GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Dört İmamın İtikadı Aynıdır-3..

Etiketler: ,
Peygamberlerin Davetteki Öncelikleri De Aynıdır:


Tüm peygamberlerin itikatları aynı olduğu gibi davetlerinin esası ve davet ettikleri temel ilke de aynıdır ki bu da, sadece ortağı olmayan bir tek Allah’a kulluk etmektir. Her peygamber davetine şu cümle ile başlıyordu: “Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur.”

Allah (cc)’ın haber verdiği gibi Nuh, Hud, Salih, Şuayb ve diğer tüm peygamberler davetlerine bu kelime ile yani tevhid ile başlamışlardır. Zaten dinin temeli de budur.

Günümüzde de davetin bu esas üzerine yapılması ve insanların öncelikle sadece Allah’a kulluk etmeye çağrılmaları gerekir.

Çünkü her bakımdan önder ve lider olan Allah’ın elçileri öyle yapmışlardır ve bizim yaratılış gayemiz sadece Allah’a ibadet etmektir. “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56).

Fakat günümüzde davet işini yürütenlerin az bir kısmı müstesna, çoğu bu önemli esastan gafildirler.

Hilafetin 1924’de yıkılması İslam Cemaatlerinin buna tepki olarak tüm çalışmalarını hilafet ve imamet meseleleri üzerinde yoğunlaştırmalarına ve Peygamberlerinin davetlerini aslı ve temelinden uzaklaşmalarına neden olmuştur ki bunun aşağıda ifade ettiğimiz birçok vahim neticeleri olmuştur:

1) İslam Aleminde her türlü şirkin yayılmasının hız kazanması.

2) Bidatçilerin metodlarının benimsenmiş olması. Şöyle ki Rafiziler dinlerinin esasını İmamet meselesi üzerine bina ederlerken, Mutezile de emri bilmaruf ve nehyi anil münker üzerine bina etmiştir.

3) Müslüman gençlerin idam sehpalarını ve hapishaneleri doldurmalarına neden olarak, istemeyerek de olsa, zalim yöneticilerin daha da güçlenmelerine sebep olunmuştur.

Peygamberlerin tevhid esası üzerine yürüttükleri davet metoduna uyarak başarıya ulaşan davete, İmamu’l Müceddid Şeyhu’l İslam Muhammed b. Abdilvahhab’ın davetini verebiliriz. Ki O davetini şu iki esas üzerine yürütmüştür:

1) Sadece Allah’a kulluğa çağırarak ve şirkten kaçındırarak itikadı düzeltmek. Bu onun temel amacı idi.

2) Müslüman yöneticiler ile maruf üzere yardımlaşmak ki bu konunun detaylarına burada girmeyeceğiz.



İmamların Kaynak Birliği:


İtikad birliği; ilim kaynağının ve istidlal metodunun bir olması ile sağlanır.

İşte selef ve imamlar ve ehli sünnetin ilim kaynakları aynıdır. Bu kaynaklar da Kur’an, Sünnet ve İcma’dır. Onların itikadlarının esası Kur’an’dır. Onlar öncelikle Kur’an’ı Kur’an ile sonra sünnet, sonra sahabe ve tabiinin sahih sözleriyle tefsir ederlerdi.[58]

Kur’an’ın açıklayıcısı olan sünnet, onların kabul ettikleri ikinci esastır. Buhari ve Müslim’in sahihleri, Ebu Davud, Nesaî, İbn Mace’nin sünnetleri, Darimi’nin süneni, Malik’in Muvatta’sı ve Ahmed’in Müsned’i gibi hadis kitapları bu alandaki temel kaynaklardır.

Onların itikadlarını aldıkları üçüncü kaynak İcma’dır. Ümmet asla sapıklık üzere icma etmez. Fakat ümmet’in bir kısmı sapıklığa düşebilir. Çünkü hatadan korunma peygambelere mahsustur. Vahiy sahibi hariç herkesin sözü alınabilir de reddedilebilir de. Fakat Allah’a hamdolsun ki ümmetin tamamı dalalet üzere birleşmez.

Fakat kıyas, istihsan, zevk, keşf, nazar ve akıl[59] gibi unsurlar itikada esas teşkil etmez .Allah dinini tamamlamış ve bize din olarak İslam’ı seçmiştir.

“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.”

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Gecesi gündüz gibi olan çok aydınlık bir şeriat üzere terkedildiniz. Bundan ancak helak olan yüzçevirir.”[60]

Ebu Derda şöyle dedi: “Allah ve Resulü doğru söyledi. Aydınlık bir yol üzere bırakıldık.”[61]

İmam Şafii de şöyle dedi: “Her konuda Allah’ın kitabından bir delil mevcuttur.”[62]

İbn Hazm da şöyle dedi: “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Dini, Allah’tan aldığı gibi eksiksiz olarak olduğu gibi beyan ve tebliğ etti.”[63]

Hakk Teala şöyle buyurdu:

“Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun.” (Maide, 5/67)

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in usul-furu, zahir-batın, ilim-amel gibi dinin tamamını beyan ettiğine inanmak İslam’dan bilinmesi gereken zaruri şeylerden biridir.[64]



İtikad Birliği Ehli Sünnet’in Özelliklerinden Biridir:


İtikad birliği ehli sünnet’in özelliklerinden birisidir. Çünkü onlar kendisinde ihtilafın olmadığı İlahî vahye tabi olurlar. Allah’ın vahyinde hiçbir çelişki yoktur.

“Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.” (Nisa, 4/82).

