GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Sorulu Cevaplı Fıtrat Konusu..

Etiketler: , ,
F I T R A T K O N U S U



بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ



Soru … 1 : Fıtrat ne demektir ?



Cevap … 1 : Fıtrat F-T-R kökünden türemiş bir kelimedir. Yaratma anlamına gelen bu kelime, yoktan var edişten ziyade, emsalsiz yaratma, bir gaye için bir şeyin ortaya konulması, çıkartılması, var edilmesi anlam-larına gelmektedir.



Diğer bir ifadeyle Fıtrat : Örneksiz ilk yaratılış, yokluktan vücut sahasına Allah’ın iradesi ve kendisine has özellikleri ile birden çıkışı anlamına da gelir…. Bunun için fıtrata “ tabiat ” da denilmiştir.



Dini terim olarak ise fıtrat : “ Allah-u Teâlâ’nın mahlûkatı kendisini tanıtacak, insanı da mahlukata bakarak Allah’ı bilip tanıyacak, iman edip ibadet edecek kabiliyet, hal ve istidat üzere yaratmasıdır.”



İbn-i Manzur. Lisanu’l - Arab : 7 / 55



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 2 : Fıtratı selime’den kasıt nedir ?



Cevap … 2 : Fıtratı selime demek ; bozulmamış, tertemiz aslına uygun yaratılış, demektir.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 3 : Her insan fıtrat üzere doğar’dan kasıt nedir, bunu nasıl anlamamız lazım ?



Cevap … 3 : İnsanın fıtrat üzere doğması demek ; Allah’ın varlığını birliğini anlayacak, tevhidi gerçekleştirebilecek, iman edebilecek, ibadet edebilecek, iyi şeylerden lezzet duyacak ve kötü şeylerden de rahatsız olacak şekilde, bedenen ve ruhen yaratılmış olması demektir.



Nitekim yüce Allah Kur’ân-ı kerimde bu konuda şöyle buyurur :



“ Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din budur. Ancak insanların çoğu bunu bilmezler. “

Rum : 30



Peygamberimiz s.a.v ise bu Ayeti açıklar mahiyette şöyle buyurur :


“ … Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Ancak anne ve babası onu ya Yahudi yapar, ya Hıristiyan yapar, ya Mecusi yapar [ ya da müşrik yapar ]. Her doğan uzuvları mükemmel olarak doğar. Siz yaratılışta bir eksiklik görüyor musunuz ? .”



Buhari : 10.c.4653.S – Müslim : 8.c.2658.N

Hadisteki “ …. Ya da müşrik yapar … “ ifadesini : Acurri Şeria’da zikreder.



Rivayet edildiğine göre İbn-i Abbas r.a bu hadise dayanarak fıtratı, İslam olarak açıklamış ve “ Her doğan İslam fıtratı üzere doğar ” buyurmuştur.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 4 : İnsan, hiç kimseden öğrenmese bile - fıtratının gereği - Allah’ın varlığını birliğini bilir mi ?



Cevap … 4 : Evet bilir … Çünkü insanoğlu daha bu aleme gelmezden önce Allah’ın varlığını, birliğini, rabblığını, rabbaniyetini taa orada - yani ruhlar aleminde - kabul ve itiraf etmiştir…



Allah’u Azze ve Celle bu konuda şöyle buyurmaktadır :



وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ



“ Rabbin Ademoğlunun sırtlarından zürriyetini çıkarmış ve onları kendi nefisleri üzerine şahit tutarak ; “ ben sizin rabbiniz değil miyim ? “ diye onlara hitabetmişti. Onlar da : evet ; biz buna şahidiz demişlerdi. İşte bu, yarın kıyamet günü, bizim bundan haberimiz yoktu, dememeniz içindir. “



A’raf : 172



Bu Ayet’i celilenin tefsiri ile alakalı bir hadisi şerifte şöyle anlatılmaktadır :



{ … İbn Abbâs'tan, onun da Peygamber s.a.v den rivayetine göre ; Pey-gamber s.a.v şöyle buyurmuştur : Allah Teâlâ daha insanlar Âdem'in sulbünde iken onlardan Nu'mân da - yani Arafat’da - söz almıştır. Onun sulbünden yarattığı her zürriyyeti çıkarmış, önünde yaymış, saçmış, sonra onlarla yüzyüze konuşarak : Ben sizin Rabbiniz değil miyim ? demişti. Onlar da şöyle demişlerdi : Evet, biz buna şahidiz. Allah’ta buyurdu ki : Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz, veya Bizi, bâtıla dalanların yaptıkları yüzünden helak mı edeceksin ? demeyesiniz diye, bunu böyle yaptık. }



AHMED : 1 / 272 – 2451.N – HAKİM : 2 / 325 – İBN EBİ ASIM SÜNNE : 202.N – ALBANİ SAHİHA : 1623.N



İşte bu Ayeti celile ve onu tefsir eden hadisi şerifte de anlatıldığı gibi ; Allah’u Azze ve celle insanlığın babası olan Ademi ve onun zürriyetini taa ruhlar aleminde teker teker çıkarmış ve onları karşısına alarak ; أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ “ … ben sizin rabbiniz değil miyim ? … “ buyurmuş ve onlar da ; evet ! ne demek tabi ki sen bizim rabbimizsin, diye bunu ikrar etmişlerdir…



İşte bu gösteriyor ki, Adem ve onun sülbünden gelecek olan bütün insanlık Allah’ın varlığını, birliğini ve O’nun rablığını ve rabbaniyetini kabullenmiş bir şekilde bu aleme gelirler.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 5 : İnsanın taa ruhlar aleminde Allah’ın rablığını ve rabbani-yetini kabullenmesi ve bu minval üzere dünyaya gelmesi ne anlama gelmektetir, bunu biraz açar mısınız ?



