GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

İman ile Bağdaşmayan Şeyler..

23:58

İMAN İLE BAĞDAŞMAYAN ŞEYLER

S. İmanın zıttı nedir?

C. İmanın zıttı küfürdür. Nasıl ki iman bir takım dalları olan bir kök ise, küfür de birtakım dalları bulunan bir köktür. Bundan önceki açıklamalarımızdan imanın itaat ile emre uymayı gerektiren boyun eğmeyi beraberinde getiren bir tasdik olduğu anlaşılmış bulunmaktadır.

Küfrün esası da, büyüklenmeyi ve isyanı gerektiren inat ve başkaldırmadır. Buna göre bütün itaatler imanın dallarıdır. Bundan dolayı Kur'ân ve sünnetin nasslarında bu itaatlerin birçoğuna -az önce açıkladığımız gibi- iman adı verilmiştir. Bütün masiyetler de aynı şekilde küfrün dallarıdır. Nasslarda onların bir çoğuna -ileride geleceği üzere- küfür adı verilmiştir.

Bu husus bilindiği takdirde küfrün iki türlü olduğu da açığa çıkmış olur. Birisi büsbütün imandan çıkartan büyük küfür olup, bu kalbin sözüne ve ameline yahutta onlardan birisine aykırı düşen itikadi küfürdür.

Diğeri ise imanın kemali ile bağdaşmayan fakat bununla birlikte mutlak imana da aykırı düşmeyen küçük küfür olup, kalbin sözüne de, ameline de aykırı olmayan ve bunu da gerektirmeyen amelî küfürdür.

S. İtikadi küfrün büsbütün imana nasıl aykırı düştüğünü bize açıklayabilir, bu küfrün imanı nasıl ortadan kaldırdığına dair yaptığın özeti açabilir misiniz?

C. İmanın söz ve amel olduğunu daha önceden açıkladık. İman, kalbin ve dilin sözü ile kalbin, dilin ve azaların amelidir. Kalbin sözü tasdik, dilin sözü İslam sözünü ifade etmek, kalbin ameli niyet ve ihlas, azaların ameli ise bütün itaatleri yerine getirmektir.

Bu dört hususun tamamı yani kalbin sözü ve ameli ile dilin sözü ve azaların ameli ortadan kalktığı takdirde iman da tamamıyla ortadan kalkar.

Kalbin tasdiki ortadan kalkacak olursa, geri kalanların da faydası olmaz. Çünkü kalbin tasdik etmesi inanılması gereken hususlara inanmak ve bunların faydalı olması için bir şarttır.

Şöyle ki: Bir kimsenin Allah'ın isim ve sıfatlarını yahutta Allah'ın rasûlleriyle gönderip, kitablarında indirdiği herhangi bir hususu yalanlaması buna örnektir.

Doğruluğuna itikat ile birlikte kalbin ameli ortadan kalktığı takdirde, ehl-i sünnetin icma ile kabul ettiği görüş, bunun ortadan kalkmasıyla beraber imanın da ortadan kalkacağı ve artık kalbin amelinin yokluğu ile birlikte tasdik etmenin fayda vermeyeceği şeklindedir.

Kalbin ameli ise sevmesi ve itaat etmesidir. İblis, Firavun, Firavun'un kavmi, yahudiler, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in doğru söylediğine hatta gizli ve açık bunu ifade ederek; “o yalancı değildir, fakat biz ona uymaz ve ona iman etmeyiz” diyen ve tasdiklerinden yararlanamayan müşriklerin durumu böyledir.

S. Kişiyi dinden çıkartan büyük küfür kaç kısımdır?

C. Yaptığımız açıklamalardan bunun dört kısım olduğu öğrenilmiş bulunmaktadır:

1- Cehil (bilgisizlik) ve yalanlama küfrü,

2- Cuhûd küfrü,

3- İnat ve istikbâr küfrü,

4- Münafıklık küfrü.[236]

S. Bilgisizlik ve yalanlama küfrünün mahiyeti nedir?

C. Kureyş kâfirlerinin çoğunda onlardan önce yüce Allah'ın haklarında şu buyrukları indirdiği diğer ümmetlerde görülen gizli ve açık küfürdür:

"Kitabı ve peygamberimizle gönderdiklerimizi yalanlayanlar, onlar yakında bileceklerdir." (el-Mu'min, 40/70)

"Cahillerden de yüz çevir." (el-A’raf, 7/199)

"Âyetlerimizi yalanlayan her ümmetten bir topluluk haşredeceğimiz gün onlar bir arada (toplanıncaya kadar) durdurulurlar. Nihayet geldiklerinde der ki: 'Benim âyetlerimi -onları bir bilgiye dayanarak kavramadığınız halde- yalanladınız ha! Yoksa ne yapıyordunuz?'" (en-Neml, 27/83-84) ve devamındaki âyetler;

"Hayır onlar ilmini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine henüz gelmedik bir şeyi yalanladılar." (Yunus, 10/39) ve devamındaki âyetler ile daha başka âyet-i kerimeler (bu küfrün mahiyetini açıklamaktadır.)

S. Cuhûd küfrünün mahiyeti nedir?

C. İçten içe hakkı bilip tanımakla birlikte açıktan açığa hakkı gizlemek ve ona itaat etmemekle ortaya çıkan bir küfürdür. Firavun'un ve kavminin Musa Aleyhisselam'a küfretmeleri, yahudilerin Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem'e küfretmeleri gibi.

Yüce Allah Firavun ve kavminin küfürleri hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Kalbleri onlara inandığı halde zulümle büyüklenmeleri sebebiyle onları inkâr ettiler." (en-Neml, 27/14)

Yahudiler hakkında da şöyle buyurmaktadır:

"İşte o tanıdıkları (peygamber) kendilerine gelince ona küfrettiler." (el-Bakara, 2/89)

Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:

"Bununla birlikte içlerinden bir grup bilip durdukları halde yine de mutlaka hakkı gizlerler." (el-Bakara, 2/146)

S. İnat ve istikbâr (hakka karşı büyüklenme) küfrü ne demektir?

C. Hakkı kabul etmekle birlikte hakka bağlanıp, ona itaatten sonra ortaya çıkan küfürdür. İblisin küfrü buna örnektir. Çünkü yüce Allah onun hakkında şöyle buyurmaktadır:

"İblis müstesna. O dayattı, kibirlendi zaten kafirlerden idi." (el-Bakara, 2/34)

İblisin yüce Allah'ın secde etme emrini verdiğini inkâr ve kabul etmemesi imkânı yoktur. O yüce Allah'ın emrine itiraz etti ve bu emri verenin hikmet ve adaletine dil uzatarak şöyle dedi:

"Ben bir çamur (parçası) olarak yarattığın kişiye secde eder miyim?" (el-İsra, 17/61)

"Ben kuru bir çamurdan, değişmiş ve şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir beşere secde edecek değilim." (el-Hicr, 17/33)

"Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu da çamurdan yarattın." (el-A’raf, 7/12)

S. Münafıklık küfrü nedir?

C. Bu insanlara karşı riyakârlık olsun diye zahiren emre itaat ediyor görünmekle birlikte kalbin tasdik etmemesi ve gerekli ameli yerine getirmemesi ile ortaya çıkar. İbn Selûl'un ve taraftarlarının küfrü ile yüce Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerin küfrü gibi:

"İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe iman ettik derler de; mü’min değildirler. Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar. Ama kendilerinden başkasını aldatamazlar da yine farkına varmazlar. Kalblerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırdı. Yalan söyledikleri için onlara acıklı bir azab vardır... Şüphesiz ki Allah herşeye kadirdir." (el-Bakara, 2/8-20) ile bunların dışında daha pekçok âyet-i kerime. (Bu küfür türünü dile getirmektedir.)

S. Kişiyi dinden çıkartmayan amelî küfrün mahiyeti nedir?

C. Şâri’in (şeriat korucunun) herhangi bir masiyet hakkında küfür adını kullanmakla birlikte o masiyeti işleyen kişi için iman isminin kalmaya devam ettiği her bir iştir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şu buyruğunda olduğu gibi:

"Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirler olarak gerisin geri dönmeyiniz."[237]

"Müslümana sövmek fasıklık, onunla savaşmak küfürdür."[238]

Burada Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem müslümanların birbirleriyle savaşması hakkında küfür olduğu ifadesini kullanmış, bu işi yapan kimselere kâfir adını vermiştir. Diğer taraftan yüce Allah'ın: "Eğer mü'minlerden iki grup birbirleriyle çarpışırlarsa onların aralarını düzeltin... Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin." (el-Hucurat, 49/9-10) buyruğunda ise yüce Allah bu gibi kimseler hakkında iman sahibi olduklarını ve iman kardeşleri olduklarını belirtmiş, bunlardan herhangi bir hususun onlarda bulunmayacağını sözkonusu etmemiştir.

