GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Bid'atın Tanımı ve Bid'at Hakkında Yanılgılara Cevap..

Etiketler:
Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefisleri mizin şerlerinden, amellerim izin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.

"Ey iman edenler! Âllah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran; 3/103)

"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizd en korkun. Kendisi adına birbirini zden dileklerd e bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ; 4/1),

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerin izi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 33/70-71)

Bundan sonra, Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallah u aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.

Şüphesiz, sünnete sarılan kimse için tevhidden sonra en önemli şey bidatten sakınmak ve onunla mücadele etmektir. Kitabın mukaddime sine aldığımız, Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in her hutbesind e okuyup sahabeler ine öğrettiği, yukarıda geçen “Hutbetul Hace” de bunun delillerinden birisidir .

Maalesef buna rağmen ümmet içinde; akide, ibadetler ve muamelele r gibi çeşitli sahalarda bidatler yayılmıştır. Bu yayılmanın en büyük sebebi, bidatın güzel ve çirkin diye iki kısma ayrılmış olmasıdır.

Alimlerimiz – Allah onları hayırla mükafatlandırsın – bidatlerd en sakındırmak için genel ve özel kapsamlı eserler yazmışlardır. Ben de bu konuda bidati tarif eden ve farkında olunmadan ümmetin işlemeye devam ettiği bidatlerd en bahseden bir çalışma olarak elinizdek i eseri hazırlamaya gayret ettim. Allah Azze ve Celle’den bu kitabı faydalı kılmasını dilerim.

GİRİŞ: BİDATİN TARİFİ

İmam Tartuşî r.a. der ki; “Bu kelimenin aslı; önceden bir aslı olmadan yeni bir şey türetmek demektir. Allah Teala’nın; “Gökleri ve yeri benzersiz olarak yaratandır”(Bakara 117) ve; “De ki; ben o peygamber lerden farklı olan biri değilim”(Ahkaf 9) yani; “Ben yeryüzündekilerin ilk rasulü değilim” ayetlerin deki gibi. Şer’î tarifine gelince; “Dinde bir yol icad etmek, şeriattakine benzer bir yol edinerek onunla şeriat yolunda yürümek istemek” demektir.[1]

İmam Şatıbî de bu tarif şeklini tercih etmiş ve “Bu, bidat tarifinin en kapsamlısıdır.” Demiştir.[2]

Bu yüzden araba, uçak gibi dünyevî yenilikle r bu tarifin kapsamında değildir. Dünyevî yenilikle r dînî bidat olmayıp; vacip, haram, müstehap, mekruh ve mübah olmak üzere beş hüküm üzere taksim edilmiştir.

Birinci Bölüm:
Bütün Bidatleri n Sapıklık Oluşu ve Bunlarda Hiçbir Güzellik Olamayacağının Delilleri:
Bidatin güzel ve çirkin diye ikiye taksim edilmesin in dinde bir dayanağı yoktur. Nasıl olsun ki, Kur’an’a ve sahih hadislere zıttır bu?

1- İnanılması ve bilinmesi mutlaka şart olan din esaslarından biri; İslam’ın Allah Teala tarafından bina edilmiş ve tamamlanmış olmasıdır. İnsanlara düşen şey ancak dinlemek ve itaat etmektir. Bu apaçık ortada olan bir gerçektir.[3]

Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.”(Maide 3)

Bu ayeti kerime şeriatın tam ve kamil olduğunu, ihtiyacı olan herkese Allah’ın indirdiğinin yeterli olduğunu gösterir. Nitekim Allah Teala; “Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”(Zariyat 56) buyurmuştur.

İmam İbni Kesir Tefsirind e der ki; “Bu, Allah Teala’nın bu ümmete lutfettiği en büyük nimettir. Allah bu ümmetin dinini kemale erdirmiştir. Artık dinlerind en başka bir dine ve peygamber lerinden başka bir peygamber e ihtiyaç duymayaca klardır. Bu yüzden Allah peygamber ini, peygamber lerinin sonuncusu kılmış, insanlara ve cinlere elçi göndermiştir. Onun helal kıldığından başka helal, onun haram kıldığından başka haram yoktur. Onun getirdiği dinden başka da din yoktur.”[4]

Dinin yeterli olmadığını, kemale erdirilme diğini ve sonradan çıkarılan bidatlere ihtiyaç olduğunu iddia etmek çirkin bir cürettir. Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in ashabı ve onlardan sonraki alimler asla böyle bir anlam çıkarmamışlardır. İbni Mesud r.a. diyor ki; “Tâbî olunuz, bidat çıkarmayınız. Bu size yeter. Her bidat sapıklıktır.”[5]

İmam Buharî, Huzeyfe bin el-Yeman r.a.’den rivayet ediyor; “Ey Kurrâlar topluluğu! İstikamet üzere olunuz. Böyle olursanız öne geçersiniz. Sağa sola ayrılırsanız büyük bir sapıklığa düşersiniz.”[6]

Sözün kısası, bidati güzel görüp ona devam eden kimselere göre “Din tamamlanm amıştır” ve onlara göre Allah’ın; “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım”(Maide 3) ayetine itibar edilmez” demektir(!)[7]

Şayet böyle olursa, bidatçi; “Din tamamlanm amıştır, onda eksik kalan bazı şeyleri eklemek gerekir.” demiş gibi oluyor. Zira dinin kemale ermiş olduğuna iman etseydi, bidat çıkarmazdı. Böylece bunu diyen kimse dosdoğru yoldan sapmış olur.

