GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Hevâ ve Bid'at Ehline Karşı Ehl-i Sünnet'inTutumu..

14:36

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat olan selef-i salih’in akidesinin esaslarından birisi de şudur: Onlar dinde, dinden olmayan şeyleri ortaya çıkartmış bulunan hevâ ve bid’at ehline buğzederler. Onları sevmezler, onlarla arkadaşlık etmezler. Sözlerini dinlemez, onlarla oturup kalkmaz, din hususunda onlarla tartışmaz, onlarla münazaraya girişmezler. Kulaklarını onların batıl sözlerine karşı korumayı, onların durumlarını ve kötülüklerini açıklamayı, ümmeti onlardan sakındırıp, insanların onlardan uzak kalmalarını sağlamayı da uygun görürler. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Benden önceki ümmetler arasında Allah’ın gönderdiği ne kadar peygamber varsa, mutlaka onun ümmeti arasından sünnetini alan, emrine uyan birtakım havarileri ve ashabı olmuştur. Daha sonra onların yerine birtakım kimseler gelir, yapmadıkları şeyi söyler, emrolunmadıkları işleri yaparlar. Bunlara karşı eliyle cihad eden kimse mü’mindir, diliyle cihad eden mü’mindir, kalbiyle cihad eden mü’mindir. Bunun ötesinde ise imandan hardal tanesi kadar dahi bir şey yoktur.”[83]

Yine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin sonlarında sizlere ne sizin, ne babalarınızın duymadıkları şeyleri söyleyecek kimseler olacaktır. Onlardan sakınabildiğiniz kadar sakınınız.” (Müslim)

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in bid’at tarifi:

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat bid’ati şöylece tarif ederler: Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’den sonra ortaya çıkartılmış hevâlar ile din kemale erdikten sonra din diye uydurulan şeylerdir. Yapılmasına kitab ve sünnetten şer’î bir delil bulunmayan herbir iş bid’attir. Aynı zamanda taabbüd ve yüce Allah’a yakınlaşmak maksadıyla şeriate benzer, din diye ortaya konulan herbir yol da bid’attir. Bundan dolayı bid’at sünnetin karşıtıdır. Şu da var ki sünnet hidayettir, bid’at dalâlettir.

Onlara göre bid’at tevhidin kemaline aykırıdır. Şirke giden yollardan bir yoldur. Bid’at Allah’ın teşrî’ kılmadığı bir şekilde Allah’a ibadet etmek maksadını güder. Bir maksada ulaşmak için ortaya atılan yollar da o maksadın hükmünü taşırlar. Yüce Allah’a ibadet hususunda şirke götüren herbir yolun kapatılması ve dinde ortaya çıkan herbir bid’atin önünün tıkanması gerekir. Çünkü din kemale erdirilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı beğenip seçtim.” (el-Maide, 5/3)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur: “Her kim bizim bu işimizde ondan olmayan bir şeyi sonradan ortaya atarsa, o red olunmuştur.” (Buharî ve Müslim)

Yine Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Her kim bizim bu işimize uymayan bir amel işleyecek olursa, o merduttur.” (Müslim); “Şüphesiz sözün en hayırlısı Allah’ın kitabı, yolun en hayırlısı da Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötüleri ise sonradan uydurulanlardır, her bid’at bir sapıklıktır.” (Müslim)[84]

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in görüşüne göre bid’atler aynı mertebede değildir. Aksine bid’atler farklı farklıdır. Kimisi dinden çıkartır, kimisi büyük günahlar seviyesindedir. Kimisi de küçük günahlardan sayılır. Fakat hepsinin ortak niteliği sapıklık olmasıdır. Genel bir bid’at onlara göre cüz’î bir bid’at gibi değildir. Birkaç bid’atten meydana gelen karmaşık bir bid’at sade, basit bir bid’at gibi değildir. Gerçek bid’at izafi (göreceli) bid’at gibi değildir. Hem zatı itibariyle bir değildir, hem hükmü itibariyle.

Bid’atler hükümleri itibariyle farklı olup, kimisi küfür, kimisi fasıklık olduğu ve bundan dolayı da hükümleri arasında farklılık bulunduğu gibi, o bid’atleri işleyenin hükmü de farklıdır. İşte bundan dolayı ehl-i sünnet bid’at ehli olan kimseler hakkında tek bir hüküm vermezler. Aksine kişiden kişiye bid’atine göre hüküm farklılık arzeder. Cahil ve te’vilci bir kimse, neye davet ettiğini bilen bir kimse gibi değildir. İçtihad edebilen alim bir şahıs, bid’atine davet eden ve hevâsına uyan bir alim gibi değildir. Yine bundan dolayı bid’atini açıktan açığa işleyen kimseye yahut ta o bid’ate davet edip propagandasını yapan kimseye muamele ettikleri gibi, bid’atini gizleyen kimseye davranmazlar. Çünkü bid’atinin propagandasını yaparak ona çağıran bir kimsenin zararı başkasına da erişir. Böyle birisinin alıkonulması, açıktan açığa yaptığının reddedilmesi gerekir. Böyle bir kimsenin bu halini sözkonusu etmek gıybet olmaz. Ayrıca bu işten vazgeçmesini sağlayacak şekilde cezalandırılması gerekir. Bu, bid’atinden vazgeçinceye kadar onun için bir cezadır. Çünkü böyle bir kimse münker şeyleri açıkça ortaya koyduğundan cezalandırılmayı haketmiştir.

Bundan ötürü ehl-i sünnet herkese karşı diğerinden farklı bir tutum takınırlar. Genel olarak bid’at ehline ve onları taklid edenlere acırlar, onlara hidayet bulmaları için dua ederler. Sünnete bağlanmalarını, hidayete uymalarını ümid ederler. Tevbe edinceye kadar da bu hususta onlara açıklamalarda bulunur, zahirlerine göre haklarında hüküm verirler. Kalblerini ise -eğer bid’atleri küfre götürmeyecek türden ise- Allah’a havale ederler.

Hevâ ve Bid’at Ehlinin Alâmetleri:

Hevâ ve bid’at ehlinin üzerlerinde görülen ve kendileri vasıtasıyla tanındıkları birtakım alâmetleri vardır. Yüce Allah onlar hakkında kitab-ı kerim’inde, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de sünnetinde bize haber vermiş bulunmaktadır. Bu da ümmeti onlardan sakındırmak, onların izledikleri yolları izlemekten uzak tutmak içindir. Onların alâmetlerinin bazılarıŞeriatın maksadlarını bilmemek, ayrılık, dağınıklık, cemaatten uzak kalmak, tartışmak, düşmanlık etmek, hevâya uymak, aklı nakilden öne geçirmek, sünneti bilmemek, müteşabihlere dalmak, Kur’ân’ı sünnete karşı koymak, şahısları ta’zimde aşırıya gitmek, ibadette sınırı aşmak, kâfirlere benzemeye çalışmak, ehl-i sünnet’e, lakablar uydurmak, hadis ve rivayet ehline buğzetmek, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in haberlerini taşıyanlara düşmanlık edip, onları hafife almak, delilsiz olarak kendilerine muhalefet edenlerin kâfir olduklarını söylemek, hak ehline karşı yönetici ve sultanların yardımını almak.

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in görüşüne göre bid’atin esasları dörttür:

Rafızilik, haricilik, kaderiye’nin ve mürcie’nin görüşleri. Sonra da bu fırkaların herbirisinden pekçok fırkalar dallanıp, budaklanmış ve nihayet yetmişiki fırkayı bulmuşlardır, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın haber verdiği gibi.

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in bu hevâ ve bid’at ehline cevap vermek hususunda oldukça güzel gayretleri olmuştur. Onlara karşı daima tetikte bulunmuşlardır. Bid’at ehline dair söyledikleri sözleri gerçekten çoktur. Hepsini kaydetmek maksadıyla değil de örnek olmak üzere bu sözlerin bir bölümünü zikredelim:

İmam Ahmed b. Sinan el-Kattân -yüce Allah’ın rahmeti üzerine olsun- dedi ki:

“Dünyada ne kadar bid’atçi varsa, mutlaka hadis ehline buğzeder. Çünkü adam bid’at ortaya koydu mu kalbinden hadisin lezzeti sökülüp, alınır.”[85]

İmam Ebu Hatim el-Hanzalî er-Razî -yüce Allah’ın rahmeti üzerine olsun- der ki:

“Bid’at ehlinin alameti rivayet alimlerine dil uzatmaktır. Zındıkların alâmeti ise rivayet ilmiyle uğraşanlara Haşviye adını vermeleridir. Onlar böylelikle rivayetleri iptal etmek istediler. Cehmiye’nin alâmeti ise ehl-i sünnete müşebbihe adını vermeleridir. Kaderiye’nin alâmeti ise ehl-i sünnet’e Cebriyeciler adını vermeleridir. Mürcie’nin alâmeti, ehl-i sünnet’e muhalifler ve noksancılar adını vermeleridir. Rafızilerin alameti, ehl-i sünnete Nevâsıb adını vermeleridir. Ehl-i sünnet’e ise ancak bir isim uygun düşebilir. Bütün bu isimlerin onlar hakkında kullanılmalarına imkân yoktur.”[86]

