GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Namaz ve Cemaatle Namazın Önemi..

13:00
NAMAZ VE CEMAATLE NAMAZIN ÖNEMİ

Kelime-i Şehadet’ten sonra İslam erkanının en yücesi namazdır. Namaz, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ölümü esnasında “namaz namaz” diyerek yapılmasını istediği son vasiyetidir.[1] Bazı müslümanlar, ya hükmünü bilmedikleri için ya da önemsemediklerinden ve tembelliklerinden dolayı namazı hafife alırlar. Bu sebeple, bazıları vaktinin dışına geciktirir, bazıları da namazın edasında gevşek davranır. Bu, o kişi için büyük bir tehlike ifade eder. Çünkü namaz; İslam’ın direği, İslam ile küfrün arasını ayırıcıdır. Alimler; namazı terkedenin, Allah Teâlâ’nın buyurduğu üzere, küfre düştüğünü zikretmiştir.· Allah azze ve celle şöyle buyurur: (Tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse artık onlar dinde kardeşlerinizdir.) [2] Âyet, namazı terkedenin bizim kardeşimiz olmadığına delâlet ediyor.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Şüphesiz ki kişi ile şirk ve küfür arasındaki engel namazdır.”[3]
Beride b. el- Husayb radıyallahu anh’dan şöyle dediği rivayet edilir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Bizimle onların (kafirlerin) arkasındaki ahd namazdır. Kim, onu terkederse kafir olmuştur.”[4]
Abdullah b. Şagig dedi ki: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı namazın dışında, hiç bir amelin terkini küfür görmezdi.”[5]
Namazın terki şu kötü sonuçları doğurur:
1- Çocukları ve eşi üzerinden velilik hakkı düşer.
2- Akrabalarından miras alamaz ve mirası alınmaz.
3- Allah Teâlâ’nın (Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.) [6] kavli gereğince Mekke’ye girişi haramdır.
4- Kestiği hayvandan yemek caiz değildir.
5- Ölünce namazı kılınmaz ve onun için mağfiret dilenmez.
6- Eşi- müslüman ve namaz kılıyor ise-ondan boş düşer.
7-Müslümanların mezarlıklarına gömülmez.
Namazı vaktinde ve cemaatle eda etmen vaciptir. Hastalık ve korkudan kaynaklanan özrün dışında (farz) namazları evinde kılman caiz değildir. Allah Teâlâ buyurur ki: (Rukû edenlerle beraber rukû edin.) [7]
Allah Teâlâ cemaat namazını savaş halinde ve düşman karşısında bile vacip kılmıştır. Ve eğer biri, onu terketmek için mâzur kabul edilseydi düşmana karşı saf tutanlar tek başlarına namaz kılmaları için mâzur kabul edilirdi. Lakin, Allahu Teala onlara dahi cemaat namazını vacip kıldı.
Allah Subhânehû ve Teâlâ şöyle buyurur: (Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını (yanlarına)alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri)arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan (bu) diğer grup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar) [8] Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre’den şöyle dediğini rivayet ederler: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “İstedim ki namazın kılınmasını emredeyim. Sonra bir kişiye (imam olarak) insanlara namaz kıldırmasını emredeyim. Daha sonra, yanlarında bir deste odun bulunan kişilerle (cemaatle) namaza gelmeyen bir topluluğa gideyim. Ve evlerini onlarla birlikte yakayım.” [9]
Müslim, Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’ın şöyle dediğini rivayet eder: “Gördüm ki bizim aramızda sadece nifağı bilinen münafık ya da hasta olan (cemaatle)namazdan geri kalır. Eğer hasta iki kişi arasında yürüyebiliyorsa namaza gelirdi.”[10]
Ve yine Müslim’de , Abdullah b. Mes’ud’dan şöyle dediği rivayet edilir: “Yarın Allah’a müslüman olarak kavuşmak kimi sevindirirse bu namazları nerede nidâ edilirse kılsın. Muhakkak ki Allah; nebinize, hidayete giden yolları şeriat kıldı. Ve bu namazlar da hidayet yollarındandır. Şayet siz, şu evinde kalanın namaz kıldığı gibi evinizde namaz kılıyorsanız nebinizin sünnetini terkettiniz. Ve şayet, nebinizin yolunu terketmişseniz doğru yoldan ayrıldınız. Bir kişi, abdest alır ve abdest almada itina gösterirse, sonra da bu mescidlerden bir mescide yönelirse Allah onun attığı her adımda bir sevap yazar. Her adımla bir derece yükseltir ve ondan bir günah siler. Gördüm ki, bizim aramızda sadece nifağı bilinen münafık (cemaatle) namazdan geri kalır. Kişi, safta durması için iki kişi arasında getirilirdi.”[11]
Sahih-i Müslim’de Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan şöyle dediği rivayet edilir: Âmâ bir adam dedi ki: Ey Allah’ın Rasulü! Beni mescide götürecek bir yol gösterici yok. Evimde namaz kılmam için bana bir izin var mı?” Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ona dedi ki “Namaz için ezanı işitiyor musun?” Dedi ki: “Evet” (Allah Rasulü) “icabet et!” buyurdu.[12] Bu hadisi iyi düşünmek gerekir.Senin bu işe önem vermen, çabuk davranman; çocuklarına, ailene, komşularına ve diğer müslüman kardeşlerine cemaatle namazı tavsiye etmen gerekir. Bunu Allah ve Rasulü’nün emrini yerine getirmek, Allah ve Rasulü’nün yasakladığı şeyden kaçınmak ve münafıklara benzemekten uzak durmak için yapmalısın. Allah, bizleri sevdiği ve razı olduğu işlerde başarılı kılsın. Hepimiz, nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Allah’a sığınırız. O çok cömert ve kerem sahibidir.
[1] Ahmed; Müsned (3/117), İbni Mâce (2697) ve Hâkim (3/57) Enes’den rivayet eder.
· Alimler, farziyyetini kabul ederek namazı terkeden kimse hakkında ihtilaf etmişlerdir. İmam Ebu Hanife, namaz kılıncaya kadar hapsedilip cezalandırılır derken; İmam Malik ve İmam Şafii, hadd uygulanarak öldürülür der. İmam Ahmed ise namazı terkedenin kafir olduğu ve mürted olarak öldürüleceği görüşündedir. [ Bkz. Bidayetu’l Muctehid / İbni Rüşd (1/226) Muhammed Subhi Hasen Hallâk tahkiki ] Yazar bu eserinde, İmam Ahmed’in görüşünü esas alarak konuya yaklaşmaktadır. (çeviren)
[2] 9 / et-Tevbe / 11
[3] Müslim (88), Cabir b. Abdullah’dan rivayet eder.
[4] Ahmed; Müsned (5/346), Tirmizi (2623) , İbni Mace (1079)
[5] Tirmizi (2624) , Hakim (1/7)
[6] 9 / et-Tevbe / 28
[7] 2 / el-Bakara / 43
[8] 4 / en-Nisa / 102
[9] Buhari; bkz.Fethu’l Bari (2/148), Müslim (651)
[10] Müslim (654. hadis)
[11] Müslim (654. hadis)
[12] Müslim (653. hadis)

Ebu Muaz - Daru's-Sunne
Read On 0 yorum

Güzel Ahlak..

12:58
GÜZEL AHLAK

Güzel ahlak; amellerin en yücelerinden, Allah’a ve Rasulü’ne en sevimlilerindendir.
Sa’d b. Ebi Vakkas’dan rivayet olunan sahih hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Şüphesiz ki Allah, ahlakın yücesini sever ve aşağılığından hoşlanmaz”[1] Bilir misin, güzel ahlak nedir? Hadis alimi ve zühd sahibi İmam Abdullah b. Mübarek onu bize şöyle tanımlamıştır: “O(güzel ahlak); güler yüzlü olmak, iyilikte bulunmak başkalarına eziyet vermemektir.”
Bizler, bu zamanda bir ahlak buhranından geçmekteyiz. Bir çok insanın kaybettiği ve bir kısım insanda bulunur hale gelen şer’i ahlak, sanki gereksiz birşey olmuş!
Ahlak; İslam’da , mevkilerin en yücesinde ve derecelerin en yükseğinde yer alır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Ben, ancak güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.”[2] Bir rivayette de şöyle buyurur: “Ben, ancak yüce ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” Sanki, peygamber olarak gönderilmesindeki rolü bununla sınırlandırır ve bu şekilde özetler.
Güzel ahlak üzerine önemli şeyler bina edilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
1- İyiliğin (hayrın) güzel ahlak ile sınırlandırılması. Nevas b. Sem’an’dan şu rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hayırdan ve şerden sordum; şöyle buyurdu: “İyilik (hayır) güzel ahlaktır. Şer ise, vicdanını rahatsız edip de insanların bilmesini istemediğin şeydir.”[3]
2- Şüphesiz ki güzel ahlak ameller arasında en çok cennete girmeye sebep olanıdır. Ebu Hureyre hadisinde olduğu gibi... Ebu Hureyre şöyle der: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e insanların cennete girmesine en çok sebep olan şeyden soruldu. O, şöyle buyurdu: “Allah’dan hakkıyla korkmak ve güzel ahlak” İnsanların cehenneme girmesine en çok sebep olan şeyden soruldu ve şöyle buyurdu: “Ağız ve ferc (cinsiyet uzvu)”[4]
3- Güzel ahlak, müslümanın Kıyamet günü hasenat terazisinde bulacağı en ağır şeylerdendir. Ebu’d Derda radıyallahu anh’dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kıyamet günü mü’minin mizanında (terazisinde) hiç bir şey güzel ahlaktan daha ağır değildir. Şüphesiz ki Allah, kaba ve ağzı bozuk kişiye buğzeder.”[5]
4- Güzel ahlakla ahlaklanan kişi için Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem cennetin en yükseğinde bir köşk garanti etmiştir: Ebu Ûmame’den şöyle dediği rivayet edilir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Ben , haklı olsa bile cidali (tartışmayı) terkeden için cennetin kenarında bir eve kefilim. Şaka dahi olsa yalanı terkeden için cennetin ortasında bir eve kefilim ve ahlakı güzel olan kimse için cennetin en yükseğinde bir eve kefilim.”[6]
5- Güzel ahlak sahibi oruç tutup gece ibadeti yapanın derecesine ulaşır. Aişe radıyallahu anha’dan şöyle dediği rivayet edilir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum: “Şüphesiz ki mü’min ahlakının güzelliği ile oruç tutup gece ibadeti yapanın derecesine ulaşır.”[7]
6- Kıyamet günü, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in meclisine en yakın olan insanlar faziletli güzel ahlak sahipleridir. Cabir radıyallahu anh’dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellim’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kıyamet gününde bana en sevgili ve meclis bakımından en yakın olanınız, ahlakça en güzel olanlarınızdır. Ve Kıyamet gününde bana en sevimsiz ve benden en uzak olanınız; sersarlar (hezeyancılar ve boş yere saçmalayanlar), boşboğazlar ve ‘mütefeyhik’lerdir” Sahabiler dediler ki: Ya Rasulallah ! Hezeyancıları ve boşboğazları bildik; bu ‘mütefeyhik’ler de kim?.. Rasulullah “Mütekebbirler (büyüklük, ululuk taslayanlar)dır” buyurdu.[8]
7- Güzel ahlak ile ümmetin en hayırlıları, kerem ve fazilet sahipleri vasıflanır. Müttefekun aleyh (Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri) bir hadiste Abdullah b. Amr b. El-Âs’dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Sizin en hayırlı olanlarınız ahlak bakımından en güzel olanlarınızdır.”[9]
Bir müslümanın, değerini, fazilet ve makamını öğrendikten sonra güzel ahlaktan yüz çevireceğini tasavvur edebilir misin?
Müslüman kimse; yüce makamları dilediği halde, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yakınında bulunmaya istekli ve peygamberlik ahlakına sahip olmak için hırslı olduğu halde nasıl güzel ahlaktan yüz çevirir?!. Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri bir hadiste Enes radıyallahu anh’dan şu rivayet edilir: ”Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların ahlakça en güzeli idi.”[10]
Muttefekuh aleyh olan bir başka hadiste Abdullah b. Amr b. El-Âs’dan şöyle dediği rivayet edilir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem taşkınlık yapan ve taşkınlığa taşkınlıkla karşılık veren biri değildi.”[11]
Güzel ahlak bu öğrendiğin fazileti ve kıymeti ile birlikte sonuçta sahibine döner. Yapılan amelin karşılığı kendi türündendir.
Merhametle davranma ile Erhamu’r Râhımin’in (merhametlilerin en merhametlisi olan Allah Teâlâ’nın) rahmetine ulaşılır. Sahih hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Yerde olanlara merhamet et ki semâda olan (Allah ) sana merhamet etsin”[12] Ve yine Taberani hasen (güzel) bir isnadla şunu rivayet eder: “Şüphesiz Allah merhametli kullarına merhamet eder.”[13]
Abdullah b. Amr’dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Merhametli olanlara Rahman Tebarake ve Teâlâ merhamet eder. Yerde olanlara merhamet edin ki semâda olan (Allah) da size merhamet etsin.”[14]
Yapılan amelin karşılığı kendi türündendir. Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Buhari ve Müslim, Cerir b. Abdullah’dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.”[15]
Eğer Allah’ın rahmetine arzu duyuyorsan kendine ve başkasına karşı merhametli ol! Yaptığın iyilikle kendini öne çıkarma! Cahile ilminle, düşük seviyeliye makamınla, fakire malınla, büyüğe ve küçüğe şefkat ve rahmetinle, günahkarlara davetinle, hayvanlara, yumuşak davranman ve öfkelenmemen ile merhamet et! İnsanların, Allah’ın rahmetine en yakın olanı O’nun yaratıklarına en merhametli olanıdır...[16]
Müslümanlara nasihat etme ve onlara yardım etme konusunu da ihmal etme. Buhari ve Müslim’de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu sabittir: “Kim, kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir” Uygun bir karşılık olarak... Müslüman kardeşinin bir ihtiyacında onunla birlikte olur ve ona yardım edersen El- Aliyy’ul Kadîr olan Rabb Tebarake ve Teâlâ senin bir ihtiyacını giderir ve onda sana yardımcı olur. Mükafaat, yapılan amelin cinsindendir.
Ayrıca, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Kim, dünyada müslüman kardeşinin kusurunu gizlerse Allah da, Kıyamet günü onun kusurunu gizler.”[17]
Ve Müslim’de şu hadis rivayet edilir: “Kim , bir müminin dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse Allah da ondan Kıyamet gününün sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderir. Kim bir zorluğu kolaylaştırırsa Allah da dünya ve ahirette ona kolaylık sağlar. Kim bir müslümanın kusurunu örterse Allah da onun dünya ve ahirette kusurlarını örter. Kul, kardeşine yardımcı olduğu müddetçe Allah ona yardım eder.”[18]
Bazı müslümanların haline bakan kimse acayip şeyler görür. Doğru sözün yerine yalanı görür. Merhametin yerine şiddeti görür. Vefakarlığın yerine hıyaneti görür. Sinirlerine hakim olmanın ve insanları affetmenin yerine öfkeyi görür. İyiliğin yerine eziyeti görür.
Cömertliğin yerine cimriliği, ikram yerine aç gözlülüğü, tevazu yerine kibirliliği, adaletin yerine zulmü görür.
Ve kendi kendine sorar: Bunlar mı müslümanlar? İffet nerede? Güvenilirlik nerede? Hayâ nerede? Zayıflara merhamet nerede? Yoksullara şefkat nerede? Nerede sevgi? Mü’minlere karşı nezaket nerede?!!
Bu şekilde çirkin davranışlarla davranan kimselerle karşılaşabilirsin. Belki, sana çirkin sözler söyleyenlerle karşılaşacaksın. Bunlara karşı yapman gereken ne? Kötülüğe, kötülükle karşılık vermek ve doğruca onlardan intikam almak mı? Böyle yaparsak onlardan hiçbir farkımız olmaz. Onlara, kötü ahlakın yayılmasında ortaklık etmiş oluruz.
Şüphesiz, onlara karşı yapmamız gereken, Allah Teâlâ’nın gösterdiği yola tâbi olmaktır. Affetmek ve aldırış etmemek, kötülüğe güzellikle karşılık vermektir. Allah Teâlâ buyurur ki: (O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.) [19] Ve mü’minlerin sıfatı hakkında şöyle buyurur: (Kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır.)[20] Yine şöyle buyurur: (İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.) [21]
Müslim, Ebû Hureyre’den Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Sadaka, hiç bir malı eksiltmez. Allah, affeden bir kulun ancak izzetini (şerefini) artırır. Her kim Allah için alçak gönüllülük yaparsa Allah mutlaka onun derecesini yükseltir.”[22]
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’de bizim için bir örneklik yok mu? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem mahlukatın en izzetlisi, en faziletlisi ve en değerlisi değil mi? Buna rağmen, hiç bir zaman kendi nefsi için öc almadı. Aişe radıyallahu anha der ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’a karşı hürmetsizlik hali olması müstesna hiç bir zaman kendi nefsi için öç almadı. Allah Teâlâ için öc alırdı” Hadis, Muttefekun aleyh’tir. (Buhari ve Müslim’in rivayetidir.)[23]
Yine Müslim’de şöyle dediği rivayet edilir: “Hiç bir şey O’ndan asla eziyet ve zarar görmemiştir ki, kendi arkadaşından intikam almış olsun!”[24]
Enes b. Malik radıyallahu anh’dan şöyle dediği rivayet edilir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’le beraber yürüyordum. Üzerinde sert yakalı Necran yapımı bir hırka vardı. Bedevinin biri O’na yetişti ve üzerindeki elbiseden şiddetli bir şekilde çekti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in omuzunun ön tarafına baktım; üzerindeki elbisenin yakası çekmenin şiddetiyle iz bırakmıştı. Bedevi dedi ki: Ya Muhammed! Yanında bulunan Allah’ın malından bir miktar bana verilmesini emret! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona baktı ve güldü. Sonra ona bir miktar mal verilmesini emretti.” Hadis, Muttefekun aleyh’tir.[25]
Buna göre, bizim halimiz ne olacak?! Bir müslümandan bize ulaşan en ufak bir eziyete öfkeleniriz. Bir kardeşimizde gördüğümüz küçük bir hataya tepki gösteririz. Sanki, düşman karşısında savaşta imişiz gibi davranırız. Allah Teâlâ (Müminler ancak kardeştirler.) [26] buyurmuyor mu? Sevgili peygamberimiz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem çokça şöyle söylemiyor muydu: “ Mü’minlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine şefkat gösterme ve birbirlerine merhamet etmedeki benzeri vücut misalidir. O vücuttan bir uzuv hastalanınca vücudun diğer azâları birbirlerini hasta uzvun elemine uykusuzlukla ve hâraretle ortak olmaya çağırırlar.”[27]Kendi nefislerimize dönüp, iyilik ve ihsanda bulunmak üzere gayret edelim. Ve nefislerimizi bu konuda hesaba çekelim ki, rabbimiz bizleri doğru yola eriştirsin Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.) [28]
[1] Hâkim rivayet eder. Bkz. Sahihu’l Cami’ (885)
[2] Sahih hadis. Bkz. Buhari; El Edeb’ul Mufred. Hâkim ve Beyhaki Ebu Hureyre’den rivayet eder.
[3] Müslim (sf. 2553)
[4] Ahmed; Müsned (2/2991), Tirmizi(2005. hadis), İbni Mace (4236. hadis)
[5] Ahmed; Müsned (6/442, 446, 448), Tirmizi (2003. hadis), Ebu Davud (4799. hadis)
[6] Ebu Davud (4800. hadis)
[7] Ebu Davud (4798. hadis), İbni Hibban (1927. hadis)
[8] Tirmizi (2019. hadis)
[9] Buhari; bkz. Feth’ul-Bâri (8/507), Müslim (sf. 2583)
[10] Buhari; bkz. Feth’ul-Bâri (10/480), Müslim (sf. 2150)
[11] Buhari; bkz.Feth’ul Bâri (10/378 ) Müslim (2321. hadis)
[12] Taberâni ve Hâkim rivayet eder. Bkz. Sahihu’l Câmi’ (909)
[13] Sahihu’l Câmi’ (2377)
[14] Ebu Dâvud (4941. hadis), Tirmizi (1924) . Bkz. Sahihu’l Cami’ (3516)
[15] Buhari; bkz.Feth’ul Bâri (10/397), Müslim (sf 2586)
[16] El- Cezâu min cinsi’l Amel (2/116)
[17] Buhari; bkz.Feth’ul Bâri (5/70), Müslim (sf. 2580)
[18] Sahih-i Müslim (sf. 2699)
[19] 3 / Âl-i İmran / 134
[20] 13 / er-Ra’d / :22
[21] 41 / Fussilet / 34
[22] Sahihi Müslim (sf. 2588)
[23] Buhari (6126. hadis) Müslim (2327. hadis)
[24] Müslim (2328. hadis)
[25] Buhari; bkz. Feth’ul-Bari (10/234) Müslim (sf. 1057)
[26] 49 / el-Hucurat / 10
[27] Buhari; bkz. Feth’ul-Bari (10/367), Müslim(sf.2586)
[28] 29 / el-Ankebut / 69