2- Şüphesiz Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, risalet görevini eksiksiz olarak, hakkıyla yerine getirmiştir. Allah Teala buyuruyor ki; “İnsanlara, kendileri ne indirilen i açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.”(Nahl 44) O da bunu yapmış ve kendisind en razı olunmuş bir halde Rabbinin katına intikal etmiştir. Din kemal bulmuş olup ziyadeye ihtiyacı yoktur.[8]

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem de şu hadisinde buna işaret etmiştir; “Benden öncekiler içinde hiçbir peygamber yoktur ki, ümmetine bilmedikl eri hayrı göstermek ve bilmedikl eri kötülüklerden onları sakındırmak üzerine vazife olmasın.”[9]

Ebu Zerr r.a.’den; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Sizi cennete yaklaştıracak her şeyi ve sizi cehennemd en uzaklaştıracak her şeyi size açıkladım.”[10] Yine buyurdu ki; “Sizleri gecesi de gündüzü gibi olan bir aydınlık yolda bıraktım. Benden sonra kim bu yoldan saparsa helak olur.”[11]

Aişe r.a. dedi ki; “Kim size peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in vahiyden bir şey gizlediğini söylerse onu tasdik etmeyin. Zira Allah Teala buyuruyor ki; “Ey Resûl! Rabbinden sana indirilen i tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.”(Maide 67)”[12]

Bazı müşrikler Selman el-Farisî r.a.’e; “Görüyoruz ki arkadışınız size hela edeplerin e kadar her şeyi öğretiyor” deyince, o da; “Evet, bize kıbleye dönmememizi, sağımızla intinca etmememiz i, üç taştan azıyla yetinmeme mizi, kemik ve tezekle de istinca etmememiz i öğretti.” Demiştir.[13]

İbnul Macişun der ki; “İmam Malik’in şöyle dediğini işittim; “Kim güzel bularak islam’da bir bidat çıkarırsa, Muhammed sallallah u aleyhi ve sellem’in risalet görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Zira Allah Teala; “Bugün dininizi kemale erdirdim” buyurmuştur. O gün dinden olmayan bir şey bugün de dinden olamaz.”[14]

3- Şeriat koymak beşerin değil, âlemlerin Rabbinin hakkıdır. Şayet şeriat koyma insanlara bırakılsaydı, şeriat nazil olmaz, peygamber gönderilmezdi. Bu yüzden dinde bidat ortaya koyan, kendini Allah’a denk görmüş olur. Böylece ihtilaf kapısını da açar.[15]

Allah Teala buyuruyor ki; “Rabbinizd en size indirilen e uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az ibret alıyorsunuz!”(A’raf 3)

“Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var?”(Şura 21)

“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.”(En’am 153)

Tabiinin büyüklerinden imam Mücahid r.a. dedi ki; “Bu ayette geçen “Sizi ondan ayıracak yollara uymayın” kavlindek i “yollar” bidat ve müteşabihlerdir.[16]

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kim bu işimizde (dinimizde) olmayan şeyler çıkarırsa o reddolunu r.”[17]

“Kim emrimiz üzere olmayan bir şeyle amel ederse o reddolunu r.”[18]

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, kendi nefsinden şeriat koyucu değildir; Allah Teala buyuruyor ki; “Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik.”(Nisa 105)

“İnsanlara, kendileri ne indirilen i açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.”(Nahl 44)

“O hevayu hevesinde n konuşmaz, o ancak kendisine bildirile n bir vahiy ile konuşur.”(Necm 3-4)

“De ki: "Ben, ancak Rabbimden bana vahyoluna na uyuyorum.”(A’raf 203)

“Rabbinden sana vahyoluna na uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir.”(En’am 106)

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, Allah’ın emretmediği şeyler yapanları kötülemiştir; İbni Mesud r.a. rivayet ediyor; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; “Allah Azze ve Celle’nin benden önce gönderdiği her peygamber in kendi sünnetine uyan ve emrine sarılan seçkin havariler i ve ashabı vardı. Bunlardan sonra gelenler ise yapmadıklarını söyleyen ve emrolunma dıklarını yapan kimseler oldular. Onlarla eliyle cihad eden mümindir, diliyle cihad eden mümindir, kalbiyle cihad eden mümindir. Bu kadarını da yapmayan kimse de artık hardal tanesi kadar bile iman yoktur.”[19]

Kim kendiliğinden bir ibadet yaparak bidat çıkarırsa, bu sapıklık kendisine reddolunu r. Zira şüphesiz Allah, kendisine yaklaştıraak olan ibadetler i koymaya hak sahibi olandır.

İbni Kayyım der ki; “Bilinmekt edir ki, Allah ve Rasulünün bildirdiğinden başka haram, Allah ve Rasulünün kötü gördüğü dışında kötülük olmadığı gibi, Allah’ın vacip kıldığından başka farz da yoktur. Allah’ın koyduğundan başka şeriat olamaz. İbadetlerde asıl olan, onun meşru olduğunu gösteren bir delil olmadığı müddetçe o ibadetin geçersiz oluşudur. Akidler ve muamelele rde asıl olan ise, yasaklığına dair bir delil olmadığı müddetçe sahih olmasıdır. (Eşyada asıl olan mübahlıktır.)”[20]

Şeyhulislam İbni Teymiye der ki; “Şer’î bir delil olmaksızın hiç kimse için bir ibadet veya bir yakınlık vesilesi edinme imkanı yoktur.”[21]

İmam İbni Kesir, Kuran okuma sevabının ölüye hediye edilmesi meselesin deki ihtilaf hakkında der ki; “Kuran okuma ölünün amelinden ve kazancından değildir. Bu sebepledi r ki, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem ümmetini ölüler için Kuran okumaya, ne açık bir ifadeyle ne de îmâ ile teşvik etmemiştir. Sahabeler in hiçbirisinden de bu konuda bir nakil yoktur. Şayet bu hayırlı bir amel olsaydı, şüphesiz onlar bu hayırda bizi geçerlerdi. Allah’a yaklaştıran ameller ancak nass ile sabit olur ve bu hususta kıyas ile veya birtakım görüşlerle karar verilemez .”[22]

Sahabe ve Tabiinden salih selefimiz işte bu yol üzere idiler.”[23]

Ali Bin Ebu Talib r.a. der ki; “Şayet din, görüş ile olsaydı mestlerin üzerini değil, altını mesh ederdim. Fakat ben Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in mestlerin in üzerini mesh ettiğini gördüm.”[24]