Cevap … 5 : İnsanın ruhlar aleminde Allah’ın rablığını ve rabbaniyetini kabullenmiş bir şekilde bu dünyaya gelmesi demek, her şeyden önce :



1 - O’nun varlığını ve birliğini kabul etmiş bir şekilde bu alame gelmesi demektir.

2 - O’nun halıklığını - yani yaratıcılığını - kabul etmiş bir şekilde bu alame gelmesi demektir.

3 - O’nun razıklığını - yani rezzak olduğunu - kabul etmiş bir şekilde bu alame gelmesi demektir.

4 - O’nun muhyil ve mumit - yani öldüren ve dirilten olduğunu - kabul etmiş bir şekilde bu alame gelmesi demektir.

5 - O’nun - Mudebbiru’l emr olduğunu - Yani, kainattaki bütün mahlukatın ihtiyacını anında tedbir ve tedarik edenin O olduğunu kabul etmiş bir şekilde bu alame gelmesi demektir.



İşte bütün insanlık, daha bu aleme gelmezden evvel, Allah’ın Rabblığı ve rabbaniyeti ile alakalı bu meseleleri taa orada kabul ve itiraf etmiş ve sonra da bu aleme gelmişlerdir….. Yani selim bir fıtratla bu dünya’ya gelmişlerdir.





İşte bizim fıtratı selime dediğimiz olay budur….. Bu olay, bir proğram halinde insanlara taa orada işlenmiştir….





Soru … 6 : Bir insan hiçbir amel yapmadan sadece - fıtratının gereyi - kendisinde var olan bu inancıyla ölse, bunun kendisine bir faydası olur mu, bunun izahını yapar mısınız ? …



Cevap … 6 : İnsana, bu inanç üzere gittiğinde fayda ancak, kendisine ikinci misak ulaşmamışsa olur… Yani ; kendisine niçin yaratıldığını anlatan bir peygamber gelmemişse, bu inancının faydasını görür.



Ama böyle bir kimseye peygaberin mesajı ulaşmış ise, - yani günümüz tabiriyle kendisine Kur’an ve sünnet ulaşmış ise - bu inancı kendisini asla urtarmaz.



Rabbimizin şu Ayeti celilesi bizlere bu anlamda güzel bir mesaj vermektedir.



وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً”………….



“ …….. Biz resul göndermedikçe azab edici değiliz ……… ”

İSRA : 15.AY.



Yani ; Allah’u Teala Resullerini gönderip hüccet ikamesi yapılmadan hiç kimseye azab etmeyeceğini açıkça beyan etmektedir…



Bu neyi gösteriyor ? … Bu ; ikinci misak olayı gerçekleşmemiş ise, insanın fıtratının gereyi bildiği şeyler kendisini kurtarır, ama resul gelmiş ise, bu inancının kendisine yeterli olmayacağı demektir.



Çünkü insanın fıtratının gereği olarak bilmesi ve yapması gereken meseleler başkadır, yaratılışının icabı olarak bilmesi ve yapması gereken meseleler daha başkadır… Daha açık bir ifadeyle ;



İnsanın bu aleme gelmeden önce kendisinin proğramlanmış şekilde bilmesi ve onlara uygun hareket etmesi gereken konular başkadır, Allah’u azze ve celle kendisini niçin yaratmış ise - yani onu bu aleme niçin göndermiş ise - o doğrultuda öğrenip yapması gereken meseleler daha başkadır…..



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 7 : İnsanın bu aleme gönderiliş gayesi nedir ?



Cevap … 7 : İnsanın bu aleme gönderiliş gayesi, Allah’a kulluk etmesi içindir…. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır :



وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ



“ Ben, Cinleri ve İnsanları sadece bana ibadet etmeleri için yarattım. ”



ZARİYAT : 56.AY.



Soru … 8 : Peki insanın fıtratının gereği bildiği ve uyguladığı şeyler kulluk değil midir ?



Cevap … 8 : Evet kulluktur, ama bu kevni kulluktur - yani fıtri kulluktur - Bizden istenen ve bizi kurtaracak olan ise, şer’i kulluktur.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 9 : Şer’i kulluk ile fıtri kulluğu biraz açar mısınız ?



Cevap … 9 : Fıtri kulluk ; İnsanın Rabbini bilmesidir….. O’nun halıklığını - yani yaratıcılığını - bilmesidir …. O’nun razıklığını - yani rezzak olduğunu - bilmesidir ….. O’nun muhyil ve mumit - yani öldüren ve dirilten olduğunu - bilmesidir…. O’nun - Mudebbiru’l emr olduğunu - Yani, kainattaki bütün mahlukatın ihtiyacını anında tedbir ve tedarik edenin olduğunu kabul ve itiraf etmesidir…



Hatta korkması … sevmesi … yemesi … içmesi … sığınması … düşünmesi … dahi fıtri bir kulluktur.



Şer’i kulluk ise ; Kendisini yaratan Rabbisinin istediği şekilde inanıp amel etmesi demektir… Yani : Rububiyetinde, Uluhiyetinde, İsim ve sıfatlarında Allah’ı birlemesidir.



Diğer bir ifadeyle ; kendisinde bulunan fıtri hasletler doğrultusunda, Allah’a boyun eğip itaat etmesidir.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 10 : İnsanın kendisinde bulunan fıtri hasletler doğrultusunda Allah’a itaat etmesi ve O’nu birlemesi nasıl olmalı, bunu biraz açar mısınız ?



Cevap … 10 : Bunun kısa ve öz anlamı şudur : insanın, kendisinde bulunan fıtri hasletler doğrultusunda Allah’a boyun eğmesi ve O’ndan başkasına da bir pay ayırmamasıdır.