Ebu Muaz - Daru's-Sunne
Read On 0 yorum

Ashabu’l-Uhdud Kıssası ve İbretler..

12:57
Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidâyet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez.
Şahadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûludur.
"Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak Müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran; 3/103)
"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadınlar türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ; 4/1),
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 33/70-71)
Bundan sonra,
Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bidattir ve her bidat sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.
Nefisler kıssaları sever ve onlardan etkilenir. Bundan dolayı Kuranı kerimde bir çok faydalı kıssalar anlatılmıştır. O kıssaların en güzelidir.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de Kuranın uslubuna uygun şekilde, sahih hadislerinde geçmiş peygamberler ve kavimler hakkında ibretler dolu kıssaları en fasih ve beliğ bir şekilde anlatmıştır. Muhakkak ki o hevasından konuşmaz, söyledikleri şeyler kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir. (Necm 3-4)
Günümüzde gençlerin çoğu yabancıların zararlı, suç, fuhuş, argo içeren kıssalarına meyletmektedir. Bu da İslam düşmanlarının arzuladığı şekilde netice vermekte, dinden ve selim fıtrattan sapmalar meydana çıkmaktadır.
Kuran-ı Kerim ve sahih sünnetten nakledeceğim Ashabu uhdud kıssasında, çıkarılması gereken çok önemli ibret ve dersler vardır. inşallah önce Kuran ve sünnette kıssanın geçiş şeklini, sonra da bu kıssadan alınması gereken hisselerden bazılarını zikredeceğim.
Allah Teala Buruc suresinin 4. Ayetinden 11. Ayetine kadar olan bölümde şöyle buyurmuştur:
4 — Uhdûd ashabının canı çıksın
5 — Tutuşturucu ateşlerle,.
6 — Hani onlar, onun çevresinde oturmuşlardı,
7 — Mü'minlere yaptıklarını seyretmekteydiler.
8 — Onlar; ancak Azîz, Hamîd Allah'a inandıkları için mü'minlerden öç almışlardı.
9 — O ki göklerin ve yerin mülkü kendisinindir. Ve Allah, her şeye Şâhid'dir.
10 — Şüphesiz ki mü'min erkekleri ve mü'min kadınları belâya uğratanlar sonra da tevbe etmemiş olanlar, işte onlar için cehennem azabı vardır. Ve yakıcı azâb da onlaradır.
11 — Doğrusu îmân edip sâlih amel işlemiş olanlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyükkurtuluş budur.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde ashabı uhdudun kıssası şöyle anlatılmaktadır:
İmâm Ahmed İbn Hanbel ve İmam Müslim, Süheyb radıyallahu anh'den şöyle rivayet etmişlerdir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sizden önce gelen kavimlerde bir kral vardı ve bir de onun büyücüsü vardı. Büyücü yaşlanınca krala dedi ki: Ben yaşlandım, ecelim geldi. Binâenaleyh bana bir genç ver de ona büyü öğreteyim. Kral ona bir. delikanlı verdi ve o, delikanlıya büyü öğretiyordu. Büyücü ile kral arasında bir de râhib vardı. Delikanlı rahibin yanına geldi ve onun sözlerini dinleyip ona hayran oldu, sözlerine bağlandı. Delikanlı büyücünün yanına geldiğinde büyücü onu dövdü ve; seni tutan nedir? dedi. Ailesinin yanına geldiğinde onlar da delikanlıyı dövüp; seni tutan nedir? dediler. Delikanlı bunu rahibe dert yanarak anlattı. Râhib dedi ki:
Büyücü seni döveceği zaman: Ailem beni tutukladı, de. Âilen sana zarar vereceği zaman da: Büyücü beni tutukladı, de.
Süheyb der ki: Onlar bu durumda iken bir hayvanın üzerinde büyük bir musibet gelip çattı. Ve insanları içeri tıkadı onu aşıp çıkamadılar. Delikanlı dedi ki: Bugün ben rahibin durumunun mu Allah katında daha iyi olduğunu, yoksa büyücünün durumunun mu daha iyi olduğunu öğrenirim. Bir taş aldı ve:
“Allah'ım, eğer rahibin durumu Senin için daha iyi ve büyücünün durumundan daha sevimli ise bu hayvanı öldür de insanlar onun endişesinden kurtulup dışarı çıksınlar, dedi. Taşı attı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar böylece onun tehlikesinden kurtuldular. Delikanlı bu durumu rahibe haber verince, râhib dedi ki:
Yavrucuğum, sen benden daha üstünsün ve sen ileride deneneceksin. Denendiğin zaman benim aleyhimde yol gösterme. Delikanlı sağırları işittiriyor, dilsizleri konuşturuyor ve diğer hastaları iyileştirerek onları tedâvî ediyordu. Kralın meclisinde bulunan arkadaşlarından birisi kör olmuştu, delikanlının ününü duydu ve ona pek çok hediyelerle gelip; beni hastalığımdan kurtar da şurada bulunanların hepsi senin olsun, dedi. Delikanlı;
“ben kimseyi hastalıktan kurtaramam ancak Azız ve Celîl olan Allah kurtarır, eğer O'na inanırsan ben senin için Allah'a duâ ederim de seni iyileştirir, dedi. O da Allah'a inandı ve delikanlı da onun için Allah'a duâ etti, adam iyileşti. Sonra adam hükümdarın katına geldi ve her zaman oturduğu yere oturdu. Hükümdar ona:
Ey Falanca gözünü sana kim geri verdi? dedi. Adam; Rabbım, dedi. Hükümdar; ben mi? deyince adam; hayır benim ve senin Rabbın olan Allah, dedi. Hükümdar:
Senin benden başka Rabbın da mı var? dedi. Adam; evet benim ve senin Rabbın olan Allah, dedi. Ve hükümdar adama işkence yapmaya başladı. Nihayet adam delikanlıyı haber verdi. Hükümdar ona elçi gönderip çağırttı ve dedi ki: Çocuğum, sen sağırları duyuracak, dilsizleri konuşturacak kadar büyüde ilerledin ve şu hastalıkları iyileştirecek kadar geliştin, dedi. Delikanlı;
“ben kimseyi iyileştiremem. Yalnız ve yalnız Aziz ve Celîl olan Allah şifâ verir, dedi. Hükümdar: Ben mi? deyince, delikanlı; hayır, dedi. Hükümdar ona:
Senin benden başka Rabbın mı var? dedi. Delikanlı;
benim de Rabbım senin de Rabbın olan Allah, dedi. Hükümdar onu da alıp işkence etmeye başladı ve işkenceye devam edince, delikanlı rahibi haber verdi. Râhib getirilince ona; dininden dön, denildi. Râhib bunu yapmadı. Hükümdar testereyi rahibin başının ortasına koydu ve onu ortadan iki parçaya ayırdı. Kör olan adama:
Dininden dön, dedi. Adam bunu yapmayınca testereyi başının ortasına koydu ve yere kadar onu ikiye parçaladı. Delikanlıya:
Dininden dön, dedi. O bunu yapmayınca bir toplulukla birlikte onu falanca ve falanca dağa yolladı ve onlara dedi ki: Dağın tepesine vardığınızda eğer dininden dönerse döner, yoksa dağın tepesinden onu fırlatın. Adamlar onu dağın tepesine götürdüler ve dağa çıkarınca delikanlı dedi ki:
Allah'ım, onlara karşı Sen dilediğin şekilde beni koru. Dağ yerinden oynadı ve onların hepsi aşağı düştüler. Delikanlı araştırarak hükümdarın yanına geldi. Hükümdar ona:
Arkadaşların ne yaptılar? dedi. Delikanlı: Onlara karşı Allah bana yetti, dedi. Bunun üzerine hükümdar bir grup adamıyla birlikte onu bir sandala bindirerek dedi ki:
Denizin dalgalı yerine vardığınızda dininden dönerse döner, yoksa onu denize atıp boğun, dedi. Onlar denizin dalgalı yerine gittiklerinde delikanlı:
Allah'ım, dilediğin şekilde beni onlardan koru, dedi. Bunun üzerine hükümdarın adamlarının hepsi denizde boğuldular. Delikanlı dönüp geldi ve hükümdarın yanına girdi. Hükümdar:
Arkadaşların ne yaptı? dedi. Delikanlı onlara karşı Allah bana yetti, dedi. Sonra hükümdara dedi ki: Benim sana söyleyeceğimi yapmadıkça beni öldürmeye gücün yetmez. Eğer benim sana bildirdiğimi yaparsan beni öldürürsün. Hükümdar:
Neymiş o? deyince, delikanlı dedi ki:
Sen, insanları yüksekçe bir yerde toplarsın, sonra beni bir hurma kütüğüne asarsın, sadağından bir ok alırsın ve delikanlının Rabbı olan Allah adına der ve atarsın. Eğer böyle yaparsan beni öldürürsün. Hükümdar böyle yaptı ve oku yayının atış yerine koydu, sonra; delikanlının Rabbı olan Allah adına, deyip attı' Ok delikanlının gözüyle kulağının ara yerine isabet etti ve delikanlı elini okun değdiği yere koyup öldü. Bunun üzerine halk; delikanlının Rabbına inandık, dediler. Hükümdara; görüyor musun Allah'a andolsun ki korktuğun şey başına geldi. Halkın hepsi îmân etti, denildi. Bunun üzerine hükümdar, demirci başına emretti de her tarafta çukurlar kazıldı ve ateşler yakıldı. Hükümdar dedi ki:
Kim dininden dönerse onu bırakın, dönmeyenleri ateş çukuruna atın. Suheyb der ki:
Orada birbirlerine karşı savunuyor ve mücâdele veriyorlardı. Nihayet yavrusunu emziren bir kadın getirildi. Sanki kadın eğilip ateşe düşmek üzereydi. Çocuk dedi ki:
Anneciğim sabret, sen muhakkak hak üzeresin.
Rebi' b. Enes, bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Ateş, çukurların dışına taşarak kâfirleri yaktı. Nitekim âyet-i kerimede: "Onlar için can yakıcı bir azap vardır." buyrulmuştur. Bu onların, dünyada yandıklarını beyan etmektedir.” (Taberi 30/135)
Kıssadan çıkarılacak dersler
1- her doğan fıtrat üzere doğar. Selim fıtrat her zaman hak ve hayırlı olanla beraber olmayı, şerden uzak durmayı gerektirir. Bu genç de rahipten hakkı işittiği zaman hayır tarafında olmaya yönelmiş ve sihirbaz gibi kafirlerden, şer tarafından ayrılmıştır.
2- zaruret anında kafirlerin tuzağından kurtulmak için yalan söylemekte sakınca yoktur.
3- genç, fıtratı ile hakkı arama sürecinde karşılaştığı olayı delil getirmek istemiş, yolu kapatan hayvanın çekilmesi için Allaha dua ederken, rahibin mi yoksa sihirbazın mı hak üzere olduğunu öğrenmek istemiştir.
4- Allaha duasından sonra hak ortaya çıkmış, doğrusu aşikar olmuş, şek, yakin ile giderilmiştir. Bu müminin durumudur. Müşkülatlarını daima Allaha sığınarak halleder.
5- yoldan eziyet verici bir şeyi bertaraf etmek, insanları meşru şekilde sıkıntıdan kurtarmak talep edilen bir iştir ve bundan dolayı ecir vardır. nitekim bu husus sahih hadislerde açıklanmıştır.
6- sadık mümin kerametleri, lutufları kendisine değil, Allah’a nispet eder.
7- küçük bir çocuğa karşı dahi olsa fazileti itiraf etmek üstün bir ameldir. Nitekim rahip gence; “Ey oğul, sen bugün benden daha faziletlisin” demiştir.
8- iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan, hakkı haykıran herkes mutlaka sınanır, sabretmesi gerekir. Zira bunun Allah katında büyük bir ecri vardır. Allah Teala, Lokman aleyhisselamın diliyle şöyle buyurmuştur:
“Ey oğulcuğum, namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten yasakla ve sana isabet eden şeylere sabret. Şüphesiz ki bu azmedilmeye layık işlerdendir.” (lokman 17)
9- Yanlış kullanılan ifadeler yanlış haliyle bırakılmaz, doğrusunun belirtilmesi gerekir. Özellikle de tevhid akidesi ile ilgili konularda. Genç, vezire şöyle demişti: “Muhakkak ki ben kimseye şifa veremem. Şifa veren yalnız Allahtır.” Bu, Allah Teala’nın İbrahim Aleyhisselam hakkındaki şu ayetine uygundur: “Hastalandığın zaman sana şifa veren O’dur” (şuara 80)
Nebi Aleyhisselam da: “Allah ve sen dilersen” diyen bir kimseye: “Beni Allaha ortak mı koşuyorsun! Bilakis yalnız Allah dilerse de” buyurmuştur.
10- Muhakkak ki Allah Teala’nın azab edilseler de dinlerinden dönmeyen, yakılsalar, testerelerle biçilseler, boğulsalar da tagutlara itaat edip küfür sözünü söylemeye, imanın zayıfına razı olmayan imanı kuvvetli kulları vardır. bu en faziletlisidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“(Gelip geçmiş nice) peygamber vardır ki, onunla birlikte bir çok mü'min, (Allah yolunda) savaşmışlardır da, kendilerine (musibet) lerdan dolayı gevşeklik ve zaaf göstermemişler, boyun eğmemişlerdir Allah sabredenleri sever.” (Ali İmran 146)
Zorlanıp ikrah edildikleri zaman müminlerin küfür sözü söylemelerine Allah müsamaha göstermiş şöyle buyurmuştur:
“Kalbi îman ile dopdolu olduğu halde küfre zorlanan kimse dışında, îmanından sonra Allah'ı inkar eden ve küfre göğüs açan kimselere, Allah katından bir azab gelir. Onlar için büyük bir azab vardır.” (Nahl 106)
11- Hak söz mutlaka zafer kazanır. Kral, genci öldürmekten aciz kalmış, genç bunun nasıl olacağını öğretmeden kral bu işi tamamlayamamış lakin neticede büyük bir topluluk iman etmiştir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“işte Allah o zaman, ona sekînetini indirmiş (ona soğukkanlılık vermiş) ve görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş ve küfredenlerin sözünü de alçaltmıştır. Zira yüce olan, ancak Allah'ın sözüdür, Allah, Azîz'dir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 40)
12- Genç, insanların iman etmesi için kendini feda etmiştir. Bu ümmetlerini kurtarmak için çalışan, gerekirse şehid olmayı dahi göze alan ihlaslı mümin kulların özelliğidir. İşte bunlar cennete gidecek kimselerdir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Aksine onlar, Rabları katında diri olup. Allah'ın fadl-u kereminden kendilerine verdiği (şehidlik mertebesinden) sevinçli bir şekilde (O'nun sayısız nimetleriyle) rızıklandırılırlar” (Ali İmran 169)
13- Allah müminleri apaçık delillerle sabit kılar, dinlerini kerametlerle destekler. İşte annesinin kucağında: “Ey anneciğim sabret, sen hak üzeresin” diyen bebek de bunlardan biridir. Annesi bu söze icabet etmiş, sabrederek ve karşılığını Allahtan bekleyerek çocuğuyla birlikte ateşe atlamıştır.
14- Müminlerin ölümlerinden sonra vardıkları yer cennet, kafirlerin ise dünyada yakılmak, ahirette ise cehennem azabı olmuştur.
Subhanekallahumme ve bihamdik ve eşhedu en la ilahe illa ente vahdeke ve estağfiruke ve etubu ileyk.