Ömer bin el-Hattab r.a. hacerul evsedi öptükten sonra şöyle demişti; “Şüphesiz biliyorum ki, sen faydası ve zararı olmayan bir taşsın. Şayet Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.”[25]

Bir kadın Aişe r.a.’ya; “Bizden biri temizleni nce namazını neden kaza etmiyor?” diye sorunca; “Sen harûrî (Hâricî) misin? Biz peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in zamanında hayız olduğumuz zaman bize bunu emretmezd i.”[26]

Nafi anlatıyor; İbni Ömer r.a.’nın yanında birisi hapşırdı ve “Elhamduli llah ves selamu ala Rasulih” dedi. Bunun üzerine İbni Ömer r.a.; “Ben de derim ki, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in bize öğrettiği böyle değildir. Biz deriz ki; “Elhamduli llahi ala kulli hal”[27]

Bu nebevî hadisler ve seleften gelen rivayetle r, şeriatı anlamadak i doğru yolu açıklamaktadır. Şüphesiz aklın bunun aksini güzel görmesine veya şahsi görüşün bunun zıddını süslemesine mecal yoktur. Şüphesiz şer’î naslar bu şekilde varid olmuştur.

İmam Şafiî r.a. der ki; “Kim bir konuda istihsan ile (Şahsi görüşle güzel bularak) hükmederse şeriat koymuş olur.”[28]

4- Şüphesiz bidat çıkarmak, hevaya tabi olmaktır. Zira akıl, eğer şeriata tâbî değilse, onda heva ve şehvetten başka bir şey yoktur. Bilirsin ki hevâya uymak, apaçık bir sapıklıktır. Allah Teala’nın şu kavlini görmez misin; “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.”(Sa’d 26)

Neticede hüküm, hak ve heva olmak üzere iki şık arasındadır. Bir üçüncü şık yoktur. Yine Allah Azze ve Celle buyuruyor ki;

“Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.”(Kehf 28)

“Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir!”(Kasas 50)

“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenl erin istekleri ne uyma.”(Casiye 18)

İbni Mesud r.a.’den; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem bize bir çizgi çizdi ve buyurdu ki; “İşte Allah’ın yolu” sonra bu çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizerek buyurdu ki; “İşte bu yollardan her birinin üzerinde şeytan vardır ve kendisine çağırır.” Sonra şu ayeti okudu; “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.”(En’am 153)[29]

İbni Mesud r.a. dedi ki; “Şüphesiz bizler, uyarız, yenilik çıkarmayız, tâbî oluruz, bidat çıkarmayız. Emre sarıldığımız sürece sapıtmayız.”[30]

5- Amelin kabul olunması için ihlâs yeterli değildir. Zira şüphesiz, İslam iki dînî esas üzere kuruludur; ortağı olmayan tek Allah’a kulluk etmemiz ve dinde meşru olan, Rasulün emri olan şeyle ibadet etmemiz.[31]

Yani sahih amel iki şart ile makbul olur; ihlâs ve Rasule tâbi olmak. Fudayl bin Iyaz r.a. der ki; “Şüphesiz amel samimî olup doğru olmazsa kabul edilmez. Yine amel, doğru olup samimi olmazsa kabul edilmez. Samimi olması; yalnız Allah için yapılmasıdır. Doğru olması ise sünnete uygun olmasıdır.”[32]

Bunun delilleri çoktur. İbadetin Allah’a has kılınması şu ayetlerle vaciptir; “Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.”(Beyine 5)

Bir adam Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’e gelerek; “Hem sevabını hem de övülmeyi umarak savaşan kimse hakkında ne dersin?” dedi. Buyurdu ki; “Ona karşılık yoktur” adam bunu üç sefer sordu ve hepsinde aynı cevabı aldı. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem sonunda şöyle buyurdu; “Şüphesiz Allah ancak kendisi için halis olarak yapılan ameli kabul eder.”[33]

Rasule tabi olmanın gereğine gelince; Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur; “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsa nız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyic idir.”(Âl-i İmran 31)

“Allah'a ve Allah'ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî peygamber e, evet ona uyun ki, hidayete erebilesi niz.”(A’raf 158)

Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissa lâtu vesselâm)'in zevce-i pâklerinin hâne-i saâdetlerine bir gurub erkek gelerek Resûlullah (aleyhissa lâtu vesselâm)'ın (evdeki) ibadetind en sordular. Kendileri ne sordukları husus açıklanınca sanki bunu az bularak:

"Resûlullah (aleyhissa lâtu vesselâm) kim, biz kimiz? Allah O'nun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir (bu sebeple O'na az ibadet de yeter) dediler. İçlerinden biri: "Ben artık hayatım boyunca her gece namaz kılacağım" dedi. İkincisi: "Ben de hayatımca hep oruç tutacağım, hiç bir gün terk etmeyeceğim" dedi. Üçüncüsü de: "Kadınları ebediyen terk edip, onlara hiç temas etmeyeceğim" dedi. (Bilâhere durumdan haberdar olan) Hz. Peygamber (aleyhissa lâtu vesselâm) onları bularak:

"Sizler böyle böyle söylemişsiniz. Halbuki Allah'a yemin olsun Allah'tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna rağmen, bazan oruç tutar, bazan yerim: namaz kılarım, uyurum da; kadınlarla beraber de olurum. (Benim sünnetim budur), kim sünnetimi beğenmezse benden değildir" buyurdu.[34]

Muaviye r.a. Kabe’nin dört rüknünü selamlayınca İbni Abbas r.a.; “Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem bu iki rüknü selamlama zdı” dedi. Muaviye r.a.; “Bu ikisi Kabe’den ayrı değil ki” dedi. İbni Abbas r.a.; “Sizin için Allah Rasulünde en güzel örnek vardır” dedi. Bunun üzerine Muaviye r.a.; “Doğru söyledin” dedi.[35]

