GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Sorulu Cevaplı Kadere İman..

17:18
K A D E R E İ M A N



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ



Soru … 1 : Kaza ve Kaderin lugavi ve ıstılahi tariflerini yapar mısınız ?



Cevap … 1 : Kader ; sözlükte miktar, değer, kuvvet ve belirleme gibi an-lamlara gelir.



Istılahtaki manası ise ; var olacak şeylerin ne zaman, nerede, nasıl ve hangi durumlarda meydana geleceğinin Allah tarafından ezelden beri bilinmesi ve bu bilgiye göre tespit ve takdir edilmesidir.



Kaza ; sözlükte emir, hüküm, eda etme ve yaratma gibi anlamlara gelir.



Istılahta ise ; Allah’ın ezelde irade ve takdir ettiği şeyleri (kaderi) vakti gelince meydana getirmesi ve yaratmasıdır.



Zikri geçen bu tariflere göre kader, Allah’ın ilim ve irade sıfatlarıyla, kaza ise yaratma sıfatı ile ilgili bir kavramdır.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 2 : Kaza ile Kader arasındaki fark nedir ?



Cevap … 2 : Kader ile Kazâ arasındaki fark şudur : Kader ; Yüce Allah’ın işleri vâki’ kılmadan evvel takdir etmesi, Kazâ ise ; o takdiri infaz ile yokluktan fiil hududuna çıkarmasıdır…. Zikredeceğimiz şu delillerde bu manayı görmeniz mümkündür :



“… Ebu Hureyre r.a dan gelen bir hadis’te,Resûlullah s.a.v. yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar yanından sûratle geçtiğinde :

- Ya resûlullah ! Allah’ın Kazâsından mı kaçıyorsunuz ? Sûaline ;

- Allah’ın kazâsından kaderine kaçıyorum, buyurdular.”

AHMED.MÜSNED :



“ … Ve yine bilindiği gibi Ömer r.a Şam’a giderken Tâûn hastalığını işitince, geriye dönmek için karar verdiğinde, Ebu Ubeyde İbnu’l Cerrah kendisine : Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun ? dediğinde, Ömer r.a : Evet, Allah’ın kaderinden yine kaderine kaçıyorum, buyurmuşlardır.”

BUHARİ : 12.C.5756.S.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 3 : Kadere imanın delillerini zikreder misiniz ?



Cevap … 3 : Kadere imanın delilleri Kur’an ve sünnette bolca zikredil-miştir. Onlardan bazıları şunlardır :

“ … Meşhur Cibril hadisinde zikredildiği gibi Allah resûlü s.a.v’e Cibril dedi ki : Bana iman’dan haber ver. Resulullah s.a.v de :

“…… Ve bir de Kaderin hayrına ve şerrine iman etmendir, buyurdular. “



MÜSLİM.1.C.8.N - EBU DAVUD.5.4695.N



“… Ali r.a’dan : Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Kul, şu dört şeye iman etmediği müddetçe mü’min olamaz :

- Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim

- Allah’ın resûlü olup hak ile gönderildiğime şehadet edecek.

- Ölüme ve ondan sonraki dirilmeye inanacak.

- Ve bir de Kader’e iman edecek.”

TİRMİZİ : 4.C.2232.N - İBNİ MACE : 1.C.81.N



“… Câbir bin Abdullah R.A’dan : Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Bir kul, hayrı ve şerri ile Kadere iman etmedikçe ; kendisine isabet etmesi gereken bir şeyin ondan şaşmasına ve kendisine isabet etmeyecek bir şeyin de ona isasbet etmesine imkan olmadığına inanmadıkça iman etmiş olmaz.”

TİRMİZİ : 4.2231.N



“… İbni Abbas r.a’dan ; dedi ki : Bir gün Resulullah s.a.v’in arkasında idim. Bana :



- Ey Delikanlı ! bak sana birkaç kelime öğreteceğim iyi dinle ; Bilmiş ol ki bütün ümmet herhangi bir hususta sana fayda vermek için bir araya gelmiş olsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği hususta sana yararlı olabilirler. Aynı zaman da sana herhangi bir hususta zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar, yine ancak Allah’ın senin aleyhinde takdir ettiği bir hususta sana zarar verebilirler. Artık kalemler kalkmış, sayfalar kurumuştur.”

TİRMİZİ : 4.2635.N



“… Yahya’ ibnu Ya’mer şöyle dedi : Ma’bed Cuheni Basra’da kader’i inkâr hususunda ilk söz söyleyen kimsedir. Bir gün ben ve Humeyd İbn Abdurrahman Himyeri iki hacı veya iki mu’temir - yani umre yapan - olarak gittik. Ve dedik ki : Keşki Resulullah s.a.v’in ashabından birine rast gelsek te ona şu adamların kader hakkında söylediklerini bi sorsak. Müteakiben tam mescide girerken Abdullah İbn Ömer’e rast geldik. Birimiz sağından diğerimiz solundan olmak üzere hemen yanına yaklaştık. Ben arkadaşım sözü bana bırakacağını düşünerek : Ey Eba Abdurrahman ! bizim taraf ta Kur’ân’ı okuyan ve ilmi arayan bir takım insanlar ortaya çıkmıştır. Ve onlar : Kader yoktur, işler, Allah’ın bir ilmi ve takdiri olmaksızın yeniden meydana gelir, iddiasında bulunuyorlar, dedim. O şöyle dedi :

- Bu adamlara kavuştuğun zaman onlara şunu haber ver : Ben onlardan uzağım, onlarda benden uzaktırlar. Abdullah İbn Ömer yemin etmekte olduğu Allah’a and vererek dedi ki ; eğer onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olup ta onu infak etseydi, kendisinden, kadere inanmadıkça Allah bunu ondan kabul etmez………”

MÜSLİM : 1. C.8.N



“… İbn Ömer r.a’dan : Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Kaderi inkâr edenler şu ümmetin Mecusileridir. Eğer hasta olurlarsa onları ziyaret etmeyiniz. Eğer ölürlerse cenazelerinde bulunmayınız.”



EBU DAVUD : 5.4691.N



“… Cabir bin Abdullah s.a.v’dan : Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Bu ümmetin Mecusileri Allah’ın Kaderini tekzib edenlerdir. Hatsalanırlarsa onları ziyaret etmeyiniz, ölürler ise cenâzelerinde bulunmayınız ve onlara rastlarsanız selâm vermeyiniz.”

İBN MACE : 1.92.N



“… Abdullah ibn Amr r.a’dan Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Bir kimse, kaderin hayrına ve şerrine iman etmedikçe mü’min olamaz.”



AHMED : 2 / 181 - TABERANİ.M.EVSAT - M.ZEVAİD : 7/197



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 4 : Kader konusunda konuşmak doğru mudur ?



Cevap … 4 : Müslümanların içerisinde bulunduğu problemlerden bir tanesi de ; kaderle alakalı konuşulmaz, problemidir.



Yani, ne zaman kaza ve kader konusu gündeme gelse hemen, onunla alakalı konuşmanın hoş olmayacağı… ondan bahsetmenin konuyla ilgili şüphe ve tereddütlere yol açacağı… ve … bu konu da konuşanların ayağının kaydığı… anlayışı ileri sürülerek bu iman esası ile alakalı ilim ve irfandan uzak durmuşlardır.



Halbuki kaza ve kader konusunda mutlak bir ifadeyle ; konuşmak yasaktır veya ondan bahsetmek tehlikelidir “ sözü, bir çok sebeplerden dolayı yanlıştır, batıldır ve mahzurludur…. Çünkü ;



Birinci olarak : Bilindiği gibi kaza ve kadere iman, iman esaslarından birisidir. Dolayısıyla bu konuya iman edilmediği müddetçe hiçbir kulun imanı istenildiği anlamda gerçekleşmez…



Peki öyleyse, bu insanların ortaya attığı nazariye eğer doğruysa, bu konu nasıl öğrenilecek ve bu mes’eleye nasıl iman edilecektir ?



İkinci olarak : Biraz öncede ifade ettiğimiz gibi, meşhur Cibril hadisinde bu konunun dinin özlü esaslarından birisi olarak anlatıldığı gibi, bunun öğrenilmesinin gerekliliği de ; “…… Bu cibril’di, size dininizi öğretmeye geldi……” ifadesinden açıkca anlaşılmaktadır.



Dolayısıyla, dini olan bu mevzunun öğrenilmesi her Müslüman üzerine vaciptir.Velevki icmalide olsa. - yani, tafsilatlı değil de, ana hatlarıyla da olsa onu öğrenmesi gerekir, bir müslümanın.



Öyleyse, öğrenilmesi her müslümana farz olan bu konudan bahsetmemek, ondan konuşmamak, onu öğrenmemek nasıl mümkün olabilir... ?



Üçüncü olarak : Bilindiği gibi Kitap ve Sünnet bu konuyu icmali ve tafsili olarak anlatan bir çok delillerle doludur.



Dolayısıyla, eğer Kur’an ve sünnet’te bir mevzudan bahsedilmiş ve o mevzu en güzel şekliyle anlatılmış ise, bu demektir ki o konuda muhakkak ki konuşulması gerekir ve o mevzunun muhakkak ki öğrenilmesi ve ona iman edilmesi gerekir.



Dördüncü olarak : Allah Resûlü s.a.v’den bu konuda soru sorulmasını yasaklayan bir ifade olmadığı gibi, aksine mevzunun en ince ayrıntısına kadar ashabtan kendisine sorular sorulduğu rivayetler de sabitdir….. Örneğin Sûraka hadisinde zikredildiği gibi :



“ … Allah Rasûlü s.a.v’e :

- Yâ Rasulallah ! Bize dinimizin aslını açıkla onu bize beyan et. Bu günkü amel neyin içindedir ?. Bunun bilgisine nisbetle biz sanki şimdi yaratılmış gibiyiz - yani bu mesele’ye biz bilmiyoruz - Bu günün ameli, kalemlerin yazıp da yazıların kuruduğu ve takdirlerin cerayân ettiği işler içindemidir. Yoksa karşılayacağımız - yani yeniden meydana gelecek - işler içinde midir ? diye soruldu. Resulullah s.a.v :



- Hayır, bu günkü iş, yeniden meydana gelecek işler içinde değildir. Fakat kalemlerin yazıp kuruduğu, takdirlerin cereyan ettiği işler içindedir buyurdu. Sûraka :

- Öyleyse amel ne içindir ? dedi . Allah Resûlü s.a.v :

- Amel ediniz, çünkü herkes ne için yaratıldı ise onun yolları kendisine kolaylaştırılmıştır, buyurdu. “



MÜSLİM. 8.C.2648.N - İBNU MACE.1.C.91.N



Bu ve bununla eş manalı deliller gösteriyor ki ; bu konuda soru sorulabilir. Çünkü Surâka sormuştur……. Cevap verilebilir. Çünkü Allah râsulü s.a.v cevap vermiştir… Bu konuda soru soran kınanmaz… Çünkü Allah rasûlü s.a.v soru soranı kınamamıştır…..



Soru … 5 : Her şey önceden belirlenmiş bir kadere göre mi cereyan eder, bunun delillerini zikreder misiniz ?



Cevap … 5 : Evet ! Her şey önceden belirlenmiş bir kadere göre cereyan eder… Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur :



“ Gerek yerde ve gerek kendi nefislerinizde başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmazdan önce, bir kitapta yazılmamış olsun. Bu, şüphesiz Allah’a çok kolaydır.”

HADİD : 22



“… Her şeyi o yaratmış ve bir ölçü içinde o takdir etmiştir.” FURKAN : 2







“……. Allah’ın emri, takdir olunmuş bir kaderdir.” AHZAB : 38





“ Muhakkak ki biz,her şeyi bir kadere göre yarattık.” KAMER : 49



Zikredilen bu Ayeti kerimelerden de anlaşıldığı gibi, her şey önceden belir-lenmiş bir kadere göre cereyan eder…… Yani ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her şey, Allah’u Azze Celle’nin önceden belirlediği bir ölçüye göre cereyan eder.



“… Allah resûlü s.a.v. şöyle buyurdu : Her şey bir kader iledir. Hatta âcizlik ile zeka ve beceriklilik bile.”

MÜSLİM . 8.2655.N



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 6 : Allah’ın takdiri genel midir ?



Cevap … 6 : Allah’ın takdiri, genel ve mufassal olarak ikiye ayrılır.



Genel takdir : Olacak her şeyi kapsayan ve Levh-i Mahfuz’da yazılmış olan takdirdir… Zikredeceğimiz hadiste de geçtiği gibi Allahu Teâlâ kıyamet gününe kadar olacak her şeyin kaderini O deftere yazmıştır. Bu takdir mahlukatın hepsini kapsamaktadır.



“ … Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu :

- Allah, ilk önce kalemi yarattı ve ona yaz, dedi . Kalem : Ne yazayım, dedi. Allah : Kaderi, olanı ve ebediyete kadar olacağı yaz, buyurdu. ”



TİRMİZİ :4.C.2244 - EBU DAVUD : 5.4700 - AHMED.MÜS. : 5/317 – ASIM ES-SÜNNE : 1/48



Mufassal - yani ayrıntılı - Takdir : Bu ise genel takdirin ayrıntılarıdır ve üç çeşittir:

1 - Ömürlük Takdir :



“ … İbni Mes’ud Radıyallahu Anhunun rivayet ettiği hadiste bildirildiği gibi cenin anne karnında ilk dört aylık dönemi tamamlayınca Allah ona bir melek gönderir. Bu melek Allah’ın emriyle o ceninin cinsini, rızkını, ecelini ve amelini yani şaki’mi - isyankar mı - veya said’mi - itaatkar mı - olduğunu yazar.



Müslim : 2643-2646 – Buhari : 6487



2 - Yıllık Takdir : Bu, Allah’ın her Kadir Gecesi’nde o sene boyunca olacakları Levh-i Mahfuz’daki yazıya uygun olarak takdir etmesidir :



“ Muhakkak ki O Kur’an’ı mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz ki biz uyaranlarız. O gecede her bir iş tarafımızdan bir emir ile ayrılır. “



DUHAN : 3 – 5



3 - Günlük Takdir : Bu ise, Allah’ın hayata getirme, öldürme, alçaltma, yük-seltme, zenginleştirme, fakirleştirme, daraltma, genişletme, verme ve alma gibi günlük hadiseleri takdir etmesidir :



“ Göklerde ve yerde bulunanlar O’ndan isterler. O her gün bir iştedir. “



RAHMAN : 29.AY.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 7 : Kader konusunda bir Müslüman nasıl hareket etmelidir ?