İmam Ahmed b. Hambel’e, Mekke’de İbn Kuteyle’ye ashabu’l-hadis’ten söz edilince, onun: Ashabu’l-hadis kötü bir topluluktur dediği söylenince, Ahmed b. Hambel elbisesini silkeleyerek kalktı ve bu arada: “O zındık birisidir, zındık birisidir, zındık birisidir” sözlerini eve girinceye kadar tekrarlayıp durdu.[87]

Yüce Allah hadis ehli ve sünnet ehlini kendilerine nisbet edilen bütün bu kusurlardan korumuştur. Onlar ancak sünnet ehlidirler. Onların yaşayışları beğenilen bir yaşayıştır, yolları düzgündür, onlar güçlü ve tartışılmaz delillerin sahibleridir. Yüce Allah kitabına uymak, peygamberinin sünnetine bağlanmak muvaffakiyetini onlara vermiş, kendisinin din önderlerinin ilimleriyle amel eden ümmetin alimlerinin muhabbetine kalblerini genişletmiştir. Bir kavmi seven bir kimse ise onlardandır. Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buharî) diye buyurmuştur.

Buna göre Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ı ve onun ashabını, onlara güzel şekilde tabi olanları, hidayet önderlerini, şeriat alimleri, hadis ve eser ehli olup faziletleri belirtilen ilk üç nesilde gelip, daha sonra da günümüze kadar onlara tabi olan kimseleri sevenler, bilelim ki onlar sünnet sahibi kimselerdir.[88]

Bid’at Ehlinden Sakındırmak Hususunda Selef İmamlarından Tavsiyeler:

Emîru’lmü’minîn Ömer b. el-Hattab -radıyallahu anh- şöyle demiştir: “Kur’ân-ı Kerîm’in müteşabihleri ile sizlerle tartışacak birtakım kimseler gelecektir. Siz de onları sünnetlerle susturunuz, çünkü sünnete tabi olan kimseler Allah’ın kitabını en iyi bilen kimselerdir.”[89]

Abdullah b. Ömer’den gelen rivayete göre ona kaderi inkâr eden kimseler hakkında soru soran kimseye şöyle cevab vermiştir: “Bunlarla karşılaştığın zaman onlara şunu bildir ki İbn Ömer onlardan uzaktır, onlar da ondan uzaktırlar -ve bu sözlerini üç defa tekrarlamıştır.-[90]

Abdullah b. Abbas -radıyallahu anhüm- da şöyle demiştir: “Hevâ ehli olanlarla oturup kalkma, çünkü onlarla oturup kalkmak kalbleri hasta eder.”[91]

Büyük ilim adamı zahid el-Fudayl b. Iyad -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: “Bid’at sahibi kimseye dinin hususunda sakın güvenme, işlerinde onunla istişare etme. Onun yanında oturma, bid’at sahibi kimsenin yanına oturan bir kimsenin yüce Allah kalbini kör eder.” [92]

İmam Hasan-ı Basrî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: “ Şanı yüce Allah hevâ sahibi bir kimseye tevbe etmeye izin vermeyi kabul etmemiştir.” [93]

İmam Abdullah b. el-Mubarek -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: “Allah’ım, bid’at sahibi bir kimsenin bana bir iyilik yapmasına ve bunun sonucunda kalbimin ona sevgi beslemesine imkân verme.” [94]

Hadiste mü’minlerin emiri olan Süfyan es-Sevrî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demektedir: “Her kim bir kimsenin bid’at sahibi olduğunu bildiği halde o kimseye kulak verecek olursa, Allah’ın koruması üzerinden kalkar ve kendi haline terkedilir.”[95]

İmam el-Evzaî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir:

“Bid’at sahibi kimsenin tartışmasına imkân vermeyiniz. O vakit fitnesi dolayısıyla kalbinize şüphe sokar.”[96]

İmam Muhammed b. Sîrîn de bid’atlerden sakındırarak şöyle demektedir: “Bir bid’at ortaya koyup da sünnete başvuran hiçbir kimse yoktur.”[97]

İmam Malik b. Enes -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demektedir: “Bid’at ehli kimse nikâhlanmaz, bid’at ehli kimseye kız verilmez ve onlara selam da verilmez.”[98]

İmam Şafîi -yüce Allah’ın rahmeti üzerine olsun-den rivayete göre o, kelâm meselelerinden herhangi bir husus hakkında konuşan bir topluluk görmüş, yüksek sesle bağırarak şöyle demiş: “Ya hayır ile bize komşuluk edersiniz, yahut yanımızdan kalkar gidersiniz.”[99]

Ehl-i sünnet’in imamı Ahmed b. Hambel -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demektedir: “Şüphesiz bid’at ve hevâ ehlinden müslümanlara ait herhangi bir iş hakkında yardım istememek gerekir. Çünkü böyle bir şey yapmak, dine en büyük zarardır.”[100]

Yine şöyle demiştir: “Bütün bid’atlerden sakın. Bid’at ehli hiçbir kimseye dinin hakkında istişare etme.” [101]

İmam Abdu’r-Rahman b. Mehdî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir:

“Hevâ sahibi kimseler arasında cehm’in taraftarlarından daha kötüleri yoktur. Bunlar semada hiçbir şey yoktur diyecek kadar ileri gidiyorlar. Allah’a yemin ederim, onlarla evlenilmeyeceği ve onlardan miras alınıp, miras bırakılmayacağı görüşündeyim.”[102]

Ebu Kilâbe el-Basrî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: “Hevâ ehli olanlarla oturup kalkmayınız, çünkü sizler onların içine daldıklarına girmeyecek olsanız dahi, bildiğiniz şeyleri sizin için içinden çıkılmayacak şekilde karıştırırlar.”[103]

Eyyub es-Sahtiyânî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: “Muhakkak ki hevâ ehli sapık kimselerdirler. Görüşüme göre onlar ancak cehenneme gideceklerdir.”[104]

Kadı Ebu Yusuf -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: “Ben Cehmiyecinin, Rafızinin ve Kaderiyeci kimsenin arkasında namaz kılmam.”[105]

Şeyhu’l-İslam Ebu Osman İsmail es-Sabunî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: “Bid’at ehli olan kimselerin alametleri üzerlerinde açıkça görülür. Onların alamet ve belirtilerinin en açık olanı ise Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın haberlerini taşıyan kimselere düşmanlık etmeleri, onları küçümsemeleri, onlara Haşviye, cahil, zahiriye ve müşebbihe adını vermeleridir. Çünkü onlar Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e dair haberlerin ilimle ilgisi olmadığına inanırlar. Onlara göre ilim şeytanın bozuk akıllarının sonuçları ile karanlık kalblerinin vesveseleri arasından kendilerine telkin etmiş olduğu şeylerdir.”[106]

İmam Şafîi -yüce Allah’ın rahmeti üzerine olsun- bid’at ve hevâ ehlinin hükümlerini şu sözleriyle açıklamaktadır: “Kelâmcılar hakkındaki hükmüm şu ki: Onlar sopalarla dövülür, develere bindirilir. Aşiret ve kabileler arasında dolaştırılarak Kitab ve sünneti terkedip kelâma dalan kimselerin cezası budur, diye teşhir edilirler.”[107]

İmam Muhammed el-Huseyn b. Mes’ud b. el-Ferra el-Beğavî de şöyle demektedir: “Sahabe, tabiûn ve onlara tabi olanlar ile sünnet alimleri bid’at ehline düşmanlık etmek ve onlarla ilişkileri kesmek şeklinde tavır takınagelmişlerdir.” [108]

İsmail es-Sabunî değerli kitabı “Akidetu’s-Selefi Ashabi’l-Hadis” adlı eserinde ehl-i sünnet’in bid’at ehli olan kimseleri kahredip, zelil kılmanın gerektiği üzerinde icma ettiklerini nakletmiş ve şöyle demiştir:

“Bu kitabçıkta kaydettiğim ifadeler onların hepsinin benimsediği bir inanç idi. Bu hususta birbirlerine muhalefetleri yoktu. Hatta bunların hepsi üzerinde icma etmişler, bununla birlikte bid’at ehlini kahretmek, onları zelil etmek, hakir düşürmek, uzaklaştırmak, uzakta tutmak, onlardan ve onlarla arkadaşlıktan, oturup kalkmaktan uzaklaşmak, onlara uzak kalıp, onlardan uzaklaşmak ile yüce Allah’a yakınlaşmak gereği üzerinde de sözbirliği etmişlerdir.”

--------------------------------------------------------------------------------------

[83] el-Elbanî, Sahih-u Sünen-i Ebî Davud.

