GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Bid'atın Tanımı ve Bid'at Hakkında Yanılgılara Cevap-3

Etiketler:
Altıncı Şüphe:
Bazıları Kur’an’ın Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’den sonra toplanmış olduğunu ileri sürerek bidatlerd e güzellik aramaya delil getirdile r.

Cevap:

Birincisi; şüphesiz Kur’an Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem zamanında sahifeler de yazılı idi. Allah Teala; “Bu delil, tertemiz sahifeler i okuyan, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygmaber dir.”(Beyine 2) buyurarak bunu bildirmiştir. Yine Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in; “Kim benden Kur’an dışında bir şey yazmışsa onu imha etsin”[97] emri de Kur’an’ın yazılmış olduğuna delildir. Lakin o zamanda sahifeler bir arada değildi. Buhari’nin rivayet ettiği Kuran’ın cem edilme haberinde Zeyd Bin Sabit r.a. demiştir ki; “Kur’anı bir araya getirmek için kemiklerd e ve levhalard a yazılı olan ve insanların ezberlemiş olduğu ne varsa araştırdım”

İkincisi: Sahabeler bu işe kendi nefisleri nden değil, Allah Teala’nın onu korumayı vaad ettiği gibi bir araya getirme vaadini de gerçekleştirmek için girişmişlerdi; “Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir.”(Kıyamet 17). Bu iki ayeti bir araya getirirse k bize çok büyük bir esas belirir; gaye meşru kılınmış ve vesile eksik bırakılmamıştır. Kuran’ın korunması gayesini Allah meşru kıldığı gibi, bunun vesilesin in onun bir araya toplanması olduğunu da Allah açıklıyor. Nitekim Peygamber zamanında Kuran kemikten ve kumaştan sahifeler de yazılıydı ve insanların ezberinde idi. Sahabeler, Kur’an hafızlarından birçok kimsenin Yemame gününde öldürüldüğünü görünce diğer vesileler e yöneldiler. O da Kur’anın bir araya toplanması idi. Bu Allah’ın Kuranı koruma ve cem etme hakkındaki vaadinin gerçekleşmesi demektir.

Üçüncüsü: Kur’anın cem edilmesi hususunda sahabeler icma etmişlerdir. Sahabenin icması ise şüphesiz hüccettir. Zira onlar sapıklık üzerinde ittifak etmeyecek leri bildirile n toplulukt ur. Nitekim Tirmizi’nin rivayet ettiği hadiste; “Ümmetim sapıklık üzerinde icma etmez” buyrulmuştur.

Dördüncüsü; Sahabenin Kuranı korumak adına sarıldıkları vesileler zaruri bir işti veya Müslümanların Kuran hakkında ihtilaf etmelerin den doğacak zararı def etmek için idi. Bu durumda “Vacibin ancak kendisi ile tamamlandığı şey de vaciptir” kaidesine dâhil olmaktadır bu. Yine “kötülüklerin önünü tıkamak” kaidesine dahildir. Bu kaideler Kitap ve sünnet kaynaklıdır.[98]

“O halde bunu neden Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem yapmadı?” denilecek olursa derim ki; “Çünkü mani sözkonusu idi. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in hayatı boyunca Kuran nazil olmaya devam ediyordu ve Allah Azze ve Celle dilediği ayeti nesh ediyordu. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in vefatı ile bu mani kalkınca sahabeler (Allah onlardan razı olsun) ittifakla bu işi yerine getirdile r.[99] Sahabeler in güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir.
Yedinci Şüphe:
Bazıları şöyle der; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in; “Kim emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa o reddolunu r” sözü, “Her bidat sapıklıktır” sözünü tahsis etmiştir. Bundan da şu anlam çıkar; “İstisnasız olarak bidat sapıklık olsaydı hadiste; “Kim dinimizde bir şey çıkarırsa o reddolunu r” buyrulurd u. Ama hadiste öyle değil de “Kim emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa” buyruluyo r. Demek ki sonradan çıkarılanlar iki çeşittir; dinden olmayıp dinin kaideleri ne ve delilleri ne muhalif olanlar ki bunlar merduttur . İşte bunlar sapıklık bidatidir . Bir de dinden olan, dinde aslı bulunan, delil ile desteklen en şeyler vardır ki bunlar sahihtir, makbuldür. İşte bunlar da (Sünneti hasene) güzel sünnet adını alır.”

Cevap:

İlmin kaideleri nden bilinmekt edir ki, nebevi hadisler birbirini tefsir eder. Birinde kapalı olan anlamı diğer hadis açıklar. Bu rivayet de sözkonusu kuruntula rı gidererek aşağıda geldiği gibi meseleyi açıklığa kavuşturuyor;

Birincisi: aynı hadisin diğer bir rivayet metninde; “Kim emrimiz olmayan bir ameli işlerse o reddolunu r” buyruluyo r. İşte bu hadis kendi kendini apaçık şekilde izah ediyor, sonradan çıkma bir amel ile amel etmenin merdud olduğunu ortaya koyuyor.

İkincisi; Selefi salihinin bu hadis hakkında uygulaması ve anlayışları –ki onların sözüne tutunan sapıtmaz- bu şekilde olmamıştır. Onlardan pek çoğundan rivayet edilmiştir ki; onlar, keyfiyet ve sıfat olarak aslı meşru olup da sonradan çıkarılan amelleri bidat olarak değerlendirip, şiddetle karşı çıkmışlardır.[100
Sekizinci Şüphe:
Gudayf b. el-Haris’ten şöyle rivayet edilmiştir: “Abdü’l-Melik b. Mervan beni huzuruna çağırdı ve şöyle dedi:

“Ey Ebu Esma, biz insanları iki şey üzerine birleştirdik. Bunlardan birisi Cuma günü minberde ellerini kaldırarak dua etmek, ikincisi de sabah ve ikindi namazından sonra kıssa anlatmak. Ben de şöyle dedim:

“Bunlar bana göre bid’atleriniz in en iyisidir. Ancak bunların hiçbirisini kabul etmiyorum’. Abdülmelik b. Mervan sebebini sorunca, şöyle cevap verdi:

“Çünkü Nebi (s.a.s.), «bir kavim bir bid’at ihdas ettiğinde, onun mukabili bir sünnet ortadan kalkar » buyurmuştur. O halde bir sünneti tatbik etmek bir bid’at ihdas etmekten daha hayırlıdır ”[101].

Cevap:
Birincisi; bu rivayet sabit, sağlam bir rivayet değildir. Bilakis isnadı zayıf olup iki açıdan illetlidi r:

a. Hadisin senedinde Ebu Bekr b. Abdullah b. Ebi Meryem vardır. Bu şahıs rivayette zayıftır. Ahmet b. Hanbel, Yahya b. Main, Ebu Zur’a, Ebu Hâtim, Nesaî ve ed-Darekutnî onu zayıf addetmişlerdir.[102] İbn Hacer de “et-Takrîb” adlı eserinde, “ o zayıftır”[103] der.

b.Yine isnat zincirind e “an” eda sigasıyla rivayet eden Bakiyye b. el-Velid bulunmakt adır. İbn Hacer: “ O, zayıf ve mechûl ravilerde n hadis rivayet ederken çokça tedlis yapan birisidir ”[104] der.