Daha muşahhas ifadelerle şöyle diyebiliriz :



1 - Bir insanın Allah’ı bilmesi fıtri bir haslet – diğer bir ifadeyle – Fıtri bir kulluktur, Ama O’nu birlemesi şer’i kulluktur.



2 - O’nun halıklığını - yani yaratıcılığını - bilmesi fıtri bir kulluktur, Ama O’ndan başka yaratıcı olmadığını kabul ve itiraf etmesi ise şer’i kulluktur.



3 - O’nun razıklığını - yani rezzak olduğunu - bilmesi Fıtri bir kulluk, Ama O’ndan başka rızık verenin olmadığını kabul etmesi ise şer’i kulluktur.



4 - O’nun muhyil ve mumit - yani öldüren ve dirilten olduğunu – bilmesi Fıtri bir kulluk, Ama O’ndan başka öldüren ve diriltenin olmadığını kabul etmesi şer’i bir kulluktur.



5 - O’nun - Mudebbiru’l emr olduğunu - Yani, kainattaki bütün mahlukatın ihtiyacını anında tedbir ve tedarik edenin olduğunu kabul ve itiraf etmesi Fıtri bir kulluk, Ama O’ndan başka bu kainatta mahlukatın ihtiyacını giderecek kimsenin olmadığını birlemesi ise şer’i bir kulluktur.



Diğer taraftan ; bir insanın korkması fıtri bir kulluk, ama bu hasletini Allah yolunda kullanarak O’ndan korkması şer’i bir kulluktur.…



Sevmesi … fıtri bir kulluk, ama Allah’ı ve Allah için olanları sevmesi şer’i bir kulluktur.…



Yemesi … içmesi … fıtri bir kulluk, ama helal yoldan yemesi içmesi şer’i bir kulluktur.…



Sığınması … fıtri bir kulluk, ama sadece Allah’a sığınması şer’i bir kulluktur.…



Düşünmesi … fıtri bir kulluk, ama güzel ve hoş olan şeyler düşünmesi şer’i bir kulluktur.…



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 11 : İnsan ruhlar alemindeki birinci misakı - yani ordaki kabul ve itirafı - neden hatırlamıyor ?



Cevap … 11 : Aslında bu misak ve sözleşme her insan tarafından hatır-lanmaktadır…. Bunun delili ise, biraz önceki anlatmaya çalıştığımız insanda bulunan fıtri hasletlerdir…. Yani, insanın Allah’ın varlığını birliğini bilmesi, bu sözleşmenin hatırlanmasıdır…. Bu kainatı idare eden bir gücün varlığını kabul etmesi, bu sözleşmenin hatırlanmasıdır.



Bu aynen şunun gibidir ; insanın ana rahminde ne yapıp ne ettiğini bilememesi, böyle bir hayat yaşamadığı anlamına gelmez… Ve yine belli bir süreye kadar annesini emmesi ve bunu hatırlayamaması, öyle bir devreyi yaşamadığı anlamına da gelmez…. Dolayısıyla bu yaşadığı devreleri başka vesileler nasıl isbat ediyor ve bunun gerçek olduğunu kendisine anlatıyor ise, aynen de ruhlar alemindeki bu itiraf ve kabülün varlığı ve isbatı fıtri vesilelerle anlaşılıyor ve hatırlanıyor.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 12 : İnsan fıtratını bozarsa, bu konudaki cahilliği mazeret sayılır mı, bunun izahını yapar mısınız ?



Cevap … 12 : Fıtri konulardaki cahillik asla mazeret kabul etmez. Bunun en açık ve net delili Raabimizin şu Ayeti celileleridir :



“ Hani Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılarak : " Ben sizin Rabbiniz değil miyim ? " demişti de onlar : " Evet sen bizim Rabbimizsin, biz buna şahid olduk " demişlerdi. İşte bu, yarın Kıyamet günü : " Biz bundan habersizdik " dememeniz içindir.



Ya da : " Bizden önce atalarımız şirk koşmuştu da, biz de onlardan sonra gelen bir kuşak olarak şirk koştuk ; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mı edeceksin ? " dememeniz için. “

A’RAF : 172 – 173



Bu Ayette geçen ; “ … yarın Kıyamet günü : " Biz bundan habersizdik " dememeniz için …. “ ifadesi, Allah’ın rablığı ve rabbaniyeti husundaki cahilliğin mazeret olmayacağı anlamına gelmektedir.



İnsanın Fıtratını bozmasından dolayı sorumlu oluşunun en önemli nedeni ; bu şekildeki bir arızanın şüpheye, tereddüte ve teşvişe dayalı olduğu içindir…Yani gerçek anlamda kalbinin ve aklının itiraz ettiği bir şey değildir bu insanın fıtratla alakalı problemleri….. Bu arıza, toplumundan gördüğü veya öğrendiği şeyleri konuşarak karşı gelmesinden dolayıdır…



Hatta bazen şahit olunduğu gibi bu tip insanların ağızlarında ; …. sizin şu ilah dediğiniz şeyi gösterinde inanalım ….. Allah’ı getirin de tanışalım …. Veya gidipte geri gelen mi var …. gibi sözler sarfedilmektedir…



Unutmayın ki bu gibi sözler, o insanların yaşamış olduğu toplumda çok çok kullanıldığından dolayı kendillerine sirayet eden sözlerdir…. Değilse bu gibi sözler, şuurlu ve basiretli bir şekilde söylenen sözler değildir….