Ebu Muaz - Daru's-Sunne
Read On 0 yorum

Evvabin Namazı Duha (kuşluk) Namazıdır..

12:55
Evvabin Namazı Duha (Kuşluk) Namazıdır
Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
“Evvabin Namazı” İsminin Kuşluk Namazına Ait Olduğunun Delilleri:
1- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
لاَ يُحَافِظُ عَلَى صَلاَةِ الضُّحَى إِلاَّ أَوَّابٌ قال : و هي صلاة الأوابين
“Duha namazına ancak evvab (Allah’a çokça tevbe edip yönelen) kimse devam eder. O (duha namazı) evvabin (Allah’a yönelen kimselerin) namazıdır.” Bunu İbn Huzeyme ve Hakim rivayet ettiler.[1]
2- Zeyd b. Erkam radıyallahu anh’den: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
صَلاَةُ الأَوَّابِينَ حِينَ تَرْمَضُ الْفِصَالُ
“Evvâbîn namazı, sıcaktan deve yavrularının ayakları yandığı[2] zaman kılınır.” Buyurmuştur.” Bunu Müslim rivayet etti.[3]
3- Aynısını Abd b. Humeyd ve Hafız Semmuye; Abdullah b. Ebi Evfa radıyallahu anh’den rivayet ettiler.[4]
4- Zahir b. Tahir es-Sudasiyat adlı eserinde sahih isnad ile Enes radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
يَا أَنَسُ صَلِّ صَلاَةَ الضُّحَى فَإِنَّمَا هِيَ صَلاَةُ الأَوَّابِينَ مِنْ قَبْلِكَ
“Ey Enes! Duha namazını kıl. Zira o senden önceki evvabin’in (Allaha yönelenlerin) namazıdır”[5]
5- Deylemi, Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
صلاة الضحى صلاة الأوابين
“Duha namazı evvabin namazıdır”[6]
6- Ebu’l-Kasım el-Munadili, Cüz’ünde el-Esbag b. Nubate’den rivayet ediyor:
أبصر على بن أبى طالب ناسا صلوا صلاة الضحى حين بزغت الشمس فقالوا تخيروا صلاة الأوابين قالوا وما صلاة الأوابين قال صلاة الأوابين ركعتان وصلاة المسبحين أربع وصلاة الخاشعين ست وصلاة الفتح ثمان ركعات صلاة رسول الله - صلى الله عليه وسلم - يوم فتح مكة وصلاة مريم ابنة عمران اثنتا عشرة ركعة من صلاها فى يوم بنى الله له بيتا فى الجنة
Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh bazı insanların güneş tepedeyken duha namazı kıldıklarını gördü. “Evvabin namazını tercih edin” dediler. “Evvabin namazı nedir?” denildi. Oda dedi ki: “Evvabin namazı, iki rekattır. Tesbih ediciler onu dört rekat kılar. Huşu sahipleri onu altı rekat kılar. Fetih namazı ise sekiz rekattır ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’nin fethi gününde bunu kılmıştır. Meryem bt. İmran’ın namazı ise on iki rekattir. Bu namazı kılan için Allah cennette bir ev yapar.”[7]
7- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den:
أوصانى خليلى بثلاث لا أنام إلا على وتر وأن أصوم ثلاثة أيام من كل شهر وأن لا أدع ركعتى الضحى فإنها صلاة الأوابين
“Dostum (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem) bana üç şey tavsiye etti; vitir kılmadan uyumamam, her aydan üç gün oruç tutmam ve iki rekat duha namazını terk etmememi tavsiye etti. Zira bu evvabin namazıdır.”[8]
8- Ali radıyallahu anh insanların güneş doğarken namaz kıldıklarını gördü ve şöyle dedi:
عَنْ عَلِيٍّ : أَنَّهُ رَآهُمْ يُصَلُّونَ الضُّحَى عِنْدَ طُلُوعِ الشَّمْسِ ، فَقَالَ : هَلاَّ تَرَكُوهَا حَتَّى إذَا كَانَتِ الشَّمْسُ قِيدْ رُمْحٍ أَوْ رُمْحَيْنِ ، صَلَّوْهَا فَذَلكَ صَلاَةُ الأَوَّابِينَ
“Bunu güneş bir veya iki mızrak boyu yükselinceye kadar terk edin! Bu miktar yükselince kılın zira bu evvabin namazıdır.”[9]
Akşam Namazından Sonra Evvabin Adıyla Kılınan Namaz Sabit Değildir
1- İbn Nasr, Muhammed b. Munkedir’den mürsel olarak rivayet ediyor:
من صلى ما بين المغرب والعشاء فإنها من صلاة الأوابين
“Kim akşam ile yatsı arasında namaz kılarsa o evvabin namazıdır”[10]
2- İbn Merduye, İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor:
من عقب ما بين المغرب والعشاء بنى له فى الجنة قصران ما بينهما مسيرة مائة عام وفيهما من الشجر ما لو يراهما أهل المشرق وأهل المغرب لأوصلهم فاكهة وهى صلاة الأوابين وهى غفلة الغافلين وإن من الدعاء المستجاب الدعاء الذى لا يرد ما بين المغرب والعشاء
“Akşam ile yatsı arasında namaz kılana cennette iki saray yapılır ki ikisinin arası yüz yıllık mesafedir. Arası ağaçlarla doludur. Doğulular ve batılılar bu ikisini görmüş olsaydılar onun meyvelerine ulaşırlardı. Bu evvabin namazıdır ki, gafiller bundan habersiz kalır. Muhakkak bu vakitte kabul edilen dua vardır. Akşam ile yatsı arasında edilen dua geri çevrilmez.”[11]
3- İbn Zencuye İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan mevkuf olarak rivayet ediyor:
إن الملائكة لتحف بالذين يصلون بين المغرب والعشاء وهى صلاة الأوابين
“Muhakkak ki melekler akşam ile yatsı arasında namaz kılanlara hediye verirler. Bu namaz evvabin namazıdır.”[12]
4- Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma şöyle demiştir:
صَلاَةُ الأَوَّابِينَ مَا بَيْنَ أَنْ يَنْكَفِتَ أَهْلُ الْمَغْرِبِ إِلَى أَنْ يُثَوَّب إِلَى الْعِشَاءِ
“Evvabin namazı; akşam namazını kılanların yatsı namazını beklemek için ibadete çekildikleri zaman kıldıkları namazdır.”[13]
5- Mekhul’den mürsel olarak:
من صلى بعد المغرب ركعتين قبل أن يتكلم كتبتا في عليين
“Kim akşam namazından sonra hiç konuşmadan iki rekat kılarsa bu iki rekat illiyyinde yazılır”[14]
6- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den:
من صلى بعد المغرب ست ركعات لم يتكلم فيما بينهن بسوء عدلن له بعبادة ثنتي عشرة سنة
“Kim akşam namazından sonra aralarında kötü bir şey konuşmadan altı rekat namaz kılarsa kendisi için on iki senelik ibadete bedel olur.”[15]
7- Aişe radıyallahu anha’dan:
من صلى بين المغرب والعشاء عشرين ركعة بنى الله له بيتا في الجنة
“Kim akşam ile yatsı arasında yirmi rekat namaz kılarsa Allah onun için cennette bir ev yapar”[16]
8- İbn Amr radıyallahu anhuma’dan:
من صلى ست ركعات بعد المغرب قبل أن يتكلم غفر له بها ذنوب خمسين سنة
“Kim akşam namazından sonra konuşmadan altı rekat namaz kılarsa elli senelik günahları bağışlanır.”[17]
9- Ömer b. Ebi Halife, Ata el-Horasani’den:
عمر ابن ابي خليفة قال سمعت عطاء الخراساني وصلى معنا المغرب فأخذ بيدي حين انصرفنا فقال ترى هذه الساعة ما بين المغرب والعشاء فإنها ساعة الغفلة وهي صلاة الأوابين ومن جمع القرآن فقرأه من أوله الى آخره في الصلاة كان في رياض الجنة
Ata el-Horasani bizimle beraber akşam namazını kıldı. Namazdan ayrılınca elimden tuttu ve şöyle dedi:
“Akşam ile yatsı arasında şu gördüğün vakitler gaflet saatleridir. Bu vakitte evvabin namazı vardır. kim kuranı başından sonuna kadar bu vakitte okur ve ardından namaz kılarsa cennet bahçelerinde olur.”[18]
10- Ammar b. Yasir radıyallahu anhuma’dan:
رأيت حبيبي صلى الله عليه وسلم يصلي بعد المغرب ست ركعات ، ثم قال : من صلى بعد المغرب ست ركعات غفرت له ذنوبه وإن كانت مثل زبد البحر.
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i akşam namazından sonra altı rekat kılarken gördüm.” Sonra dedi ki: “Kim akşam namazından sonra altı rekat kılarsa günahları deniz köpükleri kadar dahi olsa affedilir.”[19]
Netice:
Sahih hadislerde evvabin namazı olarak duha (kuşluk) namazı tarif edilmektedir. İnsanlar arasında yaygın olarak akşam namazından sonra altı rekat olarak kılınıp “evvabin namazı” denilen namazın ise sabit bir aslı olmadığı gibi, bu namaza “evvabin namazı” adını veren rivayetler sadece zayıf yahut uydurma rivayet yollarıyla gelmiştir. Dolayısıyla sahih rivayetlere muhalif olan bu metinler hadis ıstılahatına göre “münker” rivayetler olarak değerlendirilir. Akşam ile yatsı arasında nafile namaz kılmaya gelince bazı sahabelerden bu amel sabit olmuştur. Ancak hiçbir sahabeden bu namaza evvabin namazı dedikleri sabit olmamıştır. Allah en iyi bilendir.
Nafile namazlar ibadetler babından olduğu için mutlaka meşruluğuna dair delil mevcut olduktan sonra amel edilmelidir. Allah Azze ve Celle delilsiz amel edenleri kınamış, delil ile hareket edenleri şu ayetinde övmüştür:
“Rabbinden bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine süslenen ve hevasına uyan gibi olur mu?” (Muhammed 14)
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de “Her kim emrimiz bulunmayan bir amelde bulunursa o reddolunur” buyurmuştur.
[1] Hadis hasendir. İbn Huzeyme (2/228) Hâkim (1/314) lafız her ikisine aittir. Taberani Mucemul Evsat (4/159) Hakim hadisin Müslim’in şartına göre sahih olduğunu söyledi. Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Elbani Silsiletul Ehadisis Sahiha’da (702, 1994) Hasen dedi. Bkz.: Suyuti Camiu’s-Sagir (9955)
[2] Nevevi, Müslim Şerhinde (6/30) der ki; “ramda’; kum'un güneşin hararetiyle şiddetle ısınması anlamına gelir. Yani; deve yavrularının ayakları kumdan yandığı zaman” demektir. Fasîl; deve yavrularının küçükleri demektir.” Bkz.: Neylul Evtar (2/81)
[3] Hadis sahihtir. Müslim (musafirin 143-144 no:748) İbn Ebi Şeybe (2/173) Tayalisi (687) Ahmed (4/366) İbn Huzeyme (2/229) İbn Hibban (6/280) Darimi (1457) Beyhaki (3/49) Taberani (5/207) Bezzar (4315) Elbani Sahiha (1164)
[4] Sahih. Abd b. Humeyd (527) Camiu’s-Sagir (5072) Busayri İthaf (1763) İbn Hacer Metalibu’l-Aliye (684) Hafız ibn Hacer isnadının sahih olduğunu söylemiştir.
[5] Zayıf. Zahir b. Tahir eş-Şehami Es-Sudasiyat (287) Ebu Abdillah es-Saidi es-Sudasiyat (2/3) Ebu Ya’la (7/197, 273) Bezzar (7396) Beyhaki Şuab (6/429 no:8766) Taberani Evsat (5/328) İbn Şahin et-Tergib (121) İbn Adiy (1/418) Busayri İthaf (1755) Suyuti Camiu’s-Sagir (5012) Suyuti “sahih” demiştir. Elbani Daifu’l-Cami (3476) ed-Daife (3773)
[6] Sahih. Deylemi (3729) İbn Şahin et-Tergib (129) İbn Abdilberr et-Temhid (8/136) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (1/241) Elbani es-Sahiha (1994) Sahihu’l-Cami (3827) Suyuti Camiu’s-Sagir (5083)
[7] Kenzu’l-Ummal (23437) isnadını bulamadım. Az sonra gelecek olan 8 nolu hadis bunun şahididir.
[8] Sahih. Darimi (1745) Ahmed (2/265, 505) İbn Huzeyme (2/227) es-Sahiha (1164) isnadı sahihtir.
[9] Sahih. İbn Ebi Şeybe (2/174) Hatib el-Mufterak (3/336)
[10] Zayıf. İbn Nasr Muhtasaru Kıyamil-Leyl (s.20, 78) İbn Mubarek Zühd (1259) Beyhaki (3/19) Camiu’s-Sagir (8804) Iraki el-Muğni (600) Zubeydi İthaf (3/372) Elbani Daifu’l-Cami (5676) ed-Daife (4617) Suyuti ve Elbani: zayıf demişlerdir.
[11] Uydurma. Curcani Tarihu Curcan (s.74 no:21) İbn Adiy (2/20) İbn Tahir Makdisi Zehiratu’l-Huffaz (5400) Hafız Makdisi bunun uydurma olduğunu söylemiştir. İsnadında Ömer b. Subh hadis uyduran birisidir. Beşir b. Zadan ise bir hiçtir.
[12] Kenzu’l-Ummal (21839) isnadında ulaşamadım.
[13] Zayıf. İbn Ebi Şeybe (2/197) İbn Mubarek Zühd (1260) isnadında Musa b. Ubeyde zayıftır.
[14] Zayıf. İbn Nasr Kıyamu’l-Leyl (s.58) İbn Ebi Şeybe (2/16) Camiu’s-Sagir (8802) Munavi et-Teysir (2/826) Daifu’l-Cami (5660) Suyuti, Munavi ve Elbani zayıf demiştir.
[15] Çok zayıftır. Tirmizi (435) İbn Mace (1167) İbn Huzeyme (1195) Ebu Yala (10/414) el-Askeri Musnedu Ebi Hureyre (s.71) Taberani Evsat (1/250) Camüu’s-Sagir (8803) Iraki el-Muğni (1264) Daifu’l-Cami (5661) Tirmizi, Hafız Iraki ve Suyuti zayıf demiştir. Tirmizi dedi ki: “İsnadında Amr b. Ebi Has’am vardır. Muhammed b. İsmail el-Buhari onun hakkında: “hadiste münkerdir, çok zayıftır” demiştir.” Bkz.
[16] Uydurma. İbn Mace (1374) İbn Şahin et-Tergib (s.172) Suyuti Camiu’s-Sagir (8805) Daifu’l-Cami (5662) isnadında Yakub b. Velid yalancı bir ravidir. Suyuti zayıf, Elbani uydurma demiştir.
[17] Zayıf. İbn Nasr Kıyamu’l-Leyl (s.57) İbn Şahin et-Tergib (272) Muhlis el-Fevaid (8/34) İbn Ebi Hatim İlel (1/78) Camiu’s-Sagir (8806) isnadında Muhammed b. Gazvan vardır. Ebu Zur’a: “Uydurmaya benziyor” demiş, İbn Hacer, Suyuti, Munavi ve Elbani zayıf olduğunu belirtmiştir. Elbani Daifu’l-Cami (5665)
[18] Zayıf. Maktu bir rivayettir. Ebu Nuaym Hilye (5/200) meçhul ravileri vardır.
[19] Zayıf. Taberani Sagir (900) Taberani Evsat (7/191) Ebu Nuaym Ahbaru İsbehan (1785) İbn Asakir (43/352) İbn Cevzi İlel (1/453) Elbani Daifu’t-tergib (333) İbn Mende dedi ki; isnadında Salih b. Katan tek kalmıştır. Heysemi Mecmau’z-Zevaid’de (2/230) Salih b. Katan’ın hal tercemesini bulamadım demiştir. Dolayısıyle bu ravi meçhuldür.

