GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Kavramı..

23:34

Sünnet ile cemaat lafızlarının anlamlarına dair şer’î naslarda ve selefin anlayıp ifade ettiği şekliyle anlamlarına dair bu şekilde hızlıca göz attıktan sonra, ehl-i sünnet ve’l-cemaat kavramının açık ve sağlıklı anlamının da netlik kazandığını görüyoruz.

Kimlerdir? Nitelikleri nelerdir? Yöntemleri nedir? Buna göre bizler ehl-i sünneti, nitelikleri, alâmetleri ve yöntemlerini gözönünde bulundurarak çeşitli açılardan tanımlayabileceğimiz gibi, selefin onları tanımlayışı açısından da yani selefin kendi kendilerini tanımlaması açısından da onları tanımlayabiliriz. Çünkü bir diyarın sakinleri orada nelerin olduğunu daha iyi bilir, Mekke ahalisi Mekke yollarını daha iyi bilir.

Ehl-i Sünneti Tanıyabilmemize İmkân Veren Bazı Bakış Açıları:

1- Onlar sünneti bilen, onu belleyen, gereğince amel eden, onu nakleden, onu rivayet, dirayet ve yöntem olarak taşıyan Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın ashabıdırlar. İlim amel ve zaman itibariyle herkesten önce sünnete koştukları için ehl-i sünnet olarak adlandırmaya en lâyık olan kimseler onlardır.

2- Ashabtan dini öğrenen, onu nakleden, onu bilen ve gereğince amel eden Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın ashabına uyan kimseler de bunlardan sonra gelir. Tabiûna uyanlar ve kıyamet gününe kadar onlara güzelce uyacaklar da bu kapsam içerisindedirler.

Çünkü bunlar Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sünnetine sıkı sıkıya sarılan, bid’at ortaya koymayan ve müminlerin yolundan başka bir yola uymayan sünnet ehli kimselerdir.

3- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat kitab ve sünnet ehli olan selef-i salihin kendisidir. Bunlar Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın gösterdiği hidayet yolu gereğince amel ederler.[166] Ashabın rivayetlerine uyarlar, tabîinin rivayetlerine uyarlar. Bid’at ortaya koymamış, dini değiştirmemiş, Allah’ın dininde ondan olmayan şeyleri sonradan çıkarmamış, dinde kendilerine uyulan hidayet imamları da bu kapsam içerisindedir.

4- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat bütün fırkalar arasında fırka-i nâciye (kurtulmuş fırka)’yı teşkil edenlerdir. Bunlar ise kıyamet gününe kadar (hak üzere) zahir (ve muzaffer) ve îlahî yardıma mazhar olan kesimdir.

5- Hevâların, sapıklıkların ve bid’atlerin çoğalıp, zamanın bozulduğu takdirde “garib” olan kimseler. Bu da Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın şu hadisinden alınmadır: “İslam garib başladı. Başladığı gibi tekrar garib dönecektir. O halde gariblere ne mutlu!”[167] Yine Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- şöyle buyurmuştur: “Gariblere ne mutlu! Onlar sayıca çok olan kötü insanlar arasında bulunan, salih olan (azınlıkta kalan) kimselerdir. Onlara karşı çıkanlar, onlara itaat edenlerden daha çoktur.”[168]

6- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat rivayet, dirayet, ilim ve amel bakımından hadis ehli olan kimselerdir. Bundan dolayı kimi selef imamlarının ilâhî yardıma mazhar kesim ve fırka-i naciye ehl-i sünnet ve’l-cemaati (hadis ehli) diye tefsir ettiklerini görüyoruz. Bu açıklama İbnu’l-Mubârek, Ahmed b. Hanbel, Buharî, İbnu’l-Medinî, Ahmed b. Sinan[169] -Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun-dan rivayet edilmiştir. Bu, elbetteki doğrudur, çünkü bu niteliğe layık görülen hadis alimleri ehli sünnetin imamlarıdır. İmam Ahmed ilahi yardıma mazhar kesim” hakkında şunları söylemektedir: “Eğer burada sözü edilenler hadis ehli değil ise ben bunların kim olduklarını bilemiyorum.” Kadı Iyad -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demektedir: “Şüphesiz İmam Ahmed ehli sünnet ve’l-cemaat ile hadis ehlinin mezhebine uygun itikad sahibi olan kimseleri kastetmektedir.”[170]

Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaate Bu İsmin Veriliş Sebebi:

Ehl-i sünnete bu ismin veriliş sebebi Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sünnetini alıp onu öğrenen, onun gereğince amel eden ve Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın: “Sünnetime uymaya bakınız.”[171] hadisinin gereklerini yerine getirmeye çalışan kimseler oluşlarından dolayıdır. Çünkü sünnet ashab-ı kiramın, Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan şeriat, din, zahir ve batın hidayet diye telakki ettikleri şeylerdir. Tabiûn da bunu onlardan almıştır, sonra onlara tabi olanlar, sonra adalet sahibi onlara uyan hidayet önderi olan ilim adamları ve kıyamet gününe kadar onların yolundan gidecek olanlardır.”[172]

İşte bundan dolayı sünnete uyan, hak ehli olan kimseler “ehl-i sünnet” diye bilinmişlerdir. O halde, gerçek anlamıyla buna asıl layık olanlar onlardır.

Bunlara “cemaat” adının veriliş sebebine gelince, Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın: “Cemaate bağlı kalmaya bakınız.”[173] hadisi ile kendilerini kastettiği kimselerin onlar oluşundan dolayıdır. Ayrıca onlar hak üzere toplanmış, hakkı almış, sünnete sıkı sıkıya yapışan ashab, tabiûn ve onlara tabi olan müslüman cemaatin izinden gitmişlerdir. Ayrıca onlar -yüce Allah’a hamdolsun ki- her zaman (meşru) imamları etrafında toplandıkları gibi cihad, iyiliği emredip münkerden alıkoymak, sünnet ve ona uymak esasları üzerinde toplanırlar, bid’atleri, heva ve sapık fırkaları terketmek noktasında görüş birliği halindedirler. O halde Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın kastettiği, niteliklerini belirttiği ve bize kendileriyle birlikte olmayı emrettiği cemaat onlardır.