Yine yüce Allah kısası emreden âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:

"Fakat kime kardeşi tarafından bir şey affolunursa artık örfe uyarak istesin ve güzellikle ödesin." (el-Bakara, 2/178)

Burada yüce Allah katil hakkında müslüman kardeşliği sıfatını kullanmış ve bu sıfatın onda bulunmayacağını belirtmemiştir.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur:

"Zina eden kişi zina ettiği vakit mü'min olarak zina etmez. Hırsızlık yapan bir kimse de hırsızlık yaptığı vakit mü'min olarak hırsızlık yapmaz. İçki içen bir kimse içki içtiği vakit mü'min olarak içki içmez. Bundan sonra ise tevbe onun önünde açıktır."

Bir rivayette de şu fazlalık yer almaktadır: "Mü'min olarak öldürmez." Bir diğer rivayette de: "İnsanların değer verdikleri kıymetli bir malı da zorla almaz..."[239] Bu hadis-i şerif Buhari ve Müslim'de yer almaktadır.

Bununla birlikte Ebu Zer el-Ğıfari'nin yine her ikisinde yer alan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şu buyruğu da bunu göstermektedir:

"La ilahe illallah deyip de sonra bu hal üzere ölen ve cennete girmeyecek hiçbir kul yoktur." Ben:

“Zina da etse, hırsızlık da yapsa da mı?” diye sordum. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:

"Zina etse ve hırsızlık da yapsa" diye buyurdu. Ben sözümü üç defa tekrarladım (o da tekrarladı); sonra dördüncüsünde: "Ebu Zerr'in burnu yere sürtünse dahi..." diye buyurdu.[240]

İşte bu zina eden, hırsızlık yapan, içki içen, adam öldüren kimse hakkında tevhide sahip olmakla birlikte “iman” adının mutlak olarak o kimseden gitmeyeceğinin delilidir. Çünkü eğer bunu kastetmiş olsaydı, hiçbir zaman la ilahe illallah akidesi üzere ölen bir kimsenin bu masiyetleri işlese dahi cennete gireceğini haber vermezdi. Çünkü cennete ancak "mü'min bir nefis" girer.

O bu sözleriyle sadece imanın eksik olacağını kastetmiş ve kemal halinin sözkonusu olmayacağını belirtmiştir. Kulun bu masiyetleri işlemesi halinde kâfir olması, bunları helal kabul etmesi ile birlikte sözkonusu olmuştur. Bu ise bunların haram oldukları hususunda kitabı ve rasûlü yalanlamayı gerektirir. Hatta bunları yapmayacak dahi olsa bunların helal olduklarına inanmakla kâfir olur.

Doğrusunu en iyi bilen şanı yüce Allah'tır.

S. Bize: Puta secde etmek, Allah'ın kitabını küçümsemek, rasûle sövmek, din ile alay etmek vb. bütün bu hususlar görüldüğü kadarıyla amelî küfürdür. Peki sizler küçük küfrü amelî olmakla nitelendirdiğinize göre ne diye bütün bunlar dinden çıkmasına sebeb teşkil etmektedir? diye sorulursa...

C. Şunu bilelim ki; bu dört hususun ve benzerlerinin ameli küfür olmaları sadece insanlar tarafından görüldüğü kadarıyla azaların ameli ile meydana gelmelerinden ötürüdür. Ancak bunlar kalbin niyetini, ihlâsını, muhabbetini ve Allah'ın emirlerine itaati ve kalbin diğer bütün amellerini yoketmedikçe meydana gelmezler. Bu amellerle birlikte bunlardan hiçbir şey geriye kalmaz. Dolayısıyla bunlar her ne kadar zahiren amelî iseler de kaçınılmaz olarak itikadî küfrü de gerektirmektedirler.

Bunlar ya dinden çıkan bir münafık tarafından yahut hakka gelmemekte kararlı bir inatçı tarafından yapılacak işlerdir. Tebûk gazvesinde münafıklar "küfür sözünü söylediler, müslümanlıklarından sonra kâfir oldular ve başaramadıkları bir işe de yeltendiler." (et-Tevbe, 9/74) Onlar bu davranışları ile birlikte niye böyle davrandıkları kendilerine sorulduğunda; "biz sadece eğlenip şakalaşıyorduk." (et-Tevbe, 9/65) diye cevap verdiler. Yüce Allah da onlara şöyle sordu: "De ki: 'Allah ile O'nun âyetleri ile ve Rasûlü ile mi eğleniyordunuz? Özür dilemeyin; siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz.' " (et-Tevbe, 9/65-66)

Ayrıca bizler küçük küfrü sadece ameli olmakla nitelendirmedik. Aksine beraberinde itikadı gerektirmeyen ve kalbin sözü ve ameli ile çelişmeyen katıksız ameli kastettik.

S. Zulüm, fâsıklık ve münafıklığın herbiri kaç kısma ayrılır?

C. Bunların herbirisi küfür olan en büyük ile bundan daha aşağı mertebede olan küçük kısımlarına ayrılır.

S. Büyük ve küçük zulme ayrı ayrı örnekler nelerdir?

C. Büyük zulmün örneği yüce Allah'ın şu buyruklarında sözkonusu ettikleridir:

"Allah'tan başka sana faydası da olmayan, zarar da veremeyen şeylere ibadet etme! Eğer böyle yaparsan o takdirde şüphesiz ki sen zalimlerden olursun." (Yunus, 10/106)

"Muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür." (Lukman, 31/13)

"Çünkü kim Allah'a ortak koşarsa, hiç şüphesiz Allah ona cenneti haram kılmıştır. Onun varacağı yer ise ateştir, zulmedenlerin de hiçbir yardımcıları yoktur." (el-Mâide, 5/72)

"Rabbiniz olan Allah'tan korkun. Apaçık bir hayasızlıkta bulunmaları hali dışında evlerinden onları dışarı çıkarmayın. Onlar da çıkmasınlar. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphe yok ki kendi kendisine zulmetmiş olur." (et-Talak, 65/1)

"Yalnız onlara zulmetmek için onları zararlarına tutmayın. Kim bunu yaparsa, muhakkak kendisine zulmetmiş olur." (el-Bakara, 2/231)

S. Büyük ve küçük fâsıklığa örnek nedir?

C. Yüce Allah'ın şu buyrukları büyük fasıklığa örnektir:

"Şüphesiz münafıklar fâsıkların ta kendileridir." (et-Tevbe, 9/67)

"İblisten başkası hemen secde etmişlerdi. O ise cinlerdendi ve Rabbinin emri dışına çıkarak fasıklık etmişti." (el-Kehf, 18/50)

"Onu kötülükleri işleyen o ülkeden kurtardık. Çünkü onlar kötü bir kavim idiler, hem fasıktılar." (el-Enbiya, 21/74)

Bundan daha aşağı mertebedeki fâsıklığa gelince, yüce Allah'ın suçsuz hanımlara zina iftirasında bulunanlar hakkındaki şu buyruğu buna örnektir:

"Şahidliklerini ebediyyen kabul etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir." (en-Nur, 24/4)

"Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse -bilgisizce bir kavme sataşıp da sonra yaptığınıza pişman olmamak için- iyice araştırın." (el-Hucurat, 49/6)

Rivayete göre bu âyet-i kerime el-Velid b. Ukbe hakkında inmiştir.

S. Büyük ve küçük münafıklığa örnek verebilir misiniz?

C. Büyük münafıklığa örnek, daha önce el-Bakara suresinin başında yer alan sözünü ettiğimiz âyet-i kerimeler ile yüce Allah'ın şu buyruklarıdır:

"Doğrusu münafıklar Allah'ı aldatmak isterler. Halbuki O hilelerini başlarına geçirir." (en-Nisa, 4/145) ve devamındaki âyetler.

Yüce Allah'ın şu buyrukları da buna örnektir:

"Münafıklar sana geldiklerinde dediler ki: 'Şehadet ederiz ki muhakkak sen Allah'ın Rasûlüsün.' Allah da biliyor ki sen hiç şüphesiz O'nun Rasûlüsün ve Allah şahidlik eder ki muhakkak münafıklar yalancıdırlar." (el-Münafikun, 63/1) ve bunların dışında daha başka âyet-i kerimeler.

Bundan daha aşağı mertebedeki münafıklığın örneğine gelince, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şu buyruğunda sözkonusu ettiği bu türdendir:

"Münafığın alâmeti üçtür. Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, ona bir emanet bırakıldığında ona ihanet eder."[241]

"Dört haslet vardır ki; bunlar kimde olursa o kişi münafıktır..."[242]

----------------------------------------------------------------------------------

[236] Merhum İbnu'l-Kayyim, buna şek (şüphe) küfrünü ilave ederek beş olarak saymıştır. Bu da doğrulama ile yalanlama arasında gidip gelmekten ibarettir. Bk. Medaricû's-Salîkîn, I, 366-367

[237] Buhârî, VIII, 91; Muslim, I, 58; Nesâî, VII, 126-127; Ebu Dâvûd, IV, 221; Tirmizî, IV, 486; İbn Mâce, II, 1300; Müsned, I, 230, 402, II, 85-87...