Amr b. Yahya’dan; “babamı, babasından (naklen) şöyle rivayet ederken duydum: "Babam dedi ki; "Sabah namazından önce Abdullah b. Mes'ûd'un kapısının önünde otururduk . Çıktığında, onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Musa el-Eş'arî yanımıza geldi ve; "Ebû Abdirrahm an (yani Abdullah b. Mesûd) şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?" dedi. "Hayır" dedik. O da bizimle beraber oturdu. Nihayet (Abdullah) çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık. Sonra Ebû Musa ona şöyle dedi:

"Ey Ebû Abdirrahm an! Biraz önce mescidde yadırgadığın bir durum gördüm. Ama yine de, Allah'a şükür, hayırdan başka bir şey görmüş değilim." (Abdullah) "Nedir o?" diye sordu. O da; "Yaşarsan birazdan göreceksin. Mescidde halkalar halinde, oturmuş, namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada (İdareci) bir adam, (halkadaki lerin) ellerinde de çakıl taşları var. (idareci): "Yüz defa Allahu ekber deyin" diyor, onlar da yüz defa Allahu Ekber diyorlar. Sonra, yüz defa La İlahe İllallah, deyin diyor, onlar da yüz defa La ilahe İllallah diyorlar. Yüz defa Sübhanallah deyin diyor, onlar da yüz defa Sübhanallah diyorlar."

Abdullah b. Mes'ûd; "Peki onlara ne dedin?" dedi. "Senin görüşünü bekleyere k -veya "senin emrini bekleyere k" -onlara bir şey söylemedim." dedi.

Dedi ki; "onlara kötülüklerini hesab etmelerin i emredip (bununla) iyilikler inden hiçbir şeyin de zayi edilmeyec eğine dair onlara güvence verseydin ya!" dedi. Sonra gitti, biz de onunla beraber gittik. Nihayet o, bu halkalard an birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi: "Bu, yaptığınızı gördüğüm nedir?"

Dediler ki; "Ey Ebû Abdirrahm an! Bunlar çakıl taşları. Onlarla Allahu Ekber, La ilahe İllallah ve Sübhanallah deyişleri sayıyoruz." (Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd) dedi ki;

"Artık kötülüklerinizi sayıp (hesab edin)! Ben, iyilikler inizden hiç bir şeyin zayi edilmeyec eğine kefilim. Yazıklar olsun size! Ey Ümmet-i Muhammed, ne çabuk helak oldunuz! Peygamber inizin -salallahu aleyhi ve sellem- şu sahabesi içinizde hâlâ bolca bulunmakt a. İşte onun elbiseler i, henüz eskimemiş; kapları, (henüz) kırılmamış. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, sizler kesinlikl e ya Muhammed'in dininden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz (-ki bu imkânsızdır-) veya bir sapıklık kapısı açmaktasınız."

Onlar; "Vallahi, ey Ebû Abdirrahm an, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi) İstedik" dediler.

O da şöyle karşılık verdi; "Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyece klerdir. Resûlullah -salallahu aleyhi ve sellem- bize haber vermişti ki; Kur'an'ı okuyacak olan bir topluluğun bu okuyuşları sadece dilde kalacak, onların köprücük kemikleri ni ileriye geçmeyecek. Vallahi, bilmiyoru m, belki onların çoğu sizdendir ." Sonra Abdullah onlardan yüz çevirdi.

(Amr b. Yahya'nın dedesi) Amr b. Selime, bundan sonra şöyle dedi: Bu halkalard aki (insanların) tamamını, en-Nehrevân olayında, haricîlerin yanında bize karşı vuruşurken gördük." [36]

Bu kıssa, alim sahabeler in, ibadetler in vesile ve maksatları hakkındaki anlayışlarını göstermektedir. Bir topluluk, Allah Azze ve Celle’yi tesbih, tekbir, tehlil ve tahmid ile zikrediyo r, bu zikredişlerini saymak için taş kullanıyorlar. Bu amellerin de niyetleri Allah’a ibadet etmek olduğu halde İbni Mesud r.a. bunları sünnete muhalif bir bidat görerek onlara karşı çıkmıştır. Zira Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem böyle yapmamıştır. Onların niyetleri nin güzel oluşu, yaptıklarının sahih olduğunu göstermiyor. Zira niyetin güzel olması, bidatı sünnete çevirmez ve çirkini güzel yapmaz. Güzel niyetin yanında sünnete ve selefe uyma şartı da kaçınılmazdır.[37]

Said bin el-Müseyyeb radıyallahu anh, fecrin doğuşundan sonra namaz kılmaya devam eden birini gördü ve onu uyardı. Adam; “Ey Ebu Muhammed! Namaz kıldım diye Allah bana azab eder mi?” diye aklınca haklı bir gerekçe zikretti. İbnül Müseyyeb; “Hayır, fakat Allah sana Sünnet’e aykırı hareket ettiğin için azab eder.” Dedi.[38] Benzeri İbni Abbas r.a.’dan da rivayet edilmiştir.[39]

Elbanî r.a. der ki; “Said Bin el-Müseyyeb’in bu veciz cevabı, bidatleri güzel görene karşı ve sünnet ehlini “zikri ve namazı inkâr etmekle” suçlayanlara karşı kuvvetli bir silahtır. Hâlbuki sünnet ehli sadece sünnete muhalif olan namaz, zikir v.b. şeylere karşı çıkmaktadır.”[40]

Birisi imam Malik’e; “Ey Ebu Abdullah! Nerede ihrama gireyim?” dedi. O da; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in girdiği yer olan Zul-Huleyfe’den itibaren” dedi. Adam; “Ben, kabrin yanında, Mescidin yanından girmek istiyorum” dedi. İmam Malik; “Öyle yapma! Fitneye düşmenden korkarım.” Dedi. Adam; “Bunda ne gibi bir fitne olabilir ki? Ben daha fazla mesafeden ihrama gireceğim.” Deyince imam Malik; “Hangi fitne senin kendini Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i fazilette geçmiş görmenden daha büyük olabilir? Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “O’nun emrine muhalefet edenler kendileri ne bir fitnenin veya elim bir azabın isabet etmesinde n sakınsınlar.”(Nur 63)”[41]

6- Sahih deliller bidati mutlak olarak kötülemektedir. Bidatın; “hasene=güzel” ve “seyyie=kötü” diye ikiye taksim edilmesin in delili yoktur.