Nihayet bizler açık seçik şu sonuca varıyoruz: Ehl-i sünnet ve’l-cemaat şu hususlara dayanan bir vasıftır:

1- Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sünnetinden dayanağı, bize sünnete bağlılığı emrettiği ve bunu tavsiye ettiği “sünnetime sıkı sıkı sarılmaya bakınız” hadisi ile cemaate uymayı emredip, bunu “cemaate bağlı kalmaya bakınız” diye tavsiye ettiği, ona muhalefet etmeyi, ondan ayrılmayı, ona karşı çıkıp, ondan uzaklaşmayı yasakladığı hadisleridir. İşte ehl-i sünnet ve’l-cemaate bizzat Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- bu adı vermiş ve onları böylelikle nitelendirmiştir.

2- Fazilet sahibi nesiller olan ashabın ve selefin rivayetlerine, onların söz ve nitelikleri ve hallerine dair ifadelerine dayanır. Bu hidayet imamlarının icma ile kabul ettikleri bir isim ve bir niteliktir. Onlar bunu hak ehline vermişler, hak ehlini bununla nitelendirmişlerdir. İşte “sünen” ve bu faziletli nesillerden gelen rivayetleri, kaydeden eserlerde, buna dair tasnif edilen kaynaklarda bu husustaki rivayetler açıkça tanıklık etmekte, bu hususu dile getirmektedir.

3- Ehl-i sünnet terimi doğru, gerçeği ifade eden ve hak ehlini bid’at ve hevâ ehlinden ayırdeden bir niteliktir. Bu ise bazılarının zannı olan “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” ancak asırlar sonra, son zamanlarda ortaya çıkmış ve ancak ayrılıkların ortaya çıkmasından sonra bilinmiş bir isim olduğu şeklindeki kanaatlerine muhaliftir. Gerçek şu ki bu, bu ümmetin selefinden nakledilegelmiş şer’î bir isim olup, ashab ve tabiûn döneminden, ilk nesilden ve faziletli nesillerden itibaren aktarılagelmiştir.

Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat Bir Mekan Ya da Bir Zamana Münhasır Bir Kavram Mıdır?

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat mekân ve zamana münhasır, onunla sınırlı değildirler. Bunlar bir yerde çoğalabilirler, bir yerde az olabilirler. Bir dönemde sayıları artabilir, bir başka dönemde azalabilirler.[174] Fakat kesintiye uğrayıp sonları gelmez. Hidayetin bayrakları, karanlığın kandilleri, kıyametin kopacağı vakte kadar diğer insanlara Allah’ın delilleri onlar arasındadır, bu dinin korunması şeklindeki Allah’ın vaadi onlar vasıtasıyla gerçekleşmektedir.

Selefin Belirlediği Şekliyle Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin Bazı Nitelik ve Belirtileri:

Şüphesiz ki ehl-i sünnet ve’l-cemaatin nitelik ve belirtileri açık ve nettir. Çünkü onlar hak ehlidirler, hak ise gayet açıktır. Ayrıca onlar doğruluk ehlidirler, doğruluk ise apaçıktır. Diğer taraftan onlar sünnete uyarlar, sünnet te muhafaza edilmiştir.

Hem onlar cemaatin kendisidirler. Cemaat ise hakka uyduğu sürece hatadan korunmuştur.

Ehl-i sünnetin nitelik ve özelliklerine dair seleften gelmiş bazı rivayetleri, birtakım imamların ifade ettiği şekliyle sunmaya çalışacağız:

1- Ehl-i sünnet Allah’ın sapasağlam ipine sıkı sıkıya sarılan kimselerdir:

Ebû Bekr es-Sıddîk -Radıyallahu Anh- diyor ki: “Sünnet Allah’ın sapasağlam ipidir. Onu terkeden bir kimse kendisiyle Allah arasındaki ipi koparmış olur.”[175]

Ömer b. el-Hattab -Radıyallahu Anh- da şöyle demektedir: “...Şüphesiz sünnet sahibi kimseler Allah’ın kitabını daha iyi bilirler.”[176]

Buna göre sünnete sımsıkı sarılıp, rivayetlere tabi olan bir kimse sapasağlam kulpa yapışan kimsedir. İşte ehl-i sünnet de böyledir.

2- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat hakka götüren, sırat-ı müstakiîme doğru giden yolu gösteren, salih önderler ve uyulacak örneklerdir.

Onlara uyan, onlarla arkadaşlık eden, dini onlardan öğrenen bir kimsenin dini esenliğe kavuşur. Onlardan uzak kalıp, onların yoluna uymayan kimse helâk olur. Amr b. Kays el-Mülâî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 143 h.) şöyle demektedir: “Sen bir gencin ilk yetiştiği andan itibaren ehl-i sünnet ve’l-cemaat ile birlikte olduğunu görürsen, ondan hayır umabilirsin. Eğer bid’at ehliyle birlikte olduğunu görürsen, ondan ümidini kes. Çünkü genç delikanlı ilk olarak neye göre yetişirse odur.”[177]

Yine Amr b. Kays şöyle demektedir: “Genç yetişir. Eğer ilim ehli ile oturup kalkmayı tercih ederse, kurtuluşa ermesi uzak bir ihtimal değildir. Şâyet başkalarına meyledecek olursa, helâk olma ihtimali yüksektir.”[178]

İbn Şevzeb -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 120 h.) şöyle demektedir: “Gencin ve arab olmayanın ibadete yöneldikleri vakit sünnet sahibi bir kimseye rastlama tevfikine mazhar olmaları Allah’ın nimetlerindendir.”[179]

Buna benzer bir söz Eyyub es-Sahtiyanî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 131 h.)’den rivayet edilmiş olup, o şöyle demiştir: “Yeni yetişen bir kimse ile arab olmayan kimselere yüce Allah’ın ehl-i sünnetten bir ilim adamı ile rastlama tevfikini ihsan etmesi, onların mutluluklarındandır.”[180]

el-Fudayl b. İyad -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 187 h.) şöyle demektedir: “Allah’ın kendileriyle ülkeleri dirilttiği birtakım kulları vardır. Bunlar sünnet sahibi kimselerdir.”[181]

İbn Abbas -Radıyallahu Anh-’dan, yüce Allah’ın: “O günde birtakım yüzler ağaracak, birtakım yüzler kararacaktır.” (Al-i İmran, 3/106) buyruğu hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Yüzleri ağaracak olanlar ehl-i sünnet ve’l-cemaattir, yüzleri kararacak olanlar ise bid’at ve dalâlet sahibi kimselerdir.”[182]

3- Müslüman sünnet ve cemaat dışında hiçbir isim ile kendilerini adlandırmamaları da onların niteliklerindendir:

Ehl-i sünnet ve’l-cemaatten başkalarına kendisini nisbet eden veya başka isimle kendisini yad eden bir kimse helâk olmuştur. Çünkü kurtuluşa eren fırka, ehl-i sünnettir ve çünkü onların yolu müminlerin izlemekle yükümlü oldukları yoldur.