[84] Dinde ortaya çıkmış ilk bid’at namaz ile zekât arasında ayırım gözetmek ve zekatın ancak Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’a ödeneceğini iddia etmektir. Ebu Bekr es-Sıddîk -radıyallahu anh- onlara karşı çıkmış, onlarla savaşmış ve güçlenme imkanı bulamadan onların sonlarını getirmiştir. Şâyet onları halleri üzere bırakmış olsaydı, onların bu iddiaları günümüze kadar din oluverecekti. Ömer -radıyallahu anh- döneminde ise küçük bazı bid’atler ortaya çıkmış, o da bunların sonlarının gelmesini sağlamıştı. Osman -radıyallahu anh- döneminde büyük fitnenin başlangıcı meydana gelmişti. Bu ise hak olan imama kılıç ile karşı çıkmak bid’ati idi. Onların bu bid’atleri onu öldürmekle son buldu. Bu ise günümüze kadar devam eden Haricilerin fitnesinin başlangıcını teşkil ediyordu.

Daha sonra bid’atler arka arkaya geldi. Kaderiye, Mürcie, Rafıziler, zındıklık, batıni fırkaları, Cehmiye, isim ve sıfatları inkar edenler... ve daha başka bid’atler ortaya çıktı.

Bid’atler ortaya çıktıkça ehl-i sünnet de onlara karşı tetikte duruyordu. Hala hak ehli ile batıl ehli arasındaki mücadele günümüze kadar devam etmekte, kıyamete kadar da sürecektir. Ehl-i sünnet her zaman ve mekanda Kur’ân’a, sünnete ve ümmetin icmaına muhalif olan herbir söz yahut davranış üzerindeki perdeyi kaldırırlar.

[85] Nevevî, et-Tezkire.

[86] er-Razî, Aslu’s-Sünneti Va’tikadu’d-Din.

[87] Ebu Muhammed el-Hasen b. Halef el-Berbehârî, Şerhu’s-Sünne.

[88] Bid’at ehli arkasında namazın hükmü:

Bu mesele ile ilgili olarak ehl-i sünnet’in görüşlerinin özeti şöyledir: Aslen kâfir ve mürted olan bir kimsenin arkasında namaz caiz değildir. Durumu açık olmayan kimse ile akidesi bilinmeyen kimsenin arkasında namaz kılmayı terketmek selef’ten hiçbir kimsenin söylemediği bir bid’attir. Aslolan bid’atinin çirkinliğini ortaya koymak ve başkalarının ondan uzaklaşmasını sağlamak için bid’atçi kimsenin arkasında namaz kılmanın nehyedilmesidir. Bununla birlikte böyle bir namaz kılınacak olursa sahihtir.

Bid’at Ehline Rahmet Okumayı ve Namazlarını Kılmayı Terketmenin Hükmü:

Aslen kâfir yahut dininden irtidad etmiş bir kimse ya da bid’ati dolayısıyla tekfir olunup, muayyen olarak ona karşı delil ortaya konulan kimsenin cenaze namazını kılmak, ona rahmet okumak caiz değildir. Bu hususta icma vardır.

İsyankâr yahut dinden çıkartmayan bir bid’atin bid’atçisi olarak ölen bir kimseye gelince, imamın ve ona uyan ilim ehlinin insanları işlediği masiyetten ve bid’atten alıkoymak maksadıyla namazını terketmeleri meşrudur. Ancak bu herkes için namazını kılmanın haram olduğu anlamına gelmez. Aksine onun namazını kılmak ve ona dua etmek, ebedi olarak cehennemde kalacakları şeklinde haklarında hüküm verilmiş kâfirlerden bir kâfir olarak ölmediği sürece farz-ı kifaye’dir.

[89] el-Lâlekâî, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehli’s-Sünneti ve’l-Cemaa; İbn Batta, el-İbâne.

[90] el-Lâlekâî, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehli’s-Sünneti ve’l-Cemaa; İbn Batta, el-İbâne.

[91] el-Lâlekâî, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehli’s-Sünneti ve’l-Cemaa; İbn Batta, el-İbâne.

[92] el-Lâlekâî, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehli’s-Sünneti ve’l-Cemaa; İbn Batta, el-İbâne.

[93] el-Lâlekâî, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehli’s-Sünneti ve’l-Cemaa; İbn Batta, el-İbâne.

[94] el-Lâlekâî, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehli’s-Sünneti ve’l-Cemaa; İbn Batta, el-İbâne.

[95] İbn Vaddah, el-Bidau ve’n-Nehyu anhâ.

[96] İbn Vaddah, el-Bidau ve’n-Nehyu anhâ.

[97] Müslim, Mukaddime’de rivayet etmiştir.

[98] İmam Malik, el-Müdevvenetu’l-Kübrâ.

[99] Nasr b. İbrahim el-Makdisî, Muhtasaru Kitabi’l-Hucceti alâ Terkı’l-Mehacceti.

[100] İbnu’l-Cevzî, Menakıbu’l-İmami Ahmed.

[101] İbnu’l-Cevzî, Menakıbu’l-İmami Ahmed.

[102] Abdullah b. İmam Ahmed, Kitabu’s-Sünne.

[103] İbn Batta, el-İbâne.

[104] İbn Batta, el-İbâne.

[105] el-Lalekaî, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl-i Sünneti ve’l-Cemaati.

[106] Bk. Şeyhu’l-İslam Ebu Osman es-Sabunî, Akidetu’s-Selefi Ashabi’l-Hadis.

[107] İmam Beğavî, Şerhu’s-Sünne.

[108] İmam Beğavî, Şerhu’s-Sünne.

SELEF-İ SALİHİN AKİDESİ - Abdullah b. Abdulhamid el-Eseri / Guraba Yay.

Read On 0 yorum

Kadınlarla İlgili Genel Hükümler..

14:34

1. İslamdan Önce Kadının Konumu:

“İslam’dan önce” tabiri ile özel olarak Arapların, genel olarak da bütün yeryüzündeki insanların yaşadıkları cahiliye dönemi kastedilmektedir. Bu dönemde insanlara gelen Peygamberlerin ardı arkası kesilmiş, yollar seçilmez olmuştu. Hadis-i şerifte belirtildiği üzere Allah onlara bir nazar etmiş, Araplarıyla Arap olmayanlarıyla –kitap ehlinden geriye kalmış bir azınlık dışında- hepsine gazap etmiştir. Bu dönemde kadın, genellikle- Arap toplumunda- karanlık bir dünyanın içinde yaşıyordu. Araplar kız evlatlara sahip olmaktan hoşlanmıyorlardı. Kimileri onu toprağın altında diri diri gömer, kimileri ise zelil ve aşağılık bir hayat sürsün diye onu hayatta bırakır, ona dokunmazdı. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Onlardan birine kız çocuğu müjdesi verilince pek öfkeli olarak yüzü simsiyah kesilir, kendisine verilen kötü müjdeden ötürü kavminden gizlenir, aşağılanmayı göze alarak onu alıkoysun mu yoksa onu diri diri toprağa mı gömsün (şaşırır kalır)? Bak verdikleri hükümleri ne kadar kötüdür!” (en-Nahl, 16/58-59)

“Diri diri gömülen kız çocuğa hangi günahtan dolayı öldürüldü, diye sorulacağı zaman…” (et-Tekvir, 81/8-9)

Diri diri gömülen kız çocuğu (el-mev’ûde): Toprağın altına gömülerek öldürülen kız çocuğu demektir. Eğer bu kız diri diri gömülmekten kurtulup hayatta kalırsa o vakit oldukça aşağılık bir hayat sürerdi. Yakınlarının malları ne kadar çok olursa olsun, kendisi ne kadar muhtaç ve fakir bulunursa bulunsun yakınlarından kalan mirastan hiç bir pay alamazdı. Çünkü onlar mirası erkeklere verirler, kadınları mirastan mahrum ederlerdi. Hatta kadın, ölen kocasının miras malı kabul edilirdi. Pek çok sayıda kadın bir tek erkeğin eşi olarak yaşardı. Çünkü o dönemlerde erkeklerin evlenebilecekleri kadın sayısı için herhangi bir sınır yoktu. Bundan ötürü karşı karşıya kaldıkları sıkıntılar, haksızlıklar ve tazyikler hiç kimse tarafından önemsenmezdi.

2. İslam’da Kadının Durumu

İslam gelince kadının üstündeki bu haksızlıkları kaldırdı. Ona insanlık çerçevesinde sahip olduğu itibarını geri verdi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar, Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.” (el-Hucurat, 49/13) Yüce Allah insanlığın başangıcı noktasında kadının erkeğin ortağı olduğunu söz konusu etmektedir. Tıpkı yapılan ameller karşılığında verilecek mükâfat yahut cezada erkek ile aynı durumda olduğu gibi.