Bu nedenle ehli sünnet imamları hak üzere yürüyor ve hak üzere birleşiyorlardı. Onların dalalet üzere bir araya gelmeleri mümkün değildir. Çünkü onlar Kur’an’ın indirilmesine şahitlik eden, anlamını vasıtasız olarak Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den öğrenen, dosdoğru yolda yürüyen sahabe, onlara tabi olan seçkin tabiin, ehli hadis ve nesiller boyunca onlara tabi olan fakihler ve onlara uyan halktır. (Allah’ın rahmeti onların üzerine olsun).

İttifak ve birlik, ehli sünnetin özelliğinden olduğu gibi ihtilaf, ayrılık ve tekfir de bidat ehlinin özelliklerindendir. Ehli sünnet’in “cemaat” olarak isimlendirilmesinin nedeni de budur. Çünkü onlar birbirlerini tekfir etmezler, aralarında birbirlerinden tebrie ve birbirlerinin tekfirini gerektirecek kadar ihtilaf yoktur. Hak üzere müttefiktirler. Cenabı Hakk, hakkı ve ehlini korur. Harici, Rafizi, Kaderi gibi bidatçiler ise sürekli bir ihtilaf ve buğz içindedirler. Hatta bir mecliste bir araya gelen bidatçi yedi firka meclisten birbirlerini tekfir ederek ayrılmışlardır.[65] Çünkü onlar çoğunlukla dinlerini asli kaynaklarından değil de, kendi akıl ve görüşlerinden almaktadırlar. Bu da tabi olarak ayrılık ve ihtilaf doğurmaktadır. İmam Ahmed bidatçileri şöyle tanımlamıştır:

“Kitab’da ayrılık üzeredirler ve Kitab’a aykırıdırlar. Kitab’a aykırılık hususunda ise müttefiktirler. Allah ve Kitab konusunda bilgileri olmadan konuşurlar. Müteşabih meseleler üzerinde konuşarak insanlardan cahil olanları aldatırlar. Saptırıcıların fitnesinden Allah’a sığınırız.”[66]



İmamların İtikatleri Kıyamete Kadar Var Olacaktır:


İmamların Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den alarak üzerinde birleştikleri itikatları korunmuştur. Çünkü Allah bu itikadın kaynağını koruma altına aldı:

“Kur an’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”

Kıyamet saatine kadar bu itikad üzere kalan müminler bulunacak ve onlar atom savaşı, büyük felaketler gibi toplu ölümlerle yok olmayacaklardır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetini bu hususta müjdelemiştir:

“Dönekler ve muhalifleri onlara zarar vermeksizin bu ümmetten bir taife kıyamet gününe kadar var olmaya devam edecektir.”[67]. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ayrıca her yüzyılın başında bu ümmetin dinini yenileyecek müceddidler geleceğini müjdelemiştir.[68]



Düzeltilmesi Gereken Bazı Hatalı Düşünceler:


İmamların itikad birliği hakkında mutlaka düzeltilmesi gereken bazı hatalı düşünceler oluşmuştur ki bunları şöyle sıralayabiliriz:

1) Bazı insanlar fıkhî mezheblerdeki çeşitliliğin, itikadda çeşitlilik gerektirdiğini tevehhüm ettiler. İbn Teymiyye’ye yöneltilen bir sorudan bu vehmin eskilere dayandığını anlıyoruz. Adamın birisi sorduğu bir soruda Şeyhu’l İslam’dan itikadı kendisine Şafii mezhebine göre anlatmasını taleb etmiştir. Şeyh ona şöyle cevap verdi: Bu konuda Şafii’nin mezhebi diğer imamların mezhebleri ile aynıdır. İmamların mezhebleri ise sahabe ve ihsan üzere onlara tabii olan tabiinin mezhebidir ki onlar da mezheblerini Kitab ve Sünnet’ten almışlardır.

Bir munazara esnasında Şeyhu’l İslam’a “Sen İmam Ahmed’in itikadını tasnif ediyorsun ...” diyenlere şöyle cevap vermiştir:

“Bu, imamlar ve ümmetin selefinin Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den aldıkları ‘Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in akidesidir’[69]

Mesele sadece bir kısım avamın zannından öte bir hal almış ve günümüzde bunun için cemiyetler kurulmuş, kitap ve makaleler neşredilmiştir. Mesela, Mısır’da amacı altı mezhebi yani Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli, Zeydi ve İsna Aşera mezheblerini birbirlerine yakınlaştırmak olan “Daru’t Takrib” cemiyeti kurulmuştur. Bu cemiyet, ehli sünetin dört fıkhi mezhebi ile diğer iki bidatçi mezhebi birbiriyle eşit tutmaktadır. Bu, fıkhi mezhebler arasında olmayan ihtilaf fitilini tutuşturmak ve bidatçi fırkalarla arasındaki usuli-itikadi ayrılıkları sanki basit birer fikhi ihtilaflarmış gibi göstermek cihetiyle büyük bir hatadır. Onlara göre Hanbeli ve Şafii mezhebleri arasındaki ihtilaf, Rafize ile olan ihtilaf gibidir. Yani ictihadi meselelerdeki ihtilafları itikad usulündeki ihtilaflara aynı tutmaktadırlar. Bu, Rafizilerin itikatlarını kabul anlamına gelir ki her bakımdan çok sakıncalıdır. Hatta Rafiziliğe aldanmış insanların, hakkı araştırma ve bulma fırsatı önündeki kapıları kapatmaktır. Yani ehli sünnetin kendi bozuk itikatlarını tasdik ettiğini gören bir Rafizi’nin artık hakkı ehli sünnet içinde araştırmasına gerek kalmamış olur. Böyle bir insan akıl ve fıtrata ters olan Rafizi inançlarını tamamen kabullenmek ile, İslam’ı tamamen red arasında bir seçim yapmak zorunda kalır.