Öyleyse şu hakikatın asla unutulmaması gerekir ki ; Resul gelmese bile, birinci misakın mes’uliyeti insanın omuzlarında yüklüdür. Yani fıtratını bozduysa, bunun hesabını mutlaka verecektir. Çünkü bu ona taa ruhlar aleminde öğretilmişti. Dolayısıyla, bu konuda öğretilen şeylerin inkar edilmesi makul değildir.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 13 : A’raf suresi 172 – 173. Ayetlerinden anlaşıldığı kadarı ile Allah’u teala şirk konusunda mazeret asla kabul etmiyor. Acaba cahaletin mazeret kabul edildiği nokta sadece ameli konular mı, yoksa tevhidi konularda da cehalet mazeret midir ? ….



Cevap … 13 : Öncelikle şunu unutmamak gerekir ki ; Allah’u Teala kullarına neyi öğretti ise ondan yan çizenleri sorumlu tutar…. Dolayısıyla bu Ayetlerde haber verildiği gibi Allah’u teala’nın öğretiği şey, Onun Rablığı ve rabbaniyeti ile alakalı konulardır.



Bu ise ; Allah’ın varlığını bilmesi … O’nun bu kainatı idare eden olduğunu bilmesi … yaratıcılığını bilmesi … O’nun rızıkları veren olduğunu bilmesi …. O’nun öldüren ve dirilten olduğunu bilmesi… O’nun kainattaki bütün mahlukatın ihtiyacını anında tedbir ve tedarik edenin olduğunu bilmesidir…



Yani bu Ayet’lerde mazereti kabul edilmeyecek şirk, rablık konusun-daki şirktir….. Haricilerin dediği gibi buradaki şirk, uluhiyet ve isim ve sıfatlarla alakalı şirkide içine almaz….. Aslında Allah’u Teala’nın :



وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً”………….



“ …….. Biz resul göndermedikçe azab edici değiliz ……… ”

İSRA : 15.AY.



Ayeti celilesi bu konuya açık ve net bir şekilde cevap vermektedir. Çünkü Resulün getirdiği yığınla tevhidi konular var….. Allah’u Teala ise bu Ayetinde Resullerini gönderip o tevhidi konuların hüccet ikamesini yaptırmadan hiç kimseye azab etmeyeceğini anlatmaktadır…



Hulasa, A’raf suresi 172 ve 173. Ayetlerinde bahsi edilen tevhid, Rabbi kabul etme Şirk ise, onu reddetmektir.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 14 : Eğer Allah’ın varlığı ve birliği inancı insan fıtratına yerleştirilmiş ise, peki Allah’ı inkar edenlerin bu halini nasıl değerlendireceğiz ?



Cevap … 14 : Öncelikle şunu bilmeniz gerekir ki ; bunların inkarları, şüphe, tereddüt ve teşvişe dayalı bir inkardır… Yani kalbi ve aklı, onun lisanından sudur eden bu tip sözler ile asla ittifak halinde değildir… Dolayısiyle Allah’ı inkar eden, O’nun vucudiyetini kabul etmeyen kimi görürseniz görün, muhakkak ki o kimsenin bu inkarı muğalata iledir.



Hatta buna misal verilirken, muğalata ile Allah’ı inkar edenlerin başında Fravn gibi bir mel’unden bahsedilir.



Musa ve Harun bu mel’une gidip Allah’ın emirlerini tebliğ etmeye başladık-larında Fravn der ki :

قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ

“ Fravn dedi ki : senin alemlerin rabbi dediğin de kim ? “

Şuara : 23



Halbuki biraz önceki anlatılanlara göre bu sözü söylememesi gerekirdi Fravn’un… Çünkü ruhlar aleminde Allah’u azze ve cellenin ; ben sizin rabbiniz değil miyim, dediğinde, Fravn da ; evet sen bizim rabbimizsin, diyenlerin arasında idi.



Peki bu sözü nasıl diyebildi Fravn… Veya bu sözü söylerken gerçekten Alemlerin rabbini bilmiyor muydu bu kimse ? …



İşte kalplerin özünü bilen Rabbimiz Allah’u azze ve celle, Fravnun bu sözünde yalancı olduğunu ve kalbi ile dili arasında bir ittifakın olmadığını bizlere haber veriyor…. Akabinde Musa ona cevap veriyor ve diyor ki :



قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا أَنزَلَ هَـؤُلاء “………….



“ Sen çok iyi biliyorsun bu - emirleri - kimin indirdiğini … “

İsra : 102



İşte Rabbimizin bu ifadelerinden anlaşılıyor ki, Fravnun bu sözü, sadece muğalatadan ibaretti… Yani gerçeyi yansıtan ifadeler değildi onun Musa’ya karşı konuştuğu şeyler…. Hatta kızıl denizde boğulmaya başladığında - yani hayatının sonunun geldiğini idrak edince - doğruları itiraf etmeye başlamıştı….



Rabbimiz Fravnun son halini şöyle haber veriyor bizlere :



………..”حَتَّى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ آمَنتُ أَنَّهُ لا إِلِـهَ إِلاَّ الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو

بَنُو إِسْرَائِيلَ وَأَنَاْ مِنَ الْمُسْلِمِينَ “



“ ……. Nihayet Fravn boğulacağını idrak edince şöyle demişti : İsrail oğullarının iman ettiğinden başka ilah olmadığına iman ettim. Ben de Müslümanlardanım. “

Yunus : 90



İşte Fravnun fıtratı gereği bu ifadeleri kullanması açıkça gösteriyor ki, onun Musa ve Haruna karşı kullandığı inkara dayalı sözleri, sadece muğalatadan ibarettir.



Öyleyse tekrar etmekte fayda vardır ; Allah’ı inkar eden veya O’nun rububi-yetine dil uzatan kişinin sözü, lisanından başka bir yere tecavuz etmemek-tedir... Ve bunu söylerken de şuur üzere değildir o insan… Aynen mecnunun veya aklını zayi eden bir kimsenin konuşmalarına benzer bu kimsenin konuşmaları.