“Erkek olsun, kadın olsun kim mümin olduğu halde salih amel işlerse biz şüphesiz ona çok güzel bir hayat yaşatırız” (en-Nahl, 16/97)

“Ta ki Allah münafık erkeklerle münafık kadınları, müşrik erkeklerle müşrik kadınları azaplandırsın” (el-Ahzab, 33/ 73)

Yüce Allah, ölen kocanın miras malları arasında kadının miras malı kabul edilmesini şu buyruğuyla haram kılmıştır:

“Ey iman edenler, kadınları zorla miras almanız size helâl değildir” (en-Nisa, 4/19)

Böylece İslâm, kadının bağımsız bir kişiliğe sahip olduğunu teminat altına almış, onun miras alınan bir mal değil; mirasçı olduğunu ortaya koymuş ve ölen yakınlarının malından kalan mirasta da kadına bir hak ayırmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Baba ve anne ile yakın akrabaların bıraktıklarından erkekler için bir pay, yine baba ve anne ile yakın akrabaların bıraktıklarından kadınlar için – o maldan az veya çok olsun- farz kılınmış bir pay vardır” (en-Nisa, 4/7)

“Çocuklarınız hakkında Allah size şöyle emrediyor: Erkeğe iki dişinin payı kadar (veriniz). Eğer kadınlar ikiden fazla iseler mirasın üçte ikisi onlarındır. Şayet kız bir tek ise mirasın yarısı onundur.” (en-Nisa, 4/11)

Ve ister kız ister kız kardeş ister zevce olarak kadının mirasçılığı ile ilgili diğer hükümler …

Allah azami dört kadın ile evlenilebileceğini tesbit etmiş ve bu hususta eşler arasında mümkün olan adaleti yerine getirme şartını koşmuş, onlarla maruf ölçüler içerisinde geçinmeyi farz kılmıştır:

“Onlarla iyi geçinin!” (en-Nisa,4/19)

Yüce Allah mehri kadına ait bir hak olarak tesbit etmiş, bu hakkı ona gönül hoşluğu ile bağışladığı kısmı müstesnâ, eksiksiz olarak vermeyi emretmiştir:

“Kadınlara mehirlerini hoşnutlukla verin. Bununla beraber gönül hoşluğu ile onun bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin” (en-Nisa, 4/4)

Yüce Allah hanımı kocasının evinde emredici, yasak koyucu bir çoban, çocuklarının başında bir âmir olarak tesbit etmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır:

“Kadın kocasının evinde bir çobandır ve güttüklerinden sorumludur.” Ayrıca onun nafakasının ve giyiminin maruf ölçüler çerçevesinde karşılanmasını kocaya bir görev olarak vermiştir.

Kadının Haysiyetini Ve Haklarını Elinden Almak İsteyen Günümüzdeki İslam Düşmanları Ve Onların Maşaları:

İslam’ın hatta insanlığın düşmanı olan günümüz kafirleri, münafıkları ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler müslüman kadının elde ettiği şeref, haysiyet, üstünlük ve himayeden rahatsız olmuşlar ve bundan dolayı kin gütmüşlerdir. Çünkü İslam düşmanı kafir ve münafıklar kadını yıkıcı bir araç haline getirmek, kendisi vasıtasıyla zayıf imanlılar ile serkeş bir takım duygulara sahip kimselerin; galeyana gelmiş arzu ve isteklerini doyuracakları bir av haline getirmek istemektedirler. Tıpkı yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi:

“Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler.” (en-Nisâ, 4/27)

Kalplerinde hastalık bulunan müslümanlar ise, kadının şehvet pazarlarında ve şeytani duyguya sahip kimseler nazarında sergilenen ucuz bir mal, gözlerinin önünde güzel görünümü ile zevk alacakları açık bir meta olmasını yahutta çirkin emellerini gerçekleştirebilecek bir hale düşmesini isterler. Bundan dolayı erkeklerle yan yana çalışmak için evinden kadını çıkarmaya yahut da hastahanede bir hemşire olarak, uçakta bir hostes olarak, karma eğitim yapılan sınıflarda öğrenci ya da öğretmen olarak, sahnede bir oyuncu, şarkıcı olarak, çeşitli medyatik araçlarda spiker ya da benzeri bir görevde bulunarak, sesiyle, görüntüsüyle fitneye düşüren açık bir görüntüye sahip bir halde erkeklere hizmet verecek bir konuma gelmesi için özel gayret harcadılar. Pornografik dergiler genç kızların aklı çelen çıplak fotoğraflarını yayınlayarak dergilerinin satılması ve pazarlanması için bir araç edindiler. Bazı tüccarlar ve bazı iş yeri sahipleri ise bu resimleri kendi mallarının pazarlanması için bir araç olarak kullandılar. Çünkü onlar bu resimleri sundukları mallarına ve ürünlerine koydular. İşte bu yanlış uygulama sebebiyle kadın evindeki gerçek görevinden uzaklaştırılmış oldu. Bunun neticesinde kocaları çocuklarını eğitmek, evlerinin işlerini düzene koymak için yabancı kadınlar getirmek zorunda kaldı. Bu ise pek çok fitnelerin ortaya çıkmasına ve büyük kötülüklerin meydana gelmesine sebep oldu.

Bizler aşağıdaki ilkelere uyulmak şartıyla kadının evinin dışında çalışmasına karşı değiliz:

1- Kadının böyle bir iş yapmaya ihtiyaç duyması, yahut da toplumda bu işleri yapacak erkeklerin bulunmaması sonucu kadının çalışmasına gerek duyulması.

2- Bu işlerini temel görevi olan evdeki işini yerine getirdikten sonra yapması.

3- Erkeklerden uzak bir ortamda kadınların öğretmenlik, doktorluk yahut da hastabakıcılık gibi işleri yapması.

4- Kadının dini emirleri öğrenmesine de engel yoktur. Hatta bu farzdır; gerek duyacağı dini bilgileri öğrenmelidir. Bu öğrenim kadınların bulunduğu bir ortamda olmalıdır. Mescit ve benzeri yerlerdeki derslere katılmasında ve erkeklerden ayrı tesettür içerisinde bulunmasında bir sakınca yoktur. Bu İslam’ın ilk dönemlerinde hanımların riayet ettiği şartlar çerçevesinde olacaktır. Çünkü onlar o dönemde çalışıyor, öğreniyor ve mescitlerde bulunuyorlardı.

------------------------------------------------------------

MÜ’MİN HANIMLARA ÖZEL UYARILAR - Prof. Dr. Salih el- Fevzân / Guraba Yayınları

Read On 0 yorum

Evliliğe ve Evliliğin Sona Erdirilmesine Dair Kadınlara Bazı Hükümler..

14:29

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Sizin için nefislerinizden kendileri ile sükûn bulacağınız ve aranızda muhabbet ve merhamet kıldığı eşler yaratmış olması da O’nun âyetlerindendir. Muhakkak bunlarda düşünen bir topluluk için âyetler vardır.” (er-Rum, 30/21)

“İçinizden evli olmayanları, köle ve cariyelerenizden de salih olanları evlendirin. Eğer onlar fakir iseler, Allah onları lütfu ile zengin kılar. Allah rızık ve lutfu bol olandır. Her şeyi çok iyi bilendir.” (en-Nur, 24/32)

İmam İbn Kesir -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demektedir: “Bu evlenmeye dair bir emirdir. İlim adamlarından bir grup güç yetiren herkesin evlenmesinin farz olduğu kanaatindedir. Onlar bu görüşlerine Peygamber sallallahu aleyhi vesellem efendimizin şu hadisini delil göstermişlerdir:

“Ey gençler topluluğu, aranızdan evlenmeye gücü yeten kimseler evleniversin. Çünkü böylesi gözü haramdan korur ve insanın iffetini daha iyi muhafaza eder. Güç yetiremeyen kimse oruç tutsun. Çünkü o insanın arzusunu keser.”[115]

Daha sonra evliliğin zengin olmaya sebep teşkil edeceğini yüce Allah’ın: “Eğer fakir iseler, Allah lütfuyla onları zenginleştirecektir” (en-Nur, 24/32) buyruğunu delil göstermektedir. Ebu Bekir Es-sıddîk radıyallahu anh’dan da şöyle dediğini nakletmektedir: “Sizler Allah’ın evlenmek hususunda size vermiş olduğu emre itaat ediniz. O da size va’d ettiği zenginlik sözünü yerine getirecektir. Çünkü o şöyle buyurmuştur:

“Eğer fakir iseler Allah onları lütfu ile zenginleştirecektir. Allah rızık ve lütfu bol olandır. Herşeyi çok iyi bilendir”.