Takrib Cemiyeti’nin kuruluş tüzüğünün ikinci maddesi şöyledir:

“Cemiyet’in amacı; İslamî mezhebler ve ‘İslami taifeler’ arasındaki kesinlikle iman edilmesi gereken akaidî konularda olmayan, görüş ayrılıklarını birbirine yakınlaştırmaktır.”[70]

Görüldüğü gibi İslam mezhebleri, İslam taifeleri olarak tefsir edilmiştir. Oysaki taife kavramı Mutezile, Şia ve Hariciler gibi akımlar için kullanılır. Dört fıkhî mezheb ile bu taifeler arasında büyük fark vardır. Bu cemiyet yayınladığı tüm broşür ve kitaplarda sünni dört fikhî mezheb ile bu taifelerin aynı olduğuna dair yanlış düşüncesini yaymaya çalışmaktır. Bu işin hakikatı şudur: itikaları aynı olan tek bir ehli sünnet mezhebi ile birbirleriyle çelişen çeşitli şii mezhebleri vardır.

Sonra, Takrib Cemiyeti’nin iddia ettiği gibi, Şia’nın kendisi dışında başka bir mezheble yakınlaşması gereği gibi, ehli sünnetin hidayet rehberi imamlarından miras kalan fıkhî mezheblerin birbirine yakınlaştırılması ihtiyacı var mıdır?

Dört fikhî mezhebin imamlarının Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas ile amel ederek dine hizmet eden aynı ailenin fertleri olduklarını göz önüne aldığımız zaman, zaten birbirine yakın olan bu mezhebleri birbirine yakınlaştırmaya çalışmak, tahsili hasıl nevinden beyhude bir davranıştır.

Ehli sünnet ile Şia arasındaki ihtilafların akaidî olmadığı görüşü de vakıaya uygun değildir. Çünkü Rafiziler oniki imamlarının imametlerine inanmayanları tekfir etmektedirler. Bu demektir ki Rafizilere göre Ehli Sünnet itikadı aslında onlara muhaliftir. Sonra Şia'nın Allah’ın kitabı ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetine karşı tavırları itikadî bir konu değil midir?

Ehli Sünnet ve Şia arasındaki ihtilafın akaidi olmadığı iddiası, Şeyh Reşid Rıza’nın da dediği gibi sadece Ehli Sünnete zarar vermektedir.[71] Çünkü bu, Ehli sünnet’in Şia’nın din ve akideye muhalif tüm aşırılıklarını kabullenmesi anlamına gelir.

2) Bazı insanlar İmamların sözlerindeki bazı ihtilafların ayrılık ve kavgayı gerektirdiği vehmine kapıldılar. Oysa ihtilaf iki türlüdür:

a) Çeşitlilik İhtilafı: Gerçekte ihtilaf bile değil, bir olan hakkın değişik yönleriyle ifade edilmesidir. İlim ehlinin temyiz edebildiği bu kabil ihtilaflara şu örnekleri verebiliriz:

-Metinlerin açıklanmasında lafız ve ibaredeki ihtilaflar.

-Çeşitler ve sıfatların zikredilmesindeki ihtilaflar.

-İtibarat hususundaki ihtilaflar.

Tüm bunlar ve ictihadi meselelerindeki ihtilaflar tenevvu (çeşitlilik) kabilinden ihtilaflardır.

b) Zıdlar veya tenakuz ihtilafı: Biri hak diğeri batıl birbirine zıd iki ayrı sözdür.[72]

3) Bazı insanlar, mezheb mensuplarının imamlarına nisbet ettikleri birtakım sözlerden delil getirme yoluna gitmektedirler. Müslümanların saflarında fitne çıkarmak isteyen bidatçiler bu yola sıkça başvurmuşlardır. Fakat kendisini Hanefi veya Şafii diye tanıtan herkesin her söylediği dinde delil olamaz. Furu’da imamlara uyup da usulde başka görüşlere tabi olan birçok insan vardır. Meselan bazı Keramiye’nin Hanefi mezhebinden olması, İmam Ahmed’in mezhebinden bazılarının Haşeviye ve Mücessime görüşlerine tabi olmaları ve 7. yy. daki bazı Kürtlerin Şafii mezhebinden oldukları halde Mücessime itikadını benimsedikleri birer vakıadır.[73] Hatta Malikiler içinde de bazı Muattıla’nın bulunduğu bilinmektedir. Sünnet İmamlardan birisinin mezhebine uymakla değil, Kur’an ve Sünnet’e uymakla gerçekleşir. Kim, Kur’an, Sünnet ve İcma’ya tabi oluyorsa o, imamlardan birisine uymasa da, ehli sünnet ve’l cemaattendir.

İman bir dilek ve temenni değil, kalpte yer eden ve amel ile doğrulanan şeydir.