Onlar İslam ehli olanlardır. İbn Abbas -Radıyallahu Anh- şöyle diyor: “Her kim bu uydurma isimlerden bir ismi kabul edecek olursa, o kişi İslam boyunduruğunu boynundan çıkarmış olur.”[183]

O, bununla sapık fırka ve sapık hevâların peşinden gidenlerin isimlerini kastetmektedir. Kadı Iyad, İmam Malik’ten şöyle dediğini nakletmektedir: “Bir adam Malik’e: Ey Abdullah’ın babası, ehl-i sünnet kimlerdir? diye sormuş, o da: Kendisi ile tanındıkları bir lakabları bulunanlardan, cehmiyeden, rafızilerden ve kaderilerden olmayan kimsedirler.”[184]

İmam İbn Kayyım dedi ki: İmamlardan birisine sünnet hakkında soru soruldu, o da şöyle dedi: “Benim sünnet dışında hiçbir ismim yoktur.”[185]

Malik b. Miğvel -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 159 h.) şöyle diyor: “Kişi İslamın ve sünnetin dışında bir isim ile kendini adlandıracak olursa, sen de onu dilediğin dine nisbet edebilirsin.”[186]

Meymun b. Mihran -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 117 h.) şöyle demektedir: “İslamın dışında kullanılan herbir isimden sakınınız.”[187]

Bilindiği gibi sünnet ve cemaate muhalif olan herkes İslam ve sünnetin dışında birtakım isimler almışlardır. Hevâ ve sapık fırka sahibleri gibi. İsterse bunlar ehl-i sünnetten olduklarını iddia etsinler. Ehl-i sünnet sahibleri taassubla hizibçilik yapan ve cemaatçilik yapanlara da, birtakım parolalara da, kavmiyetçiliklere de nisbet edilmezler. Onlar vatan ve halk taassubuna, ırk ve kabile taassubuna kapılmazlar. Onları sünnet ve İslam şiarı -hangi yer ve zamanda olurlarsa olsunlar- biraraya getirir.

4- Ehl-i sünnet insanların hayırlılarıdırlar. Bid’atlerden ve bid’atçilerden uzak kalınmasını isterler:

Fudayl b. İyad -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 187 h.) diyor ki: “Ben insanların en hayırlılarının tümünün sünnet sahibi kimseler olduğunu gördüm. Onlar bid’at sahibi kimselerden uzak kalmayı söylüyorlardı.”[188]

Ebu Bekr b. Ayyâş’a -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 194 h.) denildi ki: Sünnî kimdir? Şu cevabı verdi: “Çeşitli hevâlar sözkonusu edildiği vakit onlardan hiçbirisine taraftar kesilmeyendir.”[189]

Eyyub es-Sahtiyanî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 131 h.) Umâre b. Zâzân’a -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 131 h.) dedi ki: “Ey Umare eğer bir kimse sünnet ve cemaat sahibi ise, hiçbir zaman hangi halde olursa olsun ona dair sormana gerek yok. (O doğru yol üzeredir.)”[190]

O halde ehl-i sünnet hak ve itidal yolu olan sırat-ı müstakim üzere bulunan ümmetin hayırlıları ve vasatıdırlar.[191]

Onlar aynı zamanda bid’at ve hevâ sahibi kimselerden uzak kalmayı telkin ederler. Hak, sünnet ve cemaatin dışında hiçbir şeye taassub göstermezler.

5- Ehl-i sünnet insanların bozulacağı zaman garib kalan kimselerdir.

Çünkü onlar “bir taife”dirler. Onlar “bir millet”dirler. Onlar birçok fırka ve taife arasından “bir fırka”dırlar. Yetmişüç fırkadan bir fırkadırlar. Onlar bid’at, hevâ ve sapık fırka sahiblerinin kalabalıkları arasında “garibler”dirler.

Hasan-ı Basri -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 110 h.) şöyle demektedir: “Şüphesiz sünnet ehli geçmiş dönemlerde insanlar arasında sayıca en az olan kimselerdi. Geriye kalanlar arasında da insanların en az olanlarıdır. Onlar lüks ve debdebe içerisinde olanlara, lüks ve debdebelerinde eşlik etmezler, bid’at ehline de bid’atlerinde eşlik etmezler. Rablerine kavuşuncaya kadar sünnetleri üzere sebat gösterdiler. İşte sizler de -Allah’ın izniyle- hep böyle olunuz.”[192]

Süfyan es-Sevrî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 161 h.) şöyle demektedir: Ehl-i sünnet hakkında birbirinize hayırlı şeyler tavsiye ediniz, çünkü onlar gariblerdir.[193]

Yine o şöyle derdi: Biri doğuda diğeri de batıda bulunan kimsenin sünnet sahibi olduklarına dair sana haber ulaşırsa, sen onlara selam gönder, onlara dua et, ehl-i sünnet ve’l-cemaat ne kadar da azdır!”[194]

Abdullah b. el-Mubârek -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 181 h.) şöyle demektedir: “Şunu bil ki ben bugün ölümü, sünnet üzere yaşadığı bir hayattan sonra Yüce Allah’a kavuşan herbir müslüman için bir lütuf olarak görüyorum. Elbetteki biz Allah’ınız ve biz ona döneceğiz. Yalnızlığımızı, kardeşlerimizin gidişini, yardımcıların azlığını, bid’atlerin ortaya çıkışını Allah’a şekvâ ediyoruz. Bu ümmetin başına gelen ilim adamlarının, sünnet ehlinin gitmesi ve bid’atlerin ortaya çıkması gibi büyük belalardan dolayı da Allah’a şekvâ ediyoruz.”[195]

6- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat hadis ehli olan güvenilir ve adaletli imamlar ile rivayetiyle, dirayetiyle dini nakleden, isnadlarda yer alan kimselerdir:

Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- buyurdu ki:

“Bu ilmi sonradan gelen herbir nesil arasından o neslin adalet sahibi kimseleri taşır. Onlar bu ilimden saptırıcıların tahriflerini, batılcıların çalmalarını ve cahillerin yanlış tevillerini ortadan kaldırırlar.”[196]

Bu ilmi taşıyan kimseler ise hadis ehlidir. Sünneti belleyen, gereğince amel eden insanlara onu öğreten hidayet imamlarıdır. O halde onlar sünnetin de imamlarıdırlar.