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem; “Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallah u aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.” Buyurmuştur.[42]

Yine şöyle buyurmuştur; "Sizden kim Benden sonra yaşarsa birçok ihtilafla r görecektir. Bu yüzden sünnetime ve hidayete erdirilmiş raşid halifeler in sünnetine sarılmanız gereklidi r. Ona azı dişlerinizle ısırır gibi sarılıp, bırakmayın. Sizleri sonradan çıkarılanlardan sakındırırım. Zira şüphesiz her sonradan çıkarılan şey bidattir ve her bidat sapıklıktır."[43]

“Kim şu emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa o reddolunu r.”[44]

“Kim emrimiz olmayan bir şeyle amel ederse, o reddolunu r.”[45]

Bu hadislerd e olduğu gibi bidatler arasında bir ayrım söz konusu değildir. Nekre (belirsiz) olarak gelen izafe umum ifade eder. ancak bir istisna varsa o başka. Peki burada istisna nerede? Bazılarının istisna iddialarına cevap inşallah ileride gelecek.

Bu, bütün salih selefin anlayışıdır. Nitekim İbnu Ömer r.a.; “İnsanlar güzel görse de bütün bidatler sapıklıktır.” Demiştir.[46]

İbni Mesud r.a.; “Ey İnsanlar! Sizler hadis anlatıyorsunuz ve size hadis anlatılıyor. Bir bidat gördüğünüz zaman ilk duruma sarılın.”[47]

İşte bu iki sahabe bidati umum manada almışlar, güzel-çirkin ayrımı yapmamışlardır. Usul ilminde sabit olmuştur ki; şeriatın küllî delili, pek çok yerde, farklı zamanlard a ve farklı durumlard a tekrar ederse, o tahsis edilmez ve sınırlandırılmaz. Böylece delilin getirdiği hüküm, mutlak olarak genellik ifade eder. Bidati kötüleyen ve ondan sakındıran hadisler de bu kabildend ir. Nitekim peygamber sallallah u aleyhi ve sellem, minber üzerinde Müslüman topluluğuna pek çok zaman ve farklı hallerde bütün bidatleri n sapıklık olduğunu belirtmiş, ne bir ayette, ne de bir hadiste bu konudaki genelleştiren ifadeyi sınırlandıran bir delil gelmemiştir. Bu da genel ifadenin, mutlak oluşunu gösterir.

Salih selef de bidatin kötülenmesinde icma etmiş, bundan hiçbir şeyi istisna etmemişlerdir. Sabit olan icma; bütün bidatleri n kötü oluşunu, hiçbir bidatin güzel olamayacağını göstermektedir.[48]

7- bidatın güzelinin de olduğunu iddia edenlerin, yapılan işin zahirde taat olduğunu mazeret göstermeleri geçersizdir. Aslında o tam aksine masiyetti r. Zira mücerred akıl, mesela öğlen namazını neşeli zamanlard a beş rekat kılmayı daha güzel görür. Bu, diğer farzlar için de aynıdır. Bidati güzel görenin, güzelini çirkininden ayırmaya şiddetli bir ihtiyacı vardır. Biz ittifakla diyoruz ki; zahiri taat olan her şey taat olmadığı gibi, zahiri masiyet olan her şey de masiyet değildir. Neticede bidatçi, isabet ettiği güzel bidat ile hatta ettiği çirkin bidat arasında döner durur. Durum böyle olunca, bu bidatin güzel olduğunu iddia etmek ancak Kitap ve Sünnet’ten bir delil ile mümkün olabilece ktir. Hâlbuki Kitap ve Sünnet’ten delil bulunan şey bidat değildir. O halde “güzel bidat” iddiası batıldır.

Herhangi bir amelin “güzel bidat” olduğunu iddia edene; “bir bidatin güzel mi, yoksa çirkin mi olduğunu nereden anladığını sorarız.

Güzel zannedile n pek çok amelin aslında çirkin bidat olduğuna sıkça şahid oluruz. Mesela Sahihu Müslim’de; Ukbe bin Amir r.a.’den şu rivayet gelmeseyd i anlayamaz dık; “Üç vakit vardır ki, Resülullah (aleyhissa latu vesselâm) bizi o vakitlerd e namaz kılmaktan veya ölülerimizi mezara gömmekten nehyetti:

— Güneş doğmaya başladığı andan yükselinceye kadar.

— Öğleyin güneş tepe noktasına gelince, meyledinc eye kadar.

— Güneş batmaya meyledip batıncaya kadar."[49]

Sahihayn’daki rivayette Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Allah namazı (ilk defa farz ettiği zaman iki rek'at olarak farz etmişti. Sonra onu hazer için (dörde) tamamladı. Yolcu namazı ilk farz edildiği şekilde sabit tutuldu."[50] Bu hadis ulaşmasaydı, seferde namazı tam kılmanın caiz olmadığını anlayamaz dık.

Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem, abdest alırken azalarını üçer kere yıkadıktan sonra; “İşte abdest budur. Kim bundan fazla yaparsa kötülük ve zulüm etmiş olur.” Buyurmuştur.[51] Bu hadis olmasaydı abdest alırken azaları beş kez yıkamanın, akıl güzel gördüğü halde caiz olmadığını anlayamaz dık.

İbni Abbas r.a. rivayet ediyor; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Dikkat edin! Ben rükû ve secdelerd e Kuran okumaktan nehyolund um”[52] bu hadis olmasaydı bu fiilin caiz olmadığını nereden anlayacak tık? Şeriatta taat zannedile n birçok şey aslında masiyetti r ve ceza gerektiri r.

8- insanların çoğu, genel manada gelen nasları bidatleri için delil getiriyor lar. Bu ise büyük bir hata olup, usul ilminin önemli kaideleri ile çelişmektedir.