[238] Buhârî, VIII, 91; Muslim, I, 58; Tirmizî, IV, 353; Nesâî, VII, 121-122; İbn Mâce, II, 1299; Müsned, I, 176-178, 385, 411-417

[239] Buhârî, VIII, 13; Muslim, I, 54-55; Tirmizî, V, 15; Nesâî, VIII, 313; İbn Mâce, II, 1299; Müsned, II, 243, 317...

[240] Buhârî, VII, 176, 177; Muslim, I, 66; Tirmizî, V, 24; Müsned, V, 152, 159, 161, 166

[241] Buhârî, I, 14; Muslim, I, 56; Tirmizî, V, 19

[242] Buhârî, I, 14; Muslim, V, 19; Ebu Dâvûd, IV, 221

SORULU CEVAPLI İSLAM AKÂİDİ

Hafız b. Ahmed el-Hakemî

Notlar ve İnceleme - Ahmed b. Ali b. Alluş Medhalî

Read On 0 yorum

İman-4

23:56

KADERE İMAN

S. Genel olarak kadere imanın delili nedir?

C. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah'ın emri mutlaka yerini bulan bir kaderdir." (el-Ahzab, 33/38)

"Fakat Allah gerçekleşmesi gereken bir emri yerine getirmek için (sizi topladı)." (el-Enfâl, 8/42)

"Allah'ın emri elbette yerini bulur." (el-Ahzab, 33/37)

"Allah'ın izni olmadıkça hiçbir musibet gelip çatmaz. Kim Allah'a iman ederse onun kalbine hidayet verir..." (et-Teğabun, 64/11)

"İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelen musibet, Allah'ın emriyle idi." (Al-i İmran, 3/166)

"Onlar kendilerine bir musibet gelip çattığında: 'Muhakkak biz Allah'ınız ve muhakkak biz ona dönücüleriz' derler. İşte Rablerinden bir mağfiret ve bir rahmet hep onların üzerindedir ve onlar doğru yola erdirilenlerin ta kendileridir." (el-Bakara, 2/156, 157) ve daha başka pek çok âyet-i kerime.

Bundan önce Cibril hadisinde: "Hayrıyla şerriyle kadere iman etmendir" buyruğu geçmiş bulunmaktadır. Yine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Şunu bil ki sana gelip çatan bir musibetin gelip seni bulmaması olmayacak bir şeydir. Seni gelip bulmayan bir şeyin ise sana isabet etmesi olmayacak bir şeydir."[203]

Yine Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır:

"Bir şey sana gelip çatarsa, sakın: Eğer ben bu işi yapsaydım şöyle şöyle olacaktı demeyesin. Fakat Allah takdir etti ve O dilediğini yaptı, de."[204]

Bir başka hadisinde şöyle buyurmuştur:

"Her şey bir kader iledir. Bir şeyden acze düşmek yahut güzelce yapmak bile"[205] ve daha başka pekçok hadis-i şerif.

S. Kadere imanın mertebeleri (aşamaları) kaç tanedir?

C. Kadere imanın dört mertebesi (aşaması) vardır.

1. Mertebe: Yüce Allah'ın herşeyi kuşatan, göklerde ve yerde zerre ağırlığı kadar dahi hiçbir şeyin dışında bulunmadığı ilmine, O'nun bütün mahlukatını onları yaratmadan önce bildiğine, rızıklarını, ecellerini, sözlerini, amellerini, bütün hareketlerini, duraklarını, gizlediklerini, açığa vurduklarını, kimlerin cennet ehli, kimlerin de cehennem ehli olduğunu bildiğine iman etmektir.

2. Mertebe: Bunların yazılı olduklarına, yüce Allah'ın olacağına dair ezeli bilgi sahibi olduğu herşeyi yazdığına iman etmektir. Levh ve Kaleme iman etmek de bunun kapsamı içerisindedir.

3. Mertebe: Yüce Allah'ın etkin iradesine, kudretine ve herşeyi kuşatan kudretine iman etmektir. Bunlar olmuş ve olacak şeyler itibariyle birbirinden ayrılmazlar. Ancak olmamış ve olmayacak şeyler itibariyle birliktelikleri sözkonusu değildir. Şanı yüce Allah'ın olmasını dilediği herbir şey kaçınılmaz olarak O'nun kudreti ile olur. Olmasını dilemediği bir şey ise olmasını irade etmediği için olmaz. Ona güç yetiremediği için değil. Yüce Allah bundan alabildiğine yücedir, münezzehtir.

"Göklerde olsun, yerde olsun hiçbir şey Allah'ı âciz bırakacak değildir. Muhakkak O en iyi bilendir, herşeye güç yetirendir." (Fâtır, 35/44)

4. Mertebe: Yüce Allah'ın herşeyin yaratıcısı olduğuna, göklerde, yerde ve her ikisi arasında bulunan herşeyi O'nun yarattığına, O'nun yaratması dışında zerre kadar bir mahluk dahi bulunmadığına, herbir yaratığın hareketlerini ve duraklarını O'nun yarattığına iman etmektir. O her eksiklikten münezzehtir. O'ndan başka yaratıcı, O'ndan başka Rab yoktur.

S. Yüce Allah'ın herşeyi bildiğine iman etmek demek olan birinci mertebenin delili nedir?

C. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"O Allahtır ki O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Görülmeyeni de, görüneni de bilendir." (el-Haşr, 59/22)

"Ve muhakkak Allah ilmi ile herşeyi kuşatmış olandır." (et-Talâk, 65/12)

"Gaybı bilen Rabbim hakkı için elbette o size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca bir şey O'na gizli kalmaz. Bundan küçük veya büyük ne varsa muhakkak apaçık bir kitabtadır." (Sebe, 34/3)

"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası bunları bilmez..." (el-En'âm, 6/59) ve devamındaki diğer âyetler;

"Allah peygamberliğini kime vereceğini çok iyi bilendir." (el-En'âm, 6/124)

"Muhakkak senin Rabbin kendi yolundan sapanları da en iyi bilendir, hidayet bulanları da en iyi bilen O'dur." (el-Kalem, 68/7)

"Allah şükredenleri en iyi bilen değil midir?" (el-En'âm, 6/53)

"Allah âlemlerin kalbinde olanı en iyi bilen değil midir?" (el-Ankebut, 29/10)

"Hani Rabbin meleklere: 'Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti. Melekler: 'Biz seni hamdinle tesbih ve takdis edip dururken, orada bozgunculuk yapacak, kanlar dökecek bir kimse mi yaratacaksın' demişlerdi. 'Sizin bilmediğinizi herhalde ben bilirim.' demişti." (el-Bakara, 2/30)

"Bazan hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur, sevdiğiniz bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (el-Bakara, 2/216)

Sahih (-i Buhari ve Müslim) de şu rivayet yer almaktadır: Bir adam

“Ey Allah'ın Rasûlü, cennet ehli kim, cehennem ehli kim biliniyor mu?” Peygamber:

“Evet” diye buyurdu. Adam:

“Peki amel edenler ne diye amel ediyor?” diye sorunca, Peygamber şu cevabı verdi:

"Herkes ne için yaratılmış ise onun için -yahut kendisine ne kolaylaştırılmışsa onun için- amel eder." diye buyurdu.[206]

Yine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e müşriklerin çocuklarının durumu hakkında soru sorulunca o: "Allah (yaşasalardı) ne şekilde amel edeceklerini en iyi bilendir." diye cevap verdi.[207]

Sahih-i Müslim'deki rivayete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Allah cennet için cennetlikleri yarattı. Onlar henüz atalarının sulblerinde iken onları cennet için yarattı. Cehennem ateşi için de cehennemlikleri yarattı. Onlar henüz babalarının sulblerinde iken onları orası için yarattı."[208]

Yine Müslim'deki rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz kişi insanların gördüklerine göre cennetliklerin ameli ile amel eder. Halbuki o cehennemliklerdendir. Yine kişi insanlara göründüğü kadarıyla cehennem ehlinin ameli ile amel eder. Halbuki o cennetliklerdendir."[209]

Yine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Yüce Allah, karanızdaki herkesin cennetteki ve cehennemdeki konumunu mutlaka bilir.” Ashab:

“Peki ey Allah'ın Rasûlü, o halde niye amel ediyoruz? Biz buna bel bağlayıp ameli terketmeyelim mi?” dedi. Peygamber şöyle buyurdu:

"Hayır amel ediniz, herkes ne için yaratılmış ise o ona kolaylaştırılır." Daha sonra: "Artık kim (infak edip) verir ve sakınırsa, o, el-Hüsnâyı (kelime-i tevhidi) da doğrularsa biz de ona kolay olanı kolaylaştırırız. Ama kim cimrilik eder ve kendisini müstağni görür, o el-Hüsna'yı da yalanlarsa biz de ona en zor olanı kolaylaştırırız." (el-Leyl, 92/5-10) buyruklarını okudu.[210] Ve daha başka hadis-i şerifler (buna delildir).