Cevap … 7 : İlim ehlinin kader konudaki ittifak ettiği şu ifadeleri zikre-decek olur isek, herhalde sorumuzun cevabını almış olacağı :



“… Kazâ ve Kader mes’elesinde en doğru bilgi kaynağı Kitap ve Sünnet’tir. En doğru hareket de bunlardan ilham alarak bilgi edinmektir. Bu iki kaynakla yetinmeyerek akıl ve mantık yoluyla bir takım kıyaslamalar yapmak sûreti ile ileri gitmek, insanı hayret ve dalâlete düşürür. Çünkü Kaza ve Kader bilgisi ilahi sırlardandır. Bilinmeyen hikmetlere binaen bu sırrı Allah insanlara bildirmemiş ve akıl yolu ile bunu çözme imkânını kullarına vermemiştir. Kaderin iç yüzünü ne bir peygamber ve ne de bir Melek bilebilmiştir… Dolayısıyla biz, Kitap ve Sünnet ile Kader mes’elesine çizilmiş olan sınırları tecavüz etmemek mecburiyetindeyiz …..”



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 8 : Kader ne zaman yazılmıştır, bunu izah eden bir delil var mıdır ?

Cevap … 8 : Kader, yerlerin ve göklerin yaratılmasından elli bin sene önce yazılmıştır.

“ … Atâ diyor ki : ben, Resûlullah s.a.v‘in sahabisi Ubâde bin Es-Sâmit’in oğlu Velid ile karşılaştım ve kendisine :

- Ölümüne yakın babanın sana vasiyeti ne idi ? diye sordum. Dedi ki Beni yanına çağırdı ve şöyle dedi :

- Ey oğulcuğum !........ Ben rasulullah s.a.v’den işittim şöyle buyurdu :

- Allah, ilk önce kalemi yarattı ve ona yaz, dedi . Kalem : Ne yazayım, dedi. Allah : Kaderi, olanı ve ebediyete kadar olacağı yaz, buyurdu. ”



TİRMİZİ :4.C.2244 - EBU DAVUD : 5.4700 - AHMED.MÜS. : 5/317 – ASIM ES-SÜNNE : 1/48



“… Abdullah ibn Amr İbn Âs r.a şöyle dedi : Ben Resulullah s.a.v‘den işittim şöyle buyurdu : Allah’u Azze ve Celle mahlukatının kaderini semâları ve yeri yaratmadan elli bin sene önce yazmıştır. ”



MÜSLİM :8.2653.N - TİRMİZİ :4.2245.N



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 9 : Kaza ve Kadere imanın manası nedir ?



Cevap … 9 : Kaza ve Kadere imanın manası özetle şudur :



Kainatta meydana gelmiş ve gelecek olan her şey Allah’ın ilmi, dilemesi, takdiri ve yaratması ile olur. Her şeyin bir kaderi vardır. Bunun anlamı ise şudur :



Yüce Allah, insanların hür iradeleriyle seçecekleri şeyleri, nerede ve ne şekilde seçeceklerini ezeli ve ebedi ilmiyle bilir. Bu bilgisine göre diler ve yine buna göre takdir buyurup zamanı gelince kulun seçimi doğrultusunda bunları yaratır. Bu durumda Allah kulun neyi seçip neyi seçmeyeceğini bilmektedir.



Allah’ın ezeli manada bir şeyi bilmesinin, kulun irade ve seçimi üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur. Aslen insanlar, Allah’ın kendileri hakkında sahip olduğu bilgiden habersizdirler. Dolayısıyla pratik hayatta bu bilginin etkisi altında kalmadan tamamen kendi iradeleriyle davranmaktadırlar. Yani bizler belli işleri Yüce Allah bildiği için yapmıyoruz. Sadece bizim bu işleri yapacağımız O’nun tarafından bilinmektedir.



Allah, kulu seçen ve seçtiklerinden de sorumlu olan bir varlık olarak yaratmış, onu emir ve yasaklarla yükümlü ve sorumlu tutmuştur. Ayrıca Allahu Teâlâ, kulun seçimine göre fiilin yaratılacağı şeklinde bir kanun da belir-lemiştir.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 10 : Kadere iman da bir müslümanın bilmesi gereken esaslar nelerdir, bunları izah eder misiniz ?

Cevap … 10 : Ey Müslüman ! unutma ki ; Kadere iman denildiği zaman, şu dört temel esas akla gelir…. Dolayısıyla, bir kulun bu dört temel esası çok iyi bilmesi ve onlara uygun bir inancının olması gerekir… Ta ki, kendisinden istenen kader inancı istenildiği manada gerçekleşmiş olsun.



1 - EL- İLMU ……. Allah’ın ilmi … Yani Allah’ın ilminin ezeli oluşuna, kullar daha amel etmeden önce onları bildiğine iman ….



2 - EL- KİTABETU ….. Allah’ın yazması … Yani olmuş ve olacağın Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğuna iman ….



3 - EL- MEŞİETU …… Allah’ın dilemesi …Yani her şeyin Allah’ın meşieti ve kuşatıcı kudreti ile meydana geldiğine iman ….



4 - EL- HALGU …… Allah’ın yaratması …Yani Mahlukatın ve onlarla alakalı her şeyin yaratıcısının Allah olduğuna iman….



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 11 : Zikri geçen bu dört rüknun tafsilatından deliller çerçeve-sinde bahseder misiniz ?



Cevap … 11 : Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi ; bir kulun bu dört temel esası çok iyi bilmesi ve onlara uygun bir inancının olması gerekir…



1- EL – İLMU :



Kadere iman da ilk derece, Allah’u Azze ve Celle’nin ezeli ve ebedi ilminin olduğuna iman etmektir.



Yani, yüce Allah’ın gerek toplu olarak ve gerekse tafsilatlı olarak ezel’den ebede kadar - ister kendisinin fiilleriyle taalluk etsin, ister kullarının fiilleriyle taalluk etsin – her hangi bir fark söz konusu olmaksızın, her şeyi bildiğine iman etmektir……. Diğer bir ifadeyle : O’nun ilminin, - ister kendisiyle alakalı olsun ister kullarıyla alakalı olsun - olmuş ve olacak her şeyi kuşattığına inanmaktır… Rabbimiz bu konu da şöyle buyurmaktadır :



“ Bilmiyor musum ki Allah, gökte ve yerde olan her şeyi bilir… “ HACC : 70





“ …. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir. “ ANKEBUT : 62





“ Gaybın anahtarları O’nun yanındadır, onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde olan her şeyi bilir. Düşen bir yaprak ki mutlaka onu bilir, yerin karanlıklaları içinde gömülen dâne, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitap ta olmasın.”

EN’AM : 59

“ Muhakkakki Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. “ TALAK : 12



“ O Allah’ki Göklerde ve yerde olanları bilir, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir. Allah, göğüslerin özünü bilendir.”



TEĞABÜN : 4



“…….. Göklerde ve yerde olan zerre miktarı hiçbir şey gaybı bilen Allah’tan gizli kalmaz……..”

SEBE : 3



“ O, kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. Gaybı da hazır olanı da bilendir. O, Rahmandır ; Rahim’dir.”

HAŞR : 22



“ ….. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi o’nundur. O’nun izni olmadan yanında kim şefaat edebilir ? onların önünde ve arkasında olan her şeyi bilir. O’nun ilminden kendisinin dilediği dışında hiçbir şeyi kavraya-mazlar……..”

BAKARA : 255



“ Allah, onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, onlara elbette duyururdu. Eğer onlara duyursaydı onlar, yine yüz çevirip dönerlerdi.”

ENFAL : 23



“ Eğer sizinle birlikte - savaşa - çıksalardı, sizi bozmaktan başka bir işe yaramazlar, içinizde fitne çıkarmak için hemen aranıza sokulurlardı ; zira içinizde onlara kulak veren kimseler vardı. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir. ”

TEVBE : 47 – TAHA : 110



“… Ali R.A şöyle dedi : Resûlullah s.a.v. bir gün oturmuş ve elinde bulunan bir değneği düşünceli bir halde yere vurup dürtüştürüyordu. Bir ara başını kaldırdı ve : Sizden hiçbir nefis müstesna olmamak üzere cenet’teki yeri de ateşteki yeri de bilinmiştir, buyurdu…………..”

MÜSLİM : 8.C.2647/7.N



“ … İbn Abbas r.a şöyle dedi : Peygamber s.a.v’e müşriklerin çocuklarından soruldu da : Allah müşriklerin çocuklarını yaratırken, bunların - nasıl yaşayıp - ne işleyeceklerini en iyi bilendir, buyurdu. “



BUHARİ : 14.6491. S - MÜSLİM : 8.C.2660.N



“ … Ubey ibnu Kâb r.a şöyle dedi:Resulullah s.a.v: Hızır’ın öldürmüş olduğu çocuk kâfir olarak tabatlandırılmıştır. Eğer yaşasaydı muhakkak ana ve babasına azgınlık, tecavüz ve kafirlik sarıp büyüyecekti, buyurdu. “



MÜSLİM.8.C2661.N



İşte bu ve emsali deliller, yüce Allah’ın gerek toplu olarak ve gerekse tafsilatlı olarak ezelden ebede kadar - ister kendisinin fiilleriyle alakalı olsun, ister kullarının fiilleri ile alakalı olsun - her hangi bir fark söz konusu olmaksızın, her şeyi bildiğini ortaya koymaktadır.



2 - EL- KİTABETU



Kaderin bu bölümü ise, Allah’u Azze ve Celle’nin kıyamete kadar olacak her şeyi “ Levhi Mahfuz ” da yazmasıdır.



“… Allah resûlü s.a.v şöyle buyurmaktadır : Allah, ilk önce kalemi yarattı ve ona yaz ; dedi. Kalem ; Ne yazayım ? dedi. Allah : Kaderi, olanı ve ebediyete kadar olacağı yaz, buyurdu. “



EBU DAVUD : 5.C.4700.N – TİRMİZİ : 4.C.2244.N - AHMED : 5 / 317



Diğer bir rivayet te ise,Allah resûlü s.a.v şöyle buyurmaktadır : Allah’u Azze ve Celle mahlukatının kaderini semaları ve yeri yaratmadan elli bin sene önce yazmıştır……”

MÜSLİM : 8.C.2653.N - TİRMİZİ : 4.C.2245.N



Allah’u Azze ve Celle Kerim kitabında şöyle buyurur :



“ Bilmiyor musun ku Allah, gökte ve yerde olan her şeyi bilir ; bu, levhi mahfuz’da yazılıdır. Bu, şüphesiz ki Allah’a Kolaydır. “

HACC : 70



“ Gerek yerde ve gerek kendi nefislerinizde başınıza gelen hiçbir musibet yokturki, biz onu yaratmazdan önce, bir kitapta yazılmamış olsun. Bu, şüphesiz Allah’a çok kolaydır. ”

HADİD : 22



“ Göklerde ve yerde olan zerre mikdarı hiçbir şey gaybı bilen Allah’tan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.”

SEBE : 3



“ De ki : Bize, Allah’ın yazdığından başka bir şey isabet etmez. O, bizim mevlâmızdır. Bu itibarla mü’minler, yalnız Allah’a güvenip dayansınlar. ”



TEVBE. 51



3- EL- MEŞİETU



Kaderin bu bölümü ise, Allah’u Azze ve Celle’nin dile diğinin olduğuna ve dilemediğinin olmadığına inanmayı gerektirir.



Dolayısıyle bütün kâinattaki meydana gelen olayların ancak Allah’u Azze ve Celle’nin meşieti - yani, dilemesi ve istemesi - ile meydana geldiğine bir müslümanın iman etmesi gerekir.



Bunlar, ister kendi fiilleri ile alakalı şeyler olsun,ister kulların fiilleri ile alakalı şeyler olsun fark etmez.



Allah’u Azze ve Celle kendi fiilleri ile alakalı olarak şöyle buyurmaktadır :



“…………… Allah dilediğini yapar . ” İBRAHİM : 27.AY



“ Rabbin dilediğini yaratır ve seçer…………” KASAS : 68.AY





“ Sizi ana rahimlerinde nasıl dilemişse öylece şekillendiren O’dur…”



ALİ İMRAN : 6.AY.



“…… Allah kimi dilerse,onu dalalette bırakır ; kimi dilerse, onu da dosdoğru yola sokar. ”

EN’AM : 39.149 - İBRAHİM : 4.AY.



“ Âlemlerin rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” TEKVİR : 29. AY.



Allal’u Azze ve Celle, yaratıkların fiilleri ile alakalı olarak ta şöyle buyur-maktadır :



“ Faraza biz onlara melekleri indirseydik, ölüler onlarla konuşsaydı ve her şeyi onların karşısında ve her şeyi onların karşısında bir araya getirseydik, Allah dilemedikçe yine iman etmezler. Çoğu bunu bilmez.”



“ Keza biz, her peygambere, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler telkin eden insan ve cin şeytanlarını düşman etmişizdir. Eğer Rabbın dileseydi bunu yapamazlardı. Fakat onları, yaptıkları iftiralarla baş başa bırak.”

ENAM. 111.112.



“…… Eğer Allah dileseydi, onları sizin üzerinize musallat eder ve sizinle savaşırlardı …………………”

NİSA : 90.AY.



“ Eğer Allah dileseydi, onlar şirk koşmazlardı. Seni onlara bekçi kılmadık. Sen onlara vekil de değilsin .”

EN’AM. 107.



“ Eğer Rabbın dileseydi,yeryüzünde bulunan herkes, topyekün iman ederdi. Hal böyle olunca, sen, insanları mümin oluncaya kadar zorlayıp duracak mısın ? ”

YUNUS.99

“…. Eğer Allah dileseydi, bunlardan sonra gelenler, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, birbirlerini öldürmezlerdi….”

BAKARA : 253



“ Hiçbir şey için " ben bunu yarın yapacağım " deme.” “ Ancak Allah dilerse - de - …………… ”

KEHF : 23-24



“… Abdullah İbn Amr İbn Âs r.a’dan, Resulullah s.a.v den işittim şöyle buyurdu : Bütün Adem oğullarının kalpleri Rahmanın parmaklarından iki parmak arasında bir tek kalb gibidir ki, dilediği şekilde evirip çevirir.”



MÜSLİM : 8.c.2654.N



4 - EL HALKU



Kaderin bu mertebesi ise, kâinattaki Allah’tan başka her şeyin, yoktan varolmuş birer mahluk olduğuna ve bunların gerek zâtlarının ve gerekse sıfatlarının yaratıcısının Allah Azze ve Celle olduğuna iman etmektir.



Rabbimiz Kerim Kitabında şöyle buyurmakta :



“ Allah, her şeyin yaratıcısıdır ; o, her şeye vekildir.”

ZÜMER.62.



“… Her şeyi o yaratmış ve bir düzen içinde o takdir etmiştir.”

FURKAN. 2



“… Hiç Allah’tan başka, gökten ve yerden size rızık veren bir yaratıcı var mı ? ……….”

FATIR.3

“ Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.”

SAFFAT.96

“ Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O ‘dur…………”

ENBİYA.33



“ Ey insanlar ! sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisiniden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabb’inizden korkun. ”



NİSA.1.AY.



“ … Huzeyfe r.a’dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Muhakkakki Allah, her sanatçıyı ve sanatını yaratır.”