Mesela; birkaç kişi mescide namaz kılmak için gelseler, içlerinden biri öne geçip onlara cemaatle tahıyyetul mescid namazı kıldırsa, içlerinden bazısı da buna karşı çıksa, diğerleri de kişinin cemaatle kıldığı namazın yalnız başına kıldığı namazdan daha faziletli olduğuna dair hadisleri delil getirse, iki ayrı görüşe bölünmüş olmazlar mı? Bunlardan birisi bu istidlale uygun, diğeri muhalifti r. Halbuki bu delil başka bir konuda varid olmuştur. Peki, burada ayırıcı kavil hangisidi r?

Şeyhulislam İbni Teymiye, Tefsir Usulü’ne Giriş adlı eserinde diyor ki; “Şu bilinmeli dir ki, Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem ashabına Kuran’ın manalarını, onun lafızlarını nasıl açıkladıysa öyle açıklamıştır. Çünkü Allah Teala’nın; “Biz sana zikr’i indirdik ki, insanlara ne indirildiğini açıklayasın.”(Nahl 44) ayeti, hem lafzın, hem de mananın açıklanmasını içine alır.

(Tabiîn’den) Ebu Abdurrahm an es-Sulemî demiştir ki; “Osman bin Affan ve Abdullah bin Mesud gibi, bize Kuran okutanlar bildirmişlerdir ki, onlar peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’den on ayeti ilim ve amelce öğrenmeden geçmezlerdi. Onlar bize dediler ki; “Bizler Kuran’ı ilim ve amel ile birlikte öğrendik.”[53]

Bundan dolayıdır ki, onlar, bir sureyi bellemek için uzun bir müddet o sure üzerinde dururlardı. Enes r.a. şöyle demiştir;

“Bizim zamanımızda birisi Bakara ve Al-i İmran surelerin i okuduğu zaman gözümüzde büyürdü.”[54]

Abdullah bin Ömer r.a., Bakara suresini öğrenmek (ezberleme k) için birkaç yılını, bir rivayete göre sekiz yılını vermiştir. Bunu İmam Malik rivayet etmektedi r.[55]

Çünkü Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur; “Sana bu mübarek Kitab'ı, ayetlerin i düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.”(Sad 29)

“Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi?”(Nisa 82)

“Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi?”(Müminun 68)

Bu ayetlerde sözedilen “tedebbür; iyi düşünmek”, Kur’anın manalarını anlamadan gerçekleşmez. Yine Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur;

“Akıl erdiresin iz diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.”(Yusuf 2) Bir söze akıl erdirmek için, onu anlamak gerekir. Malumdur ki, her söz mücerred lafızlarından öte, manasının anlaşılması için söylenir. Kuran ise anlaşılmaya daha layıktır.

Tıp, hesap gibi fen dallarıyla ilgili kitap okuyan bir topluluğun, okuduklarını anlamak istememel eri düşünülemez. O halde kurtuluşlarına, din ve dünya saadetler ine sebep olacak olan Allah Kelamı nasıl olur da anlaşılmak için okunmaz?”[56]

İmam Şatıbî de el-Muvafakat’ta genel manadaki delillerl e selefin anlayışına muhalif istidlald e bulunanla ra ve delili, varid oluş sebebinde n başka konulara hamledip onunla amele çağıranlara reddiyede bulunarak der ki;

“İlk nesilleri n hiçbir şekilde amel etmedikle ri deliller: Sonra gelenleri n (müteahhirûn) kendi kuruntula rına bunları delil olarak kullanmal arı asla yerinde değildir ve onlar hiçbir şekilde de­lil olamazlar . Zira eğer delil olsalardı, sahabe ve tabiîn nesilleri nin değerlendirmelerinden uzak kalıp da şunların onu anlaması gibi bir sonuç asla ortaya çıkmazdı. İlk nesilleri n amel ettiği veya terk ettiği şey, delil sanılan şeyin gereğine nasıl ters düşer ve onunla nasıl çatışa­bilir?

Sonra gelen nesilleri n bu türden delillerl e amel etmeleri, ilk nesilleri n icmâına muhalefet olmaktadır. İcmâa muhalefet eden her kim olursa olsun hatalıdır. Zira Muhammed ümmeti hata üzerinde görüş birliği etmez. Onların üzerinde bulundukl arı fiil ya da terk, sünnettir ve muteber bir durumdur, hidâyettir. İnsan ya hata eder ya da isabet eder. Selefe muhalefet eden kimseler hata üze­rindedir. Bu kadarı delil olarak yeterlidi r…

İşte bu noktadan hareketle dir ki, ehl-i sünnet âlimleri Râfızîlerin “Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem kendinden sonra halife olmak üzere Hz. Ali'yi tayin etti” şeklindeki iddialarına kulak asmamışlardır. Çünkü bütün sahabenin bu iddia aksine hareket etmiş olmaları, onun batıl ve dikkate alınmayacağına açık bir delildir. Çünkü sa­habe hata üzerinde görüşbirliği etmez. Çoğu zaman bid'at ve sapık mezhep sahipleri nin Kitap ve sünnet ile iddialarını desteklem eye çalıştıklarını görürsün; bunlar keyfî yorumlar yaparlar, onların müteşâbihlerine sarılarak havayı bulandırmak ve böylece halka karşı kendileri nin hak üzere oldukları intibaını vermek isterler.”[57]

Yine aynı eserde der ki; “Bundan dolayı, şer’i deliler üzerinde duran kimseleri n, mutlaka o delillerd en selefin ne anladıklarını gözönünde bulundurm ala­rı bir mecburiye ttir. Onların amel edegeldik lerine uygun düşen mana, doğru olmaya en layık olandır; ilim ve amel için en uygu­nudur.”[58]

Hafız İbn Abdilhadi r.a., der ki; "Bir ayeti veya bir hadisi, Selef zamanında onların bilmediği ve ümmete açıklamadıkları halde te'vil etmek caiz değildir. Aksi halde "selefin bu gerçeği bilmedikl eri ve bu konuda sapmış oldukları, sonraki asırlarda çıkmış olan bu iddia sahibinin ise hidayet üzere olduğu" gibi bir anlam çıkar."[59]

İbn Kayyım r.a. diyor ki; "Allah'ın Kitabındaki bir ayeti Selef ve imamların açıkladıklarına muhalif şekilde yorumlaya n kişi iki halden biri içindedir; ya kendisi hata etmiştir ya da bunu kendisini n söylediklerine muhalif olarak açıklayan selef hata etmiştir. Akıl sahibi bir kimse, bu kimsenin hata yapmaya seleften daha layık olduğunda şüphe etmez.