İbn Mesud’dan şöyle dediği nakledilmiştir: “Siz evlilikte zengin olmanın yollarını arayınız. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eğer onlar fakir iseler Allah onları lütfu ile zenginleştirecektir. Allah rızık ve lütfu geniş olandır. Herşeyi çok iyi bilendir.” Bunu İbn Cerir rivayet etmiş olup ayrıca el-Bağavi bunun bir benzerini Ömer radıyallahu anh da zikretmiş bulunmaktadır…”[116]

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye, Fetvalarında[117] şunları söylemektedir: “Yüce Allah müminlere nikahlanmalarını mübah kıldığı gibi, boşamış oldukları hanımlarını ilk kocalarından başkasıyla evlendikten sonra tekrar onlarla evlenmeyi mübah kılmıştır. Hıristiyanlar -kimileri de nikah yapmasını haram kılarlar- nikahlanmasını mübah kabul ettikleri kimselerin boşanmalarını kabul etmezler. Yahudiler boşanmayı mübah kılmakla birlikte boşanmış bir kadın kocasından başkası ile evlenecek olursa ilk kocasına haram olduğunu kabul ederler. Hıristiyanlarda boşanma yoktur. Yahudilerde ise ilk kocasından başkası ile evlendikten sonra tekrar ilk kocasına dönüş söz konusu değildir. Yüce Allah ise müminlere bunu da ötekini de mübah kılmıştır…”

İbnu’l-Kayyım da Zâdu’l-meâd’de[118] evliliğin maksatlarından birisi olan cimanın faydalarını açıklarken şunları söylemektedir: “Cima aslında onun aslî maksatlarını da teşkil eden üç husus sebebiyle söz konusudur:

1- Neslin korunması ve insan türünün devamının sağlanması. Ta ki Yüce Allah’ın bu dünyaya gelmesini takdir etmiş olduğu sayı tamamlanıncaya kadar.

2- Hapsolması ve alıkonulması genel olarak vücuda zarar veren suyun çıkarılması.

3- Arzunun gerçekleştirilmesi, lezzetin alınması ve bu nimet ile fayda sağlanılması…”

O halde evlenmekte pek büyük faydalar vardır. Bunların en büyüğü de kişinin zinadan korunması ve harama bakmaktan kurtulmaktır. Nesil sahibi olmak neseblerin korunması da bu faydalar arasındadır. Eşlerin birbirleriyle sükûn bulup ruhî dengelerinin sağlanması, eşler arasında müslüman toplumun temel yapı taşlarından birisi olan iyi ailenin oluşturulması noktasında gerekli yardımlaşmanın sağlanması, erkeğin, kadının bakımını onu korumayı üstlenmesi, kadının da ev işlerini eksiksiz yerine getirmesi de bu faydalar arasındadır. Kadının doğru görevi budur. Yoksa kadının, toplumun düşmanlarının iddia ettikleri gibi, kadın evin dışında çalışmak hususunda erkeklere ortak değildir. Onlar bu iddia ile kadını evinden dışarı çıkardılar. Onu doğru ve sağlıklı görevinden uzaklaştırdılar. Başkasının yanında çalışmaya teslim ettiler. Onun çalışmasını da başkasının eline verdiler. Böylelikle aile düzeni bozuldu. Eşler arasında anlayış kötüye gitti. Bu ise çoğu zaman onların birbirlerinden ayrılmalarına yahut da istemeyerek ve hoşlanmayarak, tatsız bir hayata katlanarak birlikte kalmalarına sebep teşkil etmiştir.

Hocamız Muhammed Emin eş-Şankitî, Edvâu’l-Beyân adlı tefsirinde[119] şunları söylemektedir: “Allah bize de size de sevip razı olduğu şeylere erişme başarısını ihsan etsin. Şu duyulara, akla, semavi vahye, yaratıcı olan Allah’ın koyduğu şer’i hükümlere aykırı uğursuz ve yanlış olan; bütün hükümlerde ve alanlarda erkek ve kadının eşitliği düşüncesi, Allah’ın basiretini körelttiği kişiler dışında kimse için gizli kalmayacak kadar, açık bir şekilde insanlığın toplumsal düzenini alabildiğine sarsar, bozar ve fesada uğratır. Öyleki yüce Allah özel nitelikleri ile dişiyi insanın toplumsal yapısının gerçekleşmesinde çeşitli alanlarda katılmaya elverişli olarak yaratmıştır. Bu katılım özellikleri ondan başkası için söz konusu değildir. Gebe kalmak, doğum yapmak, süt vermek, çocukları eğitmek, ev işlerini görmek, yemek pişirmek, hamur yoğurmak, temizlemek ve buna benzer işlerini görmek gibi insan toplumu için evinin içerisinde başkalarının gözlerinden uzak, tam bir koruma ve iffet çerçevesinde, şeref, fazilet ve insani değerleri koruyarak ifâ ettiği bu hizmetler, hiç bir zaman erkeğin para kazanmak için yerine getirdiği hizmetlerden daha az değildir. Şu bildik aşağılık ve cahil kafirlerin ve onların izinden gidenlerin iddiasına göre evinin dışında çalışmak hususunda kadının sahip olduğu haklar, tıpkı erkeğin sahip olduğu haklar gibidir. Oysa kadın hamileliği, süt emzirmesi ve loğusalığı döneminde görülüp bilindiği gibi zor olan herhangi bir işi yapabilecek durumda değildir. Kadın, kocası ile birlikte evin dışında çalışacak olursa, bu sefer evin bütün hizmetleri yüz üstü kalır. Küçük çocukların korunması, süt emme çağında bulunanların emzirilmesi, işinden geri dönünce erkeğe yiyecek ve içeceğin hazırlanması gibi... Eğer onun yerini tutacak şekilde birisi ücretle tutulacak olursa bu sefer o kişiden kadının kaçıp kurtulmak maksadıyla evin dışına çıktığı o işlere kendisini vermiş olur. Bu sefer yine netice değişmez; üstelik kadının dışarıya çıkıp onun açılıp saçılmak durumunda kalması halinde ise haysiyetin ve dinin zayi olması söz konusudur…”

O halde müslüman kız kardeşim, Allah’dan kork ve bu garezkâr propagandaya aldanma! Bu propagandaya aldanan kadınların karşı karşıya bulundukları durum, bu iddianın tutarsız ve başarısız olduğunun en iyi bir belgesidir. Deney elbetteki en güzel delildir. O halde müslüman kız kardeşim, gençken, beğenilecek bir haldeyken evlenmek için elini çabuk tut. Öğrenimini devam ettirmek yahut da bir görevde çalışmak gibi bir sebeple evliliğini geciktirme! Çünkü başarılı bir evlilik senin mutluluğun ve huzura kavuşman demektir. Bu her türlü öğrenim ve her türlü görevin yerini tutacak kadar önemlidir. Fakat hiç bir öğrenim ve hiç bir vazife hangi duruma ulaşırsa ulaşsın, onun yerini tutamaz. Sen evinin işlerini gör, çocuklarını eğit, Şüphesiz senin hayatta verimli ve temel görevin budur. Bunun yerine başka bir görev arama. Çünkü hiç birşey ona denk olamaz. Salih bir erkekle evlenme fırsatını kaybetme. Çünkü Resulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır:

“Size dininden ve ahlakından hoşnut olduğunuz bir kimse gelirse onu evlendiriniz. Böyle yapmayacak olursanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat baş gösterir.”[120]

Evlendirilmesi Hususunda Kadının Görüşünün Alınması

Evlendirilmek istenen hanımın üç durumu söz konusudur: Ya yaşı küçük ve bakiredir ya buluğa ermiş bakiredir yahut da dul bir kadındır. Bunların her birisinin özel bir hükmü vardır.

1- Yaşı küçük bakirenin izni alınmaksızın babası tarafından evlendirilebileceği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Onun izninin alınması sözkonusu değildir. Çünkü Ebu Bekir es-Sıddîk radıyallahu anh kızı Âişe’yi Resulullah sallallahu aleyhi vesellem’e altı yaşında iken nikahlamış ve dokuz yaşında iken onunla gerdeğe girmiştir.[121]

İmam Şevkânî, Neylu’l-Evtâr’da[122] şunları söylemektedir: “Hadis-i şerifte babanın kızını buluğ çağından önce evlendirebileceğine dair bir delil vardır.” Yine o şunları söylemektedir: “Ayrıca küçük bir kızın yaşı büyük bir erkekle evlendirilmesinin caiz oluşuna da delil vardır. Buhari bu hususta bir başlık açmış ve Aişe radıyallahu anha ile ilgili bir hadis zikretmiştir Fethul’-Bari’de bu hususta icma olduğu nakledilmektedir…” Muğni’de[123] şöyle denilmektedir: “İbnu’l-Munzir dedi ki: “Kendisinden ilim bellediğimiz herkes ittifakla şunu belirtmiştir: Babanın küçük kızını denk olan birisiyle evlendirmiş olması halinde nikâhlaması caizdir…”

Derim ki: Ebu Bekir radıyallahu anh Âişe radıyallahu anha’yı altı yaşında iken Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e nikâhlamış olması küçük kızın yaşı büyük bir erkekle evlendirilmesini kabul etmeyip bu hususta gerçekleri çarpıtan ve bunun olmayacak bir şey olduğunu değerlendiren kimselere karşı en açık bir delildir. Onların bu tür iddialarda bulunmaları ya cahilliklerinden yahut da kasıtlı kimseler oluşlarından kaynaklanmaktadır.