BUHARİ. EF’ALİL İBÂD : 117.N - HAKİM. MÜSTEDREK : 1/31-32. BEYHAKİ. ESMA. 388. Ş.İMAN.1/140 - HEYSEMİ.M.ZEVÂİD : 7/197



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 12 : Kul fiilinin yaratıcısı mıdır, yoksa bunları yaratan da Allah mıdır ?

Cevap … 12 : Kullar gerçek faildir’ler - yani işi yapandırlar - Allah’u Azze ve Celle ise, onların fiillerinin yaratıcısıdır….. Dolayısıyla, mü’min olan da kâfir olan da, iyi olan da kötü olan da, namaz kılanda oruç tutanda kuldur.



Kulların kendi işlerine güçleri yettiği gibi, iyiyi ve kötüyü de seçme hakları vardır.



Bunun içindir ki Allah’u Azze ve Celle kullarına, kendisine ve peygam-berlerine itaat etmelerini emretmiş ve kendisine olsun. Peygamberlerine olsun, isyan edilmesini de nehyetmiştir.



O, Muttakileri, iyilik yapanları ve adil davrananları seveceğini zikrettiği gibi, iman edip Salih amel işleyenlerden de razı olacağını bildirmiştir.



Bununla beraber kâfirleri, müşrikleri ve itaatsiz toplumları sevmediğini zikrettiği gibi, onların küfürlerinden ve tüm çirkin davranışlarından da razı olmayacağını beyan etmiştir.



Kulun ihtiyari fiillerinde bir meşietinin ve bu fiillere yetecek bir kudretinin bulunmasını isbat eden deliller şunlardır :



A - Kulun meşieti hakkındaki deliller :



“……O halde dileyen Rabbine varan bir yol tutar.”

NEBE : 39 – İNSAN : 29



“….... O halde tarlanıza dilediğiniz şekilde varın……”

BAKARA : 223



“……. Dileyen iman etsin, dileyen küfretsin………………”

KEHF : 29



Zikri geçen bu deliller, kulun fiillerinde bir meşietinin - yani dilemesinin - bulunduğunu isbat eden delillerdir………



B - Kulun kudreti hakkındaki deliller :



“ O halde, Allah’tan gücünüzün yettiği kadar sakının. Dinleyin, itaat edin ve kendi iyiliğiniz için, Allah yolunda infak edin……”

TEGÂBUN .16.



“…….. Allah, hiç kimseye gücünün yetmeyeceği bir şey yüklemez. Kazandığı iyilik lehine, kötülük ise aleyhinedir…… ”

BAKARA .286



Vakıa olarakta şu bir gerçektir ki her insan kendisinin bir meşieti ile bir kudretinin olduğunu, bunlarla istediğini yapıp yine bunlarla istemediğini yapmadığını bilmektedir.



Fakat unutulmaması gerekirki, kulun meşieti ve kudreti ancak Allah’ın meşieti ve kudreti ile ortaya çıkar….. Çünkü yüce Rabbimiz şöyle buyur-maktadır :



“ İçinizden doğru yola girmeyi dileyen kimseler için……….. Şu da bir gerçektir ki, Alemlerin rabbi olan Allah dilemedikçe siz bir şey dileye-mezsiniz. ”

TEKVİR .28 -29



Yani ; bu kâinat her şeyi ile yüce Allah’ın mülküdür, dolayısıyle O’nun gücü, kudreti, kuvveti, ilmi ve meşieti olmaksızın hiçbir şey O’nun mülkünde meydana gelmez.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 13 : Bir insan Allah’ın emrettiği farzları yerine getirmeyip, nehyettiği şeyleri de irtikab ederek ; “ Ne yapayım benim kaderim buymuş “ diyebilir mi ? … veya dediğin de bu inancında haklı sayılır mı ?



Cevap … 13 : Kadere iman etmek, hiçbir zaman emirlerin terk edilmesi ve nehiylerin işlenmesi hususunda insanın eline bir delil vermiş olmaz.



Yani, yüce Allah’ın emrettiği farzları yerine getirmeyip, nehyettiği şeyleri de irtikab ederek ; Ne yapayım benim kaderim buymuş, diyemez bir insan… Kulun bu şekilde hareket ederek kaderi delil göstermesi, bir çok açıdan tutarsız ve geçersizdir…..



Allah kendisinden razı olsun - Muhammed bin Salih el Useymin, Şerhu Selâsetil Usûl kitabında bu konuyu birkaç açıdan izah etmektedir ;



1- Yüce Allah şöyle buyurmaktadır :



“ Müşrikler : Allah dileseydi , biz de babalarımız da ortak koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık, diyeceklerdir. Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki : Yanınızda bize çıkartıp, gösterebileceğiniz herhangi bir bilgi – delil - var mı ? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz. “

EN’AM : 148



Zikredilen bu Ayeti kerime gereğince Eğer kader bunların – yani kötülük işleyipte, ne yapayım kaderim bu diyenlerin - lehine bir delil teşkil etmiş olsaydı, Allah Azze ve Celle bunların iddialarını yalanlayıp onlara azab etmezdi……

2 - Yüce Allah Kerim kitabında yine şöyle buyurmaktadır :



“ …. İnsanların, Allah’a karşı - özür olarak ileri sürebilecekleri - bir delilleri bulunmaması için müjdeleyen ve korkutan peygamberler gönderdik. Allah, Azizdir, Hakimdir. “

NİSA : 165.



Şayet peygamberlere aykırı davrananlar lehine kader bir delil teşkil etseydi, peygamberlerin gönderilmesiyle bu delilin ortadan kalkması gerekirdi.



Çünkü peygamberlerin gönderilmesinden sonra onların peygamberlere aykırı davranmaları da yüce Allah’ın kaderiyledir……



3 - Lafız Buhari’nin olmak üzere Buhari ve Müslim’in Ali b. Ebî Talib r.a’dan rivayetlerine göre :



“ …. Peygamber s.a.v şöyle buyurmaktadır : Cennet ya da Cehennemden kalacağı yer yazılmamış hiçbir kimse yoktur. Orada bulunanlardan birisi :

- O halde biz amel işlemeyelim, dedi. Allah resûlü :

- Hayır, sizler amel edin, çünkü herkes için kolaylık sağlanmıştır. Daha sonra şu ayetleri okudu : LEYL : 5 – 10



“ Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Ammâ kim cimrilik eder, kendini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa biz de ona en güç olanı hazırlarız.”



BUHARİ : 14.6495.S – MÜSLİM : 8.2647.N



Burada da görüldüğü gibi Allah resûlü s.a.v, insanlara amel işlemelerini emrederek onların, kadere bel bağlamalarını yasaklamıştır.



4 - Yüce Allah kullarına emir ve nehiylerde bulunmuş ve onları ancak güç yetirebilecekleri şeylerle mükellef tutmuştur. O :



“ O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun……”

TEGABÜN. 16



diye buyurduğu gibi : “ Allah, hiçbir kimseye gücünün yetmeyeceği bir şeyi yüklemez……”

BAKARA.286.

diye de buyurmaktadır.



Şâyet kul fiillerini işlemeye mecbur olsaydı, o takdirde kendisi için kurtul-ması mümkün olmayan ve gücünün de yetmeyeceği şeylerle mükellef tutulmuş olurdu kul.



Böyle bir şey ise batıldır. Bundan dolayı kul bilmeden, unutarak ya da zorlandığı için herhangi bir kötülük işleyecek olursa, mazur sayılmaya-cağından ötürü onun için günah söz konusu olacaktı.



5 - Bizler insanların dünya işlerinde kendilerine uygun düşen işlere yöneldiklerini, onları elde etmeye çalıştıklarını, onları bir kenara bırkarak uygun olmayan işlere yönelmediklerini, uygun işlere yönelmelerine karşılıkta kaderi delil göstermediklerini görüyoruz.



Peki aynı insan niçin dini ile ilgili hususlarda kendisine fayda veren şeyleri bırakıp zararlı olan şeylere yöneliyor, sonra da kaderi delil gösteriyor ? Her iki işin durumu da aynı değimlidir ?



Şimdi bu hususu bir örnekle açıklayalım :



“ Bir insanın önünde iki yol bulunsa ve bunlardan birisini başından sonuna kadar anarşi, öldürme, talan, namus ve şereflerin ayaklar altına alındığı, korku ve açlığın egemen olduğu bir ülkeye ulaşırken, diğeri ise başından sonuna kadar güvenli bir düzen, rahat bir geçim, namus, şeref, ve haysiyete önemin verildiği, mala mülke saygının egemen olduğu bir ülkeye gidiyor ise, acaba insan bu iki yolun hangisini izler ?



Elbetteki düzenin ve güvenliğin egemen olduğu ülkeye götüren ikinci yolu izleyecektir.



Hiçbir zaman aklılı ve şuurlu olan bir insanın, anarşinin ve korkunun egemen olduğu ülkeye götüren yolu izleyeceği ve bunun için de kaderi delil göstereceği düşünülemez. O halde ahiret ile ilgili hususlarda ne diye cennet’e değil de cehenneme götüren yolu izlemektedir insan ? ”



İkinci bir örnek : Hastaya ilaç içmesi emredildiğinde canı istememekle birlikte bu ilacı içtiğini, kendisine zarar veren yemekten alıkonduğunda canı çekmekle birlikte o yemeyi terk ettiğini görüyoruz. Bütün bunları şifa bulmak ve esenliğe kavuşmak isteğiyle yapar insan. İlacı içmeyip, kendisine zarar veren yemeği yiyerek kaderi delil göstermesi mümkün değildir. Peki insan ne diye Allah ve Resûlünün emrettiğini terk etmekte ya da Allah ve Resûlünün yasakladıklarını işlemekte, sonra da kaderi delil göstermektedir ?..



6 - Terkettiği farzlara yahut işlediği ma’siyetlere karşılık kaderi delil gösteren bir kimseye, herhangi bir kimse bir haksızlıkta bulunup malını alacak ya da herhangi bir hakkını çiğneyecek olupta ona karşı kaderi delil gösterir ve : “ Sakın beni kınama, çünkü benim sana bu haksızlığım Allah’ın kaderinin bir gereğidir…” diyecek olsa, onun böyle bir gerek-çesini kabul etmeyecektir.



Peki başkasının kendisine yaptığı haksızlıklarda kaderin delil gösterilmesini kabul etmezken, yüce Allah’ın haklarını çiğnemesi halinde kaderi kendi lehine nasıl delil olarak gösterebilir ki ?



Nakledildiğine göre mü’minlerin emiri Ömer b.Hattab’ın huzuruna el kesme cezasını hak etmiş bir hırsız getirilir. O da elinin kesilmesini emredince hırsız : Ağır ol ey müminlerin emiri der, çünkü ben Allah’ın kaderinin bir gereği olarak hırsızlık yaptım, deyince, Ömer r.a da : Bizler de ancak Allah’ın kaderinin gereği olarak senin elini kesebiliriz, diye cevap vermiştir.



ŞERH’U SELASETİL ÛSUL : 131-132.S



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 14 : Kader konusunda buraya kadar anlatılanlardan anlaşıl-dığı üzere, insanın cezası da mukafatı da eliyle kazandıkları yüzündendir, bu hususu doğru anlamış mıyım ?



Cevap … 14 : Evet bu doğrudur … Ceza ve mukafat kulun kendi eliyle kazandığı şeyler yüzündendir.



Yani, bu konuda sapıklığa düşen cebriye’nin dediginin tam tersi, “ Kul amelini işlemeye mecbur kılınmamış ” ona ihtiyar etme – yani tercih etme hakkı - ve buna da güç yetirebilme imkanı verilmiştir.



Dolayısıyle, - delilleriyle de gördüğümüz gibi - iman eden de küfreden de kendi iradesi ile hareket etmektedir.



Başka bir ifadeyle, gördüğü ceza da mukâfat ta, ancak kendi kazandığının karşılığıdır….. Rabbimiz yüce kitabında şöyle buyurmaktadır :



“……. Her kişi kendi kazandığı ile tutulur. ” TÛR : 21.AY





“ İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.”

NECM : 39.AY



“ Cehennem ateşine itilerek atıldıkları gün, onlara denecektir ki : İşte bu , sizin yalanlamış olduğunuz ateş. Bu bir sihir midir, yoksa siz mi görmüyorsunuz ? Oraya girin bakalım. İster sabredin, ister etmeyin ; sizin için birdir. Fakat sadece dünyada yapmış olduklarınızla cezalan-dırılacaksınız.



Allah’tan sakınanlarda, Rablerinin kendilerine verdikleriyle ve kendi-lerini cehennem azabından koruması sebebiyle sevinçli bir halde cennetlerde ve nimetler içindedirler.



Onlara da denir ki : Dünyada işlemiş olduklarınıza karşılık sıra sıra dizilmiş olan sedirlere dayanmış olduğunuz halde âfiyetle yeyin ve için ” Ayrıca onları hur-ı iyn ile evlendiriniz.”

TÛR : 13-14.15.16.17….20



“ Bunlar, Cennet ehli olup, yapmış olduklarına mûkafat olarak, orada ebedi kalacaklardır.”

AHKAF : 14 – NAHL : 32.



“ Bu ceza, ellerinizin yapıp öne sürmüş olduğu şeyler dolayısıyledir. Yoksa Allah, elbette kullarına zulmedici değildir.”

ENFAL : 51



Görüldüğü gibi cennet ve cehennem, kulun kendi iradesi ile hareket ederek kazanmaya çalıştığı yerlerdir.



Ancak şunu kesinlikle unutmamak gerekir ki ; Eğer Allah’u Azze ve Celle’nin kuluna yardımı, onun günahlarının çoğunu affetmesi ve az iyiliklerine karşılık çok çok mûkafat vermesi söz konusu olmazsa kul, paçasını zor kurtarır.



Öyleyse kul gücünün yettiği ölçüde Allah’ın emirlerine sarılıp nehiy-lerinden de uzak duracak, ama, hiçbir zaman yapmış olduğu bu cılız amellerine güvenmeden Allah’ın affına, merhametine ve az amellerine karşılık çok vermesine güvenecektir.



Bu konuda şu hakikati asla unutmamalıdır kul : Cennet, kulun amellerinin tam karşılığı değildir, Allah’ın rahmeti ve ikramıdır.



“… Peygamber s.a.v şöyle buyurmaktadır : Ameli kendisini cennete sokacak hiçbir kimse yoktur. Sende mi ey Allah’ın resülû ? diye sorulunca o :

- Evet ! Eğer Rabbimin rahmeti olmasa ben dahi ”



BUHARİ : 14.C.6395.S - MÜSLİM : 8.2816.N.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 15 : Kadere imanın faydaları ve semereleri nelerdir, bunlardan biraz bahseder misiniz ?



