler ile haklarında özel yasak bulunmaya n bidatler, biribiri ile karşılaştırılacak olursa, hakkında özel yasak bulunmaya n bidatleri n kesin bir çoğunluk oluşturduğu görülür. Oysa genel karakterl i bir sözle, bu sözün kapsamının çok küçük kısmını veya bir kaç ender muhtevayı kasdetmek caiz değildir.

Gerek bu saydığımız sakatlıklar ve gerekse burada sözünü etmediğimiz daha birçok sakıncalar kesinlikl e bu yorumun yanlış olduğunu ve söz konusu hadisi bu anlama getirmeni n caiz olmamasını gerektiri r. Hadise böyle anlam veren kimsenin, giriştiği yoruma gerekçe oluşturacak bir delile dayanıp dayanmamış olması önemli değildir. Çünkü böyle bir manalandırma yapan kimsenin, yorumuna gerekçe saydığı delili açıklamadan daha önce söz konusu hadisin istediği anlamı vermeye elverişli olduğunu açıklaması gerekir. Oysa saydığımız sebepler, elimizdek i hadisten böyle bir anlam çıkarabilmeyi engeller nitelikte dirler.”[84]

Dördüncü Şüphe:
Bid’atleri güzel göstermeye çalışanların dayandıkları delillerd en biri de, Ömer (r.a.)’in, «bu ne güzel bid’attir »[85]şeklindeki sözüdür.

Cevap:
Birincisi; Faraza bu sözün bid’atleri güzel göstermeye delil olarak kullanılabileceğini kabul etsek bile –ki bu mümkün değildir-, hiç kimsenin sözünün Peygamber (s.a.s.)’in sözü ile çatışması caiz değildir. Bu sözün, Peygamber (s.a.s.)’den sonra ümmetin en faziletli insanı olan Ebu Bekir’e ve ondan sonra ümmetin en faziletli si olan Ömer’e yahut başkasına ait olması durumu değiştirmez.

Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle demektedi r: « Neredeyse gökten başınıza taş yağacak!. Ben size Allah’ın Rasûlü (s.a.s.) böyle söylüyor diyorum, siz ise, bana Ebu Bekir ve Ömer şöyle söyledi diyorsunu z ».

Ömer b. Abdulaziz şöyle der: «Peygamber (s.a.s.)’in sünnetine karşı hiç kimsenin re’yi geçerli değildir »[86].

İmam Şâfiî de şöyle der: « Müslümanlar, Peygamber (s.a.s.)’den bir sünnet açıkça beyan edildikte n sonra, bu sünnetin terk edilip başkasının sözüyle amel edilemeye ceği konusunda icmâ etmişlerdir »[87]

Ahmet b. Hanbel ise; « Peygamber (s.a.s.)’in sözünü reddeden kişi, helâkin eşiğindedir »[88] demektedi r.

İkincisi; Ömer (r.a.), bu sözü insanları teravih namazı için topladığın da söylemiştir. Teravih namazı ise, bid’at değil, sünnetin tâ kendisidi r. Bunun delili Aişe (r.a.)’nin rivayet ettiği olaydır:

“Peygamber (s.a.s.) bir gece mescitte namaz (teravih namazı) kılarken, ashab da onunla birlikte namaz kıldı. Ertesi günün gecesi de böyle yaptı ve cemaat arttı.. Üçüncü veya dördüncü günler de böyle oldu. Peygamber (s.a.s.) ashabının yanına çıkmadı. Sabah olunca Peygamber (s.a.s.), ashabına, ‘yaptığınızı gördüm, teravih namazının size farz olmasından korktuğum için yanınıza gelmedim’ dedi . Bu, ramazan ayında idi »[89].

Peygamber (s.a.s.), teravih namazını cemaatle kılmayı terk etmesinin illetini belirtmiştir. Ömer (r.a.) ise, bu illetin ortadan kalktığını görerek, teravih namazını cemaatle kılınmasını tekrar iade etmiştir. O halde Ömer (r.a.)’ın bu uygulaması, aslında Nebi (s.a.s.)’in uygulamasına dayanmakt adır.

Üçüncüsü; Ömer (r.a.)’ın bu uygulamasının bid’at olmadığı ortaya çıktığına göre, sözünde geçen « bid’at » kelimesi nasıl anlaşılmalıdır?

Ömer (r.a.)’in bu ifadesind e ki bid’at kelimesiy le şer’i anlam değil, lugavî anlam kastedilm iştir.