S. İkinci mertebe olan; bu takdirlerin yazıldığına iman etmenin delili nedir?

C. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Biz herşeyi önder kitabta (imamu'n-mubîn) tesbit etmişizdir." (Yasin, 36/12)

"Şüphesiz ki bütün bunlar bir kitabtadır." (el-Hac, 22/70)

Yüce Allah Musa ile Firavun'un tartışması hakkında bize şunları aktarmaktadır:

"(Firavun) dedi ki: 'Geçmiş asırlar halkının halleri nicedir?' (Musa) dedi ki: 'Onların bilgisi Rabbimin yanında bir kitabtadır. Rabbim yanılmaz ve unutmaz.'" (Taha, 20/51-52)

Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"...Onun ilmi dışında hiçbir dişi ne hamile kalır, ne de doğurur. Uzun yaşatılanın ömrünün uzatılması da, ömrünün eksiltilmesi de ancak bir kitabtadır. Şüphesiz ki bu, Allah'a göre pek kolaydır." (Fatır, 35/11) ve daha başka âyet-i kerimeler.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmaktadır:

"Yüce Allah'ın cennet ve cehennemdeki yerini yazıp takdir etmediği, bedbaht mı yoksa mutlu mu olduğu yazılmadık canlı hiçbir nefis yoktur."[211] Hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Yine Müslim'deki bir rivayete göre Suraka b. Malik b. Cu'şum:

“Ey Allah'ın Rasûlü bize şu anda yaratılmışız gibi dinimizi açıkla. Bu gün ne diye amel ediyoruz? Acaba bu, kalemlerin mürekkebinin kuruduğu, takdirlerinin tesbit edildiği bir husus mudur? Yoksa gelecekte ortaya çıkacak bir husus mudur?” Peygamber şöyle buyurdu:

"Hayır, bilakis kalemlerin mürekkebinin kuruduğu ve hakkında takdirlerin cereyan ettiği bir husus hakkında (amel ediyorsunuz).” Bunun üzerine Suraka:

“O halde niçin amel ediyoruz ki? deyince Peygamber şöyle buyurdu:

"Siz amel ediniz, herkes -bir rivayette amel eden herkes-e kendi ameli kolaylaştırılacaktır."[212] Ve daha başka birtakım hadis-i şerifler.

S. Bu mertebeye giren takdirler kaç tanedir?

C. Bu mertebenin kapsamına beş tane takdir girer. Hepsi de yüce Allah'ın ilmine râcidir.

1. Birinci takdir: Bunların göklerin ve yerin yaratılmasından ellibin sene önce yüce Allah'ın Kalemi yarattığı vakit yazılmış olmalarıdır. Bu ezelî takdirdir.

2. Ömür takdiri: Bu da yüce Allah'ın: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (el-A’raf, 7/172) buyurduğunda söz aldığı vakit gerçekleşen takdirdir.

3. Yine ömür takdiri olarak bilinen ve nutfenin anne rahminde hilkatinin belirginleşmeye başladığı sıradaki takdir.

4. Kadir gecesinde gerçekleşen yıllık takdir.

5. Bütün bunların yerli yerince gerçekleştirilmesinden ibaret olan günlük takdir.

S. Ezelî takdirin delili nedir?

C. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İster yeryüzünde, ister nefislerinizde meydana gelen herbir musibet mutlaka bizim onu yaratmamızdan önce o bir kitabta (yazılmış)dır." (el-Hadid, 57/22) ve devamındaki âyetler buna delildir.

Sahih(-i Müslim)de Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğu zikredilmektedir:

"Allah mahlukatın takdirlerini gökleri ve yeri yaratmadan ellibin yıl önce yazdı. Arşı da su üzerinde idi."[213]

Yine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Muhakkak Allah'ın ilk yarattığı Kalemdir. Ona: Yaz diye buyurdu. Kalem: Rabbim ne yazayım, dedi. Allah: Kıyametin kopacağı ana kadar herşeyin takdirini (kaderini) yaz"[214] diye buyurdu. Bu hadisi Sunen ashabı rivayet etmiştir. Yine nebi Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur.

“Ey Ebu Hureyre kalemin (mürekkebi) kurumuş olup-bitecek herşey yazılmıştır.” Hadisi Buhari rivayet etmiştir. Bunun dışında daha birçok hadis buna delildir.

S. Mîsâk (kaalû belâ) gününde ömrî takdirin delili nedir?

C. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Hani Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini (çıkarıp) almış ve onları kendilerine şahit tutup: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' diye buyurmuştu. Onlar da: 'Evet (Rabbimizsin) şahid olduk' demişlerdi..." (el-A’raf, 7/172) ve diğer âyet-i kerimeler.

İshak b. Rahûye'nin rivayetine göre bir adam dedi ki:

‘Ey Allah'ın Rasûlü, ameller (önceden bir takdir olmaksızın) ibtidâen mi ortaya çıkmaktadır yoksa bu hususta kaza (hüküm ve takdir) geçmiş midir?’ Peygamber şöyle buyurdu:

"Yüce Allah Adem'in sırtından zürriyetini çıkartıp, onları kendilerine karşı şahit tuttuktan sonra avuçlarıyla onları aldı. Şunlar cennetlik, bunlar cehennemlik, dedi. Cennet ehli olanlara cennet ehlinin ameli kolaylaştırılır, cehennem ehli olanlara da cehennem ehlinin amelleri kolaylaştırılır."[215]

Muvatta'daki rivayete göre Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh'a şu: "Kıyamet günü: 'Bizim bundan haberimiz yoktu' demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini (çıkarıp) almış ve onları kendilerine şahit tutup: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim' (diye buyurmuştu). Onlar da: Evet (Rabbimizsin) şahid olduk' demişlerdi." (el-A’raf, 7/172) buyruğu hakkında soru sorulmuş, bunun üzerine o şöyle demişti: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e bu âyete dair soru sorulduğunu duydum. Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

"Şüphesiz şanı yüce ve mübarek olan Allah Âdem'i yarattı. Sonra sağıyla onun sırtını sıvazladı ve nihayet ondan bir zürriyet çıkardı. Bunları cennet için yarattım, diye buyurdu. Onlar da cennet ehlinin amelleriyle amel ederler. Sonra bir daha sırtını sıvazladı ve ondan bir zürriyet çıkardı. Bunları cehennem için yarattım; diye buyurdu ve onlar da cehennemliklerin ameli ile amel ederler..."[216]

Tirmizi'de Abdullah b. Amr Radıyallahu anh'ın şöyle dediği zikredilmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem elinde iki yazı bulunduğu halde yanımıza çıktı.

“Bu iki yazının ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Bizler:

‘Hayır ey Allah'ın Rasûlü, senin bize haber vermen müstesnâ”, dedik. Elindeki yazı hakkında şunları söyledi:

"Bu âlemlerin Rabbinden bir yazıdır. Bunda cennet ehlinin isimleri, onların babalarının ve kabilelerinin isimleri yazılıdır. Daha sonra onlardan en son ferdi üzerinde sonuç çizgisini çekti. Artık ebediyyen onlara ne ilave yapılır, ne onlardan bir şey eksiltilir." Daha sonra sonundaki yazı için de şunları söyledi:

"Bu da âlemlerin Rabbinden bir kitabtır. Bunda cehennem ehlinin isimleri, babalarının ve kabilelerinin isimleri vardır. Sonra onların son ferdi üzerinde nihai bir çizgi çekildi. Bundan dolayı onlara ebediyyen ne bir kimse eklenebilir, ne de bir kimse eksiltilebilir." Ashabı:

“O halde ey Allah'ın Rasûlü, eğer iş olup bitmiş ise amel ne diye?” dediler. Peygamber şöyle buyurdu:

"Sizler doğru ve istikamet üzere amel etmeye gayret ediniz. Şüphesiz cennetlik olan bir kimse her ne amel ederse etsin, nihayet onun amelleri cennet ehlinin ameli ile sona erer. Cehennem ehli olan kimse ise her ne amel ederse etsin onun ameli de cehennem ehlinin ameli ile sona erer." Daha sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ellerindeki bu iki yazıyı bir kenara attı, sonra şöyle buyurdu:

"Artık sizinle kulların işini bitirmiş olmaktadır. Bir kesim cennette, bir kesim cehennemde olacaktır." Tirmizi dedi ki: Bu hasen, sahih, garib bir hadistir."[217]

S. Kadir gecesinde yıllık takdirin delili nedir?

C. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O gecede hikmetli bir iş, tarafımızdan bir emir ile ayrılır." (ed-Duhan, 44/4-5) ve devamındaki âyetler.

İbn Abbas Radıyallahu anh'da şöyle demiştir: “Kadir gecesinde ana kitabtan bir sene boyunca meydana gelecek ölüm, hayat, rızık, yağmur ve hatta hacılar bile yazılır. Filan kişi haccedecek, filan kişi haccedecek, denilir."

Hasan-ı Basri, Said b. Cübeyr, Mukatil, Ebu Abdu'r-Rahman es-Sülemî ve başkaları da böyle demişlerdir.