Hile Ve Oyun:


Bu hususta perde arkasından birçok hile ve oyunlar sergilenmektedir. ki bunların batıl hedeflerinin deşifre edilmesi gerekir. Ümmeti bölmek ve sünnetten uzaklaştırmak için ehli sünnet itikadına yönelik eskiden beri süren batini bir oyun mevcuttur. Ehli sünnete müntesib görünen bazı cahil ve gafil kimseler de kimi zamanlar bilerek veya bilmeyerek bu oyuna alet olmuşlardır. Hatta bu kimselerden bir zat ‘Mezhebsiz İslam’[74] adında bir kitab yazarak ehli sünnet’in fıkhî mezhebleriyle kafir İsmailiye mezheblerini bir arada değerlendirmiştir. Diğer meşhur bir şahıs da aynen dört mezhebe uymak gibi şia mezheblerine uymanın da caiz olduğuna dair fetva vermiştir.[75]

Hatta bazı bidatçi ve batini guruplar Ehli sünnetin dört fıkhî mezhebine intisab ederek, sapık fikirlerini yaymak için kendilerine daha daha elverişli ortamlar oluşturmuşlar ve imamlara kendi sapık eğilimlerini teyid anlamına gelecek birtakım sözler nisbet etmekten dahi geri durmamışlardır.[76]

Bu bidatçilerden bazıları bu mezheblerin fıkhı ile ilgili kitablar yazarak, hadisleri reddedip bunun yerine kıyasıya amel, fuhşun bazı çeşitlerine cevaz gibi rezil fikirleri sanki o mezhebin görüşüymüş imiş gibi yaymaya çalışırlar. Tuhfe-isna Aşeriyye kitabının yazarı ‘Muhtasar’ isimli bir kitab yazarak bunu İmam Malik’e isnad ettiklerini itiraf etmiştir. Bu kitabta İmam Malik’in adını karalamak için köle ile livatanın caiz olduğunu yazmıştır.[77]

Bunlardan Süleyman el-Hanefî en-Nakşibendî Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in “Bu din, hepsi Kureyş’ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır.“ hadisini[78] Şia akidesine uygun bir şekilde açıklamıştır. Bu nedenle çağımız şiilerinden Muhammed Hasan ez-Zeyn ‘eş-Şia fit-Tarih’[79] isimli kitabında Şii itikadını zahiren Hanefî ve Sünnî olan bu şahsın görüşleri ile teyid etmiştir. Fakat gerçek şu ki Ehli Sünnet’in bu açıklamalarla hiçbir ilgisi yoktur. Bu, bir diğer Şii Mustafa Kamil eş-Şeybî’nin de ifade ettiği gibi Şia eğilimli tasavvufçuların görüşüdür ki, Nakşibendiyye tarikatı da onlardandır.[80] Müellifin Hanefî sıfatına aldanmamak gerekir.

Ayrıca bu hadisin, Şia’nın on iki imam inancıyla hiçbir ilgisi yoktur.[81] Dört mezhebden birine bağlı görünerek ortaya gerçek inancını teyid edecek fikirler atıp bu yolla batıl taifelerine hizmet edenlerin sayısı az değildir. Şeyh Muhammed Ebu Zehra’nın tesbitine göre Necmüddin et-Tufî (v. 716 h.) de maslahatın nassa mukaddem olduğu konusundaki iddialarıyla aslında aynı görüşteki Şia'nın propagandasını yapmayı hedeflemiştir. Çünkü Şia’ya göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in vefatından sonra, imam nassı ibtal veya nesh edebilir. Ebu Zehra’nın da dediği gibi Tufî, imam kelimesini anmadan Şiilerin bu konudeki fikirlerini aynen sahiplenmiş ve nassın nesh veya maslahatı mürsele ile tahsisi fikrini öne sürerek, İslam Cemmati’nin Şari’nin naslarına verdikleri kudsiyeti hafife alarak izale etmeye çalışmıştır.”[82]

Bazen de meşhur sünnî imamları ile kendi önderleri arsındaki isim, lakab ve künye benzerliğini kullanarak, kendi önderlerinin sözlerini sünnî imamlara nisbet ederler. İşin hakikatını bilmeyenler Kur’an ve Sünnet’e aykırı bu sözlerin gerçekten İslam İmamlarına ait olduğunu sanırlar. Oysaki gerçekte bu sözler Rafizi şeyhlerine aittir.

Rafizilerin isim, künye ve lakab benzerliklerini insanları dinde aldatmak için kullandıklarını ilk farkedenlerden birisi İmam ed-Dehlevî ve arkadaşlarıdır. Bunlar şöyle dediler. “Rafizlerin hilelerinden birisi de: İsmen sünnî imamlara benzeyen kendi adamlarının uydurdukları hadisleri, imamlara nisbet etmektir. Ehli Sünnet’ten durumun farkında olmayanlar ismi geçen şahsın kendi imamlarından birisi olduğunu zannetmekte ve böylece bu rivayeti kabul etmektedirler. Mesela; iki tane Süddî vardır. Bir tanesi Büyük Süddî, diğeri de küçük Süddî’dir. Büyüğü Ehli Sünnet’in sika imamlarından[83], küçüğü ise hadis uydurmakla meşhur aşırı Rafizilerdendir.[84]

Aynı şekilde iki tane İbn Kuteybe vardır. Bir tanesi aşırı Rafizi Abdullah b. Kuteybe, diğeri ise ehli sünnet imamlarından Abdullah b. Müslim b. Kuteybe’dir.[85] Sünni İbn Kuteybe ‘el-Maarif’ isimli bir kitab yazmasından sonra bu Rafizi de insanları saptırmak amacıyla aynı isimde bir kitap yazmıştır.[86]

Şiilerin bu şekilde isim benzerliklerin suistimal etmeleri birçok ehli sünnet alimi gibi büyük imam Muhammed b. Cerir et-Taberî’yi de derinden yaralamıştır. Şöyle ki O’nunla aynı zaman ve aynı beldede yaşayan Muhammed b. Cerir b. Rüstem et-Taberî isimli bir Şiî, bu isimle Şiiliği teyid eden bazı kitaplar yayınladı. Bu isimle sadece İmam İbn Cerir’i tanıyan halk ve hatta bazı alimler bu kitapları onun yazdığını sanarak ona karşı cephe aldılar. Öyle ki İmam İbn Cerir vefat ettiği zaman halkın tepkisinden korkularak gece evine gömülmüştür.”[87]