Veyahut da, yaşamış olduğu mıntıkadaki toplumunun şuursuzca kullandığı ifadeleri kullanan veya onları tekrar eden bir kimseden başkası değildir bu insan…. Daha doğrusu bu insan ; şeytanın mikrofonunu elinde tuttuğu operlodan başka bir kimse değildir….



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 15 : Allah’ı dilleriyle inkar edenlere karşı nasıl cevap vermemiz gerekir, bunu biraz izah eder misiniz ?



Cevap … 15 : Bunlara en güzel cevap, kendi teorileriyle verilir.



Bilindiği gibi dilleriyle Allah’ı inkar edenlerin kullanmış oldukları en büyük silahları ; tesadüf teorisidir - veya diğer bir ifadeyle - tesadüf nazariyesidir…



Yani, bu alemin varlığını tesadüfe bağlamalarıdır…. Rastgele, kendi kendine varoldu demeleridir.



Bu kimselerle, aklını ve kalbini devreye sokarak bir sohbet oluşturacak olsanız, inanın onların inkarlarının sadece dillerinde olduğunu sizlerde açıkça göreceksinizdir….. Hatta kendileri tarafından ortaya attıkları teorilerini yine kendilerinin çürüttüğüne şahit olacaksınızdır.



Örneğin ; bunların aklını ve kalbini devreye sokupta, bu alemde varolan herhangi bir şey hakkında ; onun rastgele veya desadüfen olduğunu söyleseniz, sizi en azından delilikle itham edecektir.



Yani deseniz ki ; bu masa veya bu dolap tesadüfen, rastgele ormanda ağaç iken kesildi, biçildi, pulanyaya verildi ve neticede kendi kendine bu hale geldi, deseniz…. İnanın bunu kabul etmeyip size gülmeye başlayacaktır.



Halbuki kabullenmeyip de güldüğü bu teori, kendi teorisidir… Çünkü bu alem tesadüfen oldu diyor bu kimse…. Dolayısiyle kendi teorilerini yine kendileri çürütmektedir bu zavallılar….



Bu alemde sadece bir zerre sayılan herhangi bir şeyin tesadüfen olduğunu kabullenemeyenler, milyarda bir dahi olsa tesadüfe yer vermeyen bu kainattaki olayların meydana gelmesini tesadüfe bağlamaktadırlar….. Veya bu nizamlı ve intizamlı kainatın rastgele meydana geldiğini söylemektedirler.



Halbuki sizin verdiğiniz misali kabullenmezken o an fıtratı devredeydi bu insanın…. Yani bir masanın rastgele olamayacağını dile getirirken, o an sizinle sohbet eden onun fıtratıydı, dili değil…



Tabi bu sefer soruyoruz bizler ; peki nasıl oluyor bu masa veya bu dolap kendiliğinden bu hale gelemiyor da, sizin rastgele meydana gelmiştir dediğiniz bu kainat kendi kendine bu hale geliyor ? … Yani kendi ortaya attığınız bu nazariyeye göre bu iki durumun da aynı olması gerekmiyor mu ? …



Hulasa, aklını ve kalbini devreye sokmanız nedeniyle kendi teorilerini yine kendileri çürütmektedirler bu zavallılar… Yani dillerinin söylediğini o an akılları inkar ediyor…… Artık, - sohbeti eğer devam ettirirseniz - hayatını şeytana kiraya vermiş bu kimselerden bundan sonra sudur edecek sözler, inadi küfürden başka bir şey olmayacaktır.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 16 : Öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkar etmek, fıtri bir arıza mıdır ?... bu tip insanlara nasıl cevap verilmesi gerekir ?



Cevap … 16 : Öldükten sonra dirilmeyi inkar etmek, fıtri bir arızadır… Dolayısıyle bu tip arızalara cevap da, bu kimselerin fıtratlarını devreye sokarak verilir.



Şeytan ve avaneleri, insanların fıtratlarını o kadar etkilemişler ve o kadar tahrif etmişlerki, kimileri, kendi yoktan varoluşlarını ve bu aleme nereden ve nasıl geldiklerini hiç düşünmeden, öldükten sonraki dirilmeyi dahi inkara kalkışmışlardır… Yani, rabbimizin kerim kitabında haber verdiği gibi :



“ …. Bu kemikler çürüdükten sonra, toz toprak haline geldikten sonra bunları kim yaratacak, kim diriltecek. “

İsra : 49



diyecek kadar insanlar basitleşmişlerdir.



Ne yazık ki bu sözler tarihte söylendiği gibi zamanımızda da söylenmektedir. Halbuki bu sözleri de söylememeleri gerekirdi bu insanların. Çünkü bu ifadeler fıtratlarına ters ifadelerdir… Ama unutmayalımki bu ifadeler, şuursuzca kullanılan ifadelerdir…… Ve yine bu ifadeler, çevreden etkilenerek kullanılan ifadelerdir.



Bu konuda da dilleri ile kalpleri arasında bir ittifak asla söz konusu değildir bu insanların…. Bunun isbatı için fıtratlarını kontrol etmeniz veya bu kimse-lerin kalplerini bu konuda devreye sokmanız yeterli olacaktır.