Ebu Muaz - Daru's-Sunne
Read On 0 yorum

Tevhid ve Şirk - 3

12:53
Allâhu Teâlâ’ya hamd eder, O’ndan yardım bekleriz, O bize yeter.


Allâh’ın seçkin kulları üzerine de salatu selam olsun. Bilinmelidir ki, Allâh Subhanehu ve Teala, bu mahlukatı kendisine hiç bir şeyi ortak koşmadan sadece kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır.

“Ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)

Ibadetin aslı tevhiddir, çünkü Allâhu Teâlâ’nın buyurduğu gibi peygamberler ile milletleri arasındaki husumet ve kavga bu yüzden kaynaklanmaktadır.

“And olsun ki biz, -Allâh’a kulluk edin taguttan sakının- diye her ümmete peygamber gönderdik.” (Nahl 36) Tagut, Allah ve Rasulunun hükümlerine mukabil olmak uzere, Allah ve Rasulunun yerine hüküm koyan herşeydir. Bu insanın kendi nefsi olabileceği gibi, şeytan, put ve İslam şeriatı dışındaki her türlü nizam ve ideoloji de ( komünizm, kapitalizm, laiklik, demokrasi, sosyalizm vb...) olabilir.

Tevhid şu üç kısmın birden gerçekleşmesiyle vuku bulur:
Rububiyyet Tevhidi.
Uluhiyyet Tevhidi.
İsim ve sıfat Tevhidi.

Rububiyyet Tevhidi:

Allâh Teâlâ’yı her şeyin rabbi, razıkı ve halıkı kabul etmek, bu ve benzer Allâhu Teâlâ’ya mahsus olan hususiyetleri Allâh Teala’dan başkasına atfetmemektir. Kur’an’ı Kerim’in beyanına göre Peygamber (sallalâhu aleyhi ve sellem) zamanıdaki müşiklerin bu inaçları vardı. Bu inançları onları müslüman saymadı ve peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) onların kanlarını ve mallarını mübah görmüş, onlara savaş ilan etmiştir.

“Onlara (müşriklere) sizi gökten ve yerden rızıklandıran, işitme ve görmenize malik (sahip) olan, ölüden diriyi diriden ölüyü çıkartan, tüm işleri tedbir eden (yöneten ve düzenleyen) kimdir de? Diyecekler ki; Allâh. Öyle ise düşünmez misiniz de? Yedi kat göğün ve yüce arşın sahibi kimdir de? Diyecekler ki Allâh, öyle ise düşünmez misiniz de? Eğer biliyorsanız her şeyin melekutu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi gözetip kollayan, kendisi korunmayan (hiç bir şeye muhtaç olmayan) kimdir de? Allâh’dır diyecekler, öyle ise nasıl olup da büyülenirsiniz de?” (Mu’minun 84-89) Bu ve buna benzer ayetler Kur’an’da sayılamayacak kadar çoktur.

Uluhiyyet Tevhidi:

Ibadet çeşitlerinin tümünü sadece Allâhu Teala için yapmak, Ondan baskasına yönelmemektir.

İşte evvelinden ahirine bütün peygamberler, bu tevhidi insanlara bildirmek ve bu tevhidde bulunan hataları gidermek için gönderilmiştir. Peygamberlerle milletleri arasında çıkan çatışmalar bu tevhid yüzünden olmuştur. Kur’anda anlatılan tüm peygamberlerin daveti bu tevhidi kabul ettirmek için olmuştur ve bunu kabul etmeyen kavimler tarafından baskı ve işkencelere tabi tutulmuşlardır. Bu tevhid ise Allah'tan başka ilah olmadığı gerçeğidir. İlah, sadece yaratıcı değil, en kısa tanımıyla yaratan ve yarattıkları üzerine hüküm koyan demektir. yoksa belirttigimiz üzere Mekke müşrikleri de Allah'ın yaratıcı olduğuna inanıyorlardı, fakat Allah'ın hakimiyetini kabul etmiyor ve Onun hükümlerini hayatlarına esas almayarakdan Allah'a şirk koşuyorlardı... Kuran bunu bize şu ayetleri ile haber veriyor :

"Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?” (Ankebut 61)

“Andolsun ki onlara: "Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah" derler. De ki: (Öyleyse) hamd de Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (söyledikleri üzerinde) düşünmezler.” (Ankebut 63)

Bundan dolayı günümüzde Allah'ın hükümlerine rağmen hüküm koyan insanlar, bunu açıkca ifade etmeseler de İslam'a göre ilahlık iddiasında bulunmaktadırlar. Müslüman olmanın ilk şartı da Allah'a rağmen hüküm koyan bu kimseleri, koymuş oldukları hükümleri ve nizamlarını red edip sadece Allah'ı ilah kabul etmektir.
Nitekim Araf suresi 54.ayetinde Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur : (ela lehül halku ve'l-emr : yaratmak da, emretmek de Allah'a mahsustur.) Yusuf suresinin 40. ayetinde de ( inil hukmu illa lillah= hüküm ancak Allah'a aittir) buyrulmaktadır. Nitekim Kuran meali dikkatle okunacak olursa Rabbulalemin kendisinden başka ilah ve Rabb'in olmadıgını vurguladıgı birçok ayeti kerimesinde özellikle hüküm noktasına dikkat çekmiş ve kendisinin yaratıcı oldugu gibi, insanların hayatlarına ilişkin hüküm, kanun, nizam, yasa ve değerleri belirleme hakkının da ancak kendisinde bulundugunu, ve hakimiyetinde kimseyi kendisine ortak kabul etmedigini defalarca vurgulamıştır. Bu yüzden Allah'ın hükümlerine rağmen hüküm koyan insanlara ve hükümlerine isteyerek itaat etmek, Allah'a şirk koşmak manasına gelir.

Tevhidu’l-Esma ve’s-Sıfat:

Türkçesi isim ve sıfat tevhidi olan bu kısım, Allâhu Teâlâ’ya ait olan güzel isimlerin ve yüce sıfatların Kur’an ve Sünnet’de sabit olduğu gibi Teşbihsiz, Te’vilsiz, Ta’tilsiz, Tekyifsiz inanmak ve Kur’an ve Sünnet’de sabit olmamış hiç bir ismi ve sıfatı Allâh Teâlâ’ya nisbet etmemektir, çünkü Allâh Teâlâ’ya ait güzel isim ve sıfatları gayba taalluk ettiği için bu konuda hiç bir şekilde içtihada mecal yoktur. Kişinin mertebesi ne olursa olsun, ancak vahye muhatab olan Rasulu Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem den sabit olanlar bunun dişinda kalır ki; Onun sözü diğer insanların sözü gibi değildir. O ancak Allah'tan aldığı vahiydir( necm 3-4)...

Allah bizleri tevhidi idrak edip onu yaşayan ve şirke karşı olan mücadelelerinde sebatkar olan muttaki kullarından kılsın

Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş - Daru's-Sunne
Read On 0 yorum

Tevhid ve Şirk - 2

12:52
Geçmiş ve Günümüz İnsanlarında Şirkin Yeri -2


1. İnsanlara İslami davetin yapılmaması

Insan fıtratının en belirgin özelliği, boşluk kabul etmemesi veya boşluga tahammül etmemesidir. Insan kendisine bir muhatap arar ve bununla o boşlugu doldurmak ister. Insanların fıtratında bulunan bu boşluklar, “doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin“ mutlaka bir şeylerle doldurulmasına rağmen, insanla bütünleşecek bu değerler ancak ve ancak İslam’ın değerleridir. Işte bu değerlerle insan âhenkli bir bütünlüğe girmekte ve yükselmektedir. Bu mânada davetin insanlara ulaştırılması kaçınılmazdır. Aksi takdirde insan, şirkî daveti metod olarak almakta ve böylelikle fıtri boşluklar batıl davetlerle doldurulmaktadır.

2. Dünyevi endişeler ve nefsi marazlar

Bu davetle karşılaşan her insan için bu davete icabet eder diyemeyiz. Çünkü yine biliyoruz ki, davetle karşılaşmalarına rağmen bu daveti kabul etmeyen bir çok insan bulunmaktadır. Bu insanların daveti reddedip, şirke yönelmelerinin en önemli nedeni dünyevi endişeler ve nefsi marazlardır. Ekabir takım için faturası kabarık kabul edilen bu gibi dünyevi endişelerin, halk kitlelerinde bir lokma ekmek veya iki kuruş maaş gibi çok küçük birimlere indigini görürüz. Bir lokma ekmek veya iki kuruş menfaatin yanı sıra, devletten ve devlet adamlarından korkmak, birçok zavallı insanın şirke yönelmesi için yeterli birer sebep olabilmektedir.

3. Yarını uzak görme

Yarını uzak görme düşüncesi, insanlarda genel bir hastalık durumuna gelmiştir. Halbuki gerçek böyle midir? Yarınlar, gerçekten uzak mıdır?. Oysa uzak olan, yarın degil dündür. Yirmi yıl sonramız değil, yirmi saniye öncemiz uzaktır, uzaklaşmıştır bizden. Yirmi yıl yol gitsek bile, yirmi saniye öncemize gitmemiz mümkün değildir. Fakat yarınlar, durmak bilmeyen adımlarla üzerimize doğru gelmektedir. Mesela; ihtiyacı olan birisine “Bugün sana on bin mark vereyim, bir hafta sonra üç tırnağını sökeyim deseniz, ihtiyacı olmasına rağmen teklifinize yanaşmaz. Çünkü zamanın durmadığını ve o günün geleceğini iyi bilir. Peki, bu bir haftalık süre geçecek ise, bir ömür geçmeyecek mi?. Yaşasak ta ölsekte, tıkır tıkır işleyen zaman, hesap gününe doğru yol almıyor mu?. Bazılarının kuşkuyla baktıkları, uzak gördükleri yarınlar, Allah’a andolsun ki gelecektir...

4. Batıl umutlar

Insanları doğru veya yanlış birçok şeye sevk eden önemli bir etkendir umut. İnsanlar geçmiş tarihimizde cenneti umut ederek çok şeyler yapmışlardır. Cennet umudu ortak bir arzu olmasına rağmen, bu umut için yapılmak istenenler oldukça farklıdır. Müminler bunu Allah’ın rızasına götürecek Kur’an ve Sünnette ararlarken, bazıları firavunların izinde, bel’amların dininde, sapıklarin tekkesinde aramaktadırlar!.. İşte günümüzde insanlar! Cennet umuduyla cehenneme yönelmiş, yaygın ve bulaşıcı bir hastalığa düşmüşlerdir.