Cevap … 15 : Kaza ve kadere imanın bir çok faydaları ve semereleri vardır. Onlardan bazıları şunlardır :



1 - Kalb sukûnet bulur ve hoşnut olur : Bilindiği gibi dünya hayatında sıkıntı ve meşakkatler kuldan ayrılmaz… Kaderin hayrına ve şerrine iman eden bir insan kendisine isabet edenin Allah’ın takdiri olduğunu, onun muhakkak yerini bulacağını, olmamasının ise imkansız olduğunu bilir ve bu şuurla hareket ederse musibet anında nefsi mutmain olur ve kalbi rahat eder… Böyle bir kul, İman etmeyenlerin bu gibi durumlarda düştüğü acizlik, endişe ve rahatsızlık hallerine düşmez. Onların gösterdiği gibi tepki göstermez ve hayatından da bıkkınlık duymaz.



Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır :



“ - Bu musibetlerin Kitap’ta yazılı olması - elinize geçiremediğinize üzül-memeniz ve size verdiğim ile de sevinmeyesiniz diyedir. Allah böbür-lenip kibirlenenleri sevmez.

HADİT : 23.AY



“ Andolsun, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan edileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden de bir çok eziyet verici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız bu azme değer şeylerdendir.”

ALİ İMRAN : 186.AY.



Öyleyse mü’min musibet anında kaygılanıp üzülmemeli, sabretmeli ve Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe kapılmamalıdır. Nimet anında ise şükretmeli, sevinip gururlanmamalı ve Allah’ın tuzağından da emin olmamalıdır.



“ … Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Selem şöyle buyurur : Mü’minin işi hayret vericidir. Çünkü onun her işi hayırdır. Bu da sadece mü’min için geçerlidir. Onu sevindirici bir şey olursa şükreder, bu onun lehine bir hayır olur. Ona zarar verici bir şey olursa da sabreder, bu da onun lehine bir hayır olur. “

MÜSLİM : 8.C.2999 / 64.N



2 - Musibet anında sabır ve sebat sağlar ….



Kader inancına sahip olan bir mü’min bela ve musibet anında sebat eder, hayatında karşılaştığı her türlü zorlukları ve meşakkatleri sabit bir kalple ve sadık bir yakin ile karşılar. Çünkü bilir ki bu dünya bir imtihan yurdudur.



Allahu Teala buyuruyor ki :



“ İnsanlar yalnız “ iman ettik “ demekle, hiç imtihan edilmeden başı boş bırakılacaklarınımı zannediyorlar “

ANKEBUT : 2.AY.



“ Andolsun ki sizleri, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri bilinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar imtihan edeceğiz. “



MUHAMMED : 31.AY.

“ Andolsun ki biz, onlardan öncekilerini imtihan ettik. Elbetteki Allah – bu imtihanla – doğruları da bilecek, yalancıları da bilecektir. “



ANKEBUT : 3.AY.



Yani bazen sevindirici şeylerle rahatlayacak ve mutlu olacak, bazen de üzücü şeylerle daralacak ve sıkılacaktır….. Ve neticede düşünecek ve diyecek ki : “ bu bir imtihandır, bu imtihanı sağ salim geçersem bir daha hiç üzülmeyeceğim, daralmayacağım ve sıkılmayacağım “



Musibetlere sabretmenin ise iki yönlü güzel karşılığı vardır.



Birincisi : Günahlarından temizlenmesine vesiledir...



İkincisi ise : Rabbinin hoşnutluğunu kazanmasıdır...



Bu konuyu isbat eden sünneti seniyyede hadisi şerifler bir hayli çoktur. Onlardan bir kaçı şunlardır :



{ …. Sa’d bin Ebi Vakkas r.a dan. O şöyle demiştir : Ben Resulullah s.a.v’e :

- Ya Rasulallah ! hangi insanların başına gelen bela ve musibetler daha şiddetli olur ? dedim. Resulullah s.a.v :

- Peygamberler. Sonra, sırasıyla Allah katında rütbece en üstün olanlar. Buyur-dular.– Ve devamla buyurdular ki – : Kul, dindarlığının keyfiyetine göre belaya uğrar. Eğer dininde kuvvetli ise,belası o derece şiddetli olur. Şayet imanında gevşeklik, zayıflık olursa,o derecede bir bela ve müsibete uğrar. Bela kuldan ayrılmaz. Nihayet kul, üzerinde hiçbir günah kalmayarak yeryüzünde dolaşmaya başlarsa, işte o zaman bela da onun peşini bırakır. }



İBNİ MACE : 10.C.4023.N - TİRMİZİ : 4.C.2509.N - DARİMİ : 6.C.2786.N - HAKİM : 1 / 40 – 41 - S.SAHİHA : 43 . N - AHMED : 1 / 172-174



{ …. Ebu Hureyre r.a dan.Dedi ki : Allah Resulü s.a.v şöyle buyurdu : Mü’min ve Mü’mine, üzerinde her hangi bir günah kalmaksızın Allah’a kavuşun-caya kadar gerek nefsinde, gerek çoluk çocuğunda ve gerekse malında bela kendisinden ayrılmaz. }

TİRMİZİ : 4.C.2510.N



Ey Müslüman ! bu konuda İslam tarihine şöyle bir bak…. Göreceksindir ki ; gerek Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve gerekse onun ashabı - Allah kendilerinden razı olsun - bir çok musibet ve belalarla imtihan olmuşlar, fakat onlar bu musibet ve belaları atlatana kadar onları doğru ve kesin bir imanla karşılamış ve azimle mücadelelerini sürdürmüşlerdir... Ve tabi ki bunun sebebi de onların ;



“ De ki : Allah’ın bizim için yazdığından başkası asla bize isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler. “



TEVBE : 51.AY.

Ayetinde bildirilen kaza ve kadere dair yakini imanlarıdır.



3 - Sıkıntıyı hediyeye ve musibeti de sevaba dönüştürür ….



Sağlıklı bir Kader inancına sahip olan bir mü’min bela ve musibet anında sebat eder, bunu sevaba ve hediyeye dönüştürür.... Çünkü kendisine iman ettiği Rabbi şöyle buyurmaktadır :



“ Allah’ın izni olmadıkça hiçbir musibet gelip çatmaz. Kim Allah’a iman ederse onun kalbine hidayet verir. Allah her şeyi bilendir.”

TEĞABUN : 11.AY.



Bu Ayet hakkında Katade Rahmetullahi Aleyh şöyle demektedir :



“ Bir kişiye musibet isabet ederse o, onun Allah’tan olduğunu bilir, buna rıza gösterir ve teslim olur.”

İBNİ KESİR : 14.C.7930.S



Ayet’ten anlaşılması gereken şudur : Kul, kendisinin kusuru olmaksızın bir musibete uğradığında bunun Allah’ın kaderi olduğunu bilir, buna sabreder, ecrini Allah’tan umar ve Allah’ın kazasına teslim olursa, Allah onun kalbini hidayete erdirir ve ona dünyadan elde edemediğinin karşılığında kalbine hidayet, doğru ve yakini bir iman verir.



Bununla beraber Allah’ın emirlerini yapmama ve yasaklarını çiğneme gibi durumlarda inen musibet ve belalarda kul eğer Allah’ın kaza ve kaderine iman eder ve sabrederse, bu da yine onun için bir kazanç sayılacaktır.... Yani o musibet ve belalar günahlarına kefaret olacaktır.



{ …. Ebu Hureyre r.a dan.O şöyle dedi : “ Her kim bir kötülük işlerse onunla cezalanır “ “ NİSA : 122. “ Ayet’i celilesi nazil olunca,bu Ayet Müslü-manlara çok şiddetli geldi. Bunun üzerine Resulullah s.a.v şöyle buyurdular :

- Amellerinizde ifrad ve tefrid yapmayarak orta bir yol tutunuz ve daima doğru olanı kasdediniz. Müslümanın musibetlendiği her şeyde bir kefaret vardır.Hatta kişinin maruz kalacağı bir ayak tökezlemesinde ve kendisine batacak bir diken de bile. }

MÜSLİM : 8.C.2574.N - TİRMİZİ : 5.C.3228.N



{ …. Ebu Said el- Hudri r.a dan.Resulullah s.a.v buyurdular ki : Bir mü’min yorgunluk, hastalık, keder, hüzün ve eziyete uğradı mı mutlaka Allah’u Teala bunu onun günahlarına kefaret kılar. }

AHMED : 3 / 4.38.61. N.10624



{ …. Aişe r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Mü’min hastalandığı zaman, körüğün demirin pasını, pisini temizlediği gibi, hastalıkta onun günahlarını öyle temizler. }

CAMİU’S SAĞİR : 1.C.259.N



4 – Cesaret sağlar ve kula kulluktan kurtarır ….



Sağlılı bir kader inancına sahip olan kişinin kalbinde korkaklıktan eser kalmaz…Ümmetin kendisine bir zarar vermek için birleştiğini duysa bile, sadece Allah’ın yazdığı kadar zarar verebileceklerini, daha fazlasına asla güç yetiremeyeceklerine inanır…



Çünkü kendisini örnek ve önder edindiği Peygamberi şöyle buyurur :



“… İbni Abbas r.a’dan ; dedi ki : Bir gün Resulullah s.a.v’in arkasında idim. Bana :



- Ey Delikanlı ! bak sana birkaç kelime öğreteceğim iyi dinle ; Bilmiş ol ki bütün ümmet herhangi bir hususta sana fayda vermek için bir araya gelmiş olsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği hususta sana yararlı olabilirler. Aynı zaman da sana herhangi bir hususta zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar, yine ancak Allah’ın senin aleyhinde takdir ettiği bir hususta sana zarar verebilirler. Artık kalemler kalkmış, sayfalar kurumuştur.”

TİRMİZİ : 4.2635.N



Ve yine sağlılı bir kader inancına sahip olan kişi, hiç kimsenin rızkını ve ecelini tamamlamadan ölmeyeceğine emin olur ve kula kul olmaktan da kurtulur.



“ … Ebi Umame r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Cibrili emin bana, rızkını tamamlamadan hiç kimse ölmeyecektir diye haber verdi. O halde Allah’tan korkun, rızık konusunda mutedil olun. Sakın rızık endişesi sizi, Allah’u Taala ya isyan etmeğe sevketmesin. Çünkü Allah katındaki hayır-lara, ancak Allah’a itaatle ulaşılır. “



TABERANİ KEBİR : 7694.N - M. ZEVAİD : 4.72.6293.N



“… Ebu Said el Hudri r.a.dan; Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Dikkat edin insanların korkusu, sizden birinizin söylemesi gereken bir söze veya sahip olduğu bir hakka mani olmasın. Çünkü hakkı söylemek veya önemli bir şeyi hatırlatmak ne kişinin rızkını uzaklaştırır ve ne de ecelini yaklaştırır. “

AHMED : 3 / 19 – İBNİ KESİR : 5.C.2386.S





5 – Cihad ruhu kazandırır ve ölüm korkusunu yener ….



Kader inancı sağlam olan bir kul, Allah yolundaki cihadında da ilerler ve ölümden korkmaz. Çünkü o ölümün kaçınılmaz olduğunu, ecel geldiğinde de bir an dahi olsa gecikmeyeceğini ve onu, hiçbir sığınağın ve gücün uzak-laştıramayacağını bilir.... Rabbimiz şöyle buyurur :



“ Nerede olursanız olun hatta muhkem kılınmış kalelerin içinde de olsanız ölüm sizi yine bulur….. “

NİSA : 78.AY.



“ …… De ki : Kendilerine ölüm yazılmış olanlar evlerinde olsalar bile yatacakları yere giderler - ve gene öldürülürlerdi - ….. “

ALİ İMRAN : 154.AY.



“ … Allah resûlü s.a.v şöyle buyuruyor : Ölümden kaçanın misali, yeryü-zünün kendisinden borcunu istediği tilkinin misali gibidir. Yeryüzü borcunu isteyince, tilki çıkıp kaçar, yorulup uykusuzluk iyice bastırınca yuvasına iner. Yeryüzü tekrar ona : “ Ey tilki alacağımı ver ” der. Tilki yine süratle ininden çıkar kaçar. Böyle koşmak ta devam eder de sonun da boynu kırılır ve ölür. “

Taberani Kebir.İbni Kesir.13.7448.s



6 – Allah’ın rızasını kazandırır …



Kaza ve kadere iman eden bir mü’min, bela ve musibet geldiğinde bunun, Allah’ın kendisini sevdiğini ve bununla kendisini temizlemek istediğini düşünür ve buna rıza gösterir….. Ve böyle bir kul, Allah resulü s.a.v’in şu ifadelerini asla aklından çıkarmaz :



{ …. Enes r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Mukafatın büyüklüğü, belanın büyüklüğüne bağlıdır. Allah bir kavmi severse onları imtihan eder ; rıza gösteren rıza bulur, kızgınlık gösteren de kızgınlık bulur. }



TİRMİZİ : 4.C.2507. N - İBNİ MACE : 10.C.4031.N



7 – Amele ve çalışmaya yönlendirir :



Kaza ve kadere iman eden bir mü’min mahluka itimat edip onlara sırtını yaslamaz, bilakis yalnızca Allah’a tevekkül eder. Allah’ın haklarını ihmal etmeksizin helal kazanç yollarına yönelir, üretimde bulunur. Bir zarara uğrar veya istemediği bir durumla karşılaşırsa da bu onu çalışıp gayret etmekten alıkoymaz ve ümitsizliğe düşmez…. Ve böyle bir kul :



“ Ahh keşke şöyle şöyle yapsaydım da bu başıma gelmeseydi “ , demez. Aksine o ; Bunu Allah takdir etti ve O dilediğini yaptı, der, O’nun fazlından ve kereminden istemeye devam eder.



“… Resulullah s.a.v şöyle buyurur : Ey insanlar ! Allah’tan korkunuz ve rızık talebinde mu’tedil olunuz. Çünkü rızkı geçikse bile tamamını elde etmedikçe hiçbir nefis ölmeyecektir. O halde rızık talebinde Allah’tan korkun ve istemekte mu’tedil olun. Helal olanı alınız, haram olanı bırakınız. “

İBNİ MACE : 6.C.2144.N – BEYHAKİ : 10404



“ … Resulullah s.a.v yine şöyle buyurur : Cibrili emin bana, rızkını tamam-lamadan hiçbir nefis ölmeyecektir diye haber verdi. O halde Allah’tan korkun ve rızık konusunda mu’tedil olun. Sakın rızık endişesi sizi Allah’u teala’ya isyan etmeye sevketmesin. Çünkü Allah katındaki hayırlara, ancak Allah’a itaatle ulaşılır. “



HEYSEMİ M.ZEVAİD : 4 / 72 – 6293.N – TABERANİ KEBİR : 7694.N – İBNİ HİBBAN





Allahu Teala’nın şu buyruğu kadere iman eden basiretli bir mü’min için ne de güzel bir kılavuzdur :



“ …….. Her kim Allah’a tevekkül ederse O kendisine yeter. Şüphesiz ki Allah emrini yerine getirir. Allah her şey için bir kader tayin etmiştir. “



TALAK : 3.AY.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 16 : Kader konusunda derine dalmanın ve munakaşa etmenin çirkinliğinden biraz bahseder misiniz ?