Allah’u Azze ve celle, çevresinden etkilenerek bu yönlü sözler sarfedenlerin fıtratlarını devreye sokmak için şu ifadeleri kullanır :



“ ….. Bunu ilk defa kim yarattı ise, yine o yaratacaktır ….. ”



İsra : 51



“ …. Bu O’na daha kolaydır ……. “ Rum : 27



Burada gördüğünüz gibi yüce yaratıcı ; “ bunları Allah yaratacaktır “ diye bir ifade kullanmıyor….. Neden ? ….. Çünkü problem fıtri olduğu için onlara fıtratlarına yönelik bir cevap veriyor… “ … Bunu ilk defa kim yarattı ise, yine o yaratacaktır…” buyuruyor…. Çünkü bu sorunun cevabı onların fıtratlarında zaten var. Onun için, Allah’u Teala onların fıtratlarını devreye sokarak bunu anlamalarını istiyor.



Halbuki inkar edilmesi gereken birinci yaratılış olması gerekirdi bu insanlara göre…. Çünkü insanın ilk yaradılışı yoktandır… Allah c.c ol demiş ve insan oluvermiştir.



Ama bunlar birinci yaratılışı unutup ikincisini inkar ediyorlar… Halbuki bu makul bir şey değildir… Yani bunların önce kendi varlıklarını inkar etmeleri gerekir.



Hulasa değerli müslüman, Allah’u Azze ve celle burada kalplerini ve akıllarını devreye sokamayan bu biçare zavallılara, fıtratlarına yönelik cevaplar vererek onların bu hakikatı hatırlamalarını istemiştir…. Yani ; ey insan iyi düşün ! … seni önce yoktan vareden kim ? …. Sen nereden geldin ? … bunu iyi düşün çünkü senin sorunun cevabı bunun içerisinde gizlidir.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 17 : İnsanın, fıtratının icabı muhafaza ettiği meselelerde kendi-sinden istifade edeceği yerler var mıdır, bunu deliller çerçevesinde izah eder misiniz ? ..



Cevap … 17 : Elbette ki vardır… Ama bu, kendisine resul gelmeyen ve hüccet ikamesi yapışmayan kimseler içindir…



İşte bundan dolayıdır ki Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır :



وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً”………….



“ … Biz resul göndermedikçe azab edici değiliz … ”

İsra : 36



Yani bir kimseye peygamber gelmemişse, diğer bir ifadeyle ; onun haberi kendisine ulaşmamış ise, Resulün getirmiş olduğu meselelerden kıyamet günü hesaba çekilmez o kimse… Ama fıtratını muhafaza etmiş ise, bunun faydasını görecektir…. Bir hadisi şerifte şöyle buyrulur :



{ … Huzeyfe b .Yeman r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu diyor : Elbisenin nakışı eskiyip silindiği gibi İslam’da eskiyecek ve silinecektir. Hatta oruç nedir, Namaz nedir, Hacc nedir, Sadaka nedir bilinmeyecektir. Bir gece Allah’ın kitabı giderilir. Kur’an’dan yeryüzünde hiç bir ayet kalmaz. İnsanlardan bir kaç gurup kalır. Onlarda yaşlı erkek ve yaşlı kadınlardır. Bunlar : ” Babalarımızı sadece bu “ LA İLAHE İLLALLAH ” kelimesi üzere bulduk biz de onu söylüyoruz derler.



Huzeyfe bin Yeman bu hadisi rivayet edince,orada bulunan Sila kendisine : o yaşlılar Namaz nedir, Oruç nedir, Hac ve Sadaka nedir ? bilmezken “ LA İLAHE İLLALLAH ” kelimesi onlara bir yarar sağlamaz, dedi. Huzeyfe, sıla’nın bu sözünü cevapsız bıraktı. Sila bu sözü Huzeyfe’ye karşı üç defa tekrarladı. Her defasında Huzeyfe onun sözünü karşılıksız bıraktı,ona bakmadı. Nihayet üçüncü defadan sonra Huzeyfe,Sıla’ya dönerek üç defa : Ya Sıla, Tevhid kelimesi onları ateşten kurtarır, dedi. }


İBN MACE : 10.4049.N - HAKİM : 4/473



Hadisin bünyesinde de anlatıldığı gibi, bu insanlar İslam’dan sadece “ LA İLAHE İLLALLAH ” sözüne kavuşmuş, ondan başka hiçbir şey duymamış insanlardır…. Dolayısıyle, bu tür insanların sadece Allah’ın ilahlığını kabul etmeleri, kendilerini kurtarmıştır.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 18 : Aklın fıtrattaki görevi ile şeriattaki görevi nedir, bunu biraz izah eder misiniz ?



Cevap … 18 : İnsan aklının fıtrattaki görevi ile şeriattaki görevi farklıdır.



Aklın fıtrattaki görevi : İdrak etmek ve düşünmektir…… Bunun içindir ki, - biraz önce de ifade ettiğimiz şekliyle - İslam, fıtri problemleri olanların akıllarını devreye sokmaya çalışmıştır. Çünkü fıtratı anlamak veya fıtrata yönelik problemleri çözmek aklın işidir.



Bundan dolayıdır ki ; Kur’ana ve Sünnete az da olsa fukufiyeti olanlar şunu açıkça göreceklerdir ki, Allah’u azze ve celle bizim aklımızı sürekli kendi azametini izhar eden şeylere yöneltmeye çağırmıştır.



Yani ; “ … Yerin ve göğün yaratılışına bir bakın demiştir … “ “ … Devenin yaratılışına bir nazar edin demiştir … “ “ … Gece ve gündüzün ard arda nasıl geldiğine bir bakın demiştir … “ “ … Semaların ve göğün yaratılışı mı daha azametli yoksa sizin yaradılışınız mı ? … diye bir düşünün demiştir … “



İşte Allah’u azze ve celle bu tip yönlendirmelerle sürekli bizim aklımızı devreye sokarak, kendisinin kudretini, kuvvetini ve azametini idrak etmemizi istemiştir… Ama bu konuda inkarcılara bakacak olursanız, sizi ifsat etmek için aklınızı ve kalbinizi devre dışı bırakmaya çalışırlar…. Neden ? … Çünkü aklını ve kalbini devre dışı bırakanlar hakikatleri yakalayamayacaklardır.