Ayrıca İbn Hacer, bu zatı müdellislerin dördüncü mertebesi nde zikretmek tedir. Bunlar da, rivayetin de işittiklerini tasrih etmeleri müstesna, hadisleri hiçbir şekilde hüccet olarak kabul edilmeyec eği noktasında ittifak edilen kişilerdir. Bunun sebebi de zayıf ve meçhul ravilerde n çok tedlis yapmalarıdır. Bakiyye b. el-Velid’in tedlisi tesviye türünden olup, en kötü tedlis türlerinden biridir. Bu tarz bir rivayet, ancak isnadın başından sonuna kadar işitildiğinin söylenmesi durumunda kabul edilebili r. Sadece kendisini n ravinin işittiğini söylemesi yeterli değildir. Zira isnadın başka bir yerinde de hazf yapmış olabilir. Dolayısıyla burada bizzat kendisi ‘an’ sîgasıyla rivayet etmişken, bu rivayet nasıl kabul edilsin?!

İkincisi; bu rivayet doğru kabul edilse bile, kim olursa olsun hiç kimsenin sözünün Peygamber (s.a.s.)’in sözü ile karşı karşıya getirilme sinin caiz olmadığı defalarca tekrar edilmiştir.

Üçüncüsü; Gudayf b. el-Haris’in sahabeden olup olmadığı konusunda ihtilâf edilmiştir. Bir kısmı onu sahabe’den sayarken bir kısmı da onu tabiinden saymıştır[105]

Dördüncüsü; Gudayf b. el-Haris söz konusu bid’atlere uymayı reddetmiştir. Şayet bid’atları hasen olarak görseydi amel etmekte tereddüd etmezdi.

Beşincisi; “bunlar bid’atleriniz in en iyisidir ” ibaresi nisbî bir ifadedir. Kastedile n, bunların sair bid’atlere göre daha az kötü ve daha az muhalif olmalarıdır.

İbn Hacer şöyle demiştir: “Sünnette aslı olan bir bid’at konusunda tavrı böyle olan bir sahabînin, aslı olmayan ve sünnete muhalif olan bir şey konusunda ki tavrı nasıl olurdu?”[106]

Altıncısı; Gudayf b. el-Haris, «Bir topluluk bir bid’at ihdas ettiğinde onun mukabili bir sünnet ortadan kalkar » mealindek i hadisle söz konusu bid’atlere karşı çıkmıştır. Şayet bu bid’atler hasen (güzel) olsaydı, o sünnetin bir misli kaldırılmazdı. Zira bir sünnetin ortadan kalkması bir cezalandırmadır. Güzel olan şeyler içinse ceza söz konusu değildir.

Dokuzuncu Şüphe:
Bazıları Osman Bin Affan r.a.’ın Cuma günü şer’i ezandan önce bir ezan daha eklemesin i bidatleri güzel görmek için delil getirdi.

Cevap:

Birincisi: İnsanlar çoğaldığı ve evleri mescidden uzaklaştığı için Osman r.a. maslahat gereği bunu yapmıştır. Bu ezanın kalabalıklaşan halkın hazırlanabilmeleri için faydalı olacağını görmüştür.[107] Sahihi Buhari’de Saib Bin Yezid r.a.’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir;

“Cuma günleri) ezan, Rasûlullah (sav) döneminde diğer namazlard aki gi­bi idi. Peygamber (sav) minbere oturdu mu birisi ezan okurdu, Ebu Bekir, Ömer ve Kûfe'de Ali (Allah hepsinden razı olsun) de böyle yapıyorlardı. Da­ha sonra Osman (r.a) insanların Medine'de kalabalıklaşması üzerine "ez-Zevrâ" diye adlandırılan evinin üzerinde okunan üçüncü bir ezan ilave etti.[108]

Kurtubi dedi ki; “el-Maverdi dedi ki: Birinci ezan sonradan ortaya çıkarılmıştır. Medine'nin genişleyip ahalisini n çoğalması esnasında insanlar hutbeye yetişmek üzere hazırlansınlar diye bunu Osman b. Affân çıkardı.”[109]

Kim bu illeti görmezden gelir ve Osman r.a.’ın başlattığı ezanı mutlak olarak alıp buna tutunursa kendisine uyan olmaz. Aksine bu illete ibret nazarıyla bakılmazsa, Osman r.a. ‘ın Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in ve ondan sonraki iki halifesin in sünnetine muhalefet ettiği anlamına gelir.

Bunun için İmam Şafii r.a. “el-Ümm” adlı kitabında şöyle demiştir; “Atâ r.a. Osman r.a.’ın sonradan çıkardığı bu işe karşı çıkar ve şöyle derdi; “Bunu Muaviye (r.a.) sonradan çıkarmıştır. Ne olursa olsun, Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem zamanındaki uygulama benim için daha sevimlidi r. Müezzinlerden bir cemaat imam minber üzerinde iken ezan okusa ve bugün olduğu gibi imam minbere oturunca müezzinlerden önce bir ezan okunsa bunu çirkin bulurum…”[110]

Şeyhulislam İbn Teymiye r.a. der ki; “Doğrusunu Allah bilir ama bizim anladığımıza göre bu konuda bağlı kalınması gereken temel kural şudur:

İnsanlar sadece yararlı olduklarına inandıkları şeyleri, yenilik olarak ortaya atarlar. Herhangi bir yeniliğin zararlı olduğunu düşünseler onu ortaya atmazlar. Çünkü böylesine ters bir tutuma ne akıl ve ne de din yönünden gerekçe bulunamaz .

Şimdi, eğer müslümanlar bir şeyi yararlı görürler ise, bu şeye ihtiyaç hissettir en sebebe bakılır. Eğer bu ihtiyaç hissettir en sebep, Peygamber imizden (salât ve selâm üzerine olsun) sonra ortaya çıkmış yeni bir şey olur da Peygamber imiz kesin bir yasaklama belirtmed en o şeyi yapmamış ise böyle bir durumda söz konusu ihtiyaç duyulan yenilik ortaya konup uygulanab ilir.

Peygamber Efendimiz zamanında da ihtiyaç haline geldiği halde çeşitli engeller yüzünden ortaya atılmayan ve Peygamber imizin ölümünden sonra önleyici engelleri ortadan kalkan yararlı yenilikle r hakkında da aynı kural geçerlidir.