Bu konuda "Onlar bu işin ehli ise, biz de onun ehliyiz" diyerek gururlana n kişi, küstahlık ederek kapıları kendi yüzüne kapamıştır. Doğru yola eriştirecek olan Allah'tır." [60]

Derim ki, bu kaideyi anladıysan, bahsettik lerimiz içinde hangi fırkanın hidayet üzere olduğu ortaya çıkmış demektir.

İşte bu umumi delil, Selef r.a'un amelinde veya anlayışında varid olmayan bir şeyin (Farz namazlar ve teravih gibi cemaatle kılınan namazların diğer nafilele namazlara kıyaslanarak cemaatle kılınamayacağı gibi) cemaate delil getirilme sinde geçerli olmadığını gösteriyor. Öyleyse, umumun bir parçasında geçerli olan olan şey, bütün parçaları için geçerli olmayacak tır. Selefin uygulamasında bunun bir başka örneğini görelim;

Ebu Davud, Sünen'inde Mücahid r.a.'den rivayet ediyor; "İbni Ömer r.a. ile beraber idim. Bir adam öğle veya ikindi vaktinde tesvib yaptı. Bunun üzerine İbni Ömer r.a.; "Benimle gel de gidelim. Zira bu bidattir" dedi.[61]

Tesvib; onların mescidler in kapılarında durup "Namaza! Namaza!" diye nida etmelerid ir.[62]

Birisi gelip; "Namazı hatırlatmakta ne zarar var? Allah Teala; "Hatırlat, zira hatırlatmak müminlere fayda verir"(Zariyat 55) buyurmuştur." Derse, onun sözü kabul edilmez, bu anlayışı reddolunu r. Çünkü Selef radıyallahu anhum bu ayeti genele yorumlaya rak anlamamıştır. Malumdur ki, İbn Ömer r.a. Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem'e uymada en dikkatli olan ve sünneti en iyi gözeten sahabeler den biridir.

Buna diğer bir örnek daha önce geçen şu rivayetti r; Nafi anlatıyor; İbni Ömer r.a.’nın yanında birisi hapşırdı ve “Elhamduli llah ves selamu ala Rasulih” dedi. Bunun üzerine İbni Ömer r.a.; “Ben de "Elhamduli llah ves selamu ala Rasulilla h diyorum ama, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in bize öğrettiği böyle değildir. Biz deriz ki; “Elhamduli llahi ala kulli hal”[63]

Burada İbn Ömer r.a., "Şüphesiz Allah ve melekleri peygamber e salat ederler, ey iman edenler siz de ona salat ve selam verin"(Ahzab 56) ayeti umum ifade ettiği halde, bu adama karşı çıkıyor. Demek ki ayet umum ifade etmesi yanında, sahabenin ve onlardan sonra gelen salih selefin anlayışı önceliklidir.

Allah ona rahmet etsin, İmam el-Evzaî ne güzel demiş; "Sünnet üzere olmaya sabredini z! Sahabeler in durduğu yerde durunuz ve onların söylediklerini söyleyiniz. Onların açıklama yapmadığı şeyi açıklamaya çalışmayın. Salih selefin yolunu tut! Onlara geniş gelen şey sana da geniş gelir."[64]

Bunun üzerine diyoruz ki; Öncekilere muhalefet etmekten şiddetle sakın! Faziletli gibi görünse bile buna yanaşma! Onda bir fazilet olsaydı selef bunu yapmaya daha layıktır. Yardımcımız Allah'tır.[65]

9- Bidat'a "bidat-ı hasene" demek, kötülük getirir.

Birincisi; bir bidatın güzel görülmesi, onlar tarafından; Allah'ın kulları için tamamladığı ve razı olduğu bu dinde müstehap görülmesi demektir. Böyle bir iddianın batıl oluşu ise ortadadır. Zira ne Allah kullarına bu bidatı emretmiş, ne de Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem emretmiştir. Raşid halifeler, diğer sahabeler ve onlara tabi olan Tabiin de bunu yapmamışlardır. İşte böylece, kim bir bidati dinde güzel bulursa, Allah'a, Kitabına ve Rasulüne bilmeden iftirada bulunmuş olur.

İkincisi; Peygamber sallallhu aleyhi ve sellem ve ashabının bazı amelleri terk etmeleri de övülmüş, güzel ve bereketli sünnetlerdir. Zira Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem ve ashabı ondan uzak durmuşlardır.

Üçüncüsü; bidatı hasene diye iddia ederek yerleştirmek isteyenle r, ne Rasululla h Sallallah u aleyhi ve sellem'in övülmüş, mübarek sünnetinde ne de Sahabeler inin fiilinde olmayan bir şeyle amel etmeyle, sünnet ile amel etmenin kazandırdığı şeyin kazanılacağını iddia etmiş olurlar. Bunu ise, akıl ve din sahibi biri söylemez."[66]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] El-Havadis vel-Bid’a(s.40)

[2] El-İ’tisam(1/15) Ali el-Halebî İlmu Usulil Bid’a(23)

[3] Suleym bin Iyd el-Hilalî el-Bid’a ve Eseruhus Seyyie(s.7)

[4] İbni Kesir Tefsiri(2/19)

[5] Lalkaî es-Sünne(1/96) Mervezî es-Sunne(s.28) İbni Vaddah el-Bid’a(s.43) Darimi(mukaddime 205) El-Hilalî el-Bid’a(s.23)

[6] Buhari(7282)

[7] Şatıbi el-İtisam(1/147)

[8] El-Hilali el-Bid’a(s.13)

[9] Müslim

[10] Taberani(1647) isnadı sahihtir.