2- Ergenlik yaşına gelmiş bakire kız, izni alınmaksızın evlendirilemez. Onun izin vermesi ise susması (itiraz etmemesi iledir). Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“Bakire kız izni alınmaksızın nikahlanmaz”

“Ey Allah’ın Resulu, onun izin vermesi nasıldır”, diye sordular O:

“Susmasıdır” diye buyurdu.[124]

O halde bakire kızın izin vermesi kaçınılmazdır. İsterse onu evlendirecek olan babası dahi olsun. Bu hususta ilim adamlarının iki farklı görüşünden sahih olan budur. Büyük ilim adamı İbnu’l-Kayyim, Zâdu’l-Meâd adlı eserinde[125] şunları söylemektedir: “İşte selefin cumhurunun görüşü Ebu Hanife ve ondan gelen rivayetlerden birisine göre Ahmed’in görüşü budur. Bizim Allah’ın dininde doğru olan olarak kabul ettiğimiz ve başkasının doğruluğuna kanaat beslemediğimiz görüş te budur. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem’ın hükmüne emir ve yasağına uygun olan görüş te budur…”

Dul kadın ise ancak izniyle evlendirilebilir. Onun izin vermesi ise bakirenin aksine sözlüdür. Çünkü bakirenin izin vermesi susmasından ibarettir. Muğni’de[126] şöyle demektedir: “İlim ehli arasında onun izninin sözlü olacağı hususunda görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoruz. Çünkü bu hususta varid olmuş haber vardır. Ayrıca dil kalpte bulunanı ifade eden araçtır, iznin muteber olduğu her hususta da ona itibar edilir…”

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye –Allah’ın rahmeti üzerine olsun- Fetvalarında[127] şunları söylemektedir: “Kadının izni olmadıkça hiç bir kimsenin onu evlendirmemesi gerekir. Tıpkı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in emrettiği gibi. Eğer o bir eşi istemeyecek olursa küçük bakire kız dışında nikaha hiç bir şekilde zorlanamaz. Sadece küçük bakire kızı babası evlendirebilir ve onun izin vermesi söz konusu değildir. Buluğa ermiş dul kadının ise evlendirilmesi caiz olmaz; ne babası tarafından ne de bir başkası tarafından. Bu hususta da müslümanların icmaı vardır. Buluğa ermiş bakire kızı da baba ve dedesi dışında kimse onun izni olmaksızın evlendiremez. Bu hususta da müslümanların icmaı vardır. Baba ve dedenin ise bu kızın iznini almaları gerekmektedir. Onun iznini almanın vacip ya da müstehap olduğu hususunda ilim adamları farklı görüşlere sahip ise de doğru olan vacip olduğudur. Kadının velisinin, kendisiyle evlendireceği kimse hususunda Allah’dan korkması ve kocanın ona denk olup olmadığını iyice düşünmesi gerekmektedir. Çünkü o bu kızı, kızın kendi öz maslahatı için evlendirir. Kendi maslahatı için değil…”

Veli Şartı

Kadına kendisi için uygun olan eşi seçme hakkının verilmiş olması, dilediği kimse ile evlenmesi noktasında başıboş bırakılması anlamına gelmez. Eğer bu evlilikten akraba ve ailesine bir yarar söz konusu ise o yapacağı seçimi gözden geçirecek ve bu hususta ona doğru yolu gösterecek bir veliye bağlıdır. Bu veli onu nikahlama görevini üstlenir; bizzat kendisi kendi adına akid yapamaz. Şayet evlenecek kadın kendi adına akid yapacak olursa onun bu akdi batıldır. Çünkü bu hususta Sünen diye bilinen hadis kitaplarında Âişe radıyallahu anha’dan gelen bir hadis vardır:

“Herhangi bir kadın eğer velisinin izni olmaksızın kendisini nikâhlayacak olursa onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır…”

Tirmizî hasen bir hadistir, demiştir. Dört Sünen’de: “Velisiz nikâh olmaz” denilmektedir. İşte bu iki hadis ve bu anlamda gelmiş diğer hadisler veli olmaksızın nikâhın sahih olmadığını göstermektedir. Çünkü nefiy (olumsuzluk) da aslolan sıhhatin nefyedilmesidir. Tirmizi şöyle demektedir: “İlim ehli nezdinde amel buna göredir. Ömer, Ali, İbn Abbas, Ebu Hureyre ve başkaları bunlar arasındadır. Aynı şekilde tabiinin fukahâsından rivâyet edildiğine göre onlar da velisiz nikah olmaz demişlerdir. Şafii, Ahmed ve İshak’ın görüşü de budur.”[128]

Nikâhı İlan Maksadıyla Kadınların Tef Çalmalarının Hükmü:

Nikâhın bilinmesi ve yayılması amacıyla kadınların tef çalmaları müstehaptır. Bu iş sadece kadınlar arasında olur; beraberinde musiki ya da eğelence çalgıları yahut şarkıcıların seslerinin eşliği söz konusu değildir. Kadınların erkekler tarafından işitilmeyecek şekilde bu münasebetle şiir söylemelerinde de bir sakınca yoktur. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Helal ile haram arasındaki ayırıcı çizgi nikâh sırasında tef çalmak ile sestir.”[129]

Şevkanî, Neylu’l-Evtâr’da[130] şunları söylemektedir: “Bundan nikâh esnasında tef çalmanın ve “… size geldik size geldik” benzeri ifadeleri yüksek sesle söylemenin caiz olduğuna delil vardır. Kötülükleri harekete geçiren ve güzellik, hayasızlık, içki içmek gibi sözler ihtiva eden şarkıların durumu böyle değildir. Bunlar başka zamanlarda haram olduğu gibi nikâh halinde de söylenmeleri haram olan şeylerdir. Haram olan diğer eğlencelerin durumu da budur…”

Müslüman hanım! Evlilik sebebiyle aşırı derecede süs eşyaları ve kumaşlar almakta israfa kaçma. Çünkü bu, Yüce Allah’ın yasak kıldığı ve öyle yapanları sevmediğini belirttiği israf şekillerindendir. Yüce Allah: “Ve israf etmeyiniz; çünkü o israf edenleri sevmez” (el-En’âm 6/141) diye buyurmaktadır. O halde sen orta yolu tutmaya bak, övünmeyi terk et!

Kadının Kocasına İtaati Ve Baş Kaldırmasının Haram Oluşu

Müslüman hanımın maruf ölçüler içerisinde kocasına itaat etmesi gerekir. Ebu Hureyre’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resulullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

“Kadın beş vakit namazını kılar, namusunu korur, kocasına itaat ederse cennete istediği kapıdan girer.”[131]

Yine Ebu Hureyre’den rivayete göre Resulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“Kocası mukim iken onun izni olmaksızın hiç bir kadının (nafile) oruç tutması da, onun izni olmadığı kimseyi evine sokması da helal değildir.”[132]

Yine Ebu Hureyre’den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Resulullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

“Erkek hanımını yatağa davet ettiği halde hanımı gelmez kocası da ona kızgın olarak geceyi geçirirse sabaha kadar melekler ona lanet okur.”[133]

Buhari ve Müslim’deki bir rivayete göre de Resulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“Nefsim elinde olana yemin ederim ki, bir erkek hanımını yatağına davet ettiği halde kadın onun bu davetini kabul etmeyecek olursa, mutlaka semada bulunan (Allah), kocası ondan razı oluncaya kadar ona gazap eder.”

Kocanın hanımı üzerindeki haklarından birisi de kadının evini koruyup gözetmesi ve onun izni olmaksızın dışarıya oradan bir şey çıkarmamasıdır. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“Kadın kocasının evinde bir çobandır ve elinin altıdaki sürüden sorumludur.”[134]

Evin işlerini görmesi, kocasını rahatsız edecek ve o sebeple kendi nefsi ve çocukları hakkında tehlikelere maruz kalacak şekilde dışarıdan hizmetçi almaya onu muhtac etmemesi de kocanın haklarındandır. Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye, Fetvalarında[135] şunları söylemektedir: “Yüce Allah’ın: “İyi kadınlar, itaatli olan ve Allah’ın (kendilerini) koruması ile kendileri de gizli olanı koruyanlardandır” (en-Nisa, 4/34) buyruğu, gerekli hizmetleri yapmak, onunla birlikte yolculuk etmek, kendisine yaklaşmasına imkan vermek ve buna benzer Resulullah sallallahu aleyhi vesellem’ın sünnetinin delâlet ettiği şekilde bir uygulamada bulunmak kabilinden kadının, kocasına itaat etmesinin farz olmasını gerektirmektedir…”

Büyük ilim adamı İbnu’l-Kayyim Zadu’l-Meâd adlı eserinde[136] şunları söylemektedir: “Kadının hizmetini öngören kimseler yüce Allah’ın bu kelamıyla onlara hitap ettiği vakit bilinen marufun bu olduğunu delil gösterirler. Kadının bolluk içerisinde yaşatılması, kocanın ona hizmet etmesi, süpürmesi, buğday öğütmesi, hamur yoğurması, yıkaması, yatak sermesi ve evin hizmetlerini görmesi ise maruf olmayan münker kabilindendir. Yüce Allah ise şöyle buyurmaktadır:

“Kadınların üzerlerindeki haklar gibi kendilerinin de maruf şekilde hakları vardır” (el-Bakra, II/228)

“Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler” (en-Nisa, 4/34)

Eğer kadın kocasına hizmet etmeyecek olursa, aksine kocanın kendisi ona hizmet ederse bu sefer kadın erkeğin yöneticisi olur… Yüce Allah’ın kadının nafakasını, giyimini ve mesken ihtiyacını karşılamayı erkeğe farz kılması, erkeğin kadından faydalanması, kadının hizmet etmesi ve eşler arasında adeten cereyan eden şeyler karşılığındadır.