S. Günlük takdirin delili nedir?

C. Yüce Allah: "O hergün (her an) bir iştedir." (er-Rahman, 55/29) diye buyurmaktadır.

Hakim'in Sahih'inde (Müstedrek'inde) şu rivayet yer almaktadır: İbn Abbas Radıyallahu anh dedi ki: "Şüphesiz yüce Allah'ın yarattıkları arasında beyaz inciden Levh-i Mahfûz da vardır. Onun her iki kapağı kırmızı bir yakuttandır. Kalemi nurdur, yazısı da nurdur. Hergün ona üçyüz altmış bakış -yahut defa- bakar. Bu bakışların herbirisinde yaratır, rızık verir, hayat verir, öldürür, aziz kılar, zelil eder ve her ne dilerse onu yapar. İşte yüce Allah'ın: "O her gün (her an) bir iştedir." buyruğu bunu anlatmaktadır. (er-Rahman, 55/29)"[218]

Bütün bu takdirler ilk kaderin bir çeşit tafsilatıdır. Bu ilk kader ise yüce Allah'ın Kalemi yarattığı vakit Levh-i Mahfuza yazmasını emrettiği kaderdir. İşte İbn Ömer ve İbn Abbas (Allah onlardan razı olsun) yüce Allah'ın: "Esasen biz işlediklerinizi yazıyorduk." (el-Casiye, 45/29) buyruğunu böyle tefsir etmişlerdir. Bütün bunlar şanı yüce Allah'ın sıfatı olan ilminden sadır olan şeylerdir.

S. Mutluluğun ve bedbahtlığın önceden takdir edilmiş olması neyi gerektirir?

C. Bütün semavî kitablar ve nebevî sünnetler önceden kaderin tayin edilmiş olmasının amelde bulunmaya engel teşkil etmediğini, ona güvenip bel bağlamak amel etmeyi terketmeyi gerektirmez gerektirmediğini ittifakla ifade etmişlerdir. Aksine bu durum ciddiyetle, olanca gayret ile salih amel işlemeyi gerektirir. Bundan dolayı Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ashabına kaderin önceden tayin edilmiş olduğunu, buna göre herşeyin cereyan ettiğini ve kalemin mürekkebinin kurumuş olduğunu belirtince, kimisi: O halde biz kitabımıza bel bağlayıp niçin ameli terketmiyoruz deyince, Peygamber: "Hayır, amel ediniz herkes (ne için yaratılmışsa) ona kolaylaştırılacaktır" diye buyurmuş, sonra da: "Artık kim (infak edip) verir ve sakınırsa..." (el-Leyl, 92/5) buyruklarını okumuştur.[219]

O halde şanı yüce Allah kaderleri belli bir ölçü ile tesbit ve tayin etmiş, bunlara gerekli sebepleri hazırlamıştır. O dünya hayatında ve ahiret için hangi sebepleri tayin etmiş ise sonsuz hikmetiyle tayin etmiştir. Yarattıklarından herbir kimseyi dünya ve ahirette ne için yaratmışsa o yolu kolaylaştırmıştır. O yol o kimse için hazırlanmış ve kolaylaştırılmış bulunuyor. Kul ahiretteki menfaatlerinin oraya ulaştıran sebeplerle irtibatlı olduğunu bildiği takdirde onları işlemek, gereklerini yerine getirmek için ileri derecede gayretini ve çabasını ortaya koyar. Maişet yollarının ve dünyevî maslahatlarının gerçekleşmesi uğrunda da elinden geleni yapar. İşte kader ile ilgili hadisleri duyduktan sonra ben bundan önce şu andan daha çok gayret ve çaba sahibi değildim deyince, olayı gerçekten iyice kavramış bulunuyordu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştu:

"Sana fayda veren şeyi yapmaya olanca gayretini harca; Allah'tan yardım dile ve acizlik gösterme."[220]

Yine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem kendisine: Tedavi için kullanacağımız bir ilaç yahut yapacağımız bir rukye (tedavi için okunması meşru olan duaları yapmak) hakkında ne dersiniz? Acaba bunlar Allah'ın herhangi bir kaderini geri çevirirler mi? diyenlere şu cevabı vermiştir: "Bunlar da Allah'ın kaderindendir."[221] Yani yüce Allah hayrı da, şerri de bunların herbirisinin sebeblerini de takdir etmiştir.

S. Üçüncü mertebe olan Allah'ın meşiet ve iradesine iman etmenin delili nedir?

C. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ama Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz." (el-İnsan, 76/30)

"Hiçbir şey hakkında sakın 'ben bunu mutlaka yarın yapacağım' deme. Meğer ki Allah dilemiş ola. (İnşaallah yapacağım de.)" (el-Kehf, 18/23-24)

"Allah dilediğini saptırır, dilediğini de dosdoğru yol üzerinde tutar." (el-En'am, 6/39)

"Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı." (en-Nahl, 16/93)

"Eğer Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi." (el-Bakara, 2/253)

"Eğer Allah dileseydi, elbette onlardan intikam alırdı." (Muhammed, 47/4)

"O ne dilerse yapandır." (el-Buruc, 85/16)

"O bir şeyi diledi mi ona emri sadece 'ol' demesidir. O da oluverir." (Yasin, 36/82)

"Bir şeyi dilediğimiz zaman sözümüz ona sadece 'ol' dememizden ibarettir. O da derhal oluverir." (en-Nahl, 16/40)

"Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse, göğsünü İslam'a açar. Kimi de saptırmayı dilerse, onun da göğsünü daraltır, sıkıştırır." (el-En'âm, 6/25) ve bunların dışında sayılamayacak kadar pek çok âyet-i kerime buna delildir.

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır:

"Kulların kalbleri Rahman’ın parmaklarından iki parmak arasında tek bir kalb gibidir. O onları nasıl isterse öyle evirip çevirir."[222]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bir vadide uyumaları hakkında da şöyle demişti:

"Yüce Allah dilediği vakit ruhlarımızı alıkoydu ve dilediği zaman onları geri çevirdi."[223]

Yine şöyle buyurmuştur:

"(Hayırlı işler için) iltimasta bulununuz, size de ecir verilir. Bununla birlikte yüce Allah Rasûlünün dili üzere dilediği hükmü verir."[224]

Bir başka hadisinde şöyle buyurmaktadır:

"Allah dilerse ve bir de filan kişi dilerse demeyiniz. Bunun yerine yalnızca Allah dilerse deyiniz."[225]

"Yüce Allah kimin hakkında hayır dilerse, onu dinde fakih (derin bilgi sahibi) kılar."[226]

"Yüce Allah bir ümmet hakkında rahmet murad ederse o ümmetin peygamberini ümmetinden önce vefat ettirir. Şayet Allah bir ümmeti helak etmeyi dilerse, peygamberi hayatta iken o ümmete azab verir.”[227] ve bunların dışında yüce Allah'ın meşiet ve iradesini sözkonusu eden sayılamayacak kadar çok hadis-i şerif, bu mertebeye delil teşkil eder.

S. Yüce Allah kitab-ı keriminde ve rasûlü vasıtası ile haber verdiğine ve sıfatlarından öğrendiğimize göre o, ihsan edicileri, takvâ sahiblerini, sabredenleri sever. İman edip salih amel işleyenlerden razı olur. Kâfirleri, zalimleri sevmez. Kullarının küfre gitmelerine razı olmaz. Fesadı sevmez. Oysa bunların hepsi de Allah'ın meşîet ve iradesi ile olur. Eğer O dileyecek olursa bunlar olmaz. Çünkü O'nun mülkünde, O'nun dilemediği hiçbir şey olmaz. Bu durumda: Razı olmadığı ve sevmediği şeyleri nasıl olur da diler ve irade eder? diyen kimselere ne şekilde cevap verilebilir?

C. Şunu bilelim ki nasslarda irade iki anlamda kullanılmıştır. Birisi kevnî ve kaderî iradedir. Bu aynı zamanda meşîet demektir. Bununla bir şeyin sevilmesi ve ondan razı olunması arasında bir ilişki yoktur. Bunun kapsamına küfür, iman, itaatler, isyan, razı olunan işler, sevilen işler, hoşlanılmayan şeyler ve bunların zıttı da girer. Bu iradenin kapsamı dışına hiç kimse çıkamaz. Kimse bunun sınırları dışında kalamaz. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi:

"Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse, göğsünü İslâma açar. Kimi de saptırmayı dilerse, onun da göğsünü daraltır, sıkıştırır." (el-En'âm, 6/125)

"Allah'ın fitneye düşürmek istediği kimse için sen Allah'a karşı bir şey yapamazsın. Onlar Allah'ın kalblerini temizlemek istemediği kimselerdir." (el-Mâide, 5/41) âyetleri ve daha başkaları bunu anlatmaktadır.

Bir diğer irade dinî ve şer'î irade olup, bu da yüce Allah'ın rıza ve sevgisi ile alakalıdır. Yüce Allah bu iradesi gereğince kullarına emirler vermiş, onlara yasaklar koymuştur. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Allah size kolaylık diler, güçlük istemez." (el-Bakara, 2/185)

"Allah size (helâl ve haramı) açıkça bildirmek, sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek, tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (en-Nisa, 4/26) ve benzeri daha başka âyetler.