Fakat ihtiyaç niteliği kazandıracak bir sebebi olmayan veya kulların bazı günahları sebebi ile ihtiyaç haline geldiği ileri sürülen yenilikle re gelince, bunları ortaya çıkarıp benimseme k caiz değildir. Şunu hiç unutmamak gerekir ki, gerektiri ci sebebi Peygamber imiz zamanında da var olan bir davranış eğer buna rağmen o zaman işlenmemiş ise her ne kadar bize göre yararlı ise de aslında yararlı değildir. Buna karşılık gerektiri ci sebebi (gerekçesi) Peygamber imizden sonra -Allah'ın emrine karşı gelmek söz konusu olmaksızın- ortaya çıkan yenilikle r yararlı olabilirl er.”[111]

Neticede bu iş (Mesalihi Mürsele), zaruri bir emrin korunması veya dinde giderilme si gereken bir sıkıntının bulunmasına bağlıdır. Bidat ise böyle değildir. Zira bidatçi bu bidatle Allah’a daha fazla yakınlaşma maksadını gütmektedir. Halbuki Allah’a yakınlaşma için yeni bir fiile ihtiyaç sözkonusu değildir.

İkincisi; Şüphesiz Osman r.a. raşid halifeler dendir. Nitekim Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “Sizden yaşayacak olanlar pek çok ihtilaf görecektir. Size sünnetimi ve hidayet olunmuş raşid halifeler imin sünnetini tavsiye ederim. Ona azı dişlerinizle sıkıca sarılın. Sizleri sonradan çıkan şeylerden sakındırırım! Zira her sonradan çıkan bidattir. Her bidat da sapıklıktır.”[112]
Onuncu Şüphe:
İmam Şafiî’nin şu sözleridir: “Bid’at mahmûde (övülen) ve mezmûme (yerilen) olmak üzere iki gruba ayrılır. Sünnete uygun olan övülen, sünnete muhalif olan ise yerilen bid’attır”[113] , “Muhdesât (sonradan ortaya çıkan şeyler) iki gruptur. Biri kitap, sünnet, eser ya da icmâya muhalif olan bid’attır ki, bu dalâlettir. Diğeri ise hayırlı bir uygulama olarak ortaya çıkan ve az önceki maddelere muhalif olmayan, dolayısıyla da zemmedilm eyen bir yenilikti r ”[114].

Cevap:
Birincisi; Bu sözlerin İmam Şafii’ye nisbeti sahih değildir. Bunu nakleden Hafız Ebu Nuaym r.a.’in rivayet zincirind e Abdullah Bin Muhammed el-Ataşî vardır. El-Hatib el-Bağdadi Tarih’inde ve Sem’anî el-Ensab’da ondan bahsetmişler fakat cerh ve tadil olarak bir hüküm belirtmem işlerdir. Yani ravi hadis usulüne göre “Mechulül Hal” vasfında olduğu için rivayet zayıftır. İkinci rivayette ise Beyhaki’nin isnadında Muhammed Bin Musa el-Fadl adlı kim olduğu bilinmeye n birisi vardır.[115]

İkincisi; Kim olursa olsun hiç kimsenin sözünün Peygamber in (s.a.s.) sözü ile karşı karşıya gelmesi, çatışması caiz değildir. Peygamber in (s.a.s.) sözü bütün sözlerin üstünde olup hüccettir, ama hiç kimsenin sözü Peygamber in (s.a.s.) sözünün üstünde hüccet olamaz.

Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle demiştir: «Peygamber (s.a.s.) dışındaki herkesin sözü ya kabul edilir ya da reddedili r »[116]

Üçüncüsü; İmam Şafiî’nin sözü üzerinde düşünen onun bid’at-ı mahmûde tabirini şer’î anlamda değil, lugavî anlamda kullandığını anlar. Bunun delili, dinî alandaki bütün bid’atlerin kitap ve sünnete muhalif oluşudur. İmam Şafiî, bid’at-ı mahmûde’yi kitap ve sünnete muhalif olmayan şeklinde sınırlamıştır. Ama bu mümkün değildir. Zira dinî alandaki bütün bid’atler Cenab-ı Hakkın, «bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak da İslâm’dan razı oldum»(Maide 3) şeklindeki sözüne ve Peygamber in (s.a.s.) «kim bizim (bu) dinimizde olmayan bir şey ortaya atarsa o reddedili r» mealindek i hadisine bunların dışındaki diğer âyet ve hadislere muhalifti r.

İbn Receb şöyle demektedi r: “İmam Şafiî’nin(rh) bid’at-ı mezmûme sözüyle söylemek istediği yukarıda da söylediğimiz gibi şer’î bir temele istinat etmeksizi n ortaya atılan bid’attir. Bu, bid’atın şer’î anlamdaki tanımlamasıdır. Bid’at-ı mahmûde ise, sünnete muvafık olan yani sünnette bir asla dayanan bid’attır. Bu da sünnete uygunluğundan dolayı lugavî kullanım açısından aldığı isimdir ”[117]. Yoksa şer-î yönüyle bid’at değildir.

Şafiî’nin lugavî anlamda kullandığı ve “bid’at-ı mahmûde ” olarak adlandırdığı bid’ate gelince, bunun örnekleri mevcuttur: Hadisleri n yazıya geçirilmesi, teravih namazı vb... Bunların lugavî anlamda bid’at olarak adlandırılması câizdir, zira geçmiş örnekleri yoktur. Ama şerî anlamda bid’at olarak isimlendi rilmeleri caiz değildir. Zira bunların sünnette aslı ve uygulaması vardır.

Hulâsa, bid’at-ı mahmûde (güzel bid’at) olarak adlandırılan şeyler, ya gerçekte bid’at değil, ama bid’at sanılmaktadır; ya da kitap ve sünnete muhalefet i sebebiyle kesinlikl e bid’at olduğu sabit olmuştur, bundan dolayı seyyie’dir (kötüdür).

Dördüncüsü; İmam Şafiî, Peygamber in (s.a.s.) sünnetine olan bağlılığı ve buna karşı olanlara karşı şiddeti ile meşhurdur. Ona bir konuda soru sorulduğunda şöyle demiştir:

“Peygamber(s.a.s.)’den bu konuda şöyle bir rivayet gelmiştir ”

Soruyu soran: “Ey Ebâ Abdillah, sen de aynı görüşte misin?” deyince, İmam Şafiî titrer, ayağa kalkar ve şöyle derdi:

“Be adam Peygamber (s.a.s.)’den bir hadis rivayet edip de ona tabi olmazsam beni hangi yer taşır ve hangi gök gölgelendirir? Evet, Peygamber (s.a.s.)’in sözünün, baş ve gözümün üstünde yeri vardır ”[118]

Sünnet konusunda böyle bir tavır içinde olan birisinin, Hz. Peygamber in «bütün bid’atler dalâlettir » sözüne muhalif olması nasıl mümkün olabilir? Aksine, böyle bir kişinin sözünün Peygamber (s.a.s.) ‘in sözüne muarız olmayacak şekilde yorumlanm ası gerekir. Böyle bir anlam da, İmam Şafiî’nin bid’at-ı mahmûde deyimini, lugavî anlamda kullandığı sonucunu doğurur.