Aynı şekilde mutlak olan akitler örfe göre değerlendirilir. Örf ise kadının hizmet etmesi ve evin iç hizmetlerini kendisinin yerine getirmesini öngörmektedir… Bu hususta soylu yahut da daha aşağı mertebede olan kadın, fakir ile zengin kadın arasında bir ayrım yapmak doğru değildir. İşte dünyanın kadınlarının en şereflisi olan kadın (Fatıma radıyallahu anha yı kasdetmektedir) kocasına hizmet ediyordu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e gördüğü hizmetin zorluklarını şikayet etmek üzere geldiğinde onun şikâyetlerini kabul etmemişti.”

Kadın, kocasının kendisinden hoşlanmadığını görmekle birlikte, kendisi onunla birlikte kalmayı arzu ediyorsa ne yapar?

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Şayet bir kadın kocasının uzaklaşmasından yahut yüz çevirmesinden korkarsa barış yolu ile aralarını düzeltmelerinde kendileri için bir vebal yoktur. Barış daha hayırlıdır.” (en-Nisa, 4/128)

Bu buyruk hakkında İbn Kesir şunları söylemektedir: “Kadın kocasının kendisinden uzaklaşmasından yahut yüz çevirmesinden çekinecek olursa, onun üzerindeki nafaka, giyim, yanında geceleme yahut da buna benzer haklarını kısmen ya da tamamen düşürebilir. Koca da onun bu hak bağışını kabul edebilir. Kadının, kocasına böyle bir bağışta bulunmasında bir sakınca olmadığı gibi, erkeğin onun bağışını kabul etmesinde de bir sakınca yoktur. Bundan dolayı yüce Allah: “Barış yolu ile aralarını düzeltmelerinde kendileri için bir vebal yoktur; barış daha hayırlıdır” buyurmaktadır ki, barış yapmak ayrılmaktan hayırlıdır, demektir.” İbn Kesir daha sonra Sevde b. Zem’a radıyallahu anha validemizin olayını söz konusu etmektedir. Sevde radıyallahu anha yaşlanıp ta Resulullah sallallahu aleyhi vesellem ondan ayrılmayı kararlaştırınca, kendisini nikâhı altında tutup buna karşılık gününü Aişe radıyallahu anha’ya bağışlaması esası üzerine onunla barış yaptı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onun bu teklifini kabul etti ve onu nikahı altında tuttu.[137]

Kadın Kocasından Nefret Edip Onunla Birlikte Kalmak İstemiyorsa Ne Yapar?

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Eğer siz de onların Allah’ın sınırlarını koruyamamalarından korkarsanız; o halde kadının bir şeyleri fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur.”

Bu buyruğu açıklarken İbn Kesir, Tefsir’inde[138] şunları söylemektedir: “Eşler birbiriyle geçinemeyecek ve kadın, erkeğin haklarını yerine getiremeyecek, ondan nefret ederek onunla birlikte geçinmeye güç yetiremeyecek olursa, vaktiyle kocasının kendisine verdiklerini ona geri fidye olarak verebilir. Bunları ona geri vermesinde kadın için bir vebal olmadığı gibi, erkeğin bunları kabul etmesinde de bir vebal yoktur…”

İşte Hul’ denilen de budur.

Kadın Herhangi Bir Sebep Olmaksızın Kocasından Kendisini Boşamasını İsterse

Sevban radıyallahu anh’ın rivayetine göre Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“Herhangi bir kadın şayet kocasında hiç bir sebep yokken kendisini boşamasını isteyecek olursa onun için cennetin kokusunu almak haram olur.”[139]

Çünkü yüce Allah’ın en sevmediği helal boşanmaktır. Boşamaya ihtiyaç halinde baş vurulur. Böyle bir gerek olmadan boşama mekruhtur. Çünkü bunun açıkça bilinen zararları vardır. Kadını boşamayı istemeye zorlayacak ihtiyaç ise, kadının evlilik halinin devam etmesi ile birlikte zarar görecek şekilde erkeğin haklarını yerine getirmek istememesi halidir. Yüce Allah ise: “Ya iyilikle tutmalıdır veya güzellikle salmalıdır” (el-Bakara 2/229) buyurmaktadır. Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:

“Hanımlarıyla cinsi temasta bulunmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Şayet dönerlerse şüphesiz Allah çok mağfiret edendir, çok merhametlidir. Eğer (hanımlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, bilendir.” (el-Bakara, 2/226-227)

Evlilik Akdinin Sona Ermesi Halinde Kadına Düşen Görevler:

Eşler arasında ayrılık iki türlüdür: Birisi hayattaki ayrılık, diğeri ise ölüm ile ayrılıktır. Her iki ayrılıkta da kadının iddet beklemesi gerekir. Bu da şer’an sınırları belli bir süre beklemektir. Bundaki hikmet ise sona eren nikah akdine gereken saygıyı göstermek, kadının rahminde hamileliğin bulunmadığından emin olmaktır. Taki kadından ayrılan koca dışında kimse bu süre zarfında onunla ilişki kurup da şüphe husule gelmesin, nesepler karışmasın. Yine iddet beklemek önceki nikah akdine bir saygıdır. Ayrılan kocanın hakkına bir saygıyı ve ondan ayrılmanın üzüntüsünü açığa vurmayı ihtiva eder. İddet dört çeşittir:

1- Hamile kadının iddeti: Bu iddet kadın ister bâin talakla boşanmış olsun ister ric’î talak ile ister hayatta bir ayrılık ister kocası öldüğü için ayrılmış olsun, doğum yapmakla tamamlanır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır.” (et-Talak, 65/4)

2- Ay hali olan boşanmış kadının iddeti: Bu da üç kur’dur. Nitekim yüce Allah: “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç kur’ beklerler” (el-Bakara, 2/228) buyurmaktadır ki, bu da üç ay hali demektir.

3- Ay hali olmayan kadın: Bu da iki türlüdür; ya ay hali görmeyecek kadar küçüktür ya da ay halinden kesilmiş yaşlı bir kadındır. Yüce Allah bu iki türün de bekleyeceği iddeti şu buyruğuyla açıklamıştır:

“Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla asla ay hali olmayanların (iddetleri) hakkında şüphe ederseniz, onların iddeti üç aydır.” (et-Talâk, 65/4)

4- Kocası vefat etmiş olan kadının iddetini de yüce Allah şu buyruğuyla açıklamaktadır:

“İçinizden vefat edenlerin bıraktıkları eşler kendiliklerinden dört ay on gün beklerler.” (el-Bakara, 2/234)

Bu buyruk hem kendisiyle gerdeğe girilmiş olan kadını hem yaşı küçük hem de büyük olan kadını kapsar. Bunun kapsamına hamile kadın girmez. Çünkü hamile kadınlar yüce Allah’ın: “Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır” (et-Talak, 65/4) buyruğu ile istisnâ edilmişlerdir.[140]

İddet Bekleyen Kadın İçin Haram Olanlar:

1- Ona evlenme teklifi yapmanın hükmü:

a- Ric’î talak dolayısıyla iddet bekleyen kadına açık ya da üstü kapalı ifadelerle evlenme teklifinde bulunmak haramdır. Çünkü böyle bir kadın evli kadın hükmündedir. Herhangi bir kimsenin ona evlenme teklifinde bulunması caiz değildir. Çünkü hala kocasının nikahı altında gibidir.

b- Ric’î olmayan talak dolayısıyla iddet bekleyen kadına üstü kapalı ifadelerle değil de açıktan evlenme teklifinde bulunmak haramdır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“İddet bekleyen kadınlara üstü kapalı talip olmanızda veya içinizde (onlarla evlenme isteğini) saklamanızda size bir günah yoktur” (el-Bakara, 2/235)

Açıktan evlenme teklifi, onunla evlenme arzusunu açıkça ifade etmektir. Seninle evlenmek istiyorum demek gibi. Çünkü böyle bir teklif sebebiyle kadının evlenme isteği kendisini fiilen iddeti sona ermeden önce iddetinin sona erdiğini bildirmesine sebep olabilir. Üstü kapalı ifade ise onunla evlenmek hususunda açık bir ifade değildir. Bundan hem bir mahzur ortaya çıkmaz; hem de ayet-i kerime bunu böyle ifade etmektedir

Üstü kapalı ifadeye örnek: Ben senin gibi birisini beğenebilirim, türünden sözler söylemektir. Ric’î olmayan talak dolayısıyla iddet bekleyen kadının yine bu üstü kapalı ifadeye üstü kapalı şekilde cevap vermesi de mübahtır. Ancak açıkça yapılan teklife cevap vermesi helal olmaz. Ric’î talak dolayısıyla iddet bekleyen bir kadının ise kendisine evlenme teklifinde bulunan kimseye ne açık ne de üstü kapalı bir şekilde cevap vermesi mübah değildir.