İşte bu iradeye tabi olmak ancak bu hususta kevnî irade, kendisi hakkında takdirde bulunulmuş kimseler için mümkün olur. Böylelikle itaatkâr mü'min hakkında kevnî ve şer'î irade bir araya gelmiş olur. İsyankâr ve günahkâr kimse hakkında ise sadece kevnî irade sözkonusu olur. Şanı yüce Allah genel olarak bütün kullarını kendisini razı edecek işleri işlemeye davet etmiş, aralarından belirlediği kimselere bu davetine icabet etme hidayetini ihsan etmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah ise daru's-selâma (esenlik yurduna, cennete) çağırır ve O dilediğini dosdoğru yola iletir." (Yunus, 10/25)

Şanı yüce Allah daveti genel olarak herkese yapmakla birlikte, hidayeti özel olarak dilediklerine tahsis etmiştir: "Şüphesiz Rabbin yolundan sapanı da en iyi bilendir, hidayet bulanı da en iyi bilen O'dur." (en-Necm, 53/30)

S. Yaratma aşaması olan kadere imanın dördüncü mertebesinin delili nedir?

C. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşeyi koruyan, gözetendir (vekîldir)." (ez-Zümer, 39/62)

"Gökten ve yerden size Allah'tan başka rızık veren herhangi bir yaratıcımı var?" (Fatır, 35/3)

"Bunlar Allah'ın yarattığıdır. Haydi O'ndan başkasının ne yarattığını gösterin bana." (Lukman, 31/11)

"Allah sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren, sonra da sizi diriltecek olandır. Sizin ortaklarınızdan bu işlerden birisini olsun yapabilenmi var?" (er-Rum, 30/40)

"Halbuki sizi de, yapıp ettiklerinizi de Allah yaratmıştır." (es-Saffat, 37/96)

"Herbir nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü, hem de takvayı ilham edene yemin olsun ki..." (eş-Şems, 91/7-8)

"Allah kime hidayet verirse, O doğru yolu bulmuş olur. Kimi de saptırırsa onlar zarara uğrayanların ta kendileridirler." (el-A’raf, 7/178)

"Fakat Allah size imanı sevdirdi, onu kalblerinizde süsledi ve küfrü, fasıklığı ve isyanı size çirkin gösterdi." (el-Hucurat, 49/7) ve daha başka âyet-i kerimeler.

Buhârî de "Halk-u Efali'l-İbad" adlı eserinde Huzeyfe Radıyallahu anh'dan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğunu zikretmektedir:

"Şüphesiz Allah bir iş yapanı ve onun yaptığı işi yaratandır."[228]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bir başka hadisinde şöyle buyurmuştur:

"Allah'ım, nefsime takvâsını ver. Onu tertemiz edip, arındır. Çünkü onu tertemiz edip arındıracakların en hayırlısı sensin. Şüphesiz ki sen onun velisisin ve mevlasısın."[229] ve daha başka hadis-i şerifler buna delil teşkil etmektedir.

S. Yüce Allah herşeyin yaratıcısı olmakla birlikte Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in: "Hayır bütünüyle senin ellerindedir, şer ise sana nisbet edilemez."[230] buyruğu ne anlama gelir?

C. Bunun anlamı şudur: Yüce Allah'ın bütün fiilleri, o fiiller ile muttasıf olması ve o fiillerin ondan sadır olması itibariyle hepsi de katıksız hayırdır. Onlarda herhangi bir şekilde şer diye bir şey olmaz. Çünkü yüce Allah mutlak hüküm koyandır ve adaletlidir. Onun bütün fiilleri hikmetlidir, adalettir. O her bir şeyi o şeyin en layık olduğu yere -kendi bilgisine uygun olarak- koyar. Allah'ın kudreti ile ortaya çıkan bir işte herhangi bir şer görülüyor ise bu o işin kula izafeti bakımından böyledir. Çünkü bunun neticesinde kul birtakım tehlikelerle karşı karşıya kalır. Bu da onun ellerinin kazandıkları sebebiyle ve ona uygun bir cezadır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir. Çoğunu da affeder.” (eş-Şûrâ, 42/30)

"Biz onlara zulmetmedik fakat onlar bizzat zalimler idiler.” (ez-Zuhruf, 43/76)

"Şüphesiz Allah insanlara en ufak bir şey kadar dahi zulmetmez; fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.” (Yunus, 10/44)

S. Kulların kendilerine nisbet edilen fiillerine bir kudretleri ve bu hususta onların dilemeleri (irâde ve meşîetleri) var mıdır?

C. Evet, kulların işlerini yapmaya kudretleri onların meşîet ve irâdeleri vardır. Yaptıkları işleri gerçek anlamda onlara izafe edilir, bu iradeleri dolayısıyla da mükellef kılınmışlardır. Bu amellerinden ötürü sevab alır yahut cezalandırılırlar. Yüce Allah onlara ancak güç yetirebildikleri mükellefiyetler yüklemiştir. Bu hususu kitab ve sünnette onlara izafe etmiş, bununla onları nitelendirmiştir. Fakat onlar Allah'ın kendilerine yapma kudretini verdiğinden başkasını yapamazlar. Allah'ın dilediğinden başkasını dileyemezler. Ancak Allah'ın onlara bir işi yapabilme gücünü vermesiyle bu işi yaparlar. Nitekim meşîet, irâde ve yaratma ile ilgili nasslar sıralanırken bu husus böylece geçmişti.

Onlar kendi kendilerini var etmedikleri gibi, kendi fiillerini de var edemezler. Onların kudretleri, meşîetleri, iradeleri ve fiilleri yüce Allah'ın kudretine, meşîetine, irâde ve fiiline tabidir. Çünkü onları da, onların kudretlerini, irâdelerini, meşîet ve fiillerini de yaratan O'dur. Yoksa onların meşîet ve irâdeleri, kudret ve fiilleri yüce Allah'ın meşîet, irâde, kudret ve fiillerinin aynısı değildir. Tıpkı kendilerinin o olmadıkları gibi, yüce Allah bundan yüce ve münezzehdir. Onların fiilleri onlarla kaim, onlara layık ve gerçek manada onlara izafe edilecek şekilde Allah tarafından yaratılır. Onların fiilleri de yüce Allah'ın kendisine layık, kendisine gerçek manada izafe olunan fiillerin etkilerindendir. Yüce Allah gerçek manada faildir, kul ise gerçek manada fiilden etkilenendir. Allah gerçek manada hidayete iletendir, kul da gerçek manada hidayete erdirilendir. Bundan dolayı yüce Allah iki fiilden herbirisini o fiilin kaim olduğu zata izafe ederek şöyle buyurmaktadır:

"Allah kimi hidayete erdirirse işte doğru yolu bulan O'dur." (el-İsra, 17/97)

Burada hidayet gerçek anlamıyla Allah'a izafe edildiği gibi, doğru yolu bulmanın (ihtidâ) kula izafe edilmesi de gerçek anlamı iledir. Hidayete ileten (el-Hâdî) doğru yolu bulanın (el-Mühtedî) aynısı olmadığı gibi, hidayet te doğru yolu bulmak (ihtidâ) ile aynı şey değildir.

Aynı şekilde yüce Allah dilediği kimseyi gerçek anlamda saptırır. Böyle bir kul da gerçek anlamıyla dalâlet bulur. İşte yüce Allah'ın kulları hakkındaki bütün tasarrufları böyledir.

Hem fiili, hem de fiilden etkilenmeyi kula izafe eden kâfir olur. Fiilden etkilenmeyi Allah'a izafe eden de kâfir olur.

Fakat fiili yaratana, fiilden etkilenmeyi yaratılmışa ve her ikisini de hakikat manasıyla izafe eden kimse ise gerçek anlamıyla bir mü'mindir.

S. Yüce Allah bütün kullarını mü'min, hidayet üzere ve itaatkâr kılması -şer'an de onların böyle olmalarını sevmekle birlikte- Allah'ın kudreti bakımından mümkün değil midir? diyen kimseye ne cevap verilir?

C. Evet, yüce Allah buna kadirdir. Nitekim O şöyle buyurmaktadır:

"Eğer Allah dileseydi, elbette hepinizi bir ümmet yapardı..." (el-Maide, 5/48)

"Eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi elbette toptan iman ederlerdi." (Yunus, 10/99) ve benzeri daha başka âyetler bunu ispatlamaktadır. Fakat yüce Allah'ın kullarına yaptığı bu uygulama O'nun hikmetinin bir gereği, rububiyetinin, uluhiyetinin, isim ve sıfatlarının bir gereğidir.