5. Duyu organlarının ilahlaştırılması

Âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c) insanlara yaratılışında bazı duyu organları vermesine rağmen, bu duyu organları her şeyi anlayabilecek keyfiyette değildir. Bir takım insanlar için varlık âlemi, duyu organlarıyla müşahede edebildikleri şeylerdir. “Ancak benim gördüğüm veya benim işittiğim vardır“ demek, aynı zamanda “Ben her şeyi görürüm, işitirim“ demektir. Halbuki bizler biliyoruz ki, bu mutlak sıfat, Rabbimize ait bir sıfattır. Yine birtakım insanlar göremedikleri ilahı, görülebilir hâle getirmekten yanadırlar. Ibadet için yöneldikleri merciyi somut hale getirmek isterler. Ancak duyularla direkt hissedilebilen ilahları kabul ederler. Bu ister taştan, ister tahtadan olsun fark etmez. Esas olan taptıkları şeyin meçhullükten çıkıp, müşahhas hale gelmesidir. Sonuç olarak “görmediğime ibadet etmem“ diyen ateist ile “ancak gördüğüme ibadet ederim“ diyen müşrik arasında bir fark yoktur. Her ikisi de görülebilen bir ilah istemektedirler. Ikisinin de çıkış ve batış noktası duyu organlarıdır.

6. Çoğunluğun etkisi

Bir çok insan kimlik ve kişiliğini, içinde bulunduğu toplumdan almaktadır. Böylesi durumlarda söz konusu topluluk, doğru yolda ise herhangi bir problem yoktur. Ancak bu toplum cahili veya batıl nitelikli ise, insan ve toplum arasındaki olumlu olan etkileşim, gayet olumsuz bir yöne kaymaktadır. Böylesi bir toplumun insan üzerindeki baskısı, bu insanı dogrudan, iyiden uzaklastırıcı bir faktör olmaktadır. İşte böylesi toplumlarda, toplumun yanlışlığına rağmen doğruyu görmek, kötülüğüne rağmen iyiyi tercih etmek her kişinin işi değil, er kişinin işidir. Çünkü, böyle bir tercih de, binlerce ağızdan çıkan “bu doğrudur“ sözüne, tek bir ağız ile “hayır, bu yanlıştır“ demek vardır. Dolayısıyla kendi kişiliğini içinde bulunduğu toplumda bulan kimseler için, böyle bir tercih mümkün değildir. Nitekim cahili toplumlarda yaşayan böylesi kimselerden, şu ifadeleri sık sık duymamız mümkündür... “Bunca insan yanlışta da sen mi doğrusun?.. sen mi biliyorsun?..” “Bunca insan aldatıldığının farkında değil de sen mi farkındasın?..” Demek ki, böyle kimselere göre “iyi veya doğru” çoğunluğun kabul ettiğidir. Oysa tarihe baktığımız zaman bu mantığın birçok hadisede battığını görürüz. Durum böyle olunca toplumu veya çoğunluğu esas alarak hangi şeye mutlak doğrudur diyebiliriz?! Aynı zamanda bu görüş İslamın temel prensipleriyle çatışmaktadır. Bu izahlardan sonra geçmiş tarihlerde ve çağımızda vuku bulan şirk hadiselerine değinmek istiyoruz.
Allah’ı inkâr eden ateistler ile Allah’ın varlığına inanmalarına rağmen Allah’a eş koşan müşrikler arasında herhangi bir fark yoktur. Her iki şekilde de bunların cehennem ehli olduğunu Kuran’ı Kerim bize bildirmektedir. Şöyle ki:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.” (Nisa 116)
“(Rasûlüm!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun (bilfarz) Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!” (Zümer 65)
“İşte bu, Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi.” (En’am 88)
Meseleyi Kur’an’ı Kerimdeki geçmiş tarihle ilgili verilere ve günümüzdeki görüntülere göre değerlendirecek olursak, ne yazık ki geçmiş ve günümüz ayrımına gitmemiz mümkün değildir. Çünkü şirk vakıası ve mantığı, hem geçmişte hem de günümüzde aynıdır. Geçmişte ve günümüzdeki müşriklerin nelere taptıklarına kısaca bir göz atarsak, arada bir farkın olmadığına bizzat şahit olmuş oluruz.

Tabiata tapanlar

Geçmiş dünya tarihinde insanların, güneşe, aya ve yıldızlara taptığını görürüz. Güneşde, ayda veya yıldızlarda büyük güçler olduğunu kabul etmişler ve karşılaştıkları olayların bu güçlerin etkisiyle meydana geldiğine inanmışlardır. Tabi ki, bu batıl inanış beraberinde bunlara karşı kulluğu ve putperestliği getirmiştir. Mahdut (sınırlı) akılları ile yaratıcının iradesini, yaratılmış olan tabiata nispet edenler, tabiatı Allah’a eş koşan tabiatperestlerdir. Bilimsellik adına ileri sürülen bu gibi safsataların yanı sıra; yıldızların insanların kaderi üzerinde müessir olduğuna, yıldıznameye ve yıldız falına inanan kimselerde, aynı sapık fırkanın sapık müntesipleridir.

Cinlere tapanlar

Kur’an’ı Kerimin cinlerle ilgili beyanına göre cinler, ateşten yaratılmış olup; aralarında hem iyilerin hem de kötülerin bulunduğu mahlûklardır. Cinler hakkında bunları bilmemize rağmen, biz insanlara göre varlıkları mâlum, mahiyetleri ise meçhul mahlûklardır. Bakın Kur’an’ı Kerim bunu nasıl anlatıyor:
“Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir..” (En’am 100)
Cinlerin Allah’a eş koşulması demek, Allah’ın yüce sıfatlarının cinlere nispet edilmesi, Allah’tan istenmesi gereken şeylerin cinlerden istenmesi demektir. Tabii ki bu durum geçmişe özgü bir şey değil, günümüzde de durum aynıdır. Bakın bugün camilerde üç beş insan varken, cinci hocaların kapıları, sıra kapmak isteyen insanlarla doludur. Insanların Allah’ın huzuruna değil de, cinci hocaların huzuruna götüren etken şüphesiz şirk etkenidir. Kendilerine entel veya elit tabaka denilen kimseler ise aynı yönelişin modern boyutu olan medyumları tercih etmektedirler. Cinlerin gaybı bilmediklerini Kur’an’ı Kerim bildirmektedir.
“Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” (Sebe 14)

İnsanlara tapanlar

Insanların, kendileri gibi birer mahlûk olan insanlara tapmaları tuhaf olduğu gibi aynı zamanda en yaygın bir şirk türüdür. Tarihin her sürecinde kendisini ilahlaştırmaya çalışan firavunlar ve bu firavunlara kulluk yapan köleler olagelmiştir. Bir kısım insanlar bu firavunlara sevgilerinden dolayı kulluk yaparlarken bir kısmı da korktuklarından dolayı kulluk yapmaktadırlar. Makamın veya paranın yaptırım gücü, makama veya paraya değer verenler üzerinde müessirdir. Oysa bir şeye değer vermek demek, onu meşru görmek demektir. Dolayısıyla makama veya paraya değer vererek, bunları ortadan kaldırmak mümkün değildir.

Ölmüşlere tapanlar

Yaşadığımız dünyada ölülere karşı iki ayrı yaklaşım vardır. Bunlardan birisi; yalan ve iftiralarla mevtayı kötülemek, diğeri ise; mevtada olmayan vasıflarla onu yüceltmektir. Ölülere tapma hadisesi, ölmüş olan salih veya azgın kimselerin, onlarda olmayan vasıflarla yüceltilmesi üzerine gerçekleşmektedir. Bu tip insanlar ölünün görüş ve ilkelerine itaat ederek, sevgi ve rizasını göstererek şirke girmektedirler. Evet... Geçmişteki ve günümüzdeki müşriklerin yöneldikleri bu insanlar ölüdürler. Istanbul’- daki Eyyüb Sultana uzanan eller, Izmir’deki susuz dede- ye dökülen sular, laik perestlerin akıttığı göz yaşları bunun göstergesi değil midir?! Yaşanılan bu zillet öyle boyutlara ulaşmıştır ki, dünya işleri falanca ölüye bırakılırken, âhiret işleri falanca ölülere bırakılmaktadır. Daha açık bir ifadeyle dirilerin idaresi, ölülere tevdi edilmiştir. Tabii bunlara “diri“ denilebilirse.!....

Putlara (Sembollere) tapanlar

Geçmiş tarihimizde insanların taştan, ağaçtan yonttukları putlara taptıkları, bir çok insanlar tarafından bilinmektedir. Günümüz insanları bunun geçmişe ait bir şey olduğunu, günümüzde böyle bir şeyin olmadığını söyleyeceklerdir. Fakat durum hiçte öyle değildir. Hatta putperestlik, günümüzde altın çağını yaşamaktadır. Kalpler, sokaklar, ve meydanlar bu putlarla öylesine doldurulmuştur ki, insanlar putperestlerin hışmına uğramamak için hangi yöne tüküreceklerini şaşırmaktadırlar!.. O kadar ki, her hangi bir adresin tarifi bile bu putlara göre yapılmaktadır.

Sebeplere tapanlar

Insanların sıkıntıya düşmeleri, bir takım şeylere şiddetle muhtaç olmaları, insanların sık sık karşılaştıkları bir durumdur. İşte böylesi durumlarda sıkıntıyı giderecek sebeplere kulluk adabıyla yönelmek, yüceltmek, bütün bu sebepleri yaratan Allah’a bu sebeplerle eş koşmaktır. Sıkıntıya düşen insanların duası Allah’a, sıkıntı kalktıktan sonra hamd ve şükürleri ise sıkıntılarının kalkmasına vesile olan sebebedir. Halbuki o sebep ile sıkıntıyı kaldıran Allah (c.c)’dır. Sebebi yaratan da, o sebeple yardım eden de Allah’tır. Bu insanlar Allah’ın yardımına vesile olan herhangi bir sebebi ilâhlaştırmaya çalışarak, kurtuluşlarına vesile olan sebebi, helaklarına vesile olacak bir sebep durumuna getirmektedirler. Netice olarak, sebepleri sınır tanımadan yüceltmek, sebeplere tapınmanın en açık yolu olmaktadır. Bugünkü ümmet ne aslına dönebiliyor ne de özendikleri gibi olabiliyor. Bütün bu felaketlerin kökeninde, hayata bakış açılarını, şirk düzeni içerisinde şirk cetveliyle çizmeleridir. Bunun için bir türlü kendilerine gelemiyorlar. Eğer bu ümmet tekrar aslına dönmek istiyorsa, her türlü şirkten uzak olarak ilâhi değerlerle hayatlarını yönlendirmeleri gerekmektedir. Topluma hakim olan bu köhneleşmiş fikirlerden, toplumu yine İslam’in berrak fikirleri ile süsleyerek, şirkten uzak bir hayat yaşayabiliriz. Çünkü insanlar ne zaman Allah’ın hükümlerinden uzaklasmış iseler, işte o zaman şirke ve bataklığa düşmüşlerdir.

Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş - Daru's-Sunne
Read On 0 yorum

Tevhid ve Şirk - 1

12:51
GEÇMİŞ VE GÜNÜMÜZ İNSANLARINDA ŞİRKIN YERİ


Hamd, sena ve övgülerin en güzeli Allah (c.c.)’a mahsustur. Salat ve selam da Muhammed Mustafa’ya, âline, ashabına ve onun yolunu takip eden Müslümanlar üzerine olsun.
Allah Subhanehu ve Teala, Kuran-ı Mübin'de Nisa 48, Nisa 116, Maide 72 .... ve bircok ayetinde kendisine şirk koşulmasını asla affetmeyeceğini, ve şirk üzerine ölen bir insanın ebedi cehenneme gireceğini haber veriyor. Bu yüzden biz müslümanların bu konuya gereken hassasiyeti göstermemiz, tevhidi ve şirki iyi idrak edip, tevhid üzerine bir hayat yaşamamız gerekmektedir...

Konumuza şirkin tanımını yaparak başlamak istiyoruz.

Şirk kelimesi Arapça da “Ortak olmak” manasına gelen “Şe-Ri-Ke” fiil kökünden bir mastardır.Tevhidin zıttı olan “Şirk” kelimesi; ortak koşma, ortak tanıma anlamına gelir. Istılahi anlamı ise; âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c) zatında, sıfatlarında ve hükümlerinde eş koşmak veya Allah’a ortak isnat etmektir. Buradan da anlaşılacağı üzere tevhid de Allah'ı sadece bir yaratıcı olarak birlemek değil, aynı zamanda O'nu sıfatlarında ve hükümlerinde de birlemek manasındadır... Allah’a eş veya ortak koşmayla ilgili bütün fiillere “şirk” denildiği gibi, bu fiillerin faillerine “müşrik” denilir.

“Şirk” kavramı, Allah’a eş koşmak veya Allah’a ortak isnat etmek manasına gelmesine rağmen, günümüzdeki toplumun anlayışına göre genel olarak, Allah’ı inkâr manasına gelmektedir.

Oysa İslamla mükellef olan bir insan yaratılışla ilgili bazı olaylara, görerek ve tefekkür ederek; “Allah vardır” dese, sadece bu ikrar ve inanç o insanı Müslüman yapmaz. Bilindiği gibi müşrikler de yaratıcı olarak Allah’ın varlığına inanmaktadırlar. Nitekim müşriklerle ilgili Kur’an’ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır:

“Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?” (Ankebut 61)

“Andolsun ki onlara: "Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah" derler. De ki: (Öyleyse) hamd de Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (söyledikleri üzerinde) düşünmezler.” (Ankebut 63)

Kuran’ı Kerim de zikredilen bu gibi ayetler meseleye açıklık getirmektedir. Müşrik, Allah’a inanmasına rağmen Allah’a eş koşan insandır. Allah’a eş koşan insanın, Allah’ın varlığına olan imanı ister taklidi iman, ister tahkiki iman olsun bu insan “müşriktir” ve İslam dairesinde değildir.

Şirk meselesine bu kısa girişten sonra insanları müşrik durumuna getiren şirk olgusunu, “itikadi” ve “ameli” şirk olmak üzere iki genel başlıkta değerlendirebiliriz.

İTİKADİ ŞİRK

İtikat demek, bir dinin temel inanç değerlerine kalbî bağlılık ve inanmak demektir. Islam dinindeki iman esasları “amentü” de belirtildiği üzere altı olarak sınırlandırılmasına rağmen Müslümanlar, Allah’a, Peygambere ve bir bütün olarak Kuran’ı Kerime inanmakla yükümlüdürler. Kuran’ı Kerimde bildirilen bütün gerçekler, Kuran’ı Kerimde beyan edilen bütün esaslar, Müslümanlar için birer iman esasıdır. Bu iman esaslarını bölmek, bir kısmını esas, bir kısmını detay kabul etmek, Müslümanlar için mümkün degildir.

İtikadi şirk içerisinde bulunan kimseler, genellikle Müslüman olduklarını zanneden veya Müslüman olduklarını ileri süren kimselerdir. Bunlarda meydana gelen itikadi şirkten, bir çok örnekler verebilmemiz mümkündür. Mesela;

1- Herhangi bir insan, Hâlık, yani yegâne yaratıcı olan Allah’a inandığını söylediği halde kâinatın, dünyanın ve dünyanın içindekilerinin yaratılışını, Allah’la beraber başka şeylere de nispet ediyorsa.

2- Rezzak, yani yegâne rızık verici olan Allah’a inandığını söyleyip, rızık verici olarak Allah’la beraber başka şeyleri de ön plana çıkarıyorsa.

3-“Hâdi”, yani yegâne hidayet edici olan Allah’a iman ettiğini söyleyip; hidayet edici olarak başka şeyleri de görüyor ise.