Cevap … 16 : “ Unutmayalım ki Kazâ ve Kader mes’elesinde en doğru bilgi kaynağı Kitap ve Sünnet’tir. En doğru hareket de bunlardan ilham alarak bilgi edinmektir. Bu iki kaynakla yetinmeyerek akıl ve mantık yoluyla bir takım kıyaslamalar yapmak sûreti ile ileri gitmek, insanı hayret ve dalâlete düşürür. Çünkü Kaza ve Kader bilgisi ilahi sırlardandır. Bilinmeyen hikmetlere binaen bu sırrı Allah insanlara bildirmemiş ve akıl yolu ile bunu çözme imkânını kullarına vermemiştir. Kaderin iç yüzünü ne bir peygamber ve ne de bir Melek bilebilmiştir… Dolayısıyla biz, Kitap ve Sünnet ile Kader mes’elesine çizilmiş olan sınırları tecavüz etmemek ve bu konuda teslimiyet göstermek mecburi-yetindeyiz …..”





Özellikle de zaman ve mekan kavramlarıyla yoğrulmuş olan insan aklı, bu kavramların söz konusu olmadığı bir ilim, irade ve kudreti kavrayabilme güç ve yeteneğinde değildir. Kader konusu çözmeye girişmek, insanın kapasitesini zorlaması ve imkansızı elde etmeye çalışması demektir ki, bu kişiyi sapıklığa ve helak olmaya sürükler.



Bütün bunları bilen Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Selem, kader konusunda tartışan ashâbına çok kızmış, bu hususta tartışma ve derine dalmanın onlara fayda vermeyeceğini bildirerek, geçmiş kavimlerin helakine sebep olan bu tür tartışmalardan uzak durmalarını istemiştir.



“ … Ebû Hureyre r.a’dan. O şöyle demiştir : Kader konusunda birbirimizle münakaşa etmekte iken Rasûlullah s.a.v üzerimize çıkageldi o kadar kızdı ki yüzü kızardı yanaklarından sanki kan fışkıracaktı, sonra şöyle buyurdu : Size bu konuda münakaşa mı emredildi yoksa ben bu konular için mi? gönderildim. Sizden önceki toplumlar bu konuda münakaşa ettikleri için helak olup gittiler. Bu konuda münakaşa etmemenizi istiyorum bu konuda münakaşa etmemenizi istiyorum.”



TİRMİZİ : 4.C.2216.N – İBNİ MACE : 1.C.85.N – AHMED : 6668 - 6846



“ … Ebû Hureyre r.a’dan. Rasûlullah s.a.v şöyle buyurdu : Kader konusunda bilgisizce konuşmak, ümmetimin ahir zamanada şerlilerine bırakıldı. “



SUYUTİ CAMİU’S SAĞİR : 1.C.167.N



Allah resulü s.a.v’in ashabı kader konusunda çok dikkatli davranmışlar ve bu mevzuda fazla derine dalınmamasını çevresindeki insanlara anlatmışlardır.



Bir adam Mü’minlerin Emiri Ali r.a ya ısrarla kader hakkında soru sorduğunda ona şöyle cevap vermiştir :



“ Kader karanlık bir yoldur, ona girme çıkamazsın. O derin bir denizdir, sakın ona dalma boğulursun. O Allah’ın bir sırrıdır, kendini boşuna külfet altına sokma çünkü öğrenemezsin. “

TEYSİRU’L AZİZİ’L HAMİD : 686.S



Hulasa, Allahu Teâlâ kader konusunda bizlerin nelere nereye kadar ihtiyacı-mızın olduğunu bilerek, bunları bizlere bildirmiş ve ihtiyacımız olmayan kısmını ise açıklamamıştır…. Öyleyse şunu asla aklımızdan çıkarmamamız lazım : Hikmet ve rahmet sahibi Rabbimizin bu konuda bildirdikleri ile yetinmek, bildirmediklerini de araştırarak külfet altına girmemek en hayırlı ve en sağlıklı bir yoldur.
Read On 0 yorum

Suret ve Resmin Hükmü..

17:18
S U R E T V E R E S M İ N H Ü K M Ü


1- “ … Müminlerin anası Aişe radıyallahu anha şöyle haber vermiştir : Kendisi üstünde bir takım resimler bulunan küçük bir yastık, bir şilte satın almıştı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu görünce kapının önünde dikeldi de içeriye girmedi. Aişe radıyallahu anha dedi ki : bu sırada ben onun yüzündeki istemezliği sezip tanıdım ve : Ya Rasulallah Ben Allah’a ve Rasulüne tevbe ederim. Ben ne günahı işledim ki ? Dedim. Rasulullah : “ Şu yastığın hali nedir ? ” buyurdu. Ben: Ben onu sen üzerine oturasın ve yaslanasın diye, senin için satın aldım, dedim. Rasulullah : “ Bu suretlerin sahipleri kıyamet gününde muhakkak azab edilirler ” ve yine Rasulullah : “İçinde suretler bulunan eve melekler girmez ” buyurdu.”



Buhari : 1946-1947-3038-3039-5959-5962-5963 – Müslim : 96



2 – “ … Aişe r.a’dan : Aişe kendisine ait bir masa veya raf üzerine, üstünde canlı hayvan resimleri bulunan bir perde edinmişti. Nebi s.a.v onu söküp yırttı. Aişe de bu yırtık perdeden iki küçük topan yastık yaptı. Bu iki yastık evde bulunurdu da Nebi s.a.v bunların üzerine oturur idi.

Buhari : 2296 – Müslim : 91-92-93-95



3 – “ … Aişe r.a şöyle dedi : Bizim, kendisinde kuş şekli bulunan bir perdemiz vardı. İçeriye giren kimse onu karşılardı. Bir gün Rasulullah s.a.v bana : “ Bunu çevir. Çünkü her girişimde bunu görüyor ve dünyayı hatırlıyorum ” buyurdu. Yine Aişe : Bizim bir kadifemiz vardı ki, biz onun alemi ipektir derdik. İşte biz onu giyiniyorduk, demiştir. “



Müslim : 88 – Nesei : 5318



4 – “ … Aişe r.a şöyle dedi : Rasulullah s.a.v bir seferden geldi. Ben de kapının üzerine, kendisinde kanatlı at şekilleri bulunan bir örtü ile perdelemiştim. Rasulullah s.a.v çıkarmamı emretti ben de çıkardım. “

Müslim : 90-94 – Nesei : 5317



5 – “ … Sufyan İbn Uyeyne tahdis edip şöyle dedi : Ben Abdullah İbnu’l-Kasım’dan işittim. O günlerde Medine de ondan daha faziletli kimse yoktu. O şöyle dedi : Ben babam el-Kasım ibn Muhammed İbn Bekr’den işittim şöyle dedi : Ben Aişe radıyallahu anha’dan işittim şöyle diyordu : Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir seferden geldi. Ben de kendisine bir takım timsaller bulunan bir perdemi bana ait olan bir raf üzerine örtmüştüm. Rasulullah onu görünce yerinden çıkarıp yırttı ve : “ Kıyamet gününde insanların en şiddetli azablıları, Allah'ın yarat-masına benzetmeye çalışan kimselerdir ” buyurdu.



Aişe : Müteakiben biz o perdeyi bir yastık yahut iki yastık yaptık, demiştir.



Müslim : 2109/98 – Buhari : 5957-5958 – Nesei : 5320-5321-5322-5328



6 – “ … Ebu Talha el-Ensari radıyallahu anh : Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den işittim : " Melekler içinde köpek ve timsaller bulunan eve girmezler " buyurdu, dedi.

Ravi Zeyd ibn Halid dedi ki: bunun üzerine Aişe'ye geldim ve : Bu zat bana Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in " Melekler içinde köpek ve timsaller bulunan eve girmezler " buyurduğunu haber veriyor. Sen Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bunu zikrettiğini işittin mi ? diye sordum. Aişe dedi ki : " Hayır ben bunu işitmedim, lakin size Nebi'nin yaptığını gördüğüm şeyi size tahdis edeceğim : Ben Nebi'nin bir gazaya çıktığını gördüm. O sırada ben kenarı saçaklı bir yatak örtüsü almış ve bunu kapı üzerine asmıştım. Nebi dönüp geldiğinde bu perdeyi kapıda gördü. Ben Nebi'nin yüzündeki hoşnutsuzluğu hissetmiştim. Nebi perdeyi çekti hatta onu yırttı ve kopardı da : şüphesiz ki Allah bizlere, duvarın taşını ve toprağını böyle suretli kumaşla örtmemizi emret-medi " buyurdu.



Aişe : Müteakiben biz örtüyü parçaladık da ondan iki yastık yaptık, bu iki yastığın içine hurma yaprakları doldurdum. Nebi benim bu işimi bana karşı ayıplamadı demişti.

Müslim : 2107/87 - Ebu Davud : 4153



7 – “ … Bize Amr İbnu’l-Haris haber verdi, ona da Bukeyr İbnu’l-Eşecc tahdis etmiştir. Ona da Busr İbn Said tahdis etmiştir. Ona da Zeyd İbnu’l-Halid el-Cuheni radıyallahu anhu tahdis etmiştir. Busr ibn Said’in beraberinde, Nebi’nin zevcesi Meymune’nin himayesinde bulunmuş olan Ubeydullah el-Havlani bulunuyordu. Ravi dedi ki : işte bu ikisine Zeyd ibn Halid tahdis etti. Ona da Ebu Talha şöyle tahdis etti : Nebi sallallahu aleyhi ve sellem : “ Melekler içinde suret bulunan eve girmezler ” buyurdu.

Sahabe ravi Busr dedi ki : Bu hadisi bana rivayet ettikten bir zaman sonra Zeyd İbn Halid hastalandı. Biz de ona ziyarete gittik. Eve girdiğimizde içeride, üzerinde bir takım suretler bulunan bir perde ile karşılaştık. Ben orada bulunan Ubeydullah el-Havlani’ye : Bu Zeyd İbn Halid bize Nebi’den tasvirler hakkındaki hadisi tahdis etmedi mi ? Şimdi bu evindeki resimli perde ne oluyor ? dedim. Ubeydullah bana : Zeyd İbn Halid bu hadisi bize Ebu Talha’dan naklederken, sonunda “ İlla rakmen fi sevbin - Elbisedeki nakış ve resim müstesnadır ” demiştir ; sen onu işitmedin mi ? dedi. Ben : Hayır işitmedim, dedim. O da : Fakat sen muhakkak o hadisi işittin, o bunu muhakkak zikretmiştir, dedi. “



Tirmizi: 2955 - Müslim: 85-86 - Buhari: 3039-3040-5960 - Ebu Davud: 4155 - Nesei : 5315



8 – “ … Ubeydullah bin Abdullah bin Utbe'den rivayet edilmiştir : Ubeydullah, rahatsızlığı sebebiyle ziyaret için Ebu Talha el-Ensari'nin yanına girdi ve Sehl bin Huneyf'i de onun yanında buldu. Ubeydullah diyor ki : " Ebu Talha altındaki yatak çarşafını çıkarması için birini çağırdı. Bunun üzerine Sehl : " Onu neden çıkarıyorsun ? " dedi. " Çünkü üzerinde resimler var ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in resim hakkında buyurduğu senin malumundur." dedi. Sehl : " Rasuli Ekrem ancak kumaş üzerindeki nakış olan resim müstesnadır ! Buyurmadı mı ? dedi. Ebu Talha " evet " dedi; " Fakat bu gönlüm için daha hoştur."



Tirmizi : 1803 – Nesei : 5314



9 - “ … Bize Mamer İbn Raşid, ez-Zuhri'den ; oda Ubeydullah ibn Abdillah' tan haber verdi ki ; o da İbn Abbas'tan şöyle derken işitmiştir : Ben Ebu Talha'dan işittim şeyle diyordu : ben Rasulullah s.a.v’den işittim : " İçinde köpekler bulunan eve melekler girmez, içinde timsallere ait suret bulunan eve de " buyurdu.



Buhari : 3039 – Müslim : 2106 / 83-84 - Tirmizi: 2956



10 - “ … Ebu Talha Zeyd ibn Sehl el-Ensari radıyallahu anhu şöyle demiştir : Nebi sallallahu aleyhi ve selem : " İçinde köpek ve tasvirler bulunan bir eve melekler girmez " buyurdu.”



Buhari : 5954 – Tirmizi : 2955-56 - İbn Mace : 3649-50



11 - “ … Bana Amr İbnu'l Haris, Salim'den; o da babası Abdullah İbn Ömer'den tahdis etti o şöyle demiştir : Cibril aleyhis selam Nebi'nin yanına inmeyi vadetmişti inmedi, Nebi sebebini sordu Cibrile o : Biz melekler içinde suret ve köpek bulunan eve girmeyiz, dedi.



Buhari : 3040-5960



12 – “ … Bukeyr ibn Abdillah, İbn Abbas'ın hizmetçisi Kureyb'den tahdis etti, İbn Abbas radıyallahu anhu şöyle demiştir : Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Mekke günü Beyte yani Kabe'ye girdi ve Kabe'nin içinde İbrahim ile Meryem'in resimlerini buldu da : Dikkat edin ! Bu Kureyş'e ne oluyor ? Muhakkak ki onlar, içinde suret bulunan bir eve meleklein girmeyeceğini işitmişlerdir. Şu İbrahim ( elinde fal oklarıyla ) suretlendirilmiş ! İbrahim'in bunlarla kısmet araması nasıl olur ! buyurdu. “

Buhari : 3145



13 – “ … Said İbn Ebil Hakem şöyle dedi : Ben İbn Abbas'ın yanında idim. Ona bir kimse geldi ve: Ya İbn Abbas! Ben öyle bir insanım ki benim maişetim ancak elimin sanatından ibarettir. Ben şu resimleri yaparım, dedi. İbn Abbas : " Ben sana başka bir şey değil Rasulullah'tan işittiğim bir hadisi söyleyeceğim : Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyordu : her kim bir suret yaparsa şüphesiz Allah o kimseyi yaptığı surete can üfleyinceye kadar azab edecektir. Halbuki sureti resmeden o kişi, yaptığı surete ebediyyen ruh üfleyip can veremeyecektir." İbn Abbas'ın bu cevabı üzerine o ressam kişi şiddetli bir hışıltı ile har har soludu, benzi sarardı, İbn Abbas ona acıyarak : " Vah sana yazıklar oldu. Sanatını muhakkak işlemek zaruretinde isen sana şu ağaç ve kendisinde ruh olmayan her şeyi tasvir etmeni tavsiye ederim," dedi. “



Buhari : 5964-2060-61 - Müslim : 2110/99-100 - Nesei : 5323-24-25 – Tirmizi : 1804



14 – “ … Müslim ibn Subayh şöyle dedi : Biz Mesruk'la beraber Yesar ibn Numeyr'in evinde idik. Mesruk evin sofrasında bir takım timsaller gördü de : Ben Abdullah ibn Mesud'dan işittim şöyle dedi : " Ben Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'den işittim : Şüphesiz kıyamet gününde Allah katında insanların en şiddetli azablıları suret yapanlardır, buyuruyordu." dedi.