Bir kimsenin: Niçin Allah'ın kullarının bir kısmı itaatkar, bir kısmı isyankârdır? diye bir söz söylemesi Allah'ın isimleri arasında niçin ed-Dar, en-Nafî (zarar veren, fayda veren), el-Mu'ti, el-Mâni’ (veren, alıkoyan), el-Hâfid, er-Râfi’ (alçaltan, yükselten), el-Mun'im, el-Muntakim (nimet veren, intikam alan) ve benzeri isimleri vardır? demesi ile aynı şeydir. Çünkü yüce Allah'ın fiilleri O'nun isimlerinin gereğidir, sıfatlarının etkileridir. O'nun fiillerinde O'na itiraz etmek, isim ve sıfatlarında O'na itiraz etmekle hatta uluhiyet ve rububiyetine itiraz etmekle aynı şeydir.

"Arşın Rabbi olan Allah nitelemelerinden münezzeh ve yücedir. O işlediklerinden sorumlu tutulmaz. Halbuki onlara (yaptıkları) sorulur." (el-Enbiya, 21/22-23)

S. Kadere imanın dindeki yeri nedir?

C. Kadere iman tevhidin bir gereğidir. Tıpkı hayra ulaştıran ve şerden alıkoyan sebeplere imanın şeriatın düzeninin bir gereği oluşu gibi. Dinin düzene girmesi ve dosdoğru bir yol alabilmesi ancak kadere iman eden ve şeriatin emirlerini gereği gibi yerine getiren kimseler için mümkün olabilir. Nitekim Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem kadere imanı açıklamış, daha sonra da: Bizler ne diye hakkımıza yazılana bel bağlayıp amelde bulunmayı terketmiyoruz? diyene: "Amel ediniz, herkes ne için yaratılmışsa o ona kolaylaştırılır." diye buyurmuştur.

Şeriate aykırı olduğu iddiasıyla; kader yoktur diyen bir kimse, yüce Allah'ın ilim ve kudretini de işlemez hale getirmiş, kulu fiillerinde bağımsız ve fiillerini yaratıcı konuma yükseltmiş, Allah ile birlikte bir başka yaratıcı kabul etmiş olur. Hatta bütün yaratılmışların aynı zamanda yaratıcı olduklarını iddia etmiş demektir.[231]

Kaderi kabul ederek onu şeriate karşı delil gösterip, bu yolla kadere karşı savaşan, yüce Allah'ın kula bağışlamış olduğu ve buna bağlı olarak onu mükellef tuttuğu kudret ve ihtiyarını (seçim ve tercih imkânını) kabul etmeyen, Allah'ın kullarını -kör olan bir kimseye mushafı gerekli harfleri noktalamakla mükellef tutmak halinde olduğu gibi- güç yetiremedikleri şeylerle mükellef tuttuğunu iddia eden bir kimse yüce Allah'a zulüm isnad etmiş olur.[232] Böyle bir iddia sahibinin önderi lanetli İblistir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"(İblis) dedi ki: 'Beni azgınlığa ittiğin için ben de andolsun senin doğru yolunda onlara engel olacağım.'" (el-Araf, 7/16)

Gerçek mü'minler ise hayrıyla, şerriyle kadere, Allah'ın bütün bunları yarattığına iman ederler, şeriatin emir ve yasaklarına boyun eğerler. Gizli ve açık şeriati kendilerine hakim kılarlar. Hidayete iletmenin ve saptırmanın Allah'ın elinde olduğuna, lütfuyla dilediği kimseleri hidayete ulaştırıp, adaletiyle dilediklerini saptırdığına inanırlar. O lütfunu kime vereceğini, kimlere adaletiyle muamele edeceğini en iyi bilendir.

"Şüphesiz Rabbin, yolundan sapanı da en iyi bilendir, hidayet bulanı da en iyi bilen O'dur." (en-Necm, 53/30)

Bu hususlarda sonsuz hikmetleri ve kesin ve karşı konulamaz delilleri vardır. Sevap ve ceza kader gereğince şeriate uygun hareket etmek ya da şeriate göre ameli terketmekle alakalıdır. Mü'minler musibetler halinde kader ile teselli bulurlar. Güzel bir iş yapma başarısını elde ettiklerinde hak sahiblerinin haklı olduğunu itiraf ederler ve şöyle derler:

"Bizi buna ileten Allah'a hamdolsun. Allah bizi bu yola iletmeseydi, kendiliğimizden bunu bulmuş olamazdık." (el-Araf, 7/43)

Aksine onlar o azgın günahkârın dediği gibi: "Bu bana ancak bende olan bir ilim dolayısıyla verilmiştir." (el-Kasas, 28/78) demezler.

Herhangi bir günah işledikleri vakit atalarının söyledikleri gibi söylerler:

"Rabbimiz biz kendimize zulmettik. Eğer bize mağfiret ve rahmet etmezsen muhakkak ki zarara uğrayanlardan oluruz." (el-Araf, 7/23)

O kovulmuş şeytanın söylediği: "Rabbim, beni azdırdığın için..." (el-Hicr, 15/39) demezler.

Onlara bir musibet gelip çattığında: "Muhakkak biz Allah'ınız ve muhakkak biz O'na dönücüleriz." (el-Bakara, 2/156) derler. Kâfirlerin yeryüzünde yolculuk yaparken yahut gazada iken öldürülen kardeşleri hakkında: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi yahut öldürülmezlerdi." (Al-i İmran, 3/156) demezler.

"Allah bunu yalnızca onların kalblerinde bir hasret (ve keder) yapsın. Dirilten de, öldüren de Allah'tır. Allah bütün yaptıklarınızı çok iyi görendir." (Al-i İmran, 3/156)

İMANIN ŞUBELERİ

S. İmanın şubeleri (kolları) kaçdır?

C. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"(Namazda) yüzlerinizi doğu ve batıya döndürmeniz iyilik demek değildir. Fakat asıl iyilik Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere iman edenin, malına olan sevgisine rağmen onu akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolculara, dilenenlere, kölelere verenlerin, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren, ahidleşince ahidlerini yerine getirenlerin, sıkıntıda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin yaptığıdır. Sadakat gösterenler, işte bunlardır, takvâ sahibi olanlar da ancak bunlardır." (el-Bakara, 2/177)

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmaktadır:

"İman altmış küsur (bir diğer rivayette yetmiş küsur) şubedir. Onun en üstünü la ilahe illallah, en aşağısı ise yolda giden geleni rahatsız eden şeyleri kaldırmaktır. Haya etmek de imandan bir şubedir."[233]

S. İlim adamları bu şubeleri ne şekilde açıklamışlardır?

C. Bazı hadis şarihleri bunları tek tek saymış ve bu hususta gerçekten güzel ve faydalı eserler yazmışlardır. Fakat iman açısından bunların sayılarını bilmek şart değildir. Toplu olarak bunlara iman yeterlidir. Esasen bu şubeler kitab ve sünnetin dışında bir yerde de değildir. O halde kula düşen bunların emirlerine uymak, yasaklarından sakınmak, haberlerini tasdik etmektir. Böyle hareket eden bir kimse imanın şubelerini tamamlamış olur. İlim adamlarının saydıkları ise hepsi doğrudur ve imandandır; fakat Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in bu hadis ile bunları kastettiğini kat'î olarak söyleyebilmek için bu hususta açık bir rivayetin olması gerekir.

S. İlim adamlarının saydıklarını özetleyebilir misiniz?

C. Hafız (İbn Hacer) Fethu'l-Bari'de İbn Hibban'ın irad ettiklerini şu sözleriyle özetlemektedir: Bu şubeler kalbin, dilin ve bedenin amellerinden dallanıp budaklanırlar.

Kalbin amelleri, inanılan hususlar ve niyetler olup ondört tanedirler:

Allah'a iman: Bunun kapsamına O'nun zatına, sıfatlarına iman etmek, O'nu tevhid etmek "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur ve O herşeyi işiten, gören." (eş-Şura, 42/11) olduğuna iman etmek, onun dışındaki bütün varlıkların sonradan yaratıldıklarına inanmak;

Meleklere, kitablarına, peygamberlerine, hayrı ile şerri ile kadere ve âhiret gününe iman etmek: Bunun kapsamına kabirde sorgu, öldükten sonra diriliş, amel defterlerinin verilmesi (nüşûr), hesab, mizan, sırat, cennet, cehenneme iman etmek, Allah'ı sevmek, O'nun için sevmek, O'nun için buğzetmek, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i sevmek, onun tazim edilmesi gerektiğine inanmak da girer. Bunun da kapsamına Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e salat ve selam getirmek, onun sünnetine uymak da dahildir.

İhlas ve bunun kapsamına giren riyâ ve münafıklığı terketmek, tevbe etmek, Allah'ın azabından korkmak (havf), Allah'ın nimet ve rahmetini ümit etmek, recâ, şükür, verilen ahidlere bağlılık (vefa), sabır, kaza ve kadere rıza, tevekkül, merhamet ve tevazu da bunun kapsamındadır. Tevazunun kapsamına da yaşlı olana saygı göstermek, küçük olana merhamet etmek, büyüklenmeyi terketmek, ucbu (kendisini ve amellerini beğenmeyi), hasedi (kıskançlığı), kin tutmayı ve kızıp öfkelenmeyi terketmek de dahildir.