4-Yegâne ve mutlak Hakim olan Allah’a iman ettiğini söyleyip; hakimiyeti Allah’tan başka kimselere veya mercilere nispet ediyorsa, böylesi inanışlarda bulunan insanlar itikadi şirk içerisindedir.

Kısaca örneklendirdiğimiz bu itikadi şirkler Müslümanlarda olmamakla beraber Müslümanların bu gibi konularda yeterince bilinçli oldukları söylenemez. Mesela; bazı alimler İslami mücadeleleriyle ilgili olarak “Bizim mücadelemiz Allah’ın hakimiyetini tesis etmek içindir” diyebiliyorlar!.. Böylesi bir söz, öncelikle Allah’ın sıfatların bilmekle yükümlü olan alimlere yakışmayacak bir sözdür. Oysa şu çok iyi bilinen bir husustur ki oda Allah (c.c)nun bütün âlemler üzerinde mutlak hakimiyete sahip olduğudur. Bu her hususta geçerlidir. Bunu şu örnekle de vuzuha kavuşturabiliriz. Firavun ve Nemrut, yönettikleri ülkede hakimiyetin gerçek sahibi olsalardı, hiç şüphesiz ki Firavun Hz.Musa’yı, Nemrut ise Hz. Ibrahim’i gayet kolay öldürebilirlerdi. Oysa yalancı hakimiyetin sözcüsü olan bu kişiler, Allah’ın elçileri hakkında “Ölüm hükmünü“ vermelerine rağmen, ilahi hakimiyetin takdirine boyun eğmek zorunda kalmışlar ve öncelikle kendileri ölmüşlerdir. Çünkü Allah (c.c) kendi hakimiyetini reddeden firavunlar üzerinde de mutlak hakimdir. Bizler bazı zamanları “Hakimiyet Allah’ındır” diyorsak, bu sözümüz; gerçekleştirmeyi istedigimiz bir temenni değil, insanlara hatırlatmak istediğimiz apaçık bir gerçektir.

AMELİ ŞİRK

Amel; fiil, eylem, hareket, davranış manasına gelir. İnsanın yaşantısında meydana gelen fiil, eylem ve davranışlarında kaynaklanan şirklere, kısaca “ameli şirk” diyoruz. Ameli şirk, bizzat fiil ve eylemlerden zuhur eden şirktir. Mesela; gaybı bildikleri inancıyla kâhinlere gitmek, değişik maksatlar için büyü veya sihir yaptırmak, göz boncuğu veya katır boncuğu takarak, bunlardan fayda ummak, ölülerden veya birer mahluk olan yaratılmışlardan gaybi yardım istemek, Allah’tan baskasına kurban kesmek, insanların nasıl ve ne şekilde yaşayacakları ile ilgili olan Allah’ın hükümlerine rağmen kendi istekleri doğrultusunda hükümler koymak gibi. Bütün bunlar ameli şirktir.

Ameli şirkin kaynağında itikadi şirk olduğu gibi, bazı hallerde itikadi cahillik de olabilir. Gerçi itikadi cahillikte de şirk inanışlar vardır. Mesela; İslam’ın sadece bir takım ibadetlerden oluşan bir din değil, başlı başına bir hayat nizamı olduğunu anlamalarına, âlemler üzerinde mutlak hakim olan Allah’ın insanların yaşantılarıyla ilgili olarak hükümler vâzettigini bilmelerine rağmen; bu ilahi hükümleri reddeden müstekbirleri meşru görerek destekleyen kişilerin amelinde, itikadi cahillik değil, itikadi şirk vardır. Bu gibi konularda resmi veya gayri resmi propagandalarla aldatılan, hakkı ve gerçeği bilmeyen kimselerin fiillerinde ise itikadi cahillik bulunmaktadır. Nitekim bütün bunları dikkate alan Islam, fiil-fail ayırımını yapmakta, fiil ile fail arasında bilinç bağı varsa, faili fiile göre sıfatlandırmaktadır.

Şirki yönelişlerde bulunan ve şirk fiilini işleyen fail insan olduğu için, insanın araştırılması ve değişik boyutlarıyla ortaya konulması gerekmektedir. Şirkin faili olan insana yeterli açıklık getirilmediği sürece, şirki yönelişlerin nedenleri de açıklık kazanmayacaktır. Dolayısıyla “İnsan nedir? Nelere meyillidir? Zaaf ve yetenekleri nelerdir? gibi sorulara cevap aramak kaçınılmazdır. İnsanları şirke sürükleyen nedenlerin hepsi, insan fitratıyla ilgilidir. İnsanları şirke götüren nedenlere girmeden önce, bu nedenlerin tesirinde kalan insan fıtratına kısa bir açıklık getirmek gerekiyor.

Şirk meselesini incelerken, Allah’a şirk kosan müşrik ile Allah’ı birleyen muvahhid, farklı farklı yaratılışlarda olsalardı, bu durum bizler için çok daha basit ve anlaşılır olabilirdi. Oysa ki her iki yönelişin sahibi de insandır.Var oluşları itibariyle aynı yaratılışa sahip olan insanlar, birbiri ile tamamen zıt iki ayrı fiile, iki ayrı istikamete yönelebilmektedirler. Birbiri ile çelişen bu farklılığı, yaratılıştaki (fitrattaki) farklılıklar olarak algılayamayız. Insanın yaratılışı ile olan gerçeği Kuran’ı Kerim şöyle beyan etmektedir.

“(Rasûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında degişme yoktur. İşte dosdogru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm 30)

Konumuzla ilgili olarak anlamamiz gereken gerçek; Allah (c.c.) sadece Müslümanları değil, bütün insanları din fıtratı üzere yaratmıştır. Bütün insanlarda Islam dininin bütün geregğni yerine getirebilecek imkânlar ve yetenekler bulunmaktadır. Kuran’ı Kerimde zikredilen birçok ilâhi buyruğu dikkate aldığımız zaman, insanda bulunan şu vasıfların zikredildigini görürüz. Degişik konularda inanmak, sevmek, korkmak, sakınmak, itaat etmek, duymak, görmek, bilmek, düşünmek, konuşmak, unutmak, hatırlamak, umutlanmak, özenmek, güvenmek ve istemek gibi. Insan bu vasıflarla ilgili gelen hükümlerle mükelleftir.

Mükellefiyetlerin yerine getirilmesi için gerekli olan fıtri donanım, insanda mevcuttur. Daha açık bir ifadeyle bu farklı fiillere meyilli olarak yaratılmışlardır. Ancak yaratılış itibariyle bütün insanlarda bulunan bu fıtri özellikler, insanların arzularına göre şekillenmekte, tercih ettikleri şeylerle doldurulmaktadır.

Mesela; korkmaya meyilli olarak yaratılan bir insan, fıtratında bulunan korku boşlugunu, Allah korkusuyla veya Allah’tan başka şeylerin korkusuyla doldurabilir. Sevmek ve itaat etmek yönelişleri de aynen bu şekildedir. Fıtri temayüllerde yaratılan insanlar hangi dine girerlerse girsinler, onlarda meydana gelen değişiklik fıtri temayüllerde degil, bu fıtri temayüllerle yöneldikleri, benimsedikleri şeylerdir. Insan fıtratıyla ilgili olan bu ilâhi kanunları, zamanımız insanından daha çok iyi bilen şeytan işlerini bu ilâhi kanunların tersine gerçekleşirmektedir. Nitekim, “Allah’ı yaratışında değiştirme yoktur“ gerçeğinin bilincinde olan şeytan, bu nedenle fıtri temayülleri degil, bu temayüllerle yönelinen şeyleri değiştirmeye çalışmaktadır.

Mesela; fıtraten korkmaya meyilli olarak yaratılan bir insana şeytan yanaşırken, bu vasfı yok etmeye çalışmaz. Çünkü bu fıtri temayülü yok edemeyeceğini, değistiremeyeceğini bilir.

Zaten onun rahatsız olduğu şey insanın korkmaya meyilli olarak yaratılması değil, bu fıtri temayül ile Allah’tan korkmasıdır. Bu durumu önlemesi ve bunun da ötesinde insanların fıtri temayülünden faydalanabilmesi için, korkmaya meyilli olarak yaratılan insanları şeytani vesveseler ve taguti müeyyidelerle korkutması gerekmektedir. Nitekim şeytan ve dostlarının da yaptığı bu değil midir?.

Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş - Daru's-Sunne
Read On 0 yorum

İslam'da Mevlid Kutlamaları..

12:48
İSLAM'DA MEVLİD KUTLAMALARI
Arapçada "Mimli masdar" adı verilen ve "doğum zamanı, doğum yeri, doğmak" mânâlarında kullanılan "mevlid", halk arasındaki teâmül dikkate alındığı zaman, "Hz. Muhammedin doğum zamanı" mânâsında kullanılmaktadır.
Mevlid Vesîlet’ün Necât olarak ta isimlendirilir ve Kurtuluş vesilesi anlamına gelmektedir.
Mevlid kutlamaları Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ahirete intikalinden yüzlerce yıl sonra yaklaşık hicri 4. yüzyılda ilk olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Mevlid kandili Hz. Peygamberin doğumu münasebetiyle kutlanmaktadır. Mevlid kutlamalarını ilk ihdas eden zâtın Erbil Atabeyi Muzafferuddin Kökbâbi olduğu kabul edilmektedir. Kutlama için toplananlara Mevlid kıssaları okumayı ilk başlatan kişinin ise Mısır Fatımîlerinin olduğu söylenir.

Bu kutlamalarda Resulullah (s.a.v.) için kasideler okunmaktaydı. İşte bunlardan en meşhuru, Mevlid kandillerinde okunan Vesîlet’ün Necât Osmanlı padişahı Sultan birinci Murâd Han’ın vezîrlerinden Ahmed Paşa’nın oğlu, Şeyh Mahmûd Efendinin torunu, Osmanlı dönemi âlimlerinden olan Süleyman Çelebi tarafından yazılmıştır. Vesîlet’ün Necât; münâcaat Allahü teâlâya yalvarma, velâdet Peygamberimizin doğumu, risâlet Peygamberliğin bildirilişi, mîrâc Göklere çıkışı, Cennet'i ve Cehennem'i görmesi, rihlet Peygamberimizin vefâtı ve duâ bölümlerinden ibârettir. Üç yüze yakın beyitten oluşmaktadır.
Vesîlet’ün Necât’dan bazı bölümler:
Mevlid-i şerif Hicri 4. asırdan günümüze kadar çeşitli evrelerden geçerek İslam toplumu içerisine yerleşmiştir. Özellikle Osmanlı (Türk) toplumu içerisinde önemli bir yer edinmiş ve Peygamberimizin doğum günlerinin, kandillerin, Cenaze ve sünnet merasimlerinin en önemli unsuru haline gelmiştir.
Osmanlılar tarafından mevlid, genel görüşe göre ilk defa III. Murat zamanında, 1588'de resmi hale getirildi. Merasimler, belirlenmiş teşrifât kaidelerine uygun olarak sarayda tertiplenir, ayrıca, önceleri Ayasofya Camii'nde, sonraları ise Sultan Ahmed Camii'nde yapılan merasimlere, devlet erkanıyla birlikte halk da katılırdı. TDV islam Ansiklopedisi, Mevlid maddesi, c:29
Bu merasimlerde, önce müezzin tarafından Kur'an-ı Kerîm okunur, bunun peşinden de vaazlar verilirdi. Daha sonra mevlidhân kürsüye çıkar ve bir bölüm okuduktan sonra iner hediyesini alır ve ikinci mevlidhan kürsüye çıkarak, okumaya devam eder ve belirlenmiş kaideler çerçevesinde mevlid kutlamaları son bulurdu.
İlk zamanlar, sırf Resulullah (s.a.v.)'in doğduğu zaman ve sadece camilerde okunan mevlid, sonraları para karşılığında hanendeler tarafından rasgele zamanlarda okunur olmuştur. Kandil gecelerinde, ölülerin ardından; kırkıncı, elli ikinci gecelerinde, sene-i devriyelerinde de mevlidler okunmaya başlanmıştır.
Muhteviyatı ilk bakışta Peygambere yazılmış bir şiir olarak masum gözükse de, üzerinde düşünüldüğü zaman içerisinde uydurma hâdiselerinde olduğu tespit edilecek ve Peygamberimize yönelik abartılı övgülerin olduğu görülecektir.
Bir hadiste “Biz Beni Amir heyeti olarak Rasulullah’a gittik ve sen bizim büyüğümüzsün dedik Hz. Peygamber (s.a.v.) “Büyük olan Allah’tır” dedi biz “sen fazilet bakımından bizim en üstünümüzsün, vermek bakımından bizim ileride olanımızsın” dedik peygamber “sakın fazla ileri gidip de şeytanın elçileri olmayınız.” Buyurdu. [1]
Peygamberimiz (s.a.v.)’in sağlığında ve vefatından sonra ne sahabe tarafından, ne tabiin, ne tebe-i tabiin, ne de daha sonraki ehlisünnet âlimleri tarafından, onun doğum günü kutlanmamıştır. Ayrıca Mevlid kasidesi okumak, Kur’an ve sünnette izine bile rastlanmayan bid’atlerden biridir. Mevlid-i Nebevîyi kutlayan bazı insanlar, Rasulullah (s.a.v.)’in ruhaniyetinin onların kutlamalarında hazır bulunduğuna bile inanmaktadırlar.
Yine, bazı insanların ihdas ettikleri şey, İsa aleyhisselamın doğum gününü kutlayan Hıristiyanlara benzemektir. Her kim Peygamber (s.a.v.)’in doğum gününü bayram edinirse, bilsin ki ümmetin ilklerinden hiçbir kimse bunu yapmamıştır. Bunda hayır olsaydı veya bunu yapmak daha tercih edilen bir görüş olsaydı, onlar Peygamber (s.a.v.)’i bizden daha çok seviyor ve bizden daha çok O’na saygı duyuyorlardı. Çünkü onlar, hayıra bizden daha düşkündüler. Peygamber (s.a.v.)’i sevmek ve O’na saygı göstermek, ancak O’nun yaptığı gibi yapmak, O’na itaat etmek, O’nun emirlerine uymak, gizli ve açık olarak sünnetini yaşatmak, gönderildiği bu dîni yaymaya çalışmak ve bu uğurda kalp ile el ile ve dil ile cihâd etmekle olur. Çünkü bu yol, ilk Müslümanlar olan Muhâcir, Ensâr ve onlara en güzel bir şekilde tâbi olanların yoludur.
Bu hususta ortaya atılan görüşlerden bazılarında da mevlidin bidat olduğu açıkça itiraf ediliyor ancak güzel bir bidat olduğu belirtiliyor. Ancak daha öncede izah edildiği üzere bidatin iyisi ve kötüsü olmaz her sonradan çıkma bidattir. Ne gariptir ki bu mevlid kandili kutlamalarının sonradan çıktığın kabul edilmesine rağmen güzel bir bidat olduğu düşünülerek; ne var bunda Resulullah (s.a.v.)’e olan sevgimizi ortaya koyuyor onu yad ediyoruz denilmektedir. Bu yaptıklarımızı onu sevdiğimiz için yapıyoruz denilmektedir.
Şunu unutmamak gerekir ki; Din adına yapılan her ne olursa olsun, Peygamberimiz yapmadığı halde dine sonradan sokulmuş bir şey ise muhteviyatının iyi olması onu bid’at olmaktan çıkarmaz. Çünkü o zaman her önüne gelen yeni ve güzel bir şey bulduğunu ve bunun da çok faydalı olduğunu iddia eder ve din artık o ilk günkü temiz halinden uzaklaşmış olur.
Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki; “Her kim bizim bu işimizin (yani dinimizin) içine, ondan olmayan bir şeyi yeniden sokarsa (o yaptığı iş) merdudtur, başına çalınır.” [2]
İslam âlemi doğum günü hususunda da Yahudi ve Hıristiyanların yolundan gitmektedir.
Hıristiyanlarda Hz. İsa’nın doğum günü dolayısıyla kutlamalar yapmaktadırlar. Her yıl 25 Aralıkta yaptıkları bu kutlamalara Noel kutlamaları denilmektedir. Hıristiyan inancına göre İsa aleyhisselamın dünyaya gelişi çok önemlidir. Noel ayrıca Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milât Yortusu olarak da bilinmektedir. Hz İsa’nın doğum tarihinin bilinmediği konusunda Batılı kaynaklar bile görüş birliği içindedirler. Hıristiyanlıkla ilgili temel kaynaklarda bile noelin çıkışı itibariyle Hıristiyanlıkla ilgili olmadığı ve Hıristiyanlığa sonradan girdiği konusunda görüş birliği vardır
Ayrıca Hz. İsa’nın doğum günü miladi takvimin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu Hıristiyan inancının Müslümanlar tarafından benimsenmesi ve kutlanması ise Müslümanların nasılda yozlaştırıldığını gözler önüne sermektedir. Ülkemizde ve dünyada birçok Müslüman ne acıdır ki, Hıristiyanların kutlamalarına iştirak etmektedirler.
Allah-u Teâlâ Maide surei 51. ayette şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden herkim onları dost edinirse o da onlardandır…”
Rasulullah (s.a.v.) Yahudi ve Hıristiyanlara uymayı yasaklıyor.
Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Herkim bir kavme benzemek isterse, o kimse onlardandır’ buyurdu.” (Ebu Davud: 4031)
Ebu Said el-Hudri’nin bildirdiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden öncekilerin izlerini kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar, siz arkalarından gideceksiniz.
Dedik ki; Yahudi ve Hıristiyanlar mı? Ya kim olabilir? Dedi (Buharı İ'tisam: 14, Enbiya: 50, Müslim İlim: 6, İbn Mace Fiten: 17)
Bu rivayetlerde de belirtildiği gibi Müslümanlar Yahudi ve Hıristiyanların izlerini adım adım takip eder hale gelmiştir.
Ebu Umeyr b. Enes'ten, o da Ensar'dan olan amcalarından birinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasulullah (s.a.v.), Müslümanları namaza nasıl davet edeceği konusuna çok önem gösterdi. (Ashabıyla istişarede bulundu). Kendisine, Yahudilerin yaptığı gibi boru çalınmasını teklif ettiler. Bu, onun hoşuna gitmedi ve: "O, Yahudilere aittir" buyurdu. Bunun üzerine Hıristiyanlara ait çanı hatırlattılar. "O da Hıristiyanlara aittir" diyerek hoş karşılamadığını belirtti." ( Ebu Davud Salat: 27/498)