Ayrıca Şafiî şunları demiştir: “Benim kitabımda Peygamber (s.a.s.)’in sünnetine muhalif bir şey bulursanız, o sünnetle fetva verin ve benim söylediğimi terk edin. ”[119]

“Peygamber (s.a.s.)’den gelen her hadis, benden onu duymamış olsanız da benim sözümdür. ”[120]

“Söylediklerime muhalif olmak üzere Peygamber in (s.a.s.) sahih bir hadisi varsa, Peygamber in (s.a.s.) sözü benim sözümden daha üstündür; beni taklit etmeyin. ”[121]

“Benim söylediğimin hilâfına, Peygamber (s.a.s.)’den hadis ehlince sahih bir haber varid olan her konudaki sözümden, hem hayatta hem de ölümümden sonra dönmüşümdür. ”[122]

On Birinci Şüphe:
Bazı alimler bidatı beş kısıma ayırmışlardır; 1- Sapıkların reddedilm esi, şer’i ilim öğrenimi için dersler, kitapların tasnifi gibi vacip olanlar, 2- Ribatlar, medresele r, ezanın minareler den okunması gibi mendup olanlar, 3- mescidler in süslenmesi gibi mekruh olanlar, 4- yiyecek ve içeceklerde genişlik göstermek gibi mübah olanlar 5- Sünnete muhalif olan, şer’i bir delile ve şer’i maslahata dayanmaya n hususlar gibi haram olanlar.

Mesela İzz bin Abdusselâm bid’at konusunda şöyle demiştir: “Bid’atler vacip, haram, mendub, mekruh ve mübah bid’atler olarak çeşitli gruplara ayrılır. Bid’atleri tanımanın yolu ise, bunları şer’î kaidelere arzetmekt ir. Bir bid’at şayet icap (farz) gerektire n kaidelere giriyorsa vacip, haram grubuna dâhilse haram, mendup kısmına giriyorsa mendup, mübahlık kaidesine göre ise mübahdır.”[123]

Cevab:
Birincisi; Yukarıda defalarca ifade edildiği gibi, kim olursa olsun hiç kimsenin sözünün Peygamber (s.a.s.)’in sözü ile karşı karşıya gelmesi (getirilme si) caiz değildir.

İkincisi; eş-Şâtıbî şöyle demiştir; “Bid’at konusunda böyle bir ayrım sonradan ortaya atılmıştır. Şer’î bir delile dayanmadığı gibi, savunmaya da muhtaçtır. Zira bid’atın özelliği, ne şeriatın nasları ve ne de kaideleri nden hiç bir delile dayanmama sıdır. Şayet ortada vücub, nedb (mendub) veya ibâhe (mübah) bildiren şer’î bir nas varsa, bid’at söz konusu olmazdı ve bu da dinde emredilen veya muhayyer bırakılan amellerin geneline dâhil olurdu. Bu şeyleri bid’at olarak görüp, sonra da vacip, mendub veya mübah oluşu hakkında deliller öne sürmek, iki zıt şeyi bir araya getirmek anlamına gelir.”[124]

Üçüncüsü; Sapıkları reddetmek iyiliği emretmek ve kötülüğe karşı çıkmak vazifesin e dahildir. Zira Allah’a şirk koşmaktan sonra en büyük kötülük bidatlerd ir. Yine aynı şekilde Allah yolunda cihad ve Müslümanlara nasihat kapsamındadır.

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Allah Azze ve Celle’nin benden önce gönderdiği her peygamber in kendi sünnetine uyan ve emrine sarılan seçkin havariler i ve ashabı vardı. Bunlardan sonra gelenler ise yapmadıklarını söyleyen ve emrolunma dıklarını yapan kimseler oldular. Onlarla eliyle cihad eden mümindir, diliyle cihad eden mümindir, kalbiyle cihad eden mümindir. Bu kadarını da yapmayan kimse de artık hardal tanesi kadar bile iman yoktur.”[125]

Faydalı ilimlerin tasnifi de bidat olarak adlandırılamaz çünkü bu, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in; “Bir ayet dahi olsa benden nakledini z”[126] ve “Benim sözümü işitip başkasına ulaştıranın yüzünü Allah nurlandırsın. Fakih olmadığı halde nice fıkıh taşıyıcısı vardır ve nice fıkıh taşıyıcısı onu kendisind en daha iyi anlayana nakleder.”[127] Buyurmuştur. Şer’i Kitapların tasnif edilmesi ise tebliğ vesileler indendir.

Zaten sahabeler Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem zamanında hadisleri yazıyorlardı. Tirmizi şunu rivayet etmiştir; Ebu Hureyre r.a. dedi ki; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in ashabı içinde Abdullah bin Amr r.a. kadar çok hadis bilen yok idi. Çünkü o hadisleri yazardı ben yazmazdım.” Siyer alimleri, sahabeler in Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem için Kuran vahyini ve başka şeyleri yazdıklarını zikretmişlerdir.[128]

Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “İlmi yazarak bağlayın”[129] buyurarak sahabeler ini yazmaya teşvik etmiştir.

Ribatlara gelince bunun bidat olmadığına delil ashabı suffedir.[130]

Medresele re gelince; ilmin sadece Mescidler de okunmasını Sünnet kabul etmek bidattir. Çünkü ilim mescidler de, evlerde, seferde ve hazarda hatta çarşılarda öğrenilmiştir.[131]

Ezanın minareler den okunmasına gelince; bu bidat kapsamına girmez. Çünkü ezanın yüksek bir mekanda okunması Bilal r.a.’den rivayet edilmiştir. Ebu Davud ve Beyhaki Urve bin Zübeyr’in Beni Neccar’dan bir kadından naklen şöyle dediğini rivayet etmişlerdir;

“Benim evim mescidin etrafındaki evlerin en yükseği idi. Onun üzerinde Bilal r.a. sabah ezanını okudu.”[132] Nitekim Ebu Davud bunu “Minare üzerinde ezan” başlığı altında ve Beyhaki de; “Minarede ezan” başlığı altında nakletmişlerdir.

Şayet ezanın lafızlarına Rafızilerin “Eşhedu enne Aliyyen Veliyulla h” demeleri veya bazılarının; “Hayye ala hayrul amel” demeleri ya da sonundaki “La ilahe illallah” lafzını iki kere söylemeleri, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’e ezanın sonunda yüksek sesle salavat getirmele ri gibi ekleme yapılırsa bu bidat olur.

Mescidler in süslenmesi ise nass ile yasaklanmış bir şeydir. Bidat değil. İbni Abbas r.a.’dan; Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem buyurdu ki; “Mescidler i süslemekle emrolunma dım” İbni Abbas r.a dedi ki; “Yahudi ve hristiyan ların yapyığı gibi mescidler süslenecek”[133] bunu Ebu Davud rivayet etti. Ömer r.a. de, mescidin yapılmasını emrederke n şöyle demiştir; “İnsanları yağmurdan koruyacak şekilde olsun. Sizleri kırmızı ve sarıya boyamakta n sakındırırım. İnsanları fitneye düşürmeyin!”[134]

Yiyecek ve içecek konusunda genişlik gösterilmesinin mübah bidatlara örnek edilmesi de yersizdir . Zira bu taabbudi bir konu değildir. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in; “Siz dünya işlerini daha iyi bilirsini z” sözünün kapsamındadır. Bunu Müslim rivayet etmiştir. Yine Allah Teala’nın; “yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz”(Araf 31) ayeti kapsamındadır. Umumi naslar ile çelişmeyen dünyevi meseleler bidatın tarifine girmez.[135]

“Sünnete muhalif olan, umumi delilleri n kapsamına ve maslahata girmeyenl erin de haram olan bidatler olarak tarif edilmesin e gelince; Bidat hakkında bu şartları koşmak, bidatten umumi olarak sakındıran nebevi hadislere ve seleften gelen rivayetle re muhalifti r. Açıklaması daha önce geçtiği gibi hadiste “Her sonradan çıkan bidattir her bidat de sapıklıktır.” Buyrulara k genel bir ifade kullanılıyor. Giriş kısmında bu konu etraflı şekilde anlatılmıştı.