İbn Sîrin -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 110 h.) şöyle diyor: “Daha önceleri isnada dair (hadis alanlar) soru sormazlardı. Ancak fitne baş gösterince, bu sefer: Size bu rivayeti nakleden ravilerin isimlerini bize veriniz demeye başladılar. O halde ehl-i sünnete bakılır ve onların rivayet ettikleri hadis alınır. Ehl-i bid’ate bakılır ve onların rivayet ettikleri hadis alınmaz.”[197]

7- Ehl-i sünnet kendilerinden ayrılmaları sebebiyle insanların üzüldüğü kimselerdir: Eyyub es-Sahtıyanî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- diyor ki: “Ehl-i sünnetten bir adamın vefat haberi bana ne zaman verilirse, sanki azalarımdan birisini kaybetmiş gibi oluyorum.”[198] Yine şöyle diyor: “Ehl-i sünnetin ölümünü temenni eden kimseler aslında ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isteyen kimselerdir. Fakat kâfirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”[199]

İmam Abdulaziz b. Muhammed ed-Deraverdî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 187 h.) vefat edince, Süfyan b. Uyeyne -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 198 h.) bu işe katlanamadı ve katlanamadığını da ortaya koydu. Kendisine: Biz senin hiç bu dereceye kadar geleceğini sanmıyorduk. O: “O kişi ehl-i sünnettendi.” diye cevab verdi.[200]

Muâfâ b. İmran -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 186 h.) şöyle demektedir: “Ölüm esnasında olması müstesna, sakın hiçbir kimseyi övme. Çünkü o kimse ya sünnet üzere ölür, yahut bid’at üzere ölür.”[201]

Avn -İbn Abdullah el-Kufî olabilir; Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 120 h.’den önce) şöyle demiştir: “Her kim İslam ve sünnet üzere olursa, artık ona her türlü hayrın müjdesi vardır.”[202]

Ehl-i sünnet bütün insanlar arasında sahib bulundukları hakka en güçlü bir şekilde inanan, sebat gösteren, onu en iyi kavrayan ve ona sımsıkı sarılan, onun etrafında ittifak eden kimselerdir. Onların dışında kalan kelâm, bid’at ve sonradan uydurma şeyleri kabul edenlere gelince, bunlar çalkantı içerisindedirler, bir oraya, bir buraya giderler, tartışma halindedirler. Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye sünnet ve hadis ehli hakkında şunları söylemektedir: “Bu gibi kimselere, hadis ve sünnet ehlini bu lüzumsüz sözlere nisbet etmeleri nasıl yakışır. Çünkü hadis ve sünnet ehli, insanlar arasında ilimleri, yakînleri, huzurları ve itminanları herkesten daha büyük olan kimselerdir. Onlar hem bilirler, hem bildiklerini bilirler. Onlar hakka inanırlar, onda şüphe etmezler, onda tereddüte kapılmazlar. Belirtildiğine göre ehl-i sünnetin avamının dahi sahib olduğu bilgi ve yakîn, kelamcılarla, felsefecilerin ileri gelenlerinin dahi sahib olabildikleri bir şey değildir.[203]

Ben de diyorum ki: Günümüzde de ehl-i sünnetin avamının sahib oldukları istikamet, temiz fıtrat ve temiz yöneliş; düşünür, kültürlü diye adlandırılan birtakım kimselerde ve hizib taasubu taşıyan birtakım cemaatlere uyanların birçoğunda bulunmamaktadır. Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!

Sonuç

Bu araştırmanın sonunda değerli okuyucuya aşağıdaki hususları hatırlatmak arzusundayım:

Birinci Husus: “Ehl-i sünnet ve’l-cemaat kavramı”nın aydınlığa kavuşturulması çağımızda oldukça önemli ve zorunlu bir iştir. Çünkü ehl-i sünnete müntesib olmak iddiaları bu çağda çokça görülmektedir. Bu iddia sahibleri çoğunlukla ehl-i sünnet akidesini, inanç esaslarını bilmediği gibi, sünnet gereğince de amel etmez. Hatta itikadi meselelerde yahut onların bir bölümünde ehl-i sünnete muhalefet eden kimseler dahi, kendilerini ehl-i sünnete nisbet etmektedirler. Acelece kaleme aldığım bu araştırma maksadı gerçekleştirmeye elverişli değildir. Bu, ilim talibi kimselerle araştırmacıların da katkıda bulunmaya çağırdığım bir konudur. Hatta değerli ilim adamlarımızın ve hocalarımızın da bu katkılarını yapmaları gerekir. Böylelikle bu konu hakettiği şekilde araştırılsın, layık olduğu itina ve açıklamalara kavuşsun.

İkinci Husus: Dâvet bayrağını taşıyan, İslâm sancağını yükselten çağdaş İslâmi dâvet ve hareketleri yüce Allah İslâma ve müslümanlara bir dereceye kadar faydalı kılmıştır. Şu kadar var ki kanaatimce bunların çoğunluğu hala sünnet sancağını -selef nezdinde ilim, amel, yaşayış ve yöntem olduğu şekliyle- yükseltebilmiş değillerdir. Şu anlamda ki, bu çağdaş dâvetlerin çoğunluğu usulde ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebine dayanmamaktadır. Bunlar açık ve net bir şekilde selef-i salihin yöntemini kendilerine yöntem olarak almamışlardır. Şu kadar var ki, bu hareketler arasında selefin mezhebini bilen ve onun gereğince amel eden fertler de bulunabilmektedir. Fakat ilmi ve ameli yöntemler hala bunun ilerisine gidememiştir. Ben bu münasebetle ilim taliblerine ve davetçilerine -ki onlar öğüt almaya en layık kimselerdirler- bu meseleye hakkını vermeleri gerektiğini hatırlıyorum. Çünkü bu mesele mana ve kapsamı itibariyle kelimenin tam anlamıyla usul noktasında selef mezhebinin ana dayanağıdır.