Bu rivayetlerden de Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeyi bırakın onlara muhalefet etmek gerektiği anlaşılmaktadır.

Bir başka açıdan bakıldığında da Peygamberimizin doğum günü olarak kutlanan gün, her sene farklı güne denk gelmektedir. Çünkü Hicri Takvim ay yılını, Miladi Takvim güneş yılını esas almaktadır. Bu yüzden ikisi arasında 11 gün fark vardır. Başlangıç tarihleri farklıdır. Hicri Takvimde başlangıç tarihi Hazreti Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği tarih olan 622 yılıdır. Miladi Takvimde ise başlangıç Hz. İsa'nın doğum tarihi olan 0 yılıdır. Takvimler arasındaki bu 11 günlük fark nedeniyle peygamberimizin doğum günü her yıl farklı günlere denk gelmektedir. Yani doğum gününün 14 asır içerisinde kutlandığını varsayacak olursak, peygamberimizin doğumu 365 günün her gününde kutlanmış olmaktadır. Kutlu doğum haftası etkinlikleri de mevlid kutlaması bidatinin son yıllardaki yeni boyutunu teşkil etmektedir.
Maalesef bu bid’at özellikle Türk İslam toplumu içerisine öylesine bulaştı ki, sanki dindenmiş gibi, kandil gecelerine, cenaze, sünnet ve bir takım merasimlere artık tamamen yerleşti. Hattâ Mevlidi okuyan bazı insanlar bu işi gelir kapısı haline getirdi. Son dönemlerde doğum günü kutlamaları, kutlu doğum haftasına ve hatta kutlu doğum ayına kadar ulaştı. Bu bid’atin topluma örf ve adet şeklinde yerleşmesi nedeniyle dinin içerisinden çıkarılması artık oldukça zor bir hale gelmiştir.
Sonuç olarak şu söylenebilir ki: doğum günü kutlaması, mevlid kandili, ve Kutlu doğum haftası etkinliklerinin İslam dini içerisinde bir yeri bulunmamaktadır. Bu gün hiçbir kimse Resulullah’ı ashabından fazla sevemez. Şayet bu yapılanlarda bir hayır olsaydı elbette buna en layık olanlar onlardır. Ama onlar asla Resulullah’ın yapmadığı işlerin peşinden gitmediler. Ashab-ı Kiram Resulullahı görüyor ve onu çok seviyorlardı, dolayısıyla kutlamaya gerek yoktu ama biz onu görmediğimiz için bu etkinlikleri yapıyoruz demek doğru değildir. İslam’da emre muhatap olma açısından her toplum aynı konumdadır. O zaman öyle idi bu zaman böyle oldu demek doğru değildir. Yani bidat emri sahabe için farklı, sonraki ümmeti için farklı değildir. Peygamberimiz (s.a.v.) bidat çıkarma hususunda bütün ümmetini uyarmaktadır.
Kurtuluş için Müslümanların İslam’a bulaştırılan bu bidatleri terk ederek sahih sünnet yoluna dönmeleri gerekmektedir.


Ebu Muhammed Musab KÖYLÜOĞLU

www.rahmet.org
Read On 0 yorum

Cennet ve Nimetleri..

13:26
N İ M E T L E R Y U R D U C E N N E T

بسم الله الرحمن الرحيم

Bilindiği gibi cennet, iman edip salih amel işleyen kimselere Allah’u Teala’nın ikram edeceği bağlı, bahçeli, Hurili, kilmanlı, toprağı miskten ve piriketleri Altından - gümüşten olan köşklü bir mekandır…

Rabbimiz kullarına bu hayırlı mekanı kazanmaları için çaba göstermelerini emretmektedir…. O şöyle buyurmaktadır :

“ - Ey insanlar ! - Rabbinizden bir mağfirete ve cennete ( kavuşmak için) çaba gösterip yarışın. - o cennet ki - genişliği gök ile yer gibi olup Allah'a ve Resûlü'ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. “
HADİD : 21

“ …. Allah resulü s.a.v bir hadislerinde şöyle buyurur : İki büyüğü sakın untmayın ! Denildi ki : iki büyük nedir ya Rasulallah ! Resulullah s.a.v : Cennet ve cehennemdir, buyurdular. “

Ebu Nuaym es - sıfat vel-Cenneh : 66 – Dulabi el kuna : 2 / 164 – İbn Kesir en Nihaye : 2 / 502

CENNETE KİMLER GİRECEK VE ONLARIN VASIFLARI NELERDİR ?

1 - İman edip salih amel işleyenler. Nisâ : 57 - Yûnus : 9

2 - Allah’a ve Rasulüne itaat edenler. Nisâ : 13

3 - Zekatı verenler. Mü’minûn : 4

4 - Muttakiler - yani takva sahipleri - Âl-i İmrân : 133 - Râd : 35

5 - Görmediği halde Rahmân’dan korkanlar. Kâf : 33

6 - Allah’a yönelmiş - mutmain olmuş - bir kalp ile gelenler. Kâf : 33

7 - Namazlarında huşû içerisinde devamlı olanlar. Mü’minûn : 2 - 9

8 - Boş ve yararsız şeylerden yüz çevirenler. Mü’minûn : 3

9 - İffetini koruyanlar. Mü’minûn : 5

10 - Emanet ve ahidlerine riayet edenler. Mü’minûn : 8

11 - Günahlarından sonra tevbe edip salih ameller işleyenler.

Meryem : 60

12 - Mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler.
Saff : 11

13 - “Rabbimiz Allah’tır.” deyip sonra dosdoğru olanlar.
Fussilet : 30

14 - Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri - yani akrabalık bağlarını - gözetenler.
Ra’d : 21
15 - Rablerinden ve kötü hesaptan korkanlar.
Ra’d : 21

16 - Kendilerine verilen rızıktan gizli ve açık infak edenler.
Ra’d : 22

17 - Kötülüğü iyilikle savuşturanlar.
Ra’d : 22

18 - İhlas sahibi - muhlis - kimseler.
Sâffât : 40 - 43

19 - Hesap gününe inanıp onu tasdik edenler.
Meâric : 26

20 - Şahitliklerini dosdoğru yapanlar.
Meâric : 33

21 - Verdikleri sözü yerine getirenler.
İnsân : 7

22 - Kendi canları istemesine rağmen yoksula, yetime ve esire yedirenler.
İnsân : 8
23 – Zayıf ve hakir görülenler

“ … Harise bin Vehb El-Huzai radiyallahu anh den; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : “ Dikkat edin ! Ben size cennetlik olanları haber veriyorum : Zayıf olup zayıf görülen her kimse...”

Buhârî : 4902 - Müslim : 2853 / 46 - Tirmîzî : 2732 - İbni Mâce : 4116
24 – Fakirler

“ … İmran b. Husayn r.a’dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Cennete muttali oldum, ahalisinin çoğunu fakirler olduğunu gördüm……….. “

Buhari : 14.c.6456.s - Müslim : 2737 / 94

CENNET ŞU AN HAZIR VE KONUKLARINI BEKLEMEKTEDİR

Ey Müslüman ! unutmaki cennet şu an hazır ve kendisine girecek olan o bahtiyar konuklarını beklemektedir… Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyur-maktadır :

“ Rabbinizden gelecek olan mağfirete ve takva sahipleri için hazırlanan, genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete koşun. “
ALİ İMRAN : 133

“ … İmran b. Husayn r.a’dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Cennete muttali oldum, ahalisinin çoğunu fakirler olduğunu gördüm. Cehenneme de muttali oldum, onun ahalisinin çoğunu da kadınlar olarak gördüm. “

Buhari : 14.c.6456.s - Müslim : 2737 / 94

CENNET DERECE DERECEDİR

“ … Muaz bin Cebel radiyallahu anh den ; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Muhakkak cennet yüz derecedir. Onlardan her bir derece gök ile yer arasındaki mesafe kadardır. Şüphesiz o derecelerin en yücesi Firdevs’tir, en faziletlisi de Firdevs’tir. Arş, muhakkak Firdevs’in üstündedir. Cennetin ırmakları da Firdevs’ten çıkıp akar. Bu itibarla siz Allah’tan dilemek istediğiniz zaman Firdevs’i isteyin.”

İbni Mâce : 4331- Tirmîzî : 2651

CENNET’TE HER ŞEYDEN ÖNCE ÖLÜM YOK EBEDİ BİR HAYAT VARDIR


“ ……… Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuştur. Allah onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. “
Tevbe : 100 – Hicr : 48 – Hud : 108 – Vakia : 33

“ Onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak istemezler. “
KEHF : 108

“ Allah onlar için, süresiz kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. “
TEVBE : 89

“ Böylelikle Allah, dediklerine karşılık olarak içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyilik yapanların karşılığıdır.

MAİDE/85

“ - Ey Muhammed - iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır… Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır.

BAKARA : 25

“ O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. " Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar ( olduğunuz ), altından ırmaklar akan cennetlerdir." İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.
HADİD : 12

“ … İbni Ömer r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Cennet ehli cennete cehennem ehli de cehenneme doğru ayrılıp gidince, ölüm getirilir. Cennet ve cehennem arasında boğazlanır. Sonra bir nidacı der ki : Ey cennet ehli, artık ölüm yoktur ; ey cehennem ehli, artık ölüm yoktur. Cennet ehlinin sevincine bir sevinç daha eklenir. Cehennem ehlinin gam ve kederine de bir gam ve keder daha eklenir. “
Müslim’deki rivayette ise Hadis şu ziyade ile rivayet edilmiştir : “..... Her kes nerenin ehli ise o orada ebedi kalacaktır..... “

Buhari : 6548 – Ter : 6457 - Müslim : 2850 / 42 – 43

“ … Ebu Said el-Hudri ve Ebu Hureyre r.a’dan ; Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Bir münadi - cennet ehline - : “ Daima sıhhatli kalmanız ve ebediyyen hasta olmamanız hakkınızdır. Daima yaşamanız ve ebediyyen ölmemeniz hakkınızdır. Daima genç kalmanız ve ebediyyen ihtiyarlamamanız hakkınızdır. Daima nimetler içinde hoş bir halde olmanız ve ebediyyen sıkıntı ve çetinliğe maruz kalmamanız hakkınızdır “ , diye nida edecektir.”
Müslim : 2837 / 22

CENNET’TE ALLAH’I GÖRMEK VARDIR

Allah’u Tealanın Salih insanlara orada hazırladığı bir çok nimetler vardır. Onlara yapacağı en büyük ikram ise, kendisini göstermesidir…. Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

“ 0 gün öyle yüzler var ki parıl parıl, parlarlar ve Rablerine bakarlar.”

Kıyame : 22 – 23

“ İyilik yapanlara daha iyi ve güzel bir de ziyade vardır... “
Yunus : 26
Müfessirlerden Çoğu bu Ayette ki { ... bir de ziyade vardır... } kısmından murat, cennette Allah’u tealayı görmektir, demişler sonra da Müslim deki Nebi s.a.v’in şu hadisini delil getirmişlerdir.

“ … Resulullah s.a.v buyurdular ki : Cennet ehli cennete girdiği zaman, Allah’u Teala kullarına : Bir şey istiyor musunuz ?, diye buyurur. Cennet ehli de : Yüzlerimizi ağartmadın mı, bizleri ateşten kurtarıp cennete girdirmedin mi ?, derler. Müteakiben Allah hicabı kaldırır, artık onlar için Rab’lerine bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir. Sonra : “ İyilik yapanlara daha iyi ve güzeli, bir de ziyade vardır..... “ Ayetini okudu. “

Müslim : 181 / 297- 298 - Fethu’l-Bari : 8 / 198

“ … Suheyb r.a dan; Nebi s.a.v “ Amelini güzel yapanlar için güzel mükafat ve dahası vardır. “ Yûnus 26 Ayeti hakkında şöyle buyurdu:
“ Cennet ehli cennete girdikleri vakit bir münadi : “ Sizin için Allah katında bir vaad vardır “ diye nida eder. Onlar da : “ Allah bizim yüzlerimizi ak etmedi mi ? , Bizi ateşten kurtarmadı mı ? Bizi cennete girdirmedi mi ? “ derler. Melekler : “ Evet “ diye cevap verirler. Müteakiben Allah ile cennet ehli arasında perde kaldırılır. Allah’a yemin ederim ki, Allah, cennet ehline kendisine bakmasından daha sevgili hiç bir şey vermemiştir.”
Tirmîzî : 2676

CENNET NİMETLER YURDUDUR

“ …. Ebû Hureyre radiyallahu anh den ; Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurdu : “ Ben salih kullarım için ahiret azığı olarak hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşer aklına gelmedik bir takım nimetler hazırladım.” Allah’ın sizleri ( bu sözlerle ) muttali kıldığı şeyleri bir yana bırak. Bir de bunlardan başka onun sizleri muttali kılmadığı bir şey vardır ki, o en büyüktür.”
BUHARİ : 3053 – MÜSLİM : 2824 / 3

“ Takva sahiplerine va'dedilen cennetin misali şudur : İçinde bozul-mayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç böyle mükafaatlanan bir kişi , ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını parça parça koparan kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu ? “
MUHAMMED : 15.AY.