İşte imam İbn Cerir bu olaydan böylesine çok eziyet görmüştür. Bu nedenle İbn Kesir şöyle dedi: “O’nu Rafizilik ve hatta bazı cahiller de ilhad ile suçladılar, ki o bu iftiralardan beridir. Bilakis O, Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünnetini ilim ve amel olarak bilip yaşayan en büyük İslam alimlerinden birisidir.” [88]

Şiiler İmam İbn Cerir’e ayaklara meshin cevazı ve ayrıca iki ciltlik bir hadis kitabı isnat etmişlerdir. [89] İbn Cerir’e isnat edilen Şia kaynaklı bir diğer kitap da ‘el-Müsterşid fi’l İmame’ isimli kitaptır.[90]

İbn Kesir bu gizli oyuna dikkat çekerek şöyle dedi: “Bazı alimler biri İmam İbn Cerir, diğeri de Şii İbn Cerir olmak üzere iki ayrı şahsın bulunduğunu ve söz konusu kitapların Şii olana ait olduğunu söylediler.”[91]

İbn Kesir’in işaret ettiği bu hususun kesin bir hakikat olduğu, bugün artık ayan beyan açığa çıkmıştır.

Şia kaynakları Muhammed b. Cerir b. Rüstem b. Cerir et-Taberî Ebu Cafer’in H 310 yıluında Bağdad’da vefat eden imamiye alimlerinden olduğunu yazmaktadır.(İmam İbn Cerir de aynı tarih de vefat etmiştir.) Bu Şii’nin ‘el- Müsterşid fi’l İmame’ ve ‘Nuru’l Mucizat fi Menakibil Eimme İsna Aşere’ gibi kitapları vardır.[92]

Ebu Cafer et-Taberî denilen bir başka Şii daha vardır ki o da aynı hileli yola başvurmuştur.[93]

6 yüzyılda Şia’nın önderliğini yapan, Muhammed b. Ebi’l Kasım b. Ali Et-Taberî denilen bir diğer şahıs ise İslam ümmetini tekfir etmiştir. Şöyle diyor: Kim Ali’nin Ebu Bekre karşı üstünlüğünden şüphe ederse, müslüman görünse ve üzerinde İslam ahkamı cari olsa dahi, o kimsenin hakkında küfür ile hüküm verilir.”[94]

Bazıları[95] bunun ile bir önceki Rafizi’yi birbirlerine karıştırmışlardır fakat aralarında iki yüzyıl zaman farkı vardır.

Şiilerin bir benzer hileleri de Sünni imam İbn Kuteybe’ye yöneliktir. Şii İbn Kuteybe’nin yazdığı ‘el-İmame ve’s Siyase’ adlı kitabı meşhur sünni alim İbn Kuteybe’ye nisbet etmişlerdir ki bu durum birçok kişiye gizli kalmıştır. Öyle ki sünni bir alimin kitabında şiileri destekleyici görüşler beyan etmesi, birçok araştırmacıyı hayretlere sevketmiş, bundan dolayı da müellifin gerçek kişiliğini araştırmışlar, fakat net bir bilgiye ulaşamamışlardır.[96]

Kitapta sahabeye yöneltilen suçlamalar ve Ali’nin, Ebu Bekr’in hilafetini raddettiği yolundaki açık şia taraftarlığına rağmen, bazı araştırmacılar bu hileleri dikkate almayarak kitabın yazarının Malikî olduğunu söylemişlerdir.[97] İşte Şia’nın bu hilesini ilk keşfedenlerden biri de, onları yakından tanıyan ve onların yahudilerden daha hilekar olduklarını söyleyen Tuhfetu İsna Aşeriyye kitabının yazarı Allame ed- Dehlevî olmuştur.

İmamlara yönelik bir diğer iftira da, hiçbir delile dayanmaksızın sadece hasımlarının dedikodularından hareketle, imamların bazı konularda sünnet ve cemaatten ayrıldıkları iddiasıdır. Bu şekilde birçok imama nice iftiralar atılmıştır. İmamların İmamı Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e iftira atılır da tabiilerine atılmaz mı?

Son çağlarda en çok iftiraya maruz kalan imamlardan biri de İmam Muhammed b. Abdulvahhab (radiyallahu anh)’dır. İmam’ın yöneltilen iftiraları bildikten sonra, O’nun yazdığı kitapları inceleyenler, iftiraların ne denli büyük olduğunu görürler. Davetinin hakikatini bilmeden dedikodulardan yola çıkarak İmam’ı şiddetle eleştiren bir hocaya, İmam’ın hakikatını bilen bir öğrencisi, bir gün İmam’ın ‘Tevhid’ isimli kitabından imamın ismini sildikten sonra onu hocasına gösterir. Hoca yazarını bilmediği bu kitabı okur ve çok beğenir. Bunun üzerine zeki talebesi bu kitabın, onun sürekli eleştirdiği Şeyh Muhammed b. Abdulvahhab’a ait oluğunu söyler. Hoca mahcup olur hatalı olduğunu anlayıp, gerçeği görür.