İzz b. Abdusselâm’ın kastettiği bid’at şer’î anlamda değil, lugavî anlamda bid’attir. Konuyu açıklamak için getirdiği örnekler bunu açıkça ortaya koymaktadır. Vaciple ilgili kısma örnek olarak nahivle meşgul olmayı vermiştir ki; nahiv, Allah ve Rasûlu’nun kelâmını anlamaya bir vesiledir . Peki nahivle uğraşmak şer’î bir bid’at mıdır? Yoksa nahiv, kendisiyl e bir vacip tamamlandığı için vacip mi olmaktadır? Bu durumda şu söylenebilir: “Nahiv lugavî açıdan bid’atttir, ama şer’î hükümler şer’î tanımlara bağlıdır, lugavî tanımlara değil

Mendup kısmına teravih namazı, okul inşa etmek, Kur’an ve sünnet’e uygun olan tasavvufu örnek vermiştir. Bütün bunlar şer’î planda bid’at değildir. İkinci şüphede cevaplandırıldığı gibi, teravih namazının cemaatle kılınması Peygamber (s.a.s.) tarafından bizzat tatbik edilmiştir. Okul inşa etmek ilim tahsiline bir vesiledir . İlmin fazileti ve öğretimi şüphesiz herkes tarafından bilinmekt edir. Kur’an ve sünnet’e uygun tasavvuf ise, dinî vaaz kısmına girmekted ir.

Mübah kısmına da, haz duyulan şeylerde genişliği örnek vermiştir. Bu da şer’î anlamda bir bid’at değildir. İsraf derecesin e varan bir uygulama olduğu zaman bid’at değil, haram ve günahlar grubuna girer ki, bid’atle günah arasındaki fark bellidir. eş-Şâtıbî bu örnekleri ayrıntılarıyla tartışmıştır[136].

Dördüncüsü; İzz b. Abdusselâm’ın bid’atlerle çok şiddetli olarak mücadele ettiği, onlardan nehyettiği ve sakındırdığı bilinmekt edir.. O, aşağıda örneklerini vereceğimiz ve bid’at ehlinin bid’at-ı hasene olarak adlandırdığı uygulamal ara karşı çıkmıştır.

Şihâbuddin Ebu Şâme (İzz b. Abdusselâm’ın öğrencilerinden) şöyle söylemektedir: “İnsanlar içerisinde imamete ve hutbe okumaya en ehliyetli kişi idi. Hatipleri n minberde kılıç takması türünden birçok bid’atı ortadan kaldırmış, Şaban’ın yarısında ve regâib gecesi kılınan namazları yasaklamıştır.”[137]

İnsanların bid’at-ı hasene olarak adlandırdığı ve İzz b. Abdusselâm’ın karşı çıktğı bazı uygulamal ar şunlardır:

“Kendisine sabah ve ikindi namazı sonrasında musafaha yapmak (tokalaşmak) mevzuunda soru sorulmuş, o da şöyle demiştir: “ Sabah ve ikindi namazı sonrasında tokalaşmak (musafaha) bid’attir, ama yolculukt an gelen birisi ile namazdan önce musafaha edilmemişse, namazdan sonra edilir. Zira birileri yolculukt an geldiğinde onlarla tokalaşmak meşrudur. Peygamber (s.a.s.) namazdan sonra meşru duaları okur, üç defa tevbe istiğfar eder, daha sonra mescitten ayrılırdı. Onun şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Ey Allah’ım! Kullarını haşr ettiğin günde beni azabından koru.» Bütün hayır ve güzellikler Peygamber e (s.a.s.) tâbi olmaktadır”. [138]

Duada elleri havaya kaldırma konusunda ise, İzz bin Abduselâm şöyle demiştir: “Peygamber in (s.a.s.) ellerini kaldırdığı zamanlar hariç, duada elleri havaya kaldırmak bid’attir ve sadece cahiller duadan sonra elleriyle yüzlerini meshederl er”.[139]

“Kunut’ta Peygamber (s.a.s.)’e salât getirilme si konusunda sahih bir şey yoktur[140]. Peygamber (s.a.s.)’e salat getirirke n ilâvede bulunmak veya bir şey eksiltmek uygun değildir” demiştir[141].

el-Elbanî bu sözü şöyle yorumlamıştır: “Bu sözünde, son dönemde bazı müteahhirin alimlerin yaptığı gibi, bid’at-ı hasene konusunda İzz b. Abdusselâm’ın daireyi geniş tutmadığına işaret vardır.”[142]

Geçen örneklerden de anlaşıldığı gibi, İzz b. Abdusselâm’ın bid’atleri taksim etmesi, tamamen lugavî anlamda bir tanımlama olup şer’î anlamda bir ıstılah tanımlaması değildir.

İbnu’s Salâh’ın regaib namazı ile ilgili sorusuna verdiği cevap, bid’at-ı hasene tabirini açıklayan açık bir ifadedir: Sonra İbnu’s Salah: “Regaib namazı sonradan uydurulan bid’atlerden olduğunu itiraf etmiştir. Bu durumda biz Peygamber (s.a.s.)’in;

“İşlerin kötü olanları sonradan ortaya atılanlardır ve bütün bid’atler dalâlettir” sözüyle ona delil getiririz, ancak güzel bid’atler bundan istisna edilmiştir. Bunlar da sünnete mutabık olan, sünnetle çelişmeyen bid’atlerdir. Bunun dışındakiler Peygamber in (s.a.s.) yukarıdaki sözünün kapsamına girer.”[143]

Bu durumda şunu sorarız: Bir şey sünnete mutabık olduğu zaman şer’î anlamda ona bid’at denilir mi? Bu konuda el-İzz’in bid’at-ı hasene tanımına bakarsak, “sünnete muhalif olmayan, mutabık olan” ifadesini görürüz.