2- Başka bir kocadan iddet bekleyen kadına akit yapmak haramdır

Çünkü yüce Allah: “İddet sona erinceye kadar nikâh akdini bağlamaya azmetmeyin” (el-Bakara, 2/235) buyurmaktadır. İbn Kesir, Tefsir’inde[141] şöyle demektedir: “Yani sizler iddet sona erinceye kadar nikâh akdi yapmayınız. İddet süresi içerisinde yapılacak akdin sahih olmayacağını ilim adamları icma halinde ifade etmişlerdir.”

İki Hatırlatma

a- Kendisiyle gerdeğe girilmeden önce kocası tarafından boşanan kadının iddet bekleme yükümlülüğü yoktur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler, mü’min hanımları nikâhlayıp sonra kendilerine dokunmadan onları boşarsanız, sizin için onlar aleyhine sayacağınız bir iddet olmaz.” (el-Ahzab, 33/49)

İbn Kesir, Tefsir’inde[142] şunları söylemektedir: “Bu ilim adamları tarafından icma ile kabul edilmiş bir husustur. Kadın kendisi ile gerdeğe girilmeden önce boşanacak olursa onun iddet bekleme yükümlülüğü yoktur. Hemen istediği kimse ile evlenebilir.”

b- Kendisi ile gerdeğe girilmeden önce boşanıp da mehri tayin edilmiş olan kadının, belirlenmiş mehrin yarısını alma hakkı vardır. Eğer mehri tayin edilmemiş ise giyim ve buna benzer (kocanın) kolayına gelen bir şey ile onu faydalandırması (müt’a vermesi) gerekir.

Kendisi ile gerdeğe girildikten sonra boşanan kadın, mehir almayı hakeder. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Kendileriyle temas etmediğiniz veya kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz hanımları boşarsanız (bunda) üzerinize günah yoktur. Onları zengin olan kendi halince, fakir olanınız da kendi halince güzel bir şekilde faydalandırınız.” (el-Bakara, 2/236)

Nihayet yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Kendilerine mehir tayin etmiş olduğunuz hanımları onlara dokunmadan önce boşarsanız tayin ettiğinizin yarısını onlara verin.” (el-Bakara, 2/237)

Yani ey erkekler topluluğu, sizler kadınları kendilerine dokunmadan ve onlar için bir mehir tayin etmeden de boşayabilirsiniz. Eğer bundan dolayı onun kırgınlığı söz konusu ise, bu ona verilecek bir müt’a ile telafi edilir. Müt’a ise her erkeğin kolaylık ve zenginliğine göre ve bu husustaki örfe uygun bir şekilde uygun bir bağışta bulunmaktır. Daha sonra yüce Allah mehri tayin edilmiş olan kadını söz konusu ederek ona bu mehrin yarısının verilmesini emretmiştir. Hâfız İbn Kesir Tefsir’inde şöyle demektedir: “Bu durumda mehrin yarısının verileceği hususu ilim adamları tarafından icma ile kabul edilmiştir. Bu konuda aralarında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur.”

3- Kocasının Ölümü Dolayısıyla İddet Bekleyen Kadına Haram Olan Şeyler

Bunlar beş husus olup Hidâd (yas) diye adlandırılır

1- Bütün çeşitleriyle hoş koku: Kadın ne bedeninde ne elbisesinde koku sürünmez, kokulu şeyleri kullanmaz. Çünkü sahih hadiste Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Hiç bir kokuya el sürmez” buyurmuştur.

2- Bedenen süslenmek: Böyle bir kadının kına yakması, sürme çekmesi, deriyi boyayan çeşitli boya türleri ile süslenmesi haramdır. Ancak süs olsun diye değil de tedavi maksadıyla sürme çekmeğe mecbur kalması hali bundan müstesnadır. Bu durumda o geceleyin sürme çekebilir; gündüzün o sürmeyi siler. Ziynet özelliği taşımayan sürme dışında herhangi bir ilaçla gözlerini tedavi etmesinde bir sakınca yoktur.

3- Ziynet için yapılmış ziynet için hazırlanmış elbiseleri giyinerek süslenmek: Bu durumda olan bir kadın, ziynet özelliği taşımayan elbiseler giyer. Adeten giyilen renkler arasından muayyen bir renk giyilmesi söz konusu değildir.

4- Yüzük dahil bütün türleri ile ziynet eşyaları takınmak (da haramdır).

5- Kadının, kocasının vefat ettiği evin dışında gecelemesi. Böyle bir evden kadın şer’i bir mazeret olmaksızın başka bir yere gitmez. Ne hasta ziyareti için ne bir arkadaş ne de bir akraba ziyareti için evinden çıkmaz. Gündüzün zorunlu ihtiyaçları için dışarı çıkması mübahtır.

Yüce Allah’ın kadına helal kıldığı hususlardan –bu beş şey dışında kalan- herhangi bir şeyden alıkonulmaz. İmam İbnu’l-Kayyim, Zâdu’l-Meâd’da[143] şöyle demektedir: “Tırnaklarını kesmesi, koltuk altlarını yolması, kesilmesi mendub olan kıllarını traş etmesi, sidr ile yıkanması ve taranırken onu kullanması da alıkonulmaz.”

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye de Fetvalarında[144] şunları söylemektedir: “Meyve ve et gibi Allah’ın kendisine mübah kıldığı herşeyi yiyebilir; yine mübah olan her türlü içeceği de içer… Dikiş dikmek, elbise biçmek ve buna benzer hanımların yaptıkları işlerden olup mübah olan herhangi bir işi yapması ona haram değildir. Böyle bir kadının iddet dışında mübah olan diğer işleri yapması caizdir. Tesettüre riayet etmek şartıyla kendileriyle konuşmaya gerek duyacağı erkeklerle konuşmak ve benzeri hususlar gibi. İşte sözünü ettiğim bu hususlar, Resulullah sallallahu aleyhi vesellem’ın sünneti olup kocaları vefat eden ashab hanımlarının yaptıkları işlerdir…”

Avamın söyledikleri şeylerden olan aya karşı yüzünü örter, evinin damına çıkmaz, erkeklerle konuşmaz, mahremlerine karşı yüzünü örter gibi bütün sözlerin hiç bir aslı yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

-----------------------------------------------------------------------------------

[115] Bu hadisi, Buhari ve Müslim, İbn Mesud radıyallahu anh’dan rivayet etmişlerdir.

[116] İbn Kesir Tefsiri, V, 94-95, Darü’l-endelüs baskısı.

[117] XXXII, 90.

[118] III, 149.

[119] III, 422.

[120] Hadisi, Tirmizi rivayet etmiş olup hasen olduğunu belirtmiştir. Hadisin başka tanıkları da vardır.

[121] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

[122] VI, 128-129.

[123] VI, 487.

[124] Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

[125] V, 96.

[126] VI, 493.

[127] XXXII, 39.

[128] Ayrıca bk. Muğni, VI, 449.

[129] Hadisi Ahmed, Buhari, Müslim ve Tirmizi rivayet etmiş olup Tirmizi hasen olduğunu belirtmiştir.

[130] VI, 200.

[131] İbn Hibban, Sahih’inde rivayet etmiştir.

[132] Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

[133] Hadisi Buharî, Müslim ve başkaları da rivayet etmiştir.

[134] Hadisi, Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

[135] XXXIII, 260-261.

[136] V, 188-189.

[137] bk. İbn Kesir, Tefsir, II, 406 son baskı.

[138] I, 483.

[139] Hadisi Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etmiş olup İbn Hibban, Sahih’inde hasen olduğunu belirtmiştir.

[140] İbnu’l-Kayyım, Zadu’l-Meâd, V, 594-595 de.

[141] I, 509.

[142] V, 479.

[143] V, 507.

[144] XXXIV, 27-28.

MÜ’MİN HANIMLARA ÖZEL UYARILAR - Prof. Dr. Salih el- Fevzân

Read On 0 yorum

GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)