Bir ziyaretim sırasında Malezya’lı bir hakim bana şöyle dedi: ‘Siz ülkenizde Vahhabî itikadını okutuyorsunuz. Ben de ona şöyle karşılık verdim: ‘Suudi Arabistan’da yaygın olan fıkhî mezheb Hanbelî mezhebidir. İtikadda esas aldığımız temel eser ise Hanefi alimi Ebu Cafer et-Tahavî’nin ‘Akidetü’t Tahaviye’si ve yine Hanefî bir alim olan İmam Ali b. Ali b. Ebi’l İzz’in bu kitaba yazdığı şerhdir.’ Görüldüğü gibi bu kitabın yazarı ve açıklayıcısının ikisi de fıkıhta Hanefi mezhebine mensupturlar, fakat itikaden hepsi aynı ailenin değişik fertleridirler. İmam Ahmed’in İmam Ebu Hanife’den veya diğer imamlardan hiçbir farkı yoktur. Çünkü kaynak ve meşrebler aynıdır. Aynı şekilde İmam Muhammed b. Abdulvahhab’ın da onlardan hiçbir farkı yoktur.

Eğer bu imamlardan bize Allah ve Resulü’nün sözlerine aykırı sözler gelmiş olsaydı, hiç durmaz o sözleri alıp duvara çarpar, Allah ve Resulü’nün sözlerine uyardık. Aksi taktirde Allah’ın gazap ve cezasına uğrarız.

İmamların kendi eserlerine başvurulduğunda onlara karşı yürütülen hile ve desiselerin farkına varılacaktır.

Bir gün ‘el-Ezher Dergisi’ genel yayın yönetmeni Abdulcelil Çelebi’yi ziyaret etmiştim. Bana şöyle dedi: Sana tavsiyem, hiçbir görüş ve mezheb hakkında asli kaynaklarını incelemeden fikir beyan etme. Ben daha önce Muhammed b. Abdulvahhab hakkında pek iyi düşünmüyordum. Ancak ne zaman ki yazdığı kitapları okudum, işte o zaman işin gerçeğini öğrenmiş oldum’. Bidatçiler imamlar ve mezhebleri hakkında her dönemde yalan ve iftiralar düzmekten geri durmamışlardır. Fakat bunların yalan olduğu, imamların kendi asli kaynaklarına başvurulduğu zaman hemen anlaşılır.[98]

Kendi inançlarını yansıtan eserler yazıp sonra bunu Sünnî alimlere nisbet etmek Batinîlerin ve Rafizîlerin öteden beri başvurdukları hilelerdendir. İmam Şevkanî ‘el-Fevaidu’l Mecmua’ isimli eserinde bu hususa dikkat çekmiştir.

Aynı noktaya dikkat çekenlerden biri de, Tuhfe’nin yazarıdır. Şiilerin içinde batıl inançların bulunduğu ‘Sırru’l Alemin’ ismindeki bir kitabı İmam Ebu Hamid el-Gazalî’ye nisbet ettiklerini, sonrada bu kitaptan ehli sünnete karşı delil getirdiklerini tesbit etmiştir.[99]

Bu kitab H.1314 yılında Bombay, H.1324 ve 1327 yıllarında Kahire ve tarihsiz olarak Tahran’da basılmıştır.[100]

Dr. Abdurrahman Bedevî bazı müsteşriklerle beraber kendisinin de bu kitabın Gazalî’ye ait görüşünde olduğunu bildirmektedir.[101] Çünkü kitabın 82. Sahifesinde yazar el-Mearrî’nin sohbetlerine katıldığından bahsetmektedir. Fakat bu doğru değildir. Çünkü Mearrî 448’de vefat ederken, Gazalî 450 yılında doğmuştur. Dolayısıyla onun sohbetlerine katılması mümkün değildir.[102]

Süveydî, batıl görüşleri içeren daha başka birçok kitabın bu yolla ehli sünnet alimlerine nisbet edildiğini söyler. Ki bunu ancak ilimde ince zevk sahibi olanlar farkedebilirler.[103]

Bidat eklinin bir diğer hilesi de, ümmeti bölmek amacıyla bidatlerini teyid anlamında birtakım sözler uydurarak onları imamlara nisbet etmeleridir. Alusi’nin, zamanının bir tanesi, en büyük alimi dediği Hoca Nasrullah el-Hindî olarak meşhur Şeyh Muhammed, Rafizilerin bu hilelerine şöyle dikkat çekiyor: “Hiç var olmayan birtakım kitap isimleri vererek oradan sahabeyi yerici ve Şia’yı övücü ibareler naklederler. Bazen de ehli sünnetçe muteber kitapların isimlerini vererek, o kitaplarda asla bulunmayan, kendi uydurdukları cümleleri naklederler.[104]

Ve şöyle diyor: “Keşfu’l Ğumme” isimli eserinde Erdebilî sıksık bu hileli yollara başvurmaktadır.”

Bir diğer hileleri de şudur: Ehli sünnet görünümünde kitaplar yazarak içine hendi inançlarını teyid eden cümleler serpiştirirler. İmam ed- Dehlevî şöyle diyor: “Rafizilerin başvurdukları bir diğer hile de şudur: İçinde sahih hadislere de yer verdikleri kitaplar yazarlar ve bu kitaplarda ‘Dört Halife’den de övgüyle bahsederler. Sonra dördüncü halife Ali (radiyallahu anh)’den bahsederlerken diğer halifelerden öyle olumsuz bir şekilde bahsederler ki okuyucu şaşırıp kalır ve ehli sünnetin de ilk üç halife hakkında bazı iddiaları kabul ettiğini sanır.[105]

Bir diğer hileleri de şudur: Sahih birtakım hadislere veya imamların muteber sözlerine kendi inançları doğrultusuna eklemeler yaparlar. Mesela; Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Tebük harbinde Ali’yi Medine’ye halife bırakması olayına şu eklemeyi yapmışlardır: (Sen Medine’de halife olmadıkça benim gitmem mümkün değldir).[106] Oysa sahih hadisler ve tarihen sabittir ki Resulullah Tebuk’den önce ve sonra birçok gazvede Ali’yi Medine’de halife bırakmamış bilakis, yanında cihada götürmüştür.