Lügatte bid’at[90]; geçmiş bir örneği olmaksızın yapılan şeydir. Teravihin cemaatle kılınması, bir uygulama olarak Ebu Bekir (r.a.)’in hilâfeti döneminde ve Ömer (r.a.)’in hilâfetinin ilk dönemlerinde mevcut değildi. Bu sebeple lugavî tanımlamaya uygun olarak bu yenilik (bid’at) sayılabilir; zira bunun geçmiş örneği yoktur.

Ama meseleye şer’i açıdan bakıldığında, durum farklıdır. Zira bu uygulama Peygamber (s.a.s.)’in tatbikatında dayanağı vardır.

eş-Şâtibî şöyle der: “ Bu itibarla bunu bid’at olarak adlandıran kişinin -ki isimlendi rme konusunda bir tartışma söz konusu değildir- bundan dolayı (şer’î) bid’at anlamında Ömer (r.a.)’in sözünün ifade ettiği manâ ile istidlâl etmesi caiz değildir. Zira bu, kelimeyi esas amacından saptırmak olur ”[91]

Bu konuda büyük imamların sözleri şöyledir:

İbn Teymiye şöyle der: “Ömer(r.a.)’in bu güzel uygulamayı bid’at olarak adlandırması, tamamen lugavî bir adlandırmadır; şer’i değildir.

Bunun sebebi, bid’at kelimesin in, lugat açısından geçmiş bir örneği olmaksızın yapılan her şeyi içermesidir. Şer’i olan bid’at ise, hakkında şer’î bir delil olmaksızın yapılan uygulamal ardır ”[92].

İbn Kesîr şöyle der, bid’atler iki türlüdür:

1- Bid’at kavramı bazen şer’î bir konu hakkında kullanılır. Peygamber (s.a.s.)’in; « sonradan ortaya çıkarılan her şey bid’attır ve her bid’at de sapıklıktır » ifadesi bunun örneğidir.

2- Bid’at, bazen de lugavî anlamda kullanılır. Ömer (r.a.)’ın, insanları teravih için topladığı ve onların da buna devam etmesi üzerine söylediği «bu ne güzel bid’attir » sözü de bunun örneğidir[93]

3- İbn Receb şöyle demektedi r: “Selefin bazı bid’atları hasene addetmesi şer’î anlamıyla değil, lugavî anlamıyladır. Ömer (r.a.)’in «bu ne güzel bid’attir» sözü bu cümledendir. Ömer (r.a.)’in kasdı, bu uygulamanın bu şekilde daha önce mevcut olmadığı, ancak dinde aslının bulunduğunu ifade etmekti ”[94]

4- Muhammed Reşid Rızâ‘da şöyle der ; “bid’at kelimesi iki şekilde kullanımı vardır:

a- Lugavî kullanımdır ki; yeni bir şey, geçmiş örneği olmayan şey manâsına gelir. Bu durumda ef’âl-i mükellefin adı verilen beş hüküm söz konusu olur.

Ömer (r.a.)’in, insanların toplanıp teravih için imama tabi olduklarını görünce, «bu ne güzel bid’attir » demesi bu cümledendir.

b- Şer’î ve dinî anlamdaki kullanımdır. Yani Peygamber (s.a.s.) döneminde mevcut olmayan ve dini kaynaklar da delili bulunmaya n akîde, ibâdet, dinî bir yasaklama vs. gibi alanlar için olan kullanımdır. Hadiste geçen «sonradan ortaya çıkan şeyler bid’attir ve bütün bid’atler sapıklıktır » ifadesi bu anlamdadır.

Bid’atin bu ikinci (şer’î) anlamda gündeme gelmesi şüphesiz sapıklıktır. Zira Allah Teâlâ dinini tamamlamış ve kulları için olan nimetini kemale erdirmiştir. Peygamber (s.a.s.)’den sonra hiç kimsenin dine, akîde ve ibâdet konusunda bir şey sokmaya, dinî bir şiar ihdâs etmeye veya ondan bir şey eksiltmey e, dinî bir uygulamanın niteliğini değiştirmeye (cehrî kıraat olmayan namazlard a cehrî kıraat ihdâs etmek gibi), mutlak bir hükmü zaman ve mekân açısından olsun, bireysel ve toplumsal açıdan olsun, Şarî’den bir delil gelmedikçe kayıtlandırmaya yetkisi yoktur[95]
Beşinci Şüphe:
Allah Teala Hadid suresi 27. ayetinde şöyle buyuruyor; “Uydurdukl arı ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” Bazıları bu ayeti bidatlerd en bazısını güzel göstermek için delil getiriyor lar.

Cevap:

Bu ayette bidatları güzel göstermeye hiçbir yol yoktur. Eğer Allah Teala’nın “Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar” ifadesi “uydurdukl arı” lafzına raci olursa o halde ayetin anlamı; “Allah onlara yazmadı (emretmedi) fakat onlar Allah’a daha fazla yakınlaşmak için uydurdula r” demek olur ki, bu onlara bir kınamadır. Bu uydurdukl arı şeye riayet de etmedikle ri için daha fazla kötülenmişlerdir.