Buhari : 5955 – Nesei : 5329

DERLEYEN
TACUDDİN EL- BAYBURDİ
Read On 0 yorum

Sorulu Cevaplı Fıtrat Konusu..

17:16
F I T R A T K O N U S U



بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ



Soru … 1 : Fıtrat ne demektir ?



Cevap … 1 : Fıtrat F-T-R kökünden türemiş bir kelimedir. Yaratma anlamına gelen bu kelime, yoktan var edişten ziyade, emsalsiz yaratma, bir gaye için bir şeyin ortaya konulması, çıkartılması, var edilmesi anlam-larına gelmektedir.



Diğer bir ifadeyle Fıtrat : Örneksiz ilk yaratılış, yokluktan vücut sahasına Allah’ın iradesi ve kendisine has özellikleri ile birden çıkışı anlamına da gelir…. Bunun için fıtrata “ tabiat ” da denilmiştir.



Dini terim olarak ise fıtrat : “ Allah-u Teâlâ’nın mahlûkatı kendisini tanıtacak, insanı da mahlukata bakarak Allah’ı bilip tanıyacak, iman edip ibadet edecek kabiliyet, hal ve istidat üzere yaratmasıdır.”



İbn-i Manzur. Lisanu’l - Arab : 7 / 55



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 2 : Fıtratı selime’den kasıt nedir ?



Cevap … 2 : Fıtratı selime demek ; bozulmamış, tertemiz aslına uygun yaratılış, demektir.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 3 : Her insan fıtrat üzere doğar’dan kasıt nedir, bunu nasıl anlamamız lazım ?



Cevap … 3 : İnsanın fıtrat üzere doğması demek ; Allah’ın varlığını birliğini anlayacak, tevhidi gerçekleştirebilecek, iman edebilecek, ibadet edebilecek, iyi şeylerden lezzet duyacak ve kötü şeylerden de rahatsız olacak şekilde, bedenen ve ruhen yaratılmış olması demektir.



Nitekim yüce Allah Kur’ân-ı kerimde bu konuda şöyle buyurur :



“ Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din budur. Ancak insanların çoğu bunu bilmezler. “

Rum : 30



Peygamberimiz s.a.v ise bu Ayeti açıklar mahiyette şöyle buyurur :


“ … Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Ancak anne ve babası onu ya Yahudi yapar, ya Hıristiyan yapar, ya Mecusi yapar [ ya da müşrik yapar ]. Her doğan uzuvları mükemmel olarak doğar. Siz yaratılışta bir eksiklik görüyor musunuz ? .”



Buhari : 10.c.4653.S – Müslim : 8.c.2658.N

Hadisteki “ …. Ya da müşrik yapar … “ ifadesini : Acurri Şeria’da zikreder.



Rivayet edildiğine göre İbn-i Abbas r.a bu hadise dayanarak fıtratı, İslam olarak açıklamış ve “ Her doğan İslam fıtratı üzere doğar ” buyurmuştur.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 4 : İnsan, hiç kimseden öğrenmese bile - fıtratının gereği - Allah’ın varlığını birliğini bilir mi ?



Cevap … 4 : Evet bilir … Çünkü insanoğlu daha bu aleme gelmezden önce Allah’ın varlığını, birliğini, rabblığını, rabbaniyetini taa orada - yani ruhlar aleminde - kabul ve itiraf etmiştir…



Allah’u Azze ve Celle bu konuda şöyle buyurmaktadır :



وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ



“ Rabbin Ademoğlunun sırtlarından zürriyetini çıkarmış ve onları kendi nefisleri üzerine şahit tutarak ; “ ben sizin rabbiniz değil miyim ? “ diye onlara hitabetmişti. Onlar da : evet ; biz buna şahidiz demişlerdi. İşte bu, yarın kıyamet günü, bizim bundan haberimiz yoktu, dememeniz içindir. “



A’raf : 172



Bu Ayet’i celilenin tefsiri ile alakalı bir hadisi şerifte şöyle anlatılmaktadır :



{ … İbn Abbâs'tan, onun da Peygamber s.a.v den rivayetine göre ; Pey-gamber s.a.v şöyle buyurmuştur : Allah Teâlâ daha insanlar Âdem'in sulbünde iken onlardan Nu'mân da - yani Arafat’da - söz almıştır. Onun sulbünden yarattığı her zürriyyeti çıkarmış, önünde yaymış, saçmış, sonra onlarla yüzyüze konuşarak : Ben sizin Rabbiniz değil miyim ? demişti. Onlar da şöyle demişlerdi : Evet, biz buna şahidiz. Allah’ta buyurdu ki : Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz, veya Bizi, bâtıla dalanların yaptıkları yüzünden helak mı edeceksin ? demeyesiniz diye, bunu böyle yaptık. }



AHMED : 1 / 272 – 2451.N – HAKİM : 2 / 325 – İBN EBİ ASIM SÜNNE : 202.N – ALBANİ SAHİHA : 1623.N



İşte bu Ayeti celile ve onu tefsir eden hadisi şerifte de anlatıldığı gibi ; Allah’u Azze ve celle insanlığın babası olan Ademi ve onun zürriyetini taa ruhlar aleminde teker teker çıkarmış ve onları karşısına alarak ; أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ “ … ben sizin rabbiniz değil miyim ? … “ buyurmuş ve onlar da ; evet ! ne demek tabi ki sen bizim rabbimizsin, diye bunu ikrar etmişlerdir…



İşte bu gösteriyor ki, Adem ve onun sülbünden gelecek olan bütün insanlık Allah’ın varlığını, birliğini ve O’nun rablığını ve rabbaniyetini kabullenmiş bir şekilde bu aleme gelirler.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 5 : İnsanın taa ruhlar aleminde Allah’ın rablığını ve rabbani-yetini kabullenmesi ve bu minval üzere dünyaya gelmesi ne anlama gelmektetir, bunu biraz açar mısınız ?



Cevap … 5 : İnsanın ruhlar aleminde Allah’ın rablığını ve rabbaniyetini kabullenmiş bir şekilde bu dünyaya gelmesi demek, her şeyden önce :



1 - O’nun varlığını ve birliğini kabul etmiş bir şekilde bu alame gelmesi demektir.

2 - O’nun halıklığını - yani yaratıcılığını - kabul etmiş bir şekilde bu alame gelmesi demektir.

3 - O’nun razıklığını - yani rezzak olduğunu - kabul etmiş bir şekilde bu alame gelmesi demektir.

4 - O’nun muhyil ve mumit - yani öldüren ve dirilten olduğunu - kabul etmiş bir şekilde bu alame gelmesi demektir.

5 - O’nun - Mudebbiru’l emr olduğunu - Yani, kainattaki bütün mahlukatın ihtiyacını anında tedbir ve tedarik edenin O olduğunu kabul etmiş bir şekilde bu alame gelmesi demektir.



İşte bütün insanlık, daha bu aleme gelmezden evvel, Allah’ın Rabblığı ve rabbaniyeti ile alakalı bu meseleleri taa orada kabul ve itiraf etmiş ve sonra da bu aleme gelmişlerdir….. Yani selim bir fıtratla bu dünya’ya gelmişlerdir.





İşte bizim fıtratı selime dediğimiz olay budur….. Bu olay, bir proğram halinde insanlara taa orada işlenmiştir….





Soru … 6 : Bir insan hiçbir amel yapmadan sadece - fıtratının gereyi - kendisinde var olan bu inancıyla ölse, bunun kendisine bir faydası olur mu, bunun izahını yapar mısınız ? …



Cevap … 6 : İnsana, bu inanç üzere gittiğinde fayda ancak, kendisine ikinci misak ulaşmamışsa olur… Yani ; kendisine niçin yaratıldığını anlatan bir peygamber gelmemişse, bu inancının faydasını görür.



Ama böyle bir kimseye peygaberin mesajı ulaşmış ise, - yani günümüz tabiriyle kendisine Kur’an ve sünnet ulaşmış ise - bu inancı kendisini asla urtarmaz.



Rabbimizin şu Ayeti celilesi bizlere bu anlamda güzel bir mesaj vermektedir.



وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً”………….



“ …….. Biz resul göndermedikçe azab edici değiliz ……… ”

İSRA : 15.AY.



Yani ; Allah’u Teala Resullerini gönderip hüccet ikamesi yapılmadan hiç kimseye azab etmeyeceğini açıkça beyan etmektedir…



Bu neyi gösteriyor ? … Bu ; ikinci misak olayı gerçekleşmemiş ise, insanın fıtratının gereyi bildiği şeyler kendisini kurtarır, ama resul gelmiş ise, bu inancının kendisine yeterli olmayacağı demektir.



Çünkü insanın fıtratının gereği olarak bilmesi ve yapması gereken meseleler başkadır, yaratılışının icabı olarak bilmesi ve yapması gereken meseleler daha başkadır… Daha açık bir ifadeyle ;



İnsanın bu aleme gelmeden önce kendisinin proğramlanmış şekilde bilmesi ve onlara uygun hareket etmesi gereken konular başkadır, Allah’u azze ve celle kendisini niçin yaratmış ise - yani onu bu aleme niçin göndermiş ise - o doğrultuda öğrenip yapması gereken meseleler daha başkadır…..



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 7 : İnsanın bu aleme gönderiliş gayesi nedir ?



Cevap … 7 : İnsanın bu aleme gönderiliş gayesi, Allah’a kulluk etmesi içindir…. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır :



وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ



“ Ben, Cinleri ve İnsanları sadece bana ibadet etmeleri için yarattım. ”



ZARİYAT : 56.AY.



Soru … 8 : Peki insanın fıtratının gereği bildiği ve uyguladığı şeyler kulluk değil midir ?



Cevap … 8 : Evet kulluktur, ama bu kevni kulluktur - yani fıtri kulluktur - Bizden istenen ve bizi kurtaracak olan ise, şer’i kulluktur.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 9 : Şer’i kulluk ile fıtri kulluğu biraz açar mısınız ?



Cevap … 9 : Fıtri kulluk ; İnsanın Rabbini bilmesidir….. O’nun halıklığını - yani yaratıcılığını - bilmesidir …. O’nun razıklığını - yani rezzak olduğunu - bilmesidir ….. O’nun muhyil ve mumit - yani öldüren ve dirilten olduğunu - bilmesidir…. O’nun - Mudebbiru’l emr olduğunu - Yani, kainattaki bütün mahlukatın ihtiyacını anında tedbir ve tedarik edenin olduğunu kabul ve itiraf etmesidir…



Hatta korkması … sevmesi … yemesi … içmesi … sığınması … düşünmesi … dahi fıtri bir kulluktur.



Şer’i kulluk ise ; Kendisini yaratan Rabbisinin istediği şekilde inanıp amel etmesi demektir… Yani : Rububiyetinde, Uluhiyetinde, İsim ve sıfatlarında Allah’ı birlemesidir.



Diğer bir ifadeyle ; kendisinde bulunan fıtri hasletler doğrultusunda, Allah’a boyun eğip itaat etmesidir.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 10 : İnsanın kendisinde bulunan fıtri hasletler doğrultusunda Allah’a itaat etmesi ve O’nu birlemesi nasıl olmalı, bunu biraz açar mısınız ?



Cevap … 10 : Bunun kısa ve öz anlamı şudur : insanın, kendisinde bulunan fıtri hasletler doğrultusunda Allah’a boyun eğmesi ve O’ndan başkasına da bir pay ayırmamasıdır.



Daha muşahhas ifadelerle şöyle diyebiliriz :



1 - Bir insanın Allah’ı bilmesi fıtri bir haslet – diğer bir ifadeyle – Fıtri bir kulluktur, Ama O’nu birlemesi şer’i kulluktur.



2 - O’nun halıklığını - yani yaratıcılığını - bilmesi fıtri bir kulluktur, Ama O’ndan başka yaratıcı olmadığını kabul ve itiraf etmesi ise şer’i kulluktur.



3 - O’nun razıklığını - yani rezzak olduğunu - bilmesi Fıtri bir kulluk, Ama O’ndan başka rızık verenin olmadığını kabul etmesi ise şer’i kulluktur.



4 - O’nun muhyil ve mumit - yani öldüren ve dirilten olduğunu – bilmesi Fıtri bir kulluk, Ama O’ndan başka öldüren ve diriltenin olmadığını kabul etmesi şer’i bir kulluktur.



5 - O’nun - Mudebbiru’l emr olduğunu - Yani, kainattaki bütün mahlukatın ihtiyacını anında tedbir ve tedarik edenin olduğunu kabul ve itiraf etmesi Fıtri bir kulluk, Ama O’ndan başka bu kainatta mahlukatın ihtiyacını giderecek kimsenin olmadığını birlemesi ise şer’i bir kulluktur.



Diğer taraftan ; bir insanın korkması fıtri bir kulluk, ama bu hasletini Allah yolunda kullanarak O’ndan korkması şer’i bir kulluktur.…



Sevmesi … fıtri bir kulluk, ama Allah’ı ve Allah için olanları sevmesi şer’i bir kulluktur.…



Yemesi … içmesi … fıtri bir kulluk, ama helal yoldan yemesi içmesi şer’i bir kulluktur.…



Sığınması … fıtri bir kulluk, ama sadece Allah’a sığınması şer’i bir kulluktur.…



Düşünmesi … fıtri bir kulluk, ama güzel ve hoş olan şeyler düşünmesi şer’i bir kulluktur.…



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 11 : İnsan ruhlar alemindeki birinci misakı - yani ordaki kabul ve itirafı - neden hatırlamıyor ?



Cevap … 11 : Aslında bu misak ve sözleşme her insan tarafından hatır-lanmaktadır…. Bunun delili ise, biraz önceki anlatmaya çalıştığımız insanda bulunan fıtri hasletlerdir…. Yani, insanın Allah’ın varlığını birliğini bilmesi, bu sözleşmenin hatırlanmasıdır…. Bu kainatı idare eden bir gücün varlığını kabul etmesi, bu sözleşmenin hatırlanmasıdır.



Bu aynen şunun gibidir ; insanın ana rahminde ne yapıp ne ettiğini bilememesi, böyle bir hayat yaşamadığı anlamına gelmez… Ve yine belli bir süreye kadar annesini emmesi ve bunu hatırlayamaması, öyle bir devreyi yaşamadığı anlamına da gelmez…. Dolayısıyla bu yaşadığı devreleri başka vesileler nasıl isbat ediyor ve bunun gerçek olduğunu kendisine anlatıyor ise, aynen de ruhlar alemindeki bu itiraf ve kabülün varlığı ve isbatı fıtri vesilelerle anlaşılıyor ve hatırlanıyor.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 12 : İnsan fıtratını bozarsa, bu konudaki cahilliği mazeret sayılır mı, bunun izahını yapar mısınız ?