Üçüncü Husus: Bütün müslümanlara şunu hatırlatıyorum ki: Sünnete selef-i salihin yöntemine dönmedikçe bid’at, hevâ ve sonradan uydurma şeylerden kurtulmadıkça aziz olmaları, muzaffer olmaları, yükselmeleri mümkün değildir. Sözkonusu bid’at hevâ ve sonradan uydurma şeyler müslümanların bir çoğunun kalblerini ve amellerini karartmıştır. Hala sufî tarikatler, bid’at fırka ve kesimler ile eski ve yeni sapık bütün yönelişler, bunlara sıkı sıkıya sarılmaktadır.

Son olarak; yüce Allah’tan kendim için ve bütün müslümanlar için tevfikini, İslâma zafer nasib etmesini, sapmış olan müslümanları hakka ve dosdoğru yola iletmesini niyaz ederim.

Allah’ın salât ve selamı, bereketleri Rasûlümüz, o güvenilir yüce Peygamber Muhammed’e, bütün aile halkına ve ashabına olsun...

-----------------------------------------------------------------------------------

[166] Bk. İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetava, III, 157.

[167] Müslim, İman, 55, Hadis no: 145, I, 130.

[168] el-Elbanî, Sahihu’s-Camii’s-Sağir’de sahih olduğunu söylemiştir. I, 12, no: 3816.

[169] Bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, XIII, 393, Tirmizî, IV, 504-505. Bk. Silsiletu’l-Ahadîsi’s-Sahiha, 270. hadise dair not, III, 136-137.

[170] Şeyh Abdullah el-⁄uneyman, Şerhu Kitabi’t-Tevhid min Sahihi’l-Buhari, II, 238.

[171] Hadisin kaynağı daha önceden gösterilmişti.

[172] Bk. İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetava, III, 358.

[173] Hadisin kaynağı daha önceden gösterilmişti.

[174] Bk. Fethu’l-Bâri XIII, 295; eş-Şeyh Abdullah el-Ğuneyman, Şerhu Kitabi’t-Tevhid, II, 240.

[175] İbn Batta, eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 120.

[176] Darimî, I, 49.

[177] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 133.

[178] el-İbâne, I, 206.

[179] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 133; el-İbâne, I, 205.

[180] el-Lâlekâî, Şerh-u Usul-i İtikad-i Ehl-i Sünne, I, 60, rivayet no: 30.

[181] el-Lâlekâî, I, 65.

[182] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 137.

[183] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 137.

[184] Tertibu’l-Medarik, I, 72.

[185] Medaricu’s-Sâlikîn, III, 174.

[186] es-Suyutî, ed-Durru’l-Mensul, II, 63; el-Lalekaî, I, 62; Ayrıca bak Dr. Ahmed Sâd Hamdan, et-Tehmiş.

[187] eş-Şerhu ve’l-İbâne, 137.

[188] eş-Şerhu ve’l-İbâne, s. 153.

[189] el-Lâlekâî, I, 60, 65.

[190] el-Lâlekâî, I, 60, 65.

[191] Bk. İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetava, III, 368-369.

[192] Darimî, I, 72. Bk. Muhammed Abdu’l-Hadi el-Mısrî’nin derleyip, hazırladığı Ehlu’s-Sünne ve’l-cemaa.

[193] el-Lâlekâî, Şerhu İtikad-i Ehli’s-Sünne, I, 64.

[194] el-Lâlekâî, Şerhu İtikad-i Ehli’s-Sünne, I, 64.

[195] İbn Vaddah senedi ile el-Bid’a, s. 39’da rivayet etmiştir.

[196] el-Hatib, Şerefu Ashabi’l-Hadis, 28-29; İbn Adiy, el-Kâmil, I, 152-153 ve III, 902; el-Alaî, Buğyetu’l-Mutelemmis, s. 34-35’te sahih olduğunu belirterek. Bk. Dr. Salih es-Suhaymî, Ulu’l-Ebsar’ın notları, s. 64.

[197] Müslim, Mukaddime, Babu ennel isnade mine’d-din, I, 15; Tirmizî, Kitabu’l-İlel, V, 740.

[198] Ebu Nuaym, el-Hilye, III, 9; el-Lâlekâî, I, 60, rivayet no: 29.

[199] el-Lâlekâî, I, 61, rivayet no: 35.

[200] el-Lâlekâî, I, 66, rivayet no: 56.

[201] el-Lalekaî, I, 67, rivayet no: 62.

[202] el-Lalekaî, I, 67, rivayet no: 60.

[203] Bu sözleriyle ehl-i sünnete haşviye diyerek ayıplayan kelam ehline işaret etmektedir. Mecmûu’l-Fetava, IV, 29.

Prof. Nâsır b. Abdülkerîm - Guraba Yay.

Read On 0 yorum

Cemaat Kavramı-2

23:32

e- Ehl-i Hal ve’l-Akd Anlamında Cemaat:

Aynı şekilde ilim adamları, emirler, kumandanlar, valiler, hakimler ve ileri gelenlerin yahutta bunların bir bölümünün müslümanlara ait herhangi bir iş etrafında ittifak etmeleri hakkında da “cemaat” terimi kullanılır. Bir imam (İslam devlet başkanı)’ı başa geçirmek, ona bey’at etmek yahut onu görevinden almak ve buna benzer hususlar gibi. Müslümanlar arasında hal ve akd ehli olmaya en lâyık olan kimseler dini hususlarda kendilerine uyulan şeriat ilminin âlimleridir. Daha sonra da fazilet, salâh ve ileri gelmek özelliklerine sahib önde gelenler, sırasıyla bunların arkasından gelir. Bunların da söz ve fiillerinin ümmetin maslahatlarını belirleyip işlerini yönlendirmekte etkisi olan kimseler arasından olmasına dikkat edilmelidir.