Sünnete muvafık olan şey kesinlikl e şerî ıstılahta bid’at değildir; ama dil açısından bid’at olarak adlandırılabilir. Bundan da açıkça anlaşılır ki, el-İzz’in bid’at hasen’den, vacib, müstehab ve mübah ile kastettiği bid’at lugavî anlamda bid’attır. Şer’î ıstılahta ise, bütün bid’atler dalâlettir. Sonuç olarak; dinde bid’at-ı hasene görüşünü öne sürmenin en önemli sebepleri nden biri, bazı rivayetle rde ve ilim ehlinin sözlerinde yer alan bid’at-ı hasene tabirinin şer’î anlamda mı yoksa lugavî anlamda mı kullanıldığının birbirine karıştırılmasıdır. Bu ikisinin arasını ayırmaya Allah (c.c.) kimi muvaffak kılarsa, o, karışıklıktan kurtulur ve konunun mahiyeti kendisine zâhir olur.

1. Bid’atlerin men edilmesi (zemmi) ile ilgili deliller çok sayıda olmasına rağmen, mutlak umumiyet ifade eder şekilde gelmiştir. Bu rivayetle rde bid’atler genel olarak zemmedilm iş ve her hangi bir istisna zikredilm iştir. Yine bu rivayetle rde bid’atlerin bir kısmının hidayet vesilesi olduğu veya “ bu ve şu konular hariç bütün bid’atler dalâlettir ” şeklinde bir sınırlama söz konusu olmadığı gibi, bu manâya yakın ifadeler de gelmiş değildir. Şayet bid’atler içerisinde şer’î bakış açısıyla güzel sayılabilecek örnekler olsaydı bir âyet veya hadisle buna işaret edilirdi. Ama böyle bir şey söz konusu olmamıştır.

Bütün bu deliller, zahirî hakikati üzere olup, hiç bir ferdi istisna etmeksizi n umumi anlamlara delâlet etmektedi r.[144]

2. İlmî bir esas olarak kabul edilmiştir ki; küllî kaideler veya küllî şer’î kaideler farklı yer, zaman ve durumlard a tekrarlan dığı ve bunları sınırlayan, hususileştiren bir şey bulunmadığı zaman bu, onların lafzı üzere ve umumen, mutlak manasıyla geçerli olduğu anlam üzere kalır.

Bid’atleri zemmeden ve insanları onlardan sakındıran hadisler bu türdendir. Peygamber (s.a.s.) minberden farklı zamanlard a ve muhtelif durumlard a ashabını uyarıyor, «bütün bid’atler dalâlettir » diye tekrarlıyordu.

Hiçbir âyet veya hadiste, ne bir tahsis ne bir takyid ne de umumiyeti farklı anlamaya vesile olacak bir ifade gelmemiştir. Bu da bütün açıklığıyla bunların umumi ve mutlak anlamda kullanıldığına delâlet eder.[145]

3. Sahabe, tabiin ve daha sonra gelenleri n yâni selefin, bid’atlerin zemmi, bid’at ve bid’atın bulaştığı insanlard an sakındırma konusunda ki icma’ıdır. Onlardan bu konuda hiçbir istisna ve tereddüt varid olmamıştır. Araştırma neticesin de sabit olan bu icma, bid’atlerin tamamının kötü ve zararlı olduğuna, bid’at-ı hasene gibi bir şeyin bulunmadığına açıkça delâlet eder.[146]

4. Bid’atın taalluk ettiği şeyin de bid’at sayılması gerekir. Bu da şeriatin karşı çıktığı ve dışladığı türden bir çeşittir. Bu türden her şeyin güzel ve çirkin, övülen ve zemmedile n şeklinde ayrılması imkânsızdır. Zira aklen ve naklen şeriat’a muhalif olan bir şeyi güzel görmek doğru değildir.

5. Bid’at-ı hasene tabirini kabul etmek, bid’atte yarışanlara kapıyı sonuna kadar açar. Bu durumda herhangi bir bid’ate karşı çıkmak da mümkün olmaz. Zira herkes kendi bid’atının “ hasene ” olduğunu savunacak tır. Rafîziler, Mutezile, Cehmiyye, Hariciler ve diğerleri hep kendi bid’atlerini savunacak lardır. Bu nedenle, bizim onların hepsine birden «bütün bid’atler dalâlettir» diye karşı çıkmamız gerekmekt edir.

6. Bid’atleri güzel göstermenin dayanağı nedir? Bu konuda kime müracaat edilecekt ir?

Şayet ‘bu konudaki dayanak dinin muvafakat etmesidir’ denilirse, biz de, ‘şeriata muvafık olan aslında bid’at değildir’ deriz.

Şayet ‘bu konudaki kaynağımız akıldır’ derlerse, biz de, ‘akıllar farklı farklıdır, hangisi bu konuda kaynak olacaktır, hangisini n hükmü kabul edilecekt ir?’ deriz. Zira bid’at ihdas eden herkes kendi bid’atinin akıl açısından güzel, makul olduğunu iddia etmektedi r.

7. Bid’atleri hoş görenlere şunu söylemek gerekir: “Şayet bid’at-ı hasene adı altında dine bir takım ilâveler caizse, birileri de çıkar aynı gerekçeyle dinden bir şeyi kaldırır. Dine bir şey ilâve etmekle dinden bir şey çıkarmak aynı şeydir. Zira bid’at ya bir şeyi fiilen yapmak ya da terk etmek şeklinde olur. Her iki durumda da din ortadan kalkar; bu da bu işe vesile olana sapıklık olarak yeter. ”[147]

8. Bazıları şöyle der: “ Şayet dinde bid’at-ı hasene diye bir olay söz konusu ise, biz ona tâbi olmuyoruz; bunu dinimiz ve dünyamız açısından daha sağlıklı, birlik ve beraberliğe daha uygun görüyoruz. Şayet bu sözümüz bir delile dayanıyorsa buna karşılık vermek caiz olmaz, şayet bir delile dayanmıyorsa bu bid’at-ı hasene nevindend ir ve sizin nezdinizd e makbuldur . ”İyi bilinmeli dir ki, bid’at her zaman ve her durumda batıldır, bizim kanaatimi z de budur. [148]

9. Bid’at-ı hasene’nin varlığını kabul etmek dini tahrif ve ifsada yol açmaktır ; çünkü her yeni nesil için, dine birtakım ilâvelerde bulunma fırsatı verir ve onlar da bu yaptıklarını bid’at-ı hasene olarak adlandırırlar. Bu da, sonuçta bid’atlerin sayısını arttırır ve ibadetler e birtakım ilâveleri beraberin de getirir. Din değişir ve geçmiş dinlerde olduğu gibi fesada uğrar. O halde, bu uğurda bütün bid’atlere karşı kapıyı kapatmak dini tahriften korumak gerekir.

10. Rasûlullah’ın dini en iyi bilen, dini en iyi beyan eden ve halka en iyi nasihat eden otorite olduğunu kabul eden kişi, bütün ilmî vasıfların, beyan yeteneğinin ve kâmil bir iradenin onda toplanmış olduğunu bilir. Kemal derecesin de ilim, kudret ve iradeyi temsil eden bir zatın söyledikleri de en mükemmel şekli yansıtacaktır. Buradan da, zorunlu olarak, Peygamber’in (s.a.s.) dini konularda ki beyanının en güzel en doğru ve en üstün ifade olduğu sonucu çıkar.[149]

Bu durumda kim bunu kalbine yerleştirir ve kesin bir imanla inanırsa, yakinî bir bilgiyle bilsin ki, şayet gerçekten bid’at-ı hasene diye bir olay olsaydı Peygamber (s.a.s.) muhakkak surette bunu bildirir ve açıklardı. Böyle bir açıklama olmadığına göre bütün bid’atlerin dalâlet olduğu anlaşılır.