Cevap … 12 : Fıtri konulardaki cahillik asla mazeret kabul etmez. Bunun en açık ve net delili Raabimizin şu Ayeti celileleridir :



“ Hani Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılarak : " Ben sizin Rabbiniz değil miyim ? " demişti de onlar : " Evet sen bizim Rabbimizsin, biz buna şahid olduk " demişlerdi. İşte bu, yarın Kıyamet günü : " Biz bundan habersizdik " dememeniz içindir.



Ya da : " Bizden önce atalarımız şirk koşmuştu da, biz de onlardan sonra gelen bir kuşak olarak şirk koştuk ; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mı edeceksin ? " dememeniz için. “

A’RAF : 172 – 173



Bu Ayette geçen ; “ … yarın Kıyamet günü : " Biz bundan habersizdik " dememeniz için …. “ ifadesi, Allah’ın rablığı ve rabbaniyeti husundaki cahilliğin mazeret olmayacağı anlamına gelmektedir.



İnsanın Fıtratını bozmasından dolayı sorumlu oluşunun en önemli nedeni ; bu şekildeki bir arızanın şüpheye, tereddüte ve teşvişe dayalı olduğu içindir…Yani gerçek anlamda kalbinin ve aklının itiraz ettiği bir şey değildir bu insanın fıtratla alakalı problemleri….. Bu arıza, toplumundan gördüğü veya öğrendiği şeyleri konuşarak karşı gelmesinden dolayıdır…



Hatta bazen şahit olunduğu gibi bu tip insanların ağızlarında ; …. sizin şu ilah dediğiniz şeyi gösterinde inanalım ….. Allah’ı getirin de tanışalım …. Veya gidipte geri gelen mi var …. gibi sözler sarfedilmektedir…



Unutmayın ki bu gibi sözler, o insanların yaşamış olduğu toplumda çok çok kullanıldığından dolayı kendillerine sirayet eden sözlerdir…. Değilse bu gibi sözler, şuurlu ve basiretli bir şekilde söylenen sözler değildir….



Öyleyse şu hakikatın asla unutulmaması gerekir ki ; Resul gelmese bile, birinci misakın mes’uliyeti insanın omuzlarında yüklüdür. Yani fıtratını bozduysa, bunun hesabını mutlaka verecektir. Çünkü bu ona taa ruhlar aleminde öğretilmişti. Dolayısıyla, bu konuda öğretilen şeylerin inkar edilmesi makul değildir.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 13 : A’raf suresi 172 – 173. Ayetlerinden anlaşıldığı kadarı ile Allah’u teala şirk konusunda mazeret asla kabul etmiyor. Acaba cahaletin mazeret kabul edildiği nokta sadece ameli konular mı, yoksa tevhidi konularda da cehalet mazeret midir ? ….



Cevap … 13 : Öncelikle şunu unutmamak gerekir ki ; Allah’u Teala kullarına neyi öğretti ise ondan yan çizenleri sorumlu tutar…. Dolayısıyla bu Ayetlerde haber verildiği gibi Allah’u teala’nın öğretiği şey, Onun Rablığı ve rabbaniyeti ile alakalı konulardır.



Bu ise ; Allah’ın varlığını bilmesi … O’nun bu kainatı idare eden olduğunu bilmesi … yaratıcılığını bilmesi … O’nun rızıkları veren olduğunu bilmesi …. O’nun öldüren ve dirilten olduğunu bilmesi… O’nun kainattaki bütün mahlukatın ihtiyacını anında tedbir ve tedarik edenin olduğunu bilmesidir…



Yani bu Ayet’lerde mazereti kabul edilmeyecek şirk, rablık konusun-daki şirktir….. Haricilerin dediği gibi buradaki şirk, uluhiyet ve isim ve sıfatlarla alakalı şirkide içine almaz….. Aslında Allah’u Teala’nın :



وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً”………….



“ …….. Biz resul göndermedikçe azab edici değiliz ……… ”

İSRA : 15.AY.



Ayeti celilesi bu konuya açık ve net bir şekilde cevap vermektedir. Çünkü Resulün getirdiği yığınla tevhidi konular var….. Allah’u Teala ise bu Ayetinde Resullerini gönderip o tevhidi konuların hüccet ikamesini yaptırmadan hiç kimseye azab etmeyeceğini anlatmaktadır…



Hulasa, A’raf suresi 172 ve 173. Ayetlerinde bahsi edilen tevhid, Rabbi kabul etme Şirk ise, onu reddetmektir.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 14 : Eğer Allah’ın varlığı ve birliği inancı insan fıtratına yerleştirilmiş ise, peki Allah’ı inkar edenlerin bu halini nasıl değerlendireceğiz ?



Cevap … 14 : Öncelikle şunu bilmeniz gerekir ki ; bunların inkarları, şüphe, tereddüt ve teşvişe dayalı bir inkardır… Yani kalbi ve aklı, onun lisanından sudur eden bu tip sözler ile asla ittifak halinde değildir… Dolayısiyle Allah’ı inkar eden, O’nun vucudiyetini kabul etmeyen kimi görürseniz görün, muhakkak ki o kimsenin bu inkarı muğalata iledir.



Hatta buna misal verilirken, muğalata ile Allah’ı inkar edenlerin başında Fravn gibi bir mel’unden bahsedilir.



Musa ve Harun bu mel’une gidip Allah’ın emirlerini tebliğ etmeye başladık-larında Fravn der ki :

قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ

“ Fravn dedi ki : senin alemlerin rabbi dediğin de kim ? “

Şuara : 23



Halbuki biraz önceki anlatılanlara göre bu sözü söylememesi gerekirdi Fravn’un… Çünkü ruhlar aleminde Allah’u azze ve cellenin ; ben sizin rabbiniz değil miyim, dediğinde, Fravn da ; evet sen bizim rabbimizsin, diyenlerin arasında idi.



Peki bu sözü nasıl diyebildi Fravn… Veya bu sözü söylerken gerçekten Alemlerin rabbini bilmiyor muydu bu kimse ? …



İşte kalplerin özünü bilen Rabbimiz Allah’u azze ve celle, Fravnun bu sözünde yalancı olduğunu ve kalbi ile dili arasında bir ittifakın olmadığını bizlere haber veriyor…. Akabinde Musa ona cevap veriyor ve diyor ki :



قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا أَنزَلَ هَـؤُلاء “………….



“ Sen çok iyi biliyorsun bu - emirleri - kimin indirdiğini … “

İsra : 102



İşte Rabbimizin bu ifadelerinden anlaşılıyor ki, Fravnun bu sözü, sadece muğalatadan ibaretti… Yani gerçeyi yansıtan ifadeler değildi onun Musa’ya karşı konuştuğu şeyler…. Hatta kızıl denizde boğulmaya başladığında - yani hayatının sonunun geldiğini idrak edince - doğruları itiraf etmeye başlamıştı….



Rabbimiz Fravnun son halini şöyle haber veriyor bizlere :



………..”حَتَّى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ آمَنتُ أَنَّهُ لا إِلِـهَ إِلاَّ الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو

بَنُو إِسْرَائِيلَ وَأَنَاْ مِنَ الْمُسْلِمِينَ “



“ ……. Nihayet Fravn boğulacağını idrak edince şöyle demişti : İsrail oğullarının iman ettiğinden başka ilah olmadığına iman ettim. Ben de Müslümanlardanım. “

Yunus : 90



İşte Fravnun fıtratı gereği bu ifadeleri kullanması açıkça gösteriyor ki, onun Musa ve Haruna karşı kullandığı inkara dayalı sözleri, sadece muğalatadan ibarettir.



Öyleyse tekrar etmekte fayda vardır ; Allah’ı inkar eden veya O’nun rububi-yetine dil uzatan kişinin sözü, lisanından başka bir yere tecavuz etmemek-tedir... Ve bunu söylerken de şuur üzere değildir o insan… Aynen mecnunun veya aklını zayi eden bir kimsenin konuşmalarına benzer bu kimsenin konuşmaları.



Veyahut da, yaşamış olduğu mıntıkadaki toplumunun şuursuzca kullandığı ifadeleri kullanan veya onları tekrar eden bir kimseden başkası değildir bu insan…. Daha doğrusu bu insan ; şeytanın mikrofonunu elinde tuttuğu operlodan başka bir kimse değildir….



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 15 : Allah’ı dilleriyle inkar edenlere karşı nasıl cevap vermemiz gerekir, bunu biraz izah eder misiniz ?



Cevap … 15 : Bunlara en güzel cevap, kendi teorileriyle verilir.



Bilindiği gibi dilleriyle Allah’ı inkar edenlerin kullanmış oldukları en büyük silahları ; tesadüf teorisidir - veya diğer bir ifadeyle - tesadüf nazariyesidir…



Yani, bu alemin varlığını tesadüfe bağlamalarıdır…. Rastgele, kendi kendine varoldu demeleridir.



Bu kimselerle, aklını ve kalbini devreye sokarak bir sohbet oluşturacak olsanız, inanın onların inkarlarının sadece dillerinde olduğunu sizlerde açıkça göreceksinizdir….. Hatta kendileri tarafından ortaya attıkları teorilerini yine kendilerinin çürüttüğüne şahit olacaksınızdır.



Örneğin ; bunların aklını ve kalbini devreye sokupta, bu alemde varolan herhangi bir şey hakkında ; onun rastgele veya desadüfen olduğunu söyleseniz, sizi en azından delilikle itham edecektir.



Yani deseniz ki ; bu masa veya bu dolap tesadüfen, rastgele ormanda ağaç iken kesildi, biçildi, pulanyaya verildi ve neticede kendi kendine bu hale geldi, deseniz…. İnanın bunu kabul etmeyip size gülmeye başlayacaktır.



Halbuki kabullenmeyip de güldüğü bu teori, kendi teorisidir… Çünkü bu alem tesadüfen oldu diyor bu kimse…. Dolayısiyle kendi teorilerini yine kendileri çürütmektedir bu zavallılar….



Bu alemde sadece bir zerre sayılan herhangi bir şeyin tesadüfen olduğunu kabullenemeyenler, milyarda bir dahi olsa tesadüfe yer vermeyen bu kainattaki olayların meydana gelmesini tesadüfe bağlamaktadırlar….. Veya bu nizamlı ve intizamlı kainatın rastgele meydana geldiğini söylemektedirler.



Halbuki sizin verdiğiniz misali kabullenmezken o an fıtratı devredeydi bu insanın…. Yani bir masanın rastgele olamayacağını dile getirirken, o an sizinle sohbet eden onun fıtratıydı, dili değil…



Tabi bu sefer soruyoruz bizler ; peki nasıl oluyor bu masa veya bu dolap kendiliğinden bu hale gelemiyor da, sizin rastgele meydana gelmiştir dediğiniz bu kainat kendi kendine bu hale geliyor ? … Yani kendi ortaya attığınız bu nazariyeye göre bu iki durumun da aynı olması gerekmiyor mu ? …



Hulasa, aklını ve kalbini devreye sokmanız nedeniyle kendi teorilerini yine kendileri çürütmektedirler bu zavallılar… Yani dillerinin söylediğini o an akılları inkar ediyor…… Artık, - sohbeti eğer devam ettirirseniz - hayatını şeytana kiraya vermiş bu kimselerden bundan sonra sudur edecek sözler, inadi küfürden başka bir şey olmayacaktır.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 16 : Öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkar etmek, fıtri bir arıza mıdır ?... bu tip insanlara nasıl cevap verilmesi gerekir ?



Cevap … 16 : Öldükten sonra dirilmeyi inkar etmek, fıtri bir arızadır… Dolayısıyle bu tip arızalara cevap da, bu kimselerin fıtratlarını devreye sokarak verilir.



Şeytan ve avaneleri, insanların fıtratlarını o kadar etkilemişler ve o kadar tahrif etmişlerki, kimileri, kendi yoktan varoluşlarını ve bu aleme nereden ve nasıl geldiklerini hiç düşünmeden, öldükten sonraki dirilmeyi dahi inkara kalkışmışlardır… Yani, rabbimizin kerim kitabında haber verdiği gibi :



“ …. Bu kemikler çürüdükten sonra, toz toprak haline geldikten sonra bunları kim yaratacak, kim diriltecek. “

İsra : 49



diyecek kadar insanlar basitleşmişlerdir.



Ne yazık ki bu sözler tarihte söylendiği gibi zamanımızda da söylenmektedir. Halbuki bu sözleri de söylememeleri gerekirdi bu insanların. Çünkü bu ifadeler fıtratlarına ters ifadelerdir… Ama unutmayalımki bu ifadeler, şuursuzca kullanılan ifadelerdir…… Ve yine bu ifadeler, çevreden etkilenerek kullanılan ifadelerdir.



Bu konuda da dilleri ile kalpleri arasında bir ittifak asla söz konusu değildir bu insanların…. Bunun isbatı için fıtratlarını kontrol etmeniz veya bu kimse-lerin kalplerini bu konuda devreye sokmanız yeterli olacaktır.



Allah’u Azze ve celle, çevresinden etkilenerek bu yönlü sözler sarfedenlerin fıtratlarını devreye sokmak için şu ifadeleri kullanır :



“ ….. Bunu ilk defa kim yarattı ise, yine o yaratacaktır ….. ”



İsra : 51



“ …. Bu O’na daha kolaydır ……. “ Rum : 27



Burada gördüğünüz gibi yüce yaratıcı ; “ bunları Allah yaratacaktır “ diye bir ifade kullanmıyor….. Neden ? ….. Çünkü problem fıtri olduğu için onlara fıtratlarına yönelik bir cevap veriyor… “ … Bunu ilk defa kim yarattı ise, yine o yaratacaktır…” buyuruyor…. Çünkü bu sorunun cevabı onların fıtratlarında zaten var. Onun için, Allah’u Teala onların fıtratlarını devreye sokarak bunu anlamalarını istiyor.



Halbuki inkar edilmesi gereken birinci yaratılış olması gerekirdi bu insanlara göre…. Çünkü insanın ilk yaradılışı yoktandır… Allah c.c ol demiş ve insan oluvermiştir.



Ama bunlar birinci yaratılışı unutup ikincisini inkar ediyorlar… Halbuki bu makul bir şey değildir… Yani bunların önce kendi varlıklarını inkar etmeleri gerekir.



Hulasa değerli müslüman, Allah’u Azze ve celle burada kalplerini ve akıllarını devreye sokamayan bu biçare zavallılara, fıtratlarına yönelik cevaplar vererek onların bu hakikatı hatırlamalarını istemiştir…. Yani ; ey insan iyi düşün ! … seni önce yoktan vareden kim ? …. Sen nereden geldin ? … bunu iyi düşün çünkü senin sorunun cevabı bunun içerisinde gizlidir.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 17 : İnsanın, fıtratının icabı muhafaza ettiği meselelerde kendi-sinden istifade edeceği yerler var mıdır, bunu deliller çerçevesinde izah eder misiniz ? ..



Cevap … 17 : Elbette ki vardır… Ama bu, kendisine resul gelmeyen ve hüccet ikamesi yapışmayan kimseler içindir…



İşte bundan dolayıdır ki Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır :



وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً”………….