İbn Hacer, İbn Battal’dan şöyle dediğini nakletmektedir: “Cemaatten kasıt her dönemin hal ve akd ehlidir.”[139] Hal ve akd ehli ise az önce belirttiğim gibi öncelikli olarak ilim adamlarını kapsar. İşte bu, cemaat kavramının geniş anlamının bir parçasını teşkil eder. Hal ve akd ehli bir yöneticiye bey’at yahut bir cihadın ilân edilmesi gibi herhangi bir husus üzerinde ittifak edecek olurlarsa, şüphesiz ki cemaati temsil ederler. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

f- Büyük Cemaatin Dışında; Herhangi Bir Şey Etrafında Toplanan İnsanlar Topluluğu Yada Mescitte Cemaatle Namaz Kılan Kimseler Anlamı İle Cemaat:

Sünnette ve selefin ifadelerinde “cemaat” kelimesinin yemek, yolculuk, namaz, ilim taleb etmek ya da insanların biraraya gelmelerine sebep teşkil eden din ve dünya maslahatlarından herhangi bir iş için biraraya gelmiş bulunan belirli bir kesim hakkında da kullanılır ki, bu da büyük “cemaat” kavramının dışında bir manadır. Bu anlamı ile cemaat lafzının vârid olduğu rivayetlere örnekler:

Ömer b. el-Hattab -Radıyallahu Anh-’ın rivayet ettiği bir hadiste Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- şöyle buyurmuştur:

“Hep birlikte yemek yeyiniz ve dağılmayınız. Çünkü şüphesiz ki bereket cemaat ile birliktedir.”[140]

Bununla bir yemek etrafında toplanan kimseler kastedilmektedir. Nitekim daha genel kapsamlı olan şeylerde cemaatin bereketli olacağı öncelikli olarak da anlaşılan bir husustur.

Cundub b. Abdullah -Radıyallahu Anh- dedi ki: Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- bizlere dehşete kapıldığımız zaman cemaati, çarpıştığımız zaman da sabırlı ve sükûnetli olmamızı emrederdi.[141] Yani kendilerini korku ve dehşete düşüren herhangi bir işle karşılaştıklarında biraraya gelmeye, ittifak etmeye ve birbirleriyle yardımlaşmaya bakmalıdırlar.

Buharî’nin, Sahih’teki şu ifadesi de bu kabildendir: “İki ve daha fazlasının cemaat olduğuna dair bir bahis.”[142]

Bununla kastedilen de namaz için cemaat olacaklardır. Diğer işler de buna kıyas edilir.

Cemaat mescidde imam ile birlikte namazda hazır bulunan kimseler hakkında da kullanılmıştır. Osman b. Affan -Radıyallahu Anh-’ın rivayet ettiği şu hadiste olduğu gibi: Ben Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ı şöyle buyururken dinledim:

“Kim yatsı namazını cemaat ile birlikte kılacak olursa, gecenin yarısını namaz kılmış gibi olur. Kim sabah namazını cemaat ile birlikte kılarsa, sanki geceyi tamamen namazla geçirmiş gibi olur.”[143]

İbn Ömer ve başkalarının rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamberin şu buyrukları da bu kabildendir:

“Cemaat ile kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmiyedi derece daha faziletlidir.”[144]

Bununla mescidde imam ile birlikte namaz kılanların cemaatini kastetmektedir. Çünkü Abdullah b. Mesud -Radıyallahu Anh- şöyle buyurmuştur: “Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- bizlere hidayet sünnetlerini (sünen-i hüdâyı) öğretti. Ezan okunulan mescidde namaz kılmak da hiç şüphesiz hidayet sünnetlerindendir.”[145]

Dolayısıyla belirli imamın arkasında namaz kılan herkes bu anlamı ile cemaat kavramı içerisinde yer alır.

g- Bütün Bu Anlamlar Hakkında, Yahut Bazıları Yada Çoğunluğu Hakkında “Cemaat” Kavramının Kullanılması:

Yani sünnette ve selef ifadelerinde cemaat tabirinin kullanıldığı şer’î bir takım lafızlarda sözü edilen bu manaların çoğu ya da bir kısmı birarada kastedilmiş olabilir ve bu durumda cemaat, nasların akışı, lafzı ya da mefhumundan hareketle bu işaret olunan anlamlardan birisi, bir kısmı ya da çoğunluğu esas alınarak yorumlanabilir. Bundan dolayı imamların benimsemiş olduğu “cemaat” kavramının pek çok şekilde yorumlandığını görebilmekteyiz. Şatıbî “el-İ’tisâm” adlı eserinde bunların bir bölümüne işaret etmiş bulunmaktadır. Ben de onun bu açıklamalarını burada özetle kaydetmenin faydalı olabileceğini düşünüyorum:

“İnsanlar bu hadislerde kastedilen cemaat anlamı hakkında beş ayrı görüş ortaya atmışlardır:

1- Cemaat müslümanların en büyük çoğunluğunu (es-sevâdu’l-a’zam)’ı ifade eder. Bu da Ebû Galib’in şu ifadelerinin delâlet ettiği bir anlamdır: Şüphesiz ki en büyük çoğunluk, diğer fırkalar arasında kurtuluşa eren kimselerdir.[146] Bunların dinleri ile ilgili izledikleri yol hakkın kendisidir. Onlara muhalefet eden bir kimse ise cahiliye ölümü ile ölür. İster şeriat ile ilgili herhangi bir hususta onlara muhalefet etsin, ister imamları ve sultanları hakkında muhalefet etsin, o hakka muhalefet eden bir kişi demektir.”[147]

Bu görüşü benimseyenler arasında Ebû Mesud el-Ensâri ve Abdullah b. Mesud -Radıyallahu Anh-’ın da bulunduğunu zikretmektedir.[148] Daha sonra şunları söyler: “Bu görüşe göre ümmetin müctehidleri, alimleri, şeriat ile amel eden şeriat ehli kimseler cemaatin kapsamı içerisindedir. Onların dışında kalanlar da onların hükmü kapsamı içerisindedirler. Çünkü onlara tabidirler, onlara uyarlar. Buna göre onların cemaati dışına çıkan herkes (cehenneme doğru gitmek üzere) ayrılan kimselerdir. Bunlar şeytanın talan ettiği kimselerdir. Bütün bid’at ehli olanlar bu kapsama girerler. Çünkü onlar bu ümmetten önceden geçmiş olanlara muhalefet ederler, hiçbir şekilde onlar arasına katılamazlar.”[149]

2- Bundan maksat müçtehid, alim imamların cemaatidir. Ümmetin âlimlerinin kabul ettiklerinin dışına çıkan kimse cahiliye ölümü ile ölür. Çünkü Allah’ın cemaati[150] ilim adamlarıdır. Allah onları alemlere karşı bir hüccet kılmıştır. Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın: “Şüphesiz Allah benim ümmetimi dalâlet üzere toplayıp, biraraya getirmez.”[151] buyruğu ile kastettiği kimseler de bunlardır.”[152]