[11] Elbani Sahihu Süneni İbni Mace(1/32)

[12] Buhari, Müslim

[13] Müslim

[14] Şatıbi el-İtisam(1/64)

[15] El-Hilali el-Bid’a(s.16)

[16] Beyhaki Medhal, Ali el-Halebi İlmu Usulil Bid’a(s.40)

[17] Buhari(2697) Müslim(1718)

[18] Müslim

[19] Müslim(iman 80)

[20] İ’lamul Muvakkiin(1/344)

[21] Mecmuul Fetava(31/35)

[22] İbni Kesir Tefsiri(4/401)

[23] Ali el-Halebi İlmu Usulil Bid’a(s.70-73)

[24] Elbani Sahihu Ebu Davud(1/53) İbni Hacer Telhisul Habir(1/160)

[25] Buhari ve Müslim.

[26] Buhari ve Müslim

[27] Tirmizi(2738) Hakim(4/265) isnadı hasendir.

[28] Gazalî el-Menhul(s.374) Mahalli Cemul Cevami(2/395) Ali el-Halebi İlmu Usulil Bid’a(s.70-73)

[29] Hasendir. Elbani Zılalul Cenne(1/13)

[30] Lalkaî Şerhu Usuli İtikad(1/96)

[31] Mecmuul Fetava(1/189)

[32] Ebu Nuaym Hilye(8/95) İlmu Usulil Bida(s.61)

[33] Elbani Sahihu Süneni Nesai(2/384)

[34] Buhârî(Nikah 1) Müslim(1401) Nesâî(6/60)

[35] Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ahmed

[36] Darimi(1/68) Taberani bunu hasen bir isnad ile rivayet etmiştir. Bkz.: Taberâni(9/125) Mecmau'z-Zevâ'id, (1/181). Hadisin merfû kısmı için bkz. Müslim(1/663); İbn Mâce(1/59); Ahmed b. Hanbel(1/380, 404)

[37] Halebi İlmu Usulil Bid’a(s.244) Hilali el-Bida(s.15) Ebu Şame el-Bais(s.63)

[38] İsnadı ceyyiddir . Darimi(1/116) Abdurrezz ak(3/52) Beyhaki(2/466) Hatib el Fakih(1/147)

[39] İbni Abdilberr Cami(s.559) Şatıbi Muvafakat(4/18)

[40] El-Elbani el-İrva(2/236)

[41] Hatib el-Fakih(1/148) Ebu Nuaym Hilye(6/326) Beyhaki Medhal(236) İbni Batta el-İbane(98) Halebi İlmu Usulil bida(s.72)

[42] Müslim ve Nesai

[43] Ahmed(4/126, 127) Ebu Davud(4607) Tirmizi(2815, 2816) İbni Mace(42,44) İbni Ebi Asım Es Sünne(1/29-30) İbni Hibban(1/104) İbni Abdilberr Cami(2/222, 224) Hakim(1/65, 96, 97) Taberani(18/537-602, 617, 625) Beyhaki(10/114) Cem’ül Fevaid(127) Darimi(95) Tahavi Müşkil(1/85-87) Tayalisi(2615-16) Suyuti el-Emru bil-İttiba(s.34) Elbani Sahihu Ebu Davud(3/119) Sahihtir.

[44] Buhari ve Müslim

[45] Müslim

[46] Lalkai(126) İbni Batta(205) Beyhaki Medhal(191) İbni Nasr es-Sunne(70) isnadı sahihtir; Ali el-Halebi İlmu Usulil Bida(s.92)

[47] Darimi(1/61) Lalkai(1/77) Fethul Bari(13/253) sahihtir; İlmu Usulil Bida(s.226)

[48] Abdulkayy um es-Suheybanî el-Lum’a Fir Reddi Ala Musiniyil Bid’a(49-51) Şatıbi el-İtisam(1/187-188)

[49] Müslim(831) Ebu Davud(3192) Tirmizi(1030) Nesâi(1/275, 26)

[50] Buhârî(3935) Müslim(685) Muvatta(1/146) Ebu Dâvud(1198) Nesâî(1/225).

[51] Elbani Sahihu Ebu Davud(1/46)

[52] Müslim

[53] Taberi(1/80) Kurtubi(1/39)

[54] Sülasiyatu Müsnedil İmam Ahmed(2/276)

[55] Muvatta(1/205) Kurtubi(1/39)

[56] İbni Teymiyye Mukaddime tun Fi Usulit Tefsir(s.8-9)

[57] El-Muvafakat(3/72)

[58] El-Muvafakat(3/77)

[59] Sarimul Menkî Fir Reddi Ales Subkî(s.318)

[60] Es-Savaikul Mürsele Alel Cehmiye vel Muattıla muhtasarı(2/128)

[61] Ebu Davud(538) isnadı hasendir.

[62] Et-Tartuşi el-Havadis vel Bid'a(s.149)

[63] Tirmizi(2738) Hakim(4/265) isnadı hasendir.

[64] Lalkai Şerhu Usuli İtikadi Ehlis Sunne vel-Cemaa(1/174) Beyhaki Medhal(233) Acurri Şeriat(2/673-674) İsnadı sahihtir.

[65] Ali el-Halebî İlmu Usulil Bid'a(s.137-145)

[66] Şeyh Hamud et-Tuveycirî er-Reddul Kavî Aler Rıfaî vel Mechul ve ibni Alevi ve Beyanu Ahtanihim Fil Mevlidin Nebevî(16-17)
0 yorum:

Yorum Gönder

Guraba Kitaplık..

Guraba Kitaplık..
tavsiye kitap..

Guraba Arşiv..

Guraba Yazılar..


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)