Halbuki Allah’u azze ve celle, “ … Biz bu Ayet’leri akıl sahiplerine indirdik … “ “ … Biz bu Ayet’leri akledesiniz, tefekkür edesiniz ve tedebbür edesiniz diye indirdik … “ buyurmaktadır.



Aklın şeriattaki görevi ise : Teslimiyet göstermesidir… Bundan dolayıdır ki, Allah’u azze ve celle’nin hüccet ikamesi ettirmiş olduğu meseleler, Allah’ın isim ve sıfatları ve uluhiyeti ile alakalı meselelerdir… Çünkü bunlar, aklın bileceği ve bulacağı şeyler değildir…



Dolayisiyla bizler fıtratın icabı meselelerde aklımızı kullanmak mecburiyetindeyiz…. Ama resulün getirdiği isim ve sıfatlar veya uluhiyetle alakalı konunarda ise, aklımızı tabi kılma zorundayız…. Çünkü bu gibi konularda, akıl hakem değil mahkumdur.



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 19 : Kur’an ve sünneten okuduğumuz ve anladığımız kadarı ile Resul dönemindeki Mekkeliler, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul edip itiraf eden insanlardı…. Ama yine Kur’an ve sünnete bu insanların kafir ve müşrik oldukları anlatılıyor..... Acaba bu kimselerin kafir ve müşrik-liğine sebep olan şeyler neler idi ? …



Benim bu soruyu sormamdaki kasıt da, toplumumuzda İslami hiç bir görevi yerine getirmeyipte sadece Allah’ın varlığını birliğini bilip itiraf eden bir kimsenin Müslüman olarak kabul edilmesindendir.



Cevap … 19 : Şunu asla unutmamak gerekir ki ; Bu toplumda Allah’ın varlığına, birliğine ve rububiyetine yönelik insanlardan her ne sudur ederse etsin, bu onları asla kurtarmaya yetmez…. Çünkü O’nun varlığı birliği ve rububiyeti zaten onların fıtratları tarafından bilinen bir şeydir… Bu onlara öğretilmiştir… bunu inkar etmeleri mümkün değildirdir.



Dolayısıyla bu cahil toplumun dediği ve zannetiği gibi, Allah’ın varlığını ve birliğini bilmek, O’na iman etmek demek değildir…. Ve bu şekildeki itirafları da onları asla kurtarmaz..



Bunun içindir ki bizler tevhidi meselelerden bahsederken Mekkeli müşriklerin Allah’ın varlığını birliğini, Onun öldüren ve dirilten olduğunu, kainatı idare eden olduğunu, Rezzak olduğunu itiraf ettiklerini, ama bunun kendilerini ebedi cehennemden kurtarmaya kafi gelmediğini sık sık dile getirmişizdir.



Çünkü bu şekildeki bir inanç zaten Mekkelilerin fıtratlarında var olan bir şeydi… Onların problemleri ise uluhiyette idi….. Rabbimiz kerim kitabında Mekkeli müşriklerden şöyle bahsetmektedir :



وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْ عُونَ مِن دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ



{ Onlara, “ Gökleri ve yeri kim yarattı ? ” diye sorsan, muhakkak ki Allah diyeceklerdir. o zaman De ki : O halde bana söylermisiniz, Allah bana zarar vermek istese, sizin Allah’tan başka yalvardıklarınız, O’nun zararını benden giderebilirler mi ? Yahut Allah bana bir rahmet murad etse, onlar O’nun rahmetinin önüne geçebilirler mi ? Ve yine de ki : Allah bana yeter. Tevekkül edenler, yalnız O’na tevekkül etsinler. }

ZÜMER :38.AY.



قُل لِّمَنِ الْأَرْضُ وَمَن فِيهَا إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ قُلْ مَن بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ فَأَنَّى تُسْحَرُونَ



{ O müşriklere De ki : Yeryüzü ve onda bulunanlar kimindir ? Diyeceklerdir ki : Allah’ın. De ki : O halde hiç düşünmüyor musunuz ? Yine De ki : Yedi kat göğün Rabbi ve O büyük Arş’ın Rabbi kimdir ? Onlar yine diyeceklerdir ki : Allah’tır. De ki : O halde hiç korkmuyor musunuz ? Keza de ki : Eğer biliyorsanız, söyleyin bakalım her şeyin hükümranlığı elinde olan, her şeyi himaye eden, fakat kendisi himayeye muhtaç olmayan kimdir ?. Diyeceklerdir ki: Allah. Deki : Ohalde nasıl aldanıyor-sunuz ?}

MÜ’MİNUN : 84.85.86.87.88.89.AY.



{ O müşriklere De ki : Gökten ve yerden sizi rızıklandıran kimdir ? Yahut kulak ve gözlerinize sahip olan kimdir ? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor ? Bütün işleri bir düzen içerisinde kim idare ediyor ? . Onlar diyeceklerdir ki : Allah. De ki : O halde neden korunmuyorsunuz ? }



YUNUS : 31.AY.



Öyleyse asla unutmamak gerekir ki ; fıtratın gereyi olan bu inanç eğer Mekkelileri kurtarmaya yetmedi ise, bu toplumu da kurtarmaya yetmeyecektir.



Neden ? … Çünkü ana hatlarıyla da olsa ikinci misak bunların üzerinde tahakkuk etmiştir….. Yani resul gelmiştir…. Dolayısiyla resul geldikten sonra birinci misakın mesuliyetini kişinin ikmal etmesi kendisini kurtarmaz.