“Bu görüşü kabul edenler arasında Abdullah b. el-Mubârek, İshak b. Rahaveyh (Rahuye) ve seleften bir topluluk da vardır. Usul alimlerinin görüşü de budur.”[153]

Taklid ve bid’at ehli kimseler hakkında da şunları söylemektedir: “Durum ne olursa olsun, bunlar doğrudan en büyük kalabalık (es-sevâdu’l-a’zam)’in kapsamına girmezler.”[154]

3- “Cemaat özellikle ashab-ı kiram anlamındadır. Dinin direğini ayakta tutanlar, kazıklarını yere sağlamca çakanlar, onlar oldukları gibi hiçbir şekilde sapıklık üzere biraraya gelip görüş birliğine varmamış olanlar da onlardır.”[155]

Daha sonra bu görüşü kabul edenler arasında Ömer b. Abdulaziz olduğunu belirtmektedir. İmam Malik de bu hususta onun kanaatini desteklemiştir.[156]

Daha sonra Şatıbî şunları söyler: “Bu görüşe göre “cemaat” lafzı Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın diğer rivayette belirtmiş olduğu “(cemaat) benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu haldir.”[157] şeklindeki rivayete uygun düşmektedir. Sanki bu açıklama onların söyledikleri, yaptıkları uygulamalarla, içtihad ettikleri hususların kayıtsız ve şartsız olarak delil olduğunu belirten kanaatin kapsamında gibidir.”[158]

Daha sonra da şunları söylemektedir: “Buna göre onların ortaya koydukları herbir iş herhangi bir tartışma sözkonusu olmaksızın bir sünnettir. Başkaları ise böyle değildir. Çünkü bu hususta içtihad ehlinin onu tetkik edip, red ya da kabul etmek imkânları vardır. O halde bid’at ehli olan kimseler -bu görüşe göre- cemaat kapsamına kesinlikle girmezler.”[159]

4- “Cemaat, herhangi bir iş hakkında icma etmeleri halinde bütün müslümanların cemaati demektir. O halde bunların dışında kalan diğer din mensuplarına da onlara uymak gerekir. Peygamberine yüce Allah’ın kendilerini sapıklık üzere biraraya getirmeyeceği taahhüdünü verdiği kimseler bunlardır. Şâyet aralarında bir görüş ayrılığı ortaya çıkacak olursa, anlaşmazlık konularında doğruyu bilmeye çalışmak gerekir.”[160]

5- “İmam Taberî’nin tercih ettiği şu görüştür: Cemaat bir emir etrafında toplanan müslümanlar demektir. Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- ona bağlı kalmayı emretmiş, ümmetin bu emiri önlerine geçirmek hususu üzerinde ittifak sağladıkları bu noktada ayrılığa düşmesini yasaklamıştır.”[161] Bu ifadelerinden sonra Şatıbî, Taberî’nin uzunca bir açıklamasını zikretmekte ve arkasından şunları söylemektedir: “Hulâsa cemaat, kitab ve sünnete uygun davranan imam etrafında toplanmak anlamı çerçevesinde döner durur. Bu ise açıkça şunu göstermektedir ki, sünnet olmayan bir husus üzerinde toplanmak sözü edilen hadislerde anılan cemaat anlamının dışına çıkmaktadır. Haricilerle onların durumunda olanlar gibi.”[162]

Sonuç: Şer’î nasların toplamından, imam ve ilim adamlarının nakledilen sözlerinden çıkartılan “cemaat”in şer’î kavramı birbirine yakın anlamlar etrafında dönüp dolaşmakta ve hepsi de şer’an cemaatin şu anlam çerçevesi ile çerçevelendiği sonucunu ortaya koymaktadır:

Cemaat, ehl-i sünnet, sünnete tabi olanlar, hak ehli ve kurtuluşa eren fırka (fırka-i naciye)dır. Bunlar da ashab-ı kiram ile onlara güzel bir şekilde uyan hidayet imamları, dinde fıkıh ve ilim ehli ile kıyamet gününe kadar müminler arasından onlara uyup, yollarını izleyecek olan kimselerdir.

Cemaat, sünnet etrafında toplanıp, onu ittifakla kabul eden, hakkın etrafında ve imamları etrafında toplanan kimselerdir. O bakımdan onların isim ve nitelikleri “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” tabiri ile terkib edilerek ifade edilmiştir.

Buna göre onlar gerçek anlamıyla sünnet ehli kimselerdir. Onlar sünneti nakletmiş, bellemiş, sıkı sıkıya ona sarılmış, ona uymayı tavsiye etmiş, öğretmiş, gereğince amel etmiş ve hakkıyla ona gereken itinayı göstermişlerdir. Bunlar, hak üzere toplanmaları, Peygamber ve ashabının izlediği yol etrafında toplanmaları halinde Allah Rasûlünün kastettiği cemaati teşkil ederler. Cemaat kavramının genel çerçevesi içerisine bazı anlamları ile özelleştirici ifadeler de girmektedir. Hal ve akd ehli, belirli bir imam yahut müslümanların maslahatlarından büyük herhangi bir maslahat etrafında toplanan, ayrıca bir mesciddeki cemaat ve buna benzer ifadelerde olduğu gibi;

“Cemaat” Kavramı Dışında Olanlar:

Şer’î naslar ve hidayet imamlarının bu nasları açıklaması çerçevesinde “cemaat” kavramı içerisine girenlerin kim olduklarını öğrendiğimize göre şer’an kastedilen cemaat kavramı dışına çıkan kimseleri de bilmemiz -yine şer’î naslar ve imamların sözleri çerçevesi gereğince- faydalı olacaktır:

1- Bid’atçiler, hevâ ehli ve dinde olmayan yeni şeyler ortaya koyanlar “cemaat” kavramının dışındadırlar. Çünkü Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın: “Ümmetim sapıklık üzere asla birleşmez” buyruğu yanında: “Her bid’at bir sapıklıktır” şeklindeki genel ifadesi bunu gerektirmektedir.