“ … Biz resul göndermedikçe azab edici değiliz … ”

İsra : 36



Yani bir kimseye peygamber gelmemişse, diğer bir ifadeyle ; onun haberi kendisine ulaşmamış ise, Resulün getirmiş olduğu meselelerden kıyamet günü hesaba çekilmez o kimse… Ama fıtratını muhafaza etmiş ise, bunun faydasını görecektir…. Bir hadisi şerifte şöyle buyrulur :



{ … Huzeyfe b .Yeman r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu diyor : Elbisenin nakışı eskiyip silindiği gibi İslam’da eskiyecek ve silinecektir. Hatta oruç nedir, Namaz nedir, Hacc nedir, Sadaka nedir bilinmeyecektir. Bir gece Allah’ın kitabı giderilir. Kur’an’dan yeryüzünde hiç bir ayet kalmaz. İnsanlardan bir kaç gurup kalır. Onlarda yaşlı erkek ve yaşlı kadınlardır. Bunlar : ” Babalarımızı sadece bu “ LA İLAHE İLLALLAH ” kelimesi üzere bulduk biz de onu söylüyoruz derler.



Huzeyfe bin Yeman bu hadisi rivayet edince,orada bulunan Sila kendisine : o yaşlılar Namaz nedir, Oruç nedir, Hac ve Sadaka nedir ? bilmezken “ LA İLAHE İLLALLAH ” kelimesi onlara bir yarar sağlamaz, dedi. Huzeyfe, sıla’nın bu sözünü cevapsız bıraktı. Sila bu sözü Huzeyfe’ye karşı üç defa tekrarladı. Her defasında Huzeyfe onun sözünü karşılıksız bıraktı,ona bakmadı. Nihayet üçüncü defadan sonra Huzeyfe,Sıla’ya dönerek üç defa : Ya Sıla, Tevhid kelimesi onları ateşten kurtarır, dedi. }


İBN MACE : 10.4049.N - HAKİM : 4/473



Hadisin bünyesinde de anlatıldığı gibi, bu insanlar İslam’dan sadece “ LA İLAHE İLLALLAH ” sözüne kavuşmuş, ondan başka hiçbir şey duymamış insanlardır…. Dolayısıyle, bu tür insanların sadece Allah’ın ilahlığını kabul etmeleri, kendilerini kurtarmıştır.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 18 : Aklın fıtrattaki görevi ile şeriattaki görevi nedir, bunu biraz izah eder misiniz ?



Cevap … 18 : İnsan aklının fıtrattaki görevi ile şeriattaki görevi farklıdır.



Aklın fıtrattaki görevi : İdrak etmek ve düşünmektir…… Bunun içindir ki, - biraz önce de ifade ettiğimiz şekliyle - İslam, fıtri problemleri olanların akıllarını devreye sokmaya çalışmıştır. Çünkü fıtratı anlamak veya fıtrata yönelik problemleri çözmek aklın işidir.



Bundan dolayıdır ki ; Kur’ana ve Sünnete az da olsa fukufiyeti olanlar şunu açıkça göreceklerdir ki, Allah’u azze ve celle bizim aklımızı sürekli kendi azametini izhar eden şeylere yöneltmeye çağırmıştır.



Yani ; “ … Yerin ve göğün yaratılışına bir bakın demiştir … “ “ … Devenin yaratılışına bir nazar edin demiştir … “ “ … Gece ve gündüzün ard arda nasıl geldiğine bir bakın demiştir … “ “ … Semaların ve göğün yaratılışı mı daha azametli yoksa sizin yaradılışınız mı ? … diye bir düşünün demiştir … “



İşte Allah’u azze ve celle bu tip yönlendirmelerle sürekli bizim aklımızı devreye sokarak, kendisinin kudretini, kuvvetini ve azametini idrak etmemizi istemiştir… Ama bu konuda inkarcılara bakacak olursanız, sizi ifsat etmek için aklınızı ve kalbinizi devre dışı bırakmaya çalışırlar…. Neden ? … Çünkü aklını ve kalbini devre dışı bırakanlar hakikatleri yakalayamayacaklardır.



Halbuki Allah’u azze ve celle, “ … Biz bu Ayet’leri akıl sahiplerine indirdik … “ “ … Biz bu Ayet’leri akledesiniz, tefekkür edesiniz ve tedebbür edesiniz diye indirdik … “ buyurmaktadır.



Aklın şeriattaki görevi ise : Teslimiyet göstermesidir… Bundan dolayıdır ki, Allah’u azze ve celle’nin hüccet ikamesi ettirmiş olduğu meseleler, Allah’ın isim ve sıfatları ve uluhiyeti ile alakalı meselelerdir… Çünkü bunlar, aklın bileceği ve bulacağı şeyler değildir…



Dolayisiyla bizler fıtratın icabı meselelerde aklımızı kullanmak mecburiyetindeyiz…. Ama resulün getirdiği isim ve sıfatlar veya uluhiyetle alakalı konunarda ise, aklımızı tabi kılma zorundayız…. Çünkü bu gibi konularda, akıl hakem değil mahkumdur.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 19 : Kur’an ve sünneten okuduğumuz ve anladığımız kadarı ile Resul dönemindeki Mekkeliler, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul edip itiraf eden insanlardı…. Ama yine Kur’an ve sünnete bu insanların kafir ve müşrik oldukları anlatılıyor..... Acaba bu kimselerin kafir ve müşrik-liğine sebep olan şeyler neler idi ? …



Benim bu soruyu sormamdaki kasıt da, toplumumuzda İslami hiç bir görevi yerine getirmeyipte sadece Allah’ın varlığını birliğini bilip itiraf eden bir kimsenin Müslüman olarak kabul edilmesindendir.



Cevap … 19 : Şunu asla unutmamak gerekir ki ; Bu toplumda Allah’ın varlığına, birliğine ve rububiyetine yönelik insanlardan her ne sudur ederse etsin, bu onları asla kurtarmaya yetmez…. Çünkü O’nun varlığı birliği ve rububiyeti zaten onların fıtratları tarafından bilinen bir şeydir… Bu onlara öğretilmiştir… bunu inkar etmeleri mümkün değildirdir.



Dolayısıyla bu cahil toplumun dediği ve zannetiği gibi, Allah’ın varlığını ve birliğini bilmek, O’na iman etmek demek değildir…. Ve bu şekildeki itirafları da onları asla kurtarmaz..



Bunun içindir ki bizler tevhidi meselelerden bahsederken Mekkeli müşriklerin Allah’ın varlığını birliğini, Onun öldüren ve dirilten olduğunu, kainatı idare eden olduğunu, Rezzak olduğunu itiraf ettiklerini, ama bunun kendilerini ebedi cehennemden kurtarmaya kafi gelmediğini sık sık dile getirmişizdir.



Çünkü bu şekildeki bir inanç zaten Mekkelilerin fıtratlarında var olan bir şeydi… Onların problemleri ise uluhiyette idi….. Rabbimiz kerim kitabında Mekkeli müşriklerden şöyle bahsetmektedir :



وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْ عُونَ مِن دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ



{ Onlara, “ Gökleri ve yeri kim yarattı ? ” diye sorsan, muhakkak ki Allah diyeceklerdir. o zaman De ki : O halde bana söylermisiniz, Allah bana zarar vermek istese, sizin Allah’tan başka yalvardıklarınız, O’nun zararını benden giderebilirler mi ? Yahut Allah bana bir rahmet murad etse, onlar O’nun rahmetinin önüne geçebilirler mi ? Ve yine de ki : Allah bana yeter. Tevekkül edenler, yalnız O’na tevekkül etsinler. }

ZÜMER :38.AY.



قُل لِّمَنِ الْأَرْضُ وَمَن فِيهَا إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ قُلْ مَن بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ فَأَنَّى تُسْحَرُونَ



{ O müşriklere De ki : Yeryüzü ve onda bulunanlar kimindir ? Diyeceklerdir ki : Allah’ın. De ki : O halde hiç düşünmüyor musunuz ? Yine De ki : Yedi kat göğün Rabbi ve O büyük Arş’ın Rabbi kimdir ? Onlar yine diyeceklerdir ki : Allah’tır. De ki : O halde hiç korkmuyor musunuz ? Keza de ki : Eğer biliyorsanız, söyleyin bakalım her şeyin hükümranlığı elinde olan, her şeyi himaye eden, fakat kendisi himayeye muhtaç olmayan kimdir ?. Diyeceklerdir ki: Allah. Deki : Ohalde nasıl aldanıyor-sunuz ?}

MÜ’MİNUN : 84.85.86.87.88.89.AY.



{ O müşriklere De ki : Gökten ve yerden sizi rızıklandıran kimdir ? Yahut kulak ve gözlerinize sahip olan kimdir ? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor ? Bütün işleri bir düzen içerisinde kim idare ediyor ? . Onlar diyeceklerdir ki : Allah. De ki : O halde neden korunmuyorsunuz ? }



YUNUS : 31.AY.



Öyleyse asla unutmamak gerekir ki ; fıtratın gereyi olan bu inanç eğer Mekkelileri kurtarmaya yetmedi ise, bu toplumu da kurtarmaya yetmeyecektir.



Neden ? … Çünkü ana hatlarıyla da olsa ikinci misak bunların üzerinde tahakkuk etmiştir….. Yani resul gelmiştir…. Dolayısiyla resul geldikten sonra birinci misakın mesuliyetini kişinin ikmal etmesi kendisini kurtarmaz.



Bunun içindir ki, gerek geçmiş kavimleri ve gerekse Mekkelileri ele aldığımız zaman görülüyor ki ; bu kimselerin kafir ve müşrik olmalarına sebep, Allah’ın uluhiyetini ihlal etmeleridir…. Değilse o insanlar – bazı cahillerin zannettiği gibi – Allah’ı inkar eden kimseler değillerdi…. Ki zaten biraz önceki zikredilen deliller, onların Allah’ı bildiklerini ve O’nun rububiyetini kabul ettiklerini isbat etmektedir… Yani o kimselerin Rububiyetle alakalı bir prob-lemleri yoktu.



Öğleyse şunu tekrar etmekte fayda vardır ; Allah’ın varlığını ve birliğini bilmek, O’na iman etmek demek değildir…. Dolayısıyla sadece bu şekildeki bir itiraf da insanı asla kurtarmaz..



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 20 : İnancın, ibadetin ve ahlakın fıtratla bir alakası var mıdır ?



Cevap … 20 : İnanç fıtri bir haslettir… Bununla beraber ibadet ve ahlak ta fıtridir.



Bunun içindir ki Dünyanın neresine giderseniz gidin, her toplumda, her millette bir inanç göreceksinizdir… Bu ne demektir .. ? … Bu ; insan fıtratında inanmak diye bir haslet vardır, demektir… Yani fıtratının gereği insan mutlaka inanmak zorundadır, bunu harcamak mecburiyetindedir.



Bu aynen ördek yavrusunun misali yüzme işine benzer…. Ördek, fıtratında bulunan yüzme hasleti gereği temiz su bulamasa dahi gider çamurlu suda yüzer…. İnsanlarda öyle işte. Temiz bir inanca sahip olmasalar bile, mutlaka yine batıl da olsa bir inanca sahiptirler.



Ya Şamanizm inancına sahiptirler …Ya Hinduizm inancına sahiptirler … Ya Budizm inancına sahiptirler …Ya Ateizm inancına sahiptirler …Ya da bir çok paganizm inancı gibi batıl inançlara sahiptirler…



İbadet de fıtridir : İnsan, fıtratının gereği mutlaka bir şeylere boyun eğip ibadet etmek zorundadır… Yani bunu harcamak mecburiyetindedir….. Bunun içindir ki kiminle karşılaşırsanız karşılaşın, onların her birini ibadet eden olarak bulacaksınızdır….



Onun içindir ki bu anlamda çok güzel bir ifade kullanılmıştır. Tek ilaha kulluk etmekten sarfı nazar edenler, bir çok ilahlara kulluk etmek mecbu-riyetinde kalmışlardır.



Bu ne demektir ? …. Bu ; İnsanda bulunan kulluk etme hasleti gereği, mutlaka biryerlere itaat edeceklerdir demektir…. Bu kulluk ise artık ya Allah’a ya da başka şeylere olacaktır, ama mutlaka olacaktır…



Ahlakında fıtratla yakından alakası vardır : Örneğin Fıtratı bozulmamış olan birisi yaptığı bir hata veya işlediği bir günahtan dolayı utanır ve yüzü kızarır…. Buna “ haya ” denir.



“ … Peygamberimiz s.a.v’e kötülük nedir ? diye soruldu. O : Kötülük, vijda-nını tırmalayan ve seni huzursuz eden şeydir……. buyurdu. “



MÜSLİM : 8.C.2553 / 15. N



“ … Peygamberimiz s.a.v yine şöyle buyurur : Hayır, nefsinin güzel gördüğü, kalbin rahatladığı ve yüreğinin tatmin ve mutlu olduğu şeydir. Şer ise, nefsin çirkin gördüğü, kalbin nefret ettiği, gönlünün tereddüt ettiği ve seni rahatsız eden şeydir.”

AHMED MÜSNED : 4 / 194



“ … Resulullah s.a.v yine şöyle buyurur : Kalbini tırmalayan şeyi yapma. “



CAMİU’S SAĞİR : 3 / 3376.N



“ … Resulullah s.a.v yine bu anlamda : Sana şüphe veren şeyi bırak, vermeyenini al, buyurur. “

TİRMİZİ : 4 / 2637.N



Bu deliller neyi gösteriyor ? … Bunlar ; bozulmamış insan fıtratının tertemiz olduğunu gösteriyor….. Allah’u Teala bir Ayeti celilesinde insana takvasını da fucurunu da öğrettiğini beyan etmektedir. O şöyle buyurur :



فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا

“ Ona takvasını ve fucurunu öğretene “

ŞEMS : 8.AY.



Hulasa temiz fıtrat, kötü şeylerden rahatsız olduğu gibi, güzel şeylerden de huzur ve mutluluk duyar.



İnsan yalan söylemekten rahatsız olur… Çalmaktan, aldatmaktan, çirkin sözler kullanmaktan rahatsız olur.



Ama dürüst olmaktan, güzel konuşmaktan, insanlara ve hayvanlara yaptığı her iyilikten de huzur ve mutluluk duyar.



Yaşamış olduğumuz şu hayatta belki sizlerde duymuş veya şahit olmuşunuzdur… Bakıyorsunuzki insan birilerini öldürmüş ve belli bir zaman kanundan kaçmış…. Veya birilerinden bir şeyler çalmış bunu saklamış… Ama neticede vijdanından kaçamayan bu kimseler, ya gelip teslim olmuşlardır, ya da çaldıkları o malı sahibine vermişlerdir… Neden ? … Çünkü bu insanlar fıtratlarının gereği vijdanen rahat edemediler.




TACUDDİN EL - BAYBURDİ
Read On 0 yorum

GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)