Sıralanan on maddeyi okuyan insaf sahibi birisi, İslâm’da bid’at-ı hasene diye bir şeyden bahsetmen in gerçekte mümkün olmadığını anlar. Daha önce delil olarak değerlendirilen âyet ve hadisleri de görünce, bunu daha iyi anlamış olması gerekir.

Şayet gerçekten insaf sahibi birisi ise, kendisind e bu konuda herhangi bir şüphenin kalmaması gerekir. Ama hevasına tabi olanlara bir şey söylenemez, zira onları sınırlayan bir şey yoktur.

On İkinci Şüphe:
Bazıları şöyle dediler; “Sarih bir delil olmadıkça Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in terk ettiği bir fiil o fiilin haram olduğunu göstermez. O halde Rasululla h’ın yapmamış olduğu delil gösterilerek bidatı haseneye nasıl karşı çıkılabilir?”

Cevap:

Birincisi; Allah Azze ve Celle; “Bu gün dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’dan razı oldum”(Maide 3) buyurarak kullarına güvence vermiştir. Bu ayet, dinin bidat eklemye muhtaç olmadığını göstermektedir.

İkincisi; Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “İsrailoğulları yetmiş iki millete bölündüler. Benim ümmetim ise yetmiş üç millete bölünecektir. Biri dışında hepsi de ateştedir.” Buyurunca, “O (kurtulan) biri kimlerdir ey Allah’ın Rasulü?” diye sordular. Buyurdu ki; “Benim ve ashabımın üzerinde olduğumuz yolda olanlardır.” Bunu Tirmizi rivayet etmiştir.[150] Bu hadis bize, Rasululla h ve ashabının üzerinde olmadığı bir amel çıkarmanın caiz olmadığını gösteriyor.[151]

Üçüncüsü; Muhakkik âlimler indinde şu karara bağlanmış bir husustur; Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in kavli ile bize meşru kılmadığı bir ibadet şekli, Allah’a yaklaştırıcı değildir ve sünnete muhalifti r. Şüphesiz sünnet iki kısımdır; fiilî sünnet ve terkî sünnet. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in bu ibadetler den terk ettiği şeyler terkî sünnetlerdir.

Mesela bayram ve cenaze namazları için ezan okunmaması gibi. Yine üç sahabenin Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in hanımlarına gidip onlardan Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in ibadetler inden sormaları, bunun üzerine birinin;

“Ben hiç uyumayıp sabaha kadar namaz kılacağım” diğerinin;

“ben her gün oruç tutacağım” öbürünün de

“ben hiç evlenmeye ceğim” demesi üzerine Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” buyurarak karşı çıkması bunun misalleri ndendir.

Ayrıca Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “Kim bizim emrimiz olmayan bir amel işlerse reddolunu r” buyurmuş fakat “Kim yasakladığımız bir amel işlerse” dememiştir
On Üçüncü Şüphe:
“Bazı Sahabeler özel delili olmayıp ibadete dahil olan bazı ameller işlemişler, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem buna karşı çıkmayıp ikrar etmiştir. Mesela Buhari’nin rivayet ettiği Hubeyb Bin Adiy r.a. kıssasında müşrikler onu öldürmeden önce iki rekât namaz kılmak için kendisini bırakmalarını istemiş ve kılmıştır. Kıssayı rivayet eden Ebu Hureyre r.a.; “Hubeyb Bin Adiy, Müslüman kimsenin öldürülmeye karşı iki rekat sabır namazı kılmasını sünnet bırakmıştır.” Demiştir. Yine Bilal r.a. kıssasında o, her abdestten sonra iki rekât namaz kıldığını belirtinc e Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem ona karşı çıkmamıştır. Bütün bunlar, Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem yapmamış olsa bile taabbudi bir amel işlemenin cevazına delil olmuyor mu?”

Cevap:

Şüphesiz Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in kabul ettiği bu sahabe fiilleri, dinin kemale erdirildiğini açıklayan ayetin nuzulünden önce idi. Kaldı ki Rasululla h’ın vefatından sonra çıkarılan bir bidatin peygamber sallallah u aleyhi ve selem tarafından ikrar mı yoksa red mi edileceğini kim nereden bilecek? Keşf sahibi sufi mi haber verecek bunu?!

Zira Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem, Hubeyb ve Bilal r.a.’nın fiillerin i ikrar etmesine rağmen Bera r.a.’a dua öğretirken dua metninde onun yaptığı kelime değişikliğine karşı çıkmıştır. Peygamber sallallah u aleyhi ve selem, bu duayı öğretirken “Amentu bikitabik ellezi enzelte ve nebiyyike erselte” demiş, Bera r.a. ise “birasulik e erselte” şeklinde tekrar edince Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem Bera’nın göğsüne vurarak “Ben “nebiyyike” dedim, “rasulike” demedim” buyurmuş ve karşı çıkmıştır. Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi peygamber in ibadetind en sorup, onun ibadetini azımsayan ve “Peygamber nerede biz nerede?” diyerek değişik ibadetler de bulunmaya karar veren üç sahabenin ibadet şekillerini kabul etmemiştir.

Neticede bahsi geçen sahabe filleri, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in ikrarından geçmekle sünnet olmuştur. Mücerred fiilleri ile değil

On Dördüncü Şüphe:
Bazıları da; “Allah’ın veli kulları uyanık iken ve uykularında Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem ile görüşmektedirler. Dolayısıyla onların yaptıkları delilsiz fiiller bidat kapsamında değerlendirilemez. Çünkü Rasululla h sallallah u aleyhi ve selem; “Kim beni rüyasında görürse, gerçekten beni görmüştür. Şeytan benim suretime giremez.” Buyurmuştur.” Diyerek Salih kullara nisbet edilen bazı bidatların reddedilm emesi gerektiğini iddia ederler.

Cevap:

Bu aynı Mutezilen in “Kur’an mahlûktur” diye patlattıkları fitne gibidir. Onlar bunu söylerken, “Muhammed Sallallah u aleyhi ve sellem’e inen vahiy, onun yaşadığı dönem için geçerliydi, şimdi biz aklımızla hükmederiz” demek istiyorla rdı. Sufiler de buna çok yakın olarak; “Biz de keşfimizle, rüyalarımızla hükmederiz” edasıyla “Kur’an mahlûktur” demiş gibi oluyorlar .