Ayrıca: “Her kim bizim bu işimizde ondan olmayan bir şeyi ortaya koyarsa, o merduddur.” buyruğu da bunu ifade eder.[163]

2- Şia, hariciler, kaderiye, mutezile, cehmiyye, kelâmcılar ve onlardan dallanıp budaklananlar, tarikat sahibi sufiler ve benzerleri ile bütün bu bunlardan dallanıp budaklanan çeşitli fırkalar, onların yönelişleri, itikadi mezhebleri -eskisiyle, yenisiyle- bütün fırka tabileri de (cemaat kavramı dışındadırlar.) Çünkü Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın bu ümmetin yetmişüç fırkaya ayrılacağını, biri dışında hepsinin cehennem ateşinde olacağını belirten umumi hadisi ile bu tek fırkayı da “cemaat” diye yorumlaması, bunun da kendisinin ve ashabının üzerinde gittiği yoldan ibaret olduğunu ortaya koyması bunu gerektirmektedir.[164]

3- Müslüman imamlar ve onların cemaatinin dışına cemaatten uzaklaşıp, ayrılığı ve tefrikayı beraberinde getirecek şekilde çıkan yahutta fitnenin ortaya çıkmasına, çiğnenilmesi yasak şeylerin çiğnenmesine, din ve dünyasında ümmetin büyük fesadlara uğramasına veya Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sakındırdığı şeylerin kapsamına giren benzeri şeylerin ortaya çıkmasına sebeb teşkil edecek şekilde cemaatten uzaklaşmak.

Fitneye, yasakların çiğnenmesine, cihad, iyiliğin emredilip, münkerden alıkonulması gibi müslümanların büyük maslahatlarının çalışmayacak hale gelmesine sebeb teşkil edecek yahut yolların korkulu bir hal alması ve kesilmesi ile sonuçlanıp, insanları korku ve dehşete düşüren neticelere götürecek şekilde (İslam devletinin) meşru yöneticilerine karşı çıkan yahut ümmete kılıç çeken yahut itaati bölen, ayıran hariciler gibi. Bu tür sonuçlara götüren herbir iş, cemaatin dışına çıkmaktır. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.[165]

4- Sünnete uygun yolu izlemeyen, bulamayan, ilim ehline uymayan, engelleyici meşru otoriteyi engel tanımayan, şer’an kastedilen cemaatin istikametine boyun eğmeyen ve böylelikle cemaat kavramının dışına çıkarak onların kapsamına girmeyen cahiller, beyinsizler, günahkârlar, fasıklar ve karıştırıcılar da “cemaat” kavramının dışında kalırlar. Böyleleri müslüman cemaatten sayılmazlar, aksine bunlar ayrılıp, uzaklaşmak ve helâk olmak yolundadırlar. Cemaatin işinin dosdoğru bir şekilde yola koyulması ancak bu gibi kimselerin hizaya getirilmesi ve sadece hakkın çerçevesinde tutulmaları ile mümkün olabilir.

--------------------------------------------------------------------------------------------

[139] Fethu’l-Bâri, XIII, 216.

[140] İbn Mace, Et’ıme 17, Hadis no: 3287, II, 1093-1094. Hadis hasendir, hasen olduğunu el-Elbanî, Sahihu’l-Camiu’s-Sağir, IV, 168’de belirtmektedir.

[141] Ebû Davud, Cihad, Babun fi’n-Nidâi inde’n-Nefîr, Hadis no: 2560, III, 55-56.

[142] Ezan 35; Fethu’l-Bâri, II, 142.

[143] Müslim, Mesâcid, Babu Fadli Salâti’l-İşâi ve’s-Subhi fi Cemaa, Hadis no: 656, I, 454.

[144] Müslim, Mesacid, Babu Fadli Salâti’l-Cemaa, Hadis no: 650, I, 450.

[145] Müslim, Mesacid, Babu Salâti’l-Cemaati min Süneni’l-Hüdâ, Hadis no: 654, I, 453.

[146] Burada “es-Sevadu’l-Âzam (en büyük kalabalık)” tabiri ile kastedilenin mevlid bid’ati gibi çoğunluğun uygulamasını, bid’atlerinin meşruiyetine delil gösteren bid’atçi taifelerin bir çoğunun ileri sürdükleri gibi, mutlak olarak sayısal çokluğun kastedilmediğine bir işaret vardır.

[147] el-İ’tisam, II, 260.

[148] Bk. el-İ’tisam, II, 261.

[149] Bk. el-İ’tisam, II, 261.

[150] el-İ’tisam’da da ifade bu şekildedir.

[151] Bu husus Tirmizi’nin, İbn Ömer’den, Fiten, Babu Mâcâe fi Luzumi’l-Cemaa, IV, 466, Hadis no: 2167’de geçmiş bulunmaktadır. Ahmed, el-Müsned, V, 145; Hakim, el-Müstedrek, I, 115; Darimî, I, 145’de buna dair bir şahid (destekleyici tanık) da bulunmaktadır. Suyutî, el-Camiu’s-Sağir, I, 278’de Hasen olduğunu belirtmiştir.

[152] el-İ’tisam, II, 261.

[153] el-İ’tisam, II, 261.

[154] el-İ’tisam, II, 262.

[155] el-İ’tisam, II, 262.

[156] Bk. el-İ’tisam, II, 263.

[157] Bununla, Hakim, el-Müstedrek, I, 128-129; Tirmizî, İman, Babu İftiraki Hâzihi’l-Ümme, Hadis: 2641, V, 25-26’da zikrettiği ve ayrıca: “Ümmetim yetmişüç millete (fırkaya) ayrılacaktır. Biri müstesnâ hepsi ateşte olacaklardır. Bunlar kimlerdir ey Allah’ın Rasûlü deyince, bugün benim ve ashabımın üzerinde gittiği yoldur”lafızlarını da ihtiva eden hadisi kastetmektedir.

[158] el-İ’tisam, II, 263.

[159] el-İ’tisam, II, 263.

[160] el-İ’tisam, II, 263.

[161] el-İ’tisam, II, 264.

[162] el-İ’tisam, II, 264.

[163] Burada zikredilen hadislerin kaynakları daha önceden gösterilmişti.

[164] Burada işaret edilen hadislerin kaynağı daha önceden gösterilmişti.

[165] Dinden çıkmak mahiyetinde olan irtidad, dinin kat’i bir hükmünün inkârı gibi birtakım hususlar cemaatin dışına çıkmak olduğu gibi, itikadi bakımdan küfrü gerektiren bir iş yapmayan isyancıların çıkışı gibi, bundan daha alt mertebede olan çıkışlar da cemaatin dışına çıkmak olarak değerlendirilir.

Prof. Nâsır b. Abdülkerîm - Guraba Yay.

Read On 0 yorum

GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)