Şayet “onu biz yazmadık” lafzına raci olursa, bunun anlamı; “Onu uydurup devam ettikleri için Allah onlara onu farz kıldı fakat hakkını gözetmediler” demek olur. Yani Hüküm koyucu olan Allah tarafından meşru kılındığı ifade edilmiş olur. Bu takrir anlamına gelir. Bunun benzeri bizim şeriatımızda takrîrî sünnet denilen şeydir. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, ashabından birinin yaptığı veya söylediği bir şeye karşı çıkmaz ise, bu Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in takriri ile dinen meşru hale gelir. Sünnette bunun örneği çoktur. Fakat Allah Rasulünün vefatından sonra dinin eklemeye ihtiyacı yoktur. Çünkü Allah Azze ve Celle dini tamamladığını ve kemale erdirdiğini beyan etmiştir. Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem de daha önce naklettiğimiz hadiste geçtiği gibi, bizleri cennete yaklaştıracak veya cehennemd en uzaklaştıracak hiçbirşeyi açıklamadan bizi terk etmemiştir.

Neticede bu ayet, bizden öncekilerin şeriatına ait hükümlerdendir. Usul ilminde tercih edilen görüşe göre onların şeriatı bizim için bağlayıcı değildir. Bunun pek çok delilleri vardır. Onlardan birisi de Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in; “Benden önceki peygamber lere verilmeye n beş şey bana verildi.” Buyurup en sonunda da; “Peygamber ler sadece kendi kavimleri ne gönderilmiş iken ben bütün insanlara peygamber olarak gönderildim” buyurmasıdır.[96]

Geçmiş şeriatlarda mevcut olan hükmün bizim için bağlayıcı olmasını kabul edenler ise şu iki şartı öne sürmüştür;

1- Güvenilir nakil ile Allah’ın onlar için bu şeriattan razı olduğunun sabit olması

2- Bizim şeriatımızda ona muhalif bir hüküm bulunmaması

Bidatleri güzel görmeye çalışanlar için bu ayette bir delil olmadığı anlaşılmış oldu. Zira İslam dini, her bidatin sapıklık olduğunu, her sapıklığın da cehennemd e olduğunu beyan etmiştir.

[67] Müslim(1017)

[68] Bu, Darimi’nin lafzıdır (1/141); Müslim’de ise, daha uzun olarak gelmiştir.

[69] İbn Useymin, el-İbdâ’ fi Kemâli’ş-Şer’i ve Hataru’l-İbtidâ(s.19)

[70]Bkz. İbn Useymin, el-İbdâ’(s.20)

[71] Sünen İbn Mâce(209) Elbânî bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Suheybani el-Lum'a(s.18)

[72] Buhari(335)

[73] Şâtıbî, İ’tisâm(1/236)

[74] Ahmed, Müsned(1/379)

[75]İbn Kayyim, el-Furûsiyye(s.167)

[76] el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ(2/245)

[77] Nasbu’r-Râye(4/133)

[78] es-Silsiletu’l-ehadisi’d-Daîfe(2/17)

[79] el-Müstedrek(3/78) (el-Hâkim, hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiş, ez-Zehebi de buna muvafakat etmiştir).

[80] Bkz(3/78)

[81] el-İzz b. Abdusselâm, Fetâvâ(s.42, no: 9)

[82] Taberi Tefsiri(13/26-27)

[83] Kurtubi(16/206)

[84] İktizaus Sıratil Mustakim(s.274-275)

[85] Buhari(2010)

[86] İ’lâmu’l-Muvakkıîn(2/282)

[87] İ’lâmu’l-Muvakkıîn(2/282)

[88] Tabakatu’l-Henâbile(2/15) İbâne(1/260)

[89] Buharî(1129)

[90] Bkz. Lisanu’l-Arab(6/8)

[91] İ’tisâm(1/250)

[92] İktidâu’s-Sırâti’l-Mustakîm(s. 276)

[93] Tefsir İbn Kesir(2/117)

[94] Bkz. Câmi’u’l-Ulûm ve’l-Hikem(s.28)

[95] Tefsîru’l-Menâr(9/660) (Ali Hasan’ın Usulu’l-Bida’ adlı kitabından nakledilm iştir, s.95).

[96] Buhari ve Müslim.
0 yorum:

Yorum Gönder

Guraba Kitaplık..

Guraba Kitaplık..
tavsiye kitap..

Guraba Arşiv..

Guraba Yazılar..


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)