Hem sormak lazım; madem Allah bu dini tamamladığını belirtmiştir (Maide 3) ve yeni bir helal veya haram kılma sözkonusu olmadığına göre Rasululla h s.a.v’i uyanık iken gördüğünü iddia edenler Onun hayatı döneminde tebliğ ettiği dinden başkasını mı bildirdiğini söyleyecekler? Kim bunu söylerse o sözü alıp suratına çarparız! Zira Allah’ın koruyacağına bizzat kefil olduğu vahyi (Hicr 9), ümmetin sıhhatinde ittifak ettiği, pek çok sünneti ihtiva eden Sahihi Buhari ve Sahihi Müslim gibi hadis külliyatını, kerameti yalnız kendinden menkul bir sözle yalanlamıştır. İşte o, sünnet inkârcılarının en rezilidir!

“Ama uyanıkken Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem ile görüşebilenler rivayet edilen hadisleri n doğruluk derecesin i öğrenebilirler” denilirse; derim ki; İbni Arabi, Bursevi, ed-Debbağ, Suyuti gibilerin bu metodla sahih olduğuna hükmettikleri hadisleri karşılaştırırsanız, birinin keşfen sahih dediğine diğerinin keşfen bâtıl dediğini görürsünüz. Hatta Bursevi, hiçbir yerde aslı bulunmaya n birbirine zıt iki sözün ikisine de “keşfen hadistir” demektedi r[152]. Bu iki hadis(!); “Allah buyurdu ki; Ey Muhammed! Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım” sözü ile “Allah buyurdu; Ben gizli bir hazineydi m. Bilinmeyi istedim ve halkı yarattım” sözüdür.

Bu durumda Allah Azze ve Celle kâinatı bu ikisinden hangisi için yarattığı çelişki gibi oluyor. Allahı bundan tenzih ederiz. O buyuruyor ki; “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”(Zariyat 56) Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem ile uyanık iken görüştüğü söylenen imam Suyuti’nin, bu iki hadisin de uydurma olduğunu söylemesi ayrı bir dikkat çekici husustur. Yine Abdulaziz ed-Debbağ “Gizli bir hazineydi m” hadisinin keşfen batıl olduğunu söyler.[153]

Konevi ve Bursevi gibi sapık tasavvufçular eserlerin de “İşlerinizde bunaldığınız vakit kabir ehlinden yardım isteyin” şeklinde isnadı bulunmaya n ve tevhide zıt olan bir sözü sahih diyerek nakletmek tedirler. Hadis usulüne göre isnadsız bir söze sahih denilemey eceği için bunun keşfen sahih olduğunu iddia etmiş oluyorlar! Hâlbuki bu Kur’an’a ve sahih hadislere zıttır.

Bursevi; Gazali’nin İhya adlı eseri hakkında; “İhya’da itiraz edilecek asla bir harf bile yoktur”[154] der, zira ona göre; “Gazali İhyau Ulum adlı telif-i celili itmamdan sonra âlem-i manada Fahr-i Âlem s.a.’e mülaki olup arz ve imza ettirmiştir.”[155] Rasululla h s.a.v’e hadisleri sorduğunu söyleyen Suyuti ise, Mirkatus Suud adlı eserinde “İhya’da aslı olmayan hadisleri n varlığı gayet açıktır.” Demiştir.[156]

Bunun örnekleri çok olup hepsini burada sayamam. Bursevi ve İbni Arabi hadis ravilerin in yanılmaları olabileceğini bu yüzden rivayet yoluyla gelen hadislere güvenilemeyeceğini, keşifle tesbit edilen hadislere itibar edilmesi gerektiğini söyleyerek hadis inkarcılıklarını ve uydurmacılıklarını ortaya koymuşlardır. Hadis inkârcılığının küfür olduğunun delilleri ni görmek isteyenle r, sünnet müdafasına dair yazmış olduğum “Allah’tan bir Nur ve Kitabı Mübin” adlı eserimi okumalıdırlar.

Bunların bu bidatı alevlendi rmelerind en önce tasavvufçuların “bu yoldaki öncülerinden” kabul ettikleri Ebu Süleyman ed-Darani (v.h.215) şöyle diyordu; “Gönlüme günlerce hakikat sırlarından bazı şeyler doğar, fakat iki adil şahit olan Kur’an ve Sünnet onu tasdik etmedikçe asla kabul etmem.”[157]

Uyanıkken Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i görmenin imkânı ve mahiyeti hakkında âlimlerin söylediklerine gelince, bu konuda eser yazan Suyutî’ye göre; böyle bir rü’yet, Rasululla h’ın zatını değil, misalini görmektir ve rüya mesabesin dedir.

Bursevi’nin uykusu dışında insilah ve yakazada bir kimsenin Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i görmesiyle sahabi olacağını söylemesine karşı İbni Hacer el-Heytemi de, “melekût âleminde Rasuli Ekrem’in görülmesiyle sahabeliğin gerçekleşmeyeceğini, sahabi olabilmek için onu mülk âleminde görmek gerektiğini aksi takdirde ruhlar âleminde Rasul’ün ümmetini, ümmetin de Rasul s.a.v’i görmüş olacağından bütün ümmetin sahabi olmasının söz konusu olduğunu, bunun da doğru olmadığını” söylemiştir.[158] İbni Hacer el-Askalani ve imam Suyuti de bunu böyle izah etmişlerdir.[159] Hatta İbni Arabî bile, sırf böyle bir rüyet ile sahabi olunması anlayışına karşı çıkmış, lakin bazı şartlarda o da asr-ı saadetten sonra keşif ile sahabe olunabile ceğini iddia etmiştir.[160]

Şüphesiz Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in vefatından sonra sahabeler arasında halifelik sebebiyle ihtilafla r çıkmıştır. Nasıl oldu da Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem onlara görünerek çekişmeyi gidermedi?

Ebu Bekr radıyallahu anh ile Fatıma radıyallahu anha arasında Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in mirası ihtilaf sebebi olmuş, Fatıma radıyallahu anha;

“Onun ölümüyle mirası oğullarına kalmıştır, neden onları babalarının mirasından alıkoyuyorsun?” demiş, O da;

“Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem; “Biz peygamber ler topluluğu miras bırakmayız, bizden kalan şey sadakadır” buyurdu” demiştir.[161]

Talha, Zubeyr ve Aişe radıyallahu anhum tarafı ile Ali bin ebi Talib ve ashabı radıyallahu anhumun tarafı arasında sonu Cemel savaşının çıkıp sahabe ile tabiinden pek çoğunun ölümüne varan şiddetli bir ihtilaf olmuştur. Neden peygamber sallallah u aleyhi ve sellem onlara görünerek bu kadar kan dökülmesine mani olmadı?

Ali bin Ebi Talib radıyallahu anh ile hariciler arasında çıkan ihtilafta pek çok kan döküldü. Şayet peygamber sallallah u aleyhi ve sellem hariciler in reisine görünüp imamına itaat etmesini emretseyd i bu kadar kan dökülür müydü?

Ali ile Muaviye radıyallahu anhuma arasında çıkan ihtilaf sebebiyle pek çok kan dökülmüş, aralarında Ammar bin Yasir radıyallahu anh’in de bulunduğu çok kimse ölmüştür. Neden peygamber sallallah u aleyhi ve sellem onlara görünerek Müslümanları tek