Bidatçilerin gizli hilelerinden biri de hayali hadis ve metinler uydurarak bunları muteber kitaplardan aldıklarını iddia etmeleridir.

Buna örnek olarak İbn Mutahher el-Hıllî’nin “Minhacu’l Kerame” adlı eserini verebiliriz.

İbn Mutahher kitabında ehli sünnetin muteber kaynaklarından alıntılar yapacağını iddia etmesine rağmen, kitabında sahihten çok mevzu hadis ve itimada şayan olmayan kaynaklara yer vermiştir.[107]

Salebî’nin tefsirinden[108] ve Ebu Nuaym’in Hilye’sinden[109] ayrıca Havarizimî, Firdevsî ve Mağazilî’den mevzu hadisleri seçerek almış ve bunların sahih olduklarını iddia etmiştir.

Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye Minhac’ının özellikle de son cildinde bu hususa dikkat çekerek bu kitaplardaki yanlışlıkları[110] düzeltmiş ve şöyle demiştir: “Nasıl ki nahiv, kıraat ilminin, dil ilminin ve tıp ilminin erbabı varsa, hadis ilminin de onlardan daha üstün erbabı vardır ve bu konuda onlara müracaat edilmelidir. Onların sıhhatinde ittifak ettikleri hak, zayıflığı ve uydurulduğu konusunda icmaa ettikleri ise batıldır. Üzerinde ihtilaf ettikleri hususlar ise adalet üzere araştırma ve inceleme sahasıdır. Bu ilmin erbabından bazıları şunlardır: Malik, Şube, Evzaî, Leys, İki Süfyan, İki Hammad, İbn Mubarek, Yahya el-Kattan, Abdurrahman b. Mehdî, Vekî, ibn Ilye, Şafii, Abdurrazzak, Feryabî, Ebu Nuaym, Kanebî, Humeydî, Ebu Ubeyd, İbn Medinî, Ahmed, İshak, İbn Muin, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Zühlî, Buharî, Ebu Züra, Ebu Hatim, Ebu Davud, Müslim, Musa b. Harun, Nesaî, İbn Huzeyme, Ebu Ahmed b. Adiy, İbn Hibban, Darakutni ve daha birçok ilim, nakil, rical, cerh ve tadil alimi.”

Buradan hareketle, ehli tarafından tevsik edilmedikçe Rafizî, Batinî ve diğer bidatçilerin ehli sünnet kitaplarından yaptıkları nakillere güvenilemeyeceği açıkça ortadadır.

------------------------------------------

[58] İbn Teymiyye/Mukaddimetü’t-Tefsir (Fetava, 13/363).

[59] Yani akıl tek başına itikadî konuları bilmenin kaynağı değildir. İslam’da vahiy akla hitab eder. Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye şöyle dedi: “Sarih, yani şüphe ve şehvetlerden salim akıl, hiçbir şekilde sahih nakille çelişmez.”

[60] İbn Mace (1/16), Ahmed, (4/126), Hakim, (1/96).

[61] İbn Ebi Asım, Kitabu’s sünne (1/26)’ da rivayet etti.

[62] er-Risale, sh. 20.

[63] el-Muhalla, 1/26.

[64] Bkz. Mearicu’l Vusul sh. 2 ve Muvafakatu Sahihu’l Mankul li Sarihi’l Makul: 1/13.

[65] el-Fark Beyne’l Fırak: 2/361.

[66] er-Red alel Cehmiyye: sh. 52.

[67] Sahihu’l Buharî, (Feth ile): 13/293.

[68] Ebu Davud: 11/385-386.

[69] Fetava, 3/170.

[70] Risaletu’l İslam: 14/151. Bu dergi Takrib Cemiyeti’nin görüşleri doğrultusunda yayın yapmaktaydı.

[71] Mecelletü’l Menar: 9/433.

[72] Ayrıntı için Bkz. Mecmuu’l Fetava 6/58. Şerhu’t Tahaviye, 610.

[73] Fetava, 3/197.

[74] Bu kitabın yazarı meşhur arab edebiyat hocası Mustafa Şeka’dır. Mezheblerden arındırılmış bir İslam fikrini benimsedi ve ihtisası dışına çıkarak söz konusu kitabı yazdı. Kitabında amacının İslam birliğini sağlamak olarak ifade etti. Fakat İslam ile hiçbir ilgisi olmayan İsmailiye, Kadıyaniye, Nusayriyye gibi ulamanın küfürlerinde ittifak ettikleri sapık akımları da İslam mezheblerinden kabul etmek gibi büyük bir hata işledi. Fakat daha sonra kitabının beşinci baskısında, Dürzülerin gerçek inançlarına vakıf olduktan sonra bu baskıda onlara yer vermedi. Öyle inanıyoruz ve temenni ediyoruz ki gerçek yüzlerini öğrendikten sonra diğer sapık akımları da kitabından çıkaracaktır.

[75] Bu fetvanın sahibi meşhur alim Şeyh Şeltut’dir. Şiiler bugün dahi bu fetvayı milyonlarca adet bastırarak her yere dağıtıyorlar. Fakat ben ‘takrib Meselesi’ isimli kitabımda da açıkladığım gibi Şeyh Şeltut diğer kitaplarında bu fetvaya aykırı görüşler beyan etmiştir. Şeyh Abdurrazzak el-Afifi’nin dediğine göre Şeyh Şeltut kolay aldanan bir şahısmış. Her halde Şiilerin takiye ve tatlı dillerine aldanmıştır.