Bunun içindir ki, gerek geçmiş kavimleri ve gerekse Mekkelileri ele aldığımız zaman görülüyor ki ; bu kimselerin kafir ve müşrik olmalarına sebep, Allah’ın uluhiyetini ihlal etmeleridir…. Değilse o insanlar – bazı cahillerin zannettiği gibi – Allah’ı inkar eden kimseler değillerdi…. Ki zaten biraz önceki zikredilen deliller, onların Allah’ı bildiklerini ve O’nun rububiyetini kabul ettiklerini isbat etmektedir… Yani o kimselerin Rububiyetle alakalı bir prob-lemleri yoktu.



Öğleyse şunu tekrar etmekte fayda vardır ; Allah’ın varlığını ve birliğini bilmek, O’na iman etmek demek değildir…. Dolayısıyla sadece bu şekildeki bir itiraf da insanı asla kurtarmaz..



((((((((((((((((( ....... )))))))))))))))))



Soru … 20 : İnancın, ibadetin ve ahlakın fıtratla bir alakası var mıdır ?



Cevap … 20 : İnanç fıtri bir haslettir… Bununla beraber ibadet ve ahlak ta fıtridir.



Bunun içindir ki Dünyanın neresine giderseniz gidin, her toplumda, her millette bir inanç göreceksinizdir… Bu ne demektir .. ? … Bu ; insan fıtratında inanmak diye bir haslet vardır, demektir… Yani fıtratının gereği insan mutlaka inanmak zorundadır, bunu harcamak mecburiyetindedir.



Bu aynen ördek yavrusunun misali yüzme işine benzer…. Ördek, fıtratında bulunan yüzme hasleti gereği temiz su bulamasa dahi gider çamurlu suda yüzer…. İnsanlarda öyle işte. Temiz bir inanca sahip olmasalar bile, mutlaka yine batıl da olsa bir inanca sahiptirler.



Ya Şamanizm inancına sahiptirler …Ya Hinduizm inancına sahiptirler … Ya Budizm inancına sahiptirler …Ya Ateizm inancına sahiptirler …Ya da bir çok paganizm inancı gibi batıl inançlara sahiptirler…



İbadet de fıtridir : İnsan, fıtratının gereği mutlaka bir şeylere boyun eğip ibadet etmek zorundadır… Yani bunu harcamak mecburiyetindedir….. Bunun içindir ki kiminle karşılaşırsanız karşılaşın, onların her birini ibadet eden olarak bulacaksınızdır….



Onun içindir ki bu anlamda çok güzel bir ifade kullanılmıştır. Tek ilaha kulluk etmekten sarfı nazar edenler, bir çok ilahlara kulluk etmek mecbu-riyetinde kalmışlardır.



Bu ne demektir ? …. Bu ; İnsanda bulunan kulluk etme hasleti gereği, mutlaka biryerlere itaat edeceklerdir demektir…. Bu kulluk ise artık ya Allah’a ya da başka şeylere olacaktır, ama mutlaka olacaktır…



Ahlakında fıtratla yakından alakası vardır : Örneğin Fıtratı bozulmamış olan birisi yaptığı bir hata veya işlediği bir günahtan dolayı utanır ve yüzü kızarır…. Buna “ haya ” denir.



“ … Peygamberimiz s.a.v’e kötülük nedir ? diye soruldu. O : Kötülük, vijda-nını tırmalayan ve seni huzursuz eden şeydir……. buyurdu. “



MÜSLİM : 8.C.2553 / 15. N



“ … Peygamberimiz s.a.v yine şöyle buyurur : Hayır, nefsinin güzel gördüğü, kalbin rahatladığı ve yüreğinin tatmin ve mutlu olduğu şeydir. Şer ise, nefsin çirkin gördüğü, kalbin nefret ettiği, gönlünün tereddüt ettiği ve seni rahatsız eden şeydir.”

AHMED MÜSNED : 4 / 194



“ … Resulullah s.a.v yine şöyle buyurur : Kalbini tırmalayan şeyi yapma. “



CAMİU’S SAĞİR : 3 / 3376.N



“ … Resulullah s.a.v yine bu anlamda : Sana şüphe veren şeyi bırak, vermeyenini al, buyurur. “

TİRMİZİ : 4 / 2637.N



Bu deliller neyi gösteriyor ? … Bunlar ; bozulmamış insan fıtratının tertemiz olduğunu gösteriyor….. Allah’u Teala bir Ayeti celilesinde insana takvasını da fucurunu da öğrettiğini beyan etmektedir. O şöyle buyurur :



فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا

“ Ona takvasını ve fucurunu öğretene “

ŞEMS : 8.AY.



Hulasa temiz fıtrat, kötü şeylerden rahatsız olduğu gibi, güzel şeylerden de huzur ve mutluluk duyar.



İnsan yalan söylemekten rahatsız olur… Çalmaktan, aldatmaktan, çirkin sözler kullanmaktan rahatsız olur.



Ama dürüst olmaktan, güzel konuşmaktan, insanlara ve hayvanlara yaptığı her iyilikten de huzur ve mutluluk duyar.



Yaşamış olduğumuz şu hayatta belki sizlerde duymuş veya şahit olmuşunuzdur… Bakıyorsunuzki insan birilerini öldürmüş ve belli bir zaman kanundan kaçmış…. Veya birilerinden bir şeyler çalmış bunu saklamış… Ama neticede vijdanından kaçamayan bu kimseler, ya gelip teslim olmuşlardır, ya da çaldıkları o malı sahibine vermişlerdir… Neden ? … Çünkü bu insanlar fıtratlarının gereği vijdanen rahat edemediler.




TACUDDİN EL - BAYBURDİ
0 yorum:

Yorum Gönder


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)