Dilin amellerine gelince; bunlar da yedi hasleti kapsar. Tevhidi dil ile söylemek, Kur'ân okumak, ilim öğrenip öğretmek, dua ve zikirde bulunmak. Bunun kapsamına istiğfar ve lağiv (boş şeyler)den kaçınmak da girer.

Bedenin amelleri otuzsekiz hasleti kapsar. Bunların bir bölümü maddi şeyler ile alakalıdır. Bunlar da onbeş haslettir. Maddi ve şer'i hükme uygun olarak temizlenmek: Bunun kapsamına yemek yedirmek, misafiri ağırlamak, farz ve nafile oruç tutmak, itikâf yapmak, kadir gecesini aramak, haccetmek, umre yapmak, aynı şekilde tavaf etmek, dininin selâmeti için kaçmak -kapsamına şirk diyarından hicret etmek de girer-, yapılan adakları yerine getirmek, yeminler ve keffaretlerin yerine getirilmesi hususunda gereken dikkati göstermek de girer.

Bunların bir kısmı da tabi olmak ile alâkalıdır. Bunlar da altı haslettir. Nikâhlanmak suretiyle iffetini korumak, çoluk-çocuğun haklarını yerine getirmek, anne-babaya iyi davranmak -bunun kapsamına onlara kötü davranmaktan uzak durmak da girer- çocukları güzel bir şekilde terbiye etmek, akrabalık bağını gözetmek, (köleler için) efendisine itaat etmek, (efendiler için) kölelerine yumuşak davranmak.

Bu hasletlerin bir kısmı da amme'yi ilgilendirir. Bunlar da onyedi haslettir. Adalete bağlı kalmakla birlikte, cemaate uymak suretiyle emirliğin gereklerini yerine getirmek, ulu'l-emre (şer'an kendilerine itaat edilmesi gereken yöneticilere) itaat etmek, insanların arasını düzeltmek -bunun kapsamına İslami otoriteye karşı çıkanlarla (haricilerle) ve bağilerle (silahlı ve askeri güç sahibi olan çetelerle) savaşmak da girer-, iyilik üzerine yardımlaşmak -bunun kapsamına iyiliği emredip, münkerden alıkoymak da girer-, hadleri uygulamak, cihad etmek, emanetin eda edilmesi -ganimetin beşte birinin ödenmesi de bunun kapsamı içerisindedir-, ihtiyacı olanlara borç vermek, aldığı borcu eksiksiz ödemek, komşuya ikramda bulunmak, başkalarına iyi davranmak -bunun kapsamına malı helal yoldan kazanıp, hak olan yerlerde harcamak da girer yine bunun kapsamına savurganlık ve israftan uzak durmak da girer-, selamı almak, aksırana (elhamdulillah demesi halinde) yerhamukellah demek, insanlara zararı önlemek, lehv (boş, oyalayıcı işler)den uzak durmak, yolda insanlara rahatsızlık veren şeyleri kaldırmak.

İşte bunlar altmışdokuz husustur. Bunları sözü edilenler arasından biri diğerinin kapsamına giren bazı hususları ayrı bir özellik kabul ederek, yetmişyedi haslet olarak saymak da mümkündür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

----------------------------------------------------------------------------------------------

[203] Ebu Dâvûd, IV, 225; Tirmizî, IV, 451; İbn Mâce, I, 29-30; Müsned, V, 185, 317, VI, 441-442

[204] Muslim, VIII, 56; İbn Mâce, I, 31

[205] Muslim, VIII, 51-52; Muvatta, III, 93; Müsned, II, 110

[206] Buhârî, VII, 210; Muslim, VIII, 48; Ebu Dâvûd, IV, 228; Müsned, IV, 67

[207] Buhârî, VII, 210-211; Muslim, VIII, 54; Ebu Dâvûd, IV, 229; Nesâî, IV, 58-59; Müsned, V, 73, 410

[208] Muslim, VIII, 55; Ebu Dâvûd, IV, 229; Nesâî, IV, 57; İbn Mâce, I, 32; Müsned, VI, 41, 208

[209] Buhârî, III, 226, VII, 213; Muslim, VIII, 49; Müsned, V, 332; Muvatta, III, 92

[210] Buhârî, VII, 212; Muslim, VIII, 46-47; İbn Mâce, I, 30; Ebu Dâvûd, IV, 222-223; Tirmizî, IV, 445

[211] Buhârî, VI, 84; Muslim, VIII, 47-48; Ebu Dâvûd, IV, 223

[212] Muslim, VIII, 48; Müsned, III, 293; İbn Mâce, I, 35

[213] Muslim, VIII, 51; Tirmizî, IV, 458; Müsned, II, 169

[214] Tirmizî, IV, 457-458; Ebu Dâvûd, IV, 225-226; Müsned, V, 317

[215] İshak b. Rahuye'nin bu hadisi için bk. İbnu'l-Kayyim, Şifâu'l-Alîl, s. 10; İbn Cerir, Tefsir, no: 15.377-15.380 (Ahmet Şakir'in tahkiki ile), XIII, 244-250; Ebu Dâvûd, IV, 224

[216] Muvatta, III, 92; Ebu Dâvûd, IV, 227; Müsned, I, 44-45; Tirmizî, V, 266

[217] Tirmizî, IV, 449-450

[218] Hakim, el-Müstedrek, II, 519

[219] Buhârî, VII, 212; Muslim, VIII, 46-47 ve daha önce hadisi geçtiği yerde gösterilen diğer kaynaklar.

[220] Muslim, VIII, 56; İbn Mâce, I, 31; Müsned, II, 366, 370

[221] Tirmizî, IV, 399-400, 453; İbn Mâce, II, 1137; Müsned, III, 421

[222] Muslim, VIII, 50-51; Müsned, II, 168

[223] Buhârî, VIII, 192; Ebu Dâvûd, I, 120; Nesâî, II, 105-106; Müsned, V, 307; Muvatta, I, 34-35

[224] Buhârî, VIII, 193; Muslim, VIII, 37; Ebu Dâvûd, IV, 334; Tirmizî, V, 42; Nesâî, V, 77; Müsned, IV, 400, 403, 409

[225] Ebu Dâvûd, IV, 295; Müsned, V, 384, 394, 398

[226] Buhârî, I, 25; Muslim, III, 95; Tirmizî, V, 28; İbn Mâce, I, 80; Muvatta, III, 94; Müsned, IV, 92-93-95...

[227] Muslim, VII, 65

[228] Buhârî, Halk-u Efali'l-İbad, s. 25; Beyhaki, el-Esma-u ve's-Sıfat, s. 23

[229] Uzunca bir hadisin bir bölümüdür. Muslim, VIII, 81-82; Nesâî, VIII, 260; Müsned, IV, 371

[230] Uzunca bir hadis-i şerifin bir bölümü olan bu ifadeler şu kaynaklarda yer almaktadır: Muslim, II, 185, III, 7; Ebu Dâvûd, II, 162; Nesâî, V, 161; İbn Mâce, II, 974; Muvatta, I, 307; Müsned, III, 32

[231] Bununla kulun hayrıyla, şerriyle bütün fiillerini yarattığını Allah'ın ise bundan münezzeh olduğunu, O'na şer izafe edilmeyeceğini, çünkü eğer zulmü yaratacak olursa zalim olacağını söyleyen Mutezile'ye mensub kaderi inkar eden kaderiye mezhebine işaret etmektedir. Yüce Allah onların söylediklerinden münezzehtir. (Şehristani, el-Mile'l-ve'n-Nihal, s. 45; Ebu'l-Hasen el-Eş'ari, Makalatu'l-İslamiyyîn, I, 298-299)

[232] Bu açıklamalarıyla Cehm b. Safvan'a uyan Cebriye mezhebine işaret etmektedir. Bunların iddialarına göre insan hiçbir şeye güç yetiremez. Ona istitaa (iş yapabilme gücü) vasfı verilemez. O fiillerini yapmaya mecburdur. Bu konuda tıpkı bir alet gibidir. Onun herhangi bir kudreti ya da bir ihtiyarı (seçme ve tercih imkanı) yoktur. Yüce Allah tıpkı diğer cansızlarda olduğu gibi fiilleri onda yaratır. Fiillerin insana nisbet edilmesi tıpkı diğer cansızlarda olduğu gibi mecazidir. Mesela ağaç meyve verdi, taş hareket etti, güneş doğdu denilir. Fakat gerçekte bu işleri onlar yapmamaktadırlar. Bu görüşün sahipleri derler ki: Mükâfat ve ceza da bütün fiillerin mecburi olması gibi mecburidir. İnsan fiillerini işlemek zorundadır. Bk. Şehristanî, el-Mile'l-ve'n-Nihal, s. 86-87

[233] Buhârî, I, 8; Muslim, I, 46; Ebu Dâvûd, IV, 219

SORULU CEVAPLI İSLAM AKÂİDİ

Hafız b. Ahmed el-Hakemî

Notlar ve İnceleme - Ahmed b. Ali b. Alluş Medhalî

Read On 0 yorum

GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)