[76] Minhacu’s Sünne: 2/179.

[77] Tuhfe: sh. 45.

[78] Müslim, Kitabu’l İmara.

[79] eş-Şia fi’t Tarih: sh.118

[80] es-Sıla beyne’t Tasavvuf ve’t-Teşeyyu, sh. 110.

[81] Minhacu’s Sünne, 4/206.

[82] Ebu Zehra’nın İbn Hanbel isimli eseri, sh. 326.

[83] İsmail b. Abdirrahman es-Süddî, Hicazî, tabiinden. Küfe’de oturdu. Müslim ve Sünen Ashabı ondan hadis rivayet etmişlerdir. H. 127 yılında vefat etti. Bkz. eı-Hulasa, sh. 35.

[84] Muhammed b. Mervan b. Abdillah b.İ smail el-Küfî. Hadis uydurmakla meşhurdur. Bkz. el-Cerh ve’t Tadil: 8/86. El- Hulasa: 358.

[85] Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe. H. 276 yılında Bağdad’da vefat etti. Birçok eserlerinden bazıları şunlardır: Tevilu Muhtelifi’l Hadis, El-Maarif, Müşkilu’l Kur’an...

[86] Bkz: Muhtasaru’t Tuhfe sh. 32.

[87] el-Bidaye ve’n Nihaye: 11/146.

[88] el-Bidaye ve’n Nihaye: 11/146.

[89] el-Bidaye ve’n Nihaye: 11/147.

[90] Bkz. el-Fihrist (İbn Nedim) sh. 3335.

[91] el-Bidaye ve’n Nihaye, 11/147.

[92] Bkz: Tenfihu’l Makal:2/91, Mukaddimet’l Bihar: 1/177.

[93] İsim benzerliğinden dolayı Medine gazetesi 4621. Sayısında ona ait bir makale yayınlamıştır.

[94] Bişaret’l Mustafa, sh. 51.

[95] Prof. Fuad Sezgin, Kültür Tarihi isimli eserinde: 2/260.

[96] Abdullah Useylan, el-İmame ve’s Siyase: sh. 20

[97] Abdullah Useylan, el-İmame ve’s Siyase: sh. 20

[98] Dr. Abdulaziz b. Abdillatif’in Davetu’l Münaviin... isimli eserine bkz.

[99] Muhtasaru’t-Tuhfe, sh. 33.

[100] Abdurrahman Bedevî, ‘Müellifatu’l Gazalî’ sh.225.

[101] Abdurrahman Bedevî, ‘Müellifatu’l Gazalî’ sh 271.

[102] Abdurrahman Bedevî, ‘Müellifatu’l Gazalî’ sh 271.

[103] ‘Nakdu Akaidu’ş Şia. Sh.25.

[104] Muhtasaru’s Savakıi: sh.51

[105] Bakınız: Minhacu’l Kerame, Rafizi İbn Mutahher el-Hıllî, sh. 133.

[106] Bkz. Minhac’s Sünne: 3/907, 3/16, 4/94.

[107] Minhacu’l Kerame, sh.119.

[108] Minhacu’l Kerame, sh. 149, 158, 161, 162.

[109] Minhacu’l Kerame, sh. 150, 155, 160-165.

[110] Örneğin, “Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır.” (Tahrim: 66/4) ayeti kerimesindeki ‘Müminlerin iyileri’ ifadesinden muradın Ali olduğunu söyledi ve şöyle dedi: “Müfessirler müminlerin iyisinin Ali olduğu konusunda icma ettiler.” Sonra bazı açıklamalar yaparak bunu Ebu Nuaym’e isnad etti. Minhacu’s Sünne’sinde (4/79) İbn Teymiyye bu konuda icmaa bulunduğu yalanını reddederek bu rivayetin mevzuu olduğunu bildirdi.

Buna şu örnekleri verebiliriz: İbn Teymiyye Salebî hakkında şöyle dedi: “Cumhur ulema Salebî ve benzerlerinin rivayetlerinin hüccet teşkil etmediği hususunda ittifak ettiler... Ancak hadisin sübutunun başka yolla bilinmesi hariç...” (Minhacu’s Sünne: 4/25)

“Ebu Nuaym’in Hilye veya Fadailu’l Hülafa’da rivayet ettiklerinin çoğunun batıl ve mevzu rivayetler olduğu hadis ilminden nasibi olan herkesin bildiği bir husustur. (Minhacu’s Sünne: 4/10)

İbn Teymiyye Minhac’ının birçok yerinde Havarizm, Firdevs ve Mağazili’nin durumlarına da değinerek onların yalan ve hadis uydurma ehlinden olduklarını beyan etti. (Minhacu’s Sünne: 4/4-5, 38)

“Nesai’nin Ali’nin faziletleri konusundaki bazı hadisleri mevzuudur. Tirmizi’nin de Ali’nin faziletleri konusundaki bazı hadisleri zayıftır. İbn İshak ve benzeri siyer alimlerinin faziletlerle ilgili rivayet ettikleri hadislerin çoğu zayıftır. (Minhacu’s Sünne: 4/48).

Usulu’ddin inde eimmeti’l erbaa vahidetun
0 yorum:

Yorum Gönder

Guraba Kitaplık..

Guraba Kitaplık..
tavsiye kitap..

Guraba Arşiv..

Guraba Yazılar..


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)