CENNETTE PİRİKETLERİ ALTINDAN VE GÜMÜŞTEN OLAN GÜZEL KÖŞKLER VARDIR

“ Ancak Rablerinden sakınanlar için cennet te altında ırmaklar akan kat kat inşa edilmiş odalar ve köşkler vardır. “

ZÜMER : 20

“ Bizim katımızda sizi ( bize ) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır ; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar için, yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır. Onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. “
SEBE : 37

“ … Ebû Musa el-Eş’ari r.a’dan ; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : “ İki cennet vardır ki, bunların kapları ve içinde bulunan şeyler hep gümüştendir. Diğer iki cennet daha vardır ki, bunların kapları ve içinde bulunan şeyler de altındandır. Adn cennetindeki kimselerle Rablerine bakmaları arasında Allah’ın vechi üzerindeki büyüklük ridasından başka bir şey bulunmayacaktır.”
Buhârî : 4828 - Tirmîzî : 2648

“ … Ebû Hureyre radiyallahu anh den ; “...... Ya Rasûlellah ! Cennetin yapısı nedir ? diye sordum. Rasûl-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki : Bir kerpici gümüşten, bir kerpici altından, harcı keskin kokulu misk, çakılları inci ve yakut, toprağı za’ferandır....”
Tirmîzî : 2646

CENNETTE ALTINDAN GÖVDESİ BULUNAN AĞAÇLAR VARDIR

“ … Ebû Said el- Hudri r.a dan ; Nebi s.a.v şöyle buyurdu : “ Şüphesiz cennette öyle bir ağaç vardır ki, ( onun altında ) bir süvari, yürüyüşü çok sür’atli, talimli, iyi cins bir at ile yüz sene yürürse yine onu bitiremez.”

Müslim : 2828 / 8 - Buhârî : 6459 - Tirmîzî : 2643 - İbni Mâce : 4335

“ … Ebû Hureyre radiyallahu anh den; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Cennette , gövdesi altından olmayan hiçbir ağaç yoktur.”

Tirmîzî : 2645
CENNET TİN PINARLARI VARDIR

“ - Ey Muhammed - iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır………“

BAKARA : 25

“ ……….. Onların altında ırmaklar akmaktadır. ( Bu,) Allah'ın va'didir. Allah, va'dinden dönmez. “
ZÜMER : 20

“ İman edip salih amellerde bulunanları, içinde ebedi kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. “
ANKEBUT : 58

“ Dilediği takdirde, sana bundan daha hayırlısı olarak altından ırmaklar akan cennetler veren ………… ( Allah ) ne yücedir.
FURKAN : 10

CENNET TE YAKAN KAVURAN SICAK YOK, SERİN GÖLGELER VARDIR

“ - Yayılıp - uzanmış gölgeler, “ VAKIA : 29


CENNET TE İRİ İRİ GÖZLÜ HURİLER VE KADINLAR VARDIR

“ Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır. “
SAFFAT : 47

“ Ve iri gözlü huriler “ VAKIA : 21

“ … Enes bin Malik radiyallahu anh den ; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : “........... Şayet cennet ehli kadınlardan bir kadın arza – yani dünyaya - çıkmış olsaydı, muhakkak yer ile gök arasını aydınlatır ve ikisi arasını güzel bir koku doldururdu. O kadının başörtüsü dünyadan ve dünyadaki her şeyden hayırlıdır.”
Buhârî : 6467


CENNET TE LEZZETLİ VE BAŞ DÖNDÜRMEYEN İÇKİLER VARDIR

“ Bembeyaz ; içenlere lezzet veren bir içki. “ SAFFAT : 47

“ O ne bir baş ağrısı verir, ne de ondan sarhoş olurlar. “ SAFFAT : 47

“ Çevrelerinde gümüşten billur kablar, kupalar dolaştırılır. “
İNSAN : 17

“ Orada onlara bir kadeh içirilir ki, karışımı zencefildir. “
İNSAN : 17

“ Bir pınar ki orada "selsebil" olarak adlandırılır. “
İNSAN : 17

CENNET TE KUŞ ETLERİ VARDIR

“ Canlarının çektiği kuş eti. “ VAKIA : 21


CENNETTE GÜZEL ELBİSELER VE GÜZEL TAKILAR VARDIR

“ Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir şarab içirmiştir. “
İNSAN : 21

“ Hiç şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler ; ordaki elbiseleri ipek ( ten ) tir. “
HAC : 23

“ Ve sabretmeleri dolayısıyla – Allah mü’minleri - cennetle ve ipek elbi-selerle ödüllendirmiştir.
İNSAN : 12

“ Adn cennetleri – Allah’a hakkıyla iman edenlerindir. Onlar - ; oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri de ipektendir.
FATIR : 33

CENNET TE HER TÜRLÜ MEYVE VARDIR

“ İçlerinde ( her türden ) meyve, eşsiz - hurma ve eşsiz - nar vardır. “

RAHMAN : 68

“ ……. orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır……………….. “
MUHAMMED : 15.AY.

“ Orada kesilip eksilmeyen ve yasaklanmayan ( meyveler ). “
VAKIA : 33

“ Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları “
VAKIA : 29

“ - Arzulayıp - seçecekleri meyveler, “ VAKIA : 21
“ - Çeşitli - meyveler. Onlar ikram görenlerdir. “
SAFFAT : 42

“ Nice bahçeler ve üzüm bağları. “
NEBE : 32


CENNETTE GÜZEL SEDİRLER VE YAYGILAR VARDIR


“ – Orada – yükseklere kurulmuş döşekler ve sedirler vardır. “
VAKIA : 34
“ Ve serilmiş yaygılar – var – “
ĞAŞİYE : 15 – 16

“ – orada – Yeşil yastıklara ve çarpıcı güzellikteki döşeklere yaslanırlar.”

RAHMAN : 76

Astarları, ağır işlenmiş atlastan yataklar üzerinde yaslanırlar……. “

RAHMAN : 54

CENNETTE BIKMAK YORULMAK YOKTUR

“ Orda – yani cennette - onlara hiç bir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler. “
HİCR : 48

“ Ki O – Allah - , bizi kendi fazlından ( ebedi olarak ) kalınacak bir yurda yerleştirdi ; burada bize ne bir yorgunluk dokunur ve ne de burada bize bir bıkkınlık gelir ."
FATIR : 35

“ … Ebû Hureyre r.a dan; Nebi s.a.v şöyle buyurdu : “ Her kim cennete girerse naz ve nimet içinde hoş halde olur. Kendisine hiçbir sıkıntı ve çetinlik isabet etmez. Elbiseleri eskimez, gençliği de bitmez.”

Müslim : 2836 / 21 - Tirmîzî : 2646

CENNET EHLİ GENÇ VE YAŞITTIRLAR

“ Eşlerine sevgiyle tutkun ( ve ) hep aynı yaşıt “
VAKIA : 36-37

“ - Cennetlik olan kimselerin - Çevrelerinde ( gençlikleri ve dinçlikleri ) ebedi kılınmış civanlar dolaşır durur ; sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın.
İNSAN : 19

“ …. Muaz ibni Cebel r.a dan. Dedi ki : Resulullah s.a.v buyurdular ki : Cennet ehli cennete kılsız, tüysüz, yaratılıştan sürmeli, otuz veya otuzüç yaşla-rında gireceklerdir. “
TİRMİZİ : 4.C.2669.N

CENNETİN GÜZELLİK ÇARŞISI VARDIR, MÜ’MİNLER ORAYA GİTTİKLERİNDE GÜZELLİKLERİNE GÜZELLİK KATARLAR

“ … Enes bin Malik r.a dan ; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : “ Şüphesiz cennette bir çarşı vardır ki, cennet ahalisi her Cuma günü oraya gelirler. Müteakiben şemal rüzgarı eser de onların yüzlerine ve elbiselerine en güzel koku nevilerini serper. Bundan da cennet ehlinin güzellikleri artar da artar. Güzellikleri artmış olarak kendi aileleri yanına dönerler. Aileleri onlara : “ Vallahi sizlerin bizden sonra güzelliğiniz daha da artmıştır “, derler. Onlar da ailelerine : “ Vallahi sizler de öylesiniz. Andolsun bizden sonra sizin de güzelliğiniz ziyadelenmiştir “ , derler.”

Müslim : 2833 / 13

CENNETTE KORKU VE HÜZÜN YOKTUR

“ ……. Kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. “
BAKARA : 62

“ Allah'ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiç bir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir. “
ALİ İMRAN : 170

“ Derler ki : " Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüp-hesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir."
FATIR : 34

CENNETTE KİN VE NEFRET YOKTUR


“ Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışızdır. – Onları yerleştirdiğimiz cennetlerin - Altlarından ırmaklar akar. Derler ki : " Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler." Onlara : " İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir " diye seslenilecek. “
A'RAF : 43

“ Onların göğüslerinde kinden ( ne varsa tümünü ) sıyırıp – çektik aldık, onlara orada ardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. “

HİCR : 47


CENNET EHLİ TÜKÜRMEZ, SÜMKÜRMEZ VE TUVALET İHTİYACI HİSSETEMEZLER

“ …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki : Cennete girecek olan ilk grubun sureti, Ay’ın dolunay gecesindeki sureti üzeredir. Onlar orada tükürmeyecekler, sümkürmeyecekler ve tuvalete cıkmayacaklardır. Onların cennetteki kullandıkları kapları altından, tarakları altın ve gümüşten buhurdanlıkları öd ağacından ve terleri de misk kokusu gibidir. Onlardan her birinin iki hanımı vardır ki, güzelliklerinden ötürü etlerinin ardından baldırlarının iliği görünür. Aralarında anlaşmazlık yok, bir birlerine karşı kin ve nefret yok. Kalpleri bir insanın kalbi gibidir. Sabah akşam Allah’ı tesbih ederler. “
TİRMİZİ : 4.C.2660.N

CENNETTE İNCİDEN ÇADIRLAR VE ONLARIN İÇERİSİNDE BİRBİRİNDEN GÜZEL EŞLER VARDIR

“ … Abdullah bin Kays r.a’dan; Nebi s.a.v şöyle buyurdu : “ Muhakkak cennette mü’min için içi boşaltılmış bir tek inciden bir çadır vardır. Onun boyu altmış mildir ( yani yaklaşık yüz kilometre ). Onun her köşesinde mü’mine mahsus bir çok ehiller vardır ki, diğerleri onları görmezler. Mü’min kişi onları dolaşıp ziyaret eder.”

Buhârî : 4830 - Müslim : 2838 / 23-24-25

CENNET TE SON DERECE CİNSİ MÜNASEBET ARZUSU VE KUVVETİ VARDIR

“ …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v’e ; Ey Allah’ın resulü ! cennet te kadınlarımızla ilişki kurabilecek miyiz ? diye soruldu. Allah resulü s.a.v : Kişi günde yüz bakire ile ilişki kurabilecektir, dedi. “

BEZZAR : KEŞFUL ESTAR : 4.C.3525.N – TABERANİ M.SAĞİR : 795.N – HEYSEMİ M. ZEVAİD : 10 / 417 EL ALBANİ S. SAHİHA : 1 / 367

“ …. Lakıyd bin Amr r.a dan. Resulullah s.a.v’e ; Ya rasulallah ! cennette nelere muttali olacağız ? diye soru soruldu. Resulullah s.a.v :
- Süzme baldan ırmaklara, baş ağrısı ve pişmanlığa neden olmayan şaraptan nehirlere, tadında değişme olmayan sütten ırmaklara, bozul-mayan sulara, bildiğimiz meyvelere ve onlardan daha da iyilerine ve tertemir eşlere sahip olacaksınız, dedi. Ben tekrar sordum ; Ya rasulallah ! Cennette bizim için Saliha eşler var mı ?. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu :
- Salah ehli erkeklere Saliha kadınlar verilecektir. Dünya da nasıl haz ve lezzet alıyorsanız – orada da – onlardan lezzet duyacaksınız. Onlar da sizinle lezzetlenecekler, ancak doğum olmayacak. “

AHMED MÜSNED : 4 / 13 – SÜNNE : 1120.N – İBNİ EBİ ASIM SÜNNE : 636 . N – İBNİ HUZEYME TEVHİD : 186.S – MECMAU’Z ZEVAİD : 10 / 338 - 340
“ …. Enes r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki : Cennette mü’mine şu kadar ve şu kadar cinsi münasebet arzu ve isteği verilecek. Bunun üzerine dediler ki : Ya rasulalah ! insan buna güç yetirebilecek mi ? . Resu-lullah s.a.v buyurdular ki : O kimseye yüz kişinin kuvveti verilecektir. “

TİRMİZİ : 4.C.2659.N

CENNETTE EN SON GİRECEK OLANIN BİLE, DÜNYANIN ON MİSLİ KADAR YERİ OLACAKTIR

“ … İbni Mes’ud r.a dan ; Nebi s.a.v şöyle buyurdu : “ Ben ateş ehlinin cehennemden son çıkacak ve cennet ehlinin cennete son girecek olanını bilip duruyorum. Bu bir kimsedir ki, cehennemden emekleye emekleye çıkar. Yüce Allah ona: “ Git, cennete gir ! “ buyurur. O kimse cennete varır, ona öyle bir hayal gelir ki, cennet dopdoludur. Dönüp : “ Ya Rab ! Ben cenneti dopdolu buldum “, der. Allah yine : “ Git, cennete gir ! “, buyurur. O kimse cennete varır. Cennet ona yine dopdolu gibi hayal ettirilir. Dönüp : “ Ya Rab ! Ben cenneti dopdolu buldum “ der. Allah ona : “ Git, cennete gir ! “, Dünya kadar ve dünyanın on misli kadar yer senindir “, buyurur. O kul : “ Sen yegane Melik olduğun halde benimle alay mı ediyorsun, yahut bana gülüyor musun ? “, der. –

İbni Mes’ud diyor ki : - Vallahi – bunu anlatırken - Rasûlullah’ın azı dişleri görününceye kadar güldüğünü gördüm. Sahabiler arasında : “ Cennet ehlinin en aşağı menzil sahibi işte o kimsedir “, denilirdi.”

Buhârî : 6469 - İbni Mâce : 10.c.4339.n

Va’dedilen, anlatılan ve güzellikleri tahmin edilemeyecek derecede olan bu cennetlere rağmen, şaşarım bunun peşinden koşmayanlara…

Şaşarım … Eni gökler ve yer kadar olan cenneti satıpta, yerine içerisinde salgın hastalıklar ve belalar bulunan zindanları satın alanlara …

Şaşarım … Altlarından ırmaklar akan Firdevs ve Adın cennetlerini bırakıpta, yerine, sonu harab ve helak olacak mekanlar edinenlere …

Şaşarım … Yakut ve mercan gibi şen, şakrak, sıcak, sevecen, her biri genc ve güzel, hiçbir elin değmediği tertemiz bakireleri bırakıpta, yerine kirli, pasaklı, kötü huylu ve fuhuş yapan şirkefleri tercih edenlere …

Şaşarım … İçenler için lezzet veren, baş döndürmeyen ve saçma sapan sözler söyletmeyen içkileri bırakıpta, yerine aklı gideren, insana saçma sapan sözler söyleten murdar içkileri satın alanlara …

Şaşarım … Rahmanın kelamını dinlemeyi bırakıpta, şarkılar, türküler ve insanı içmeden sarhoş eden şeytani nameler dinleyenlere.

Şaşarım … Değersiz ve fani nasipleri, pek nefis ve baki olan nasiplere tercih edenlere …

Ey insan …. !!!!! Allah’a yemin olsun ki ; ebedi olan bu güzelliklere yapılan çağrı, senin hayat sermayen henüz elinde iken yapılan çağrıdır…

Öyleyese uyanık olman gerekmez mi ? .. Allah'ın sana verdiği aklı güzel kullanman gerekmez mi ? ....





DERLEYEN

TACUDDİN EL- BAYBURDİ
Read On 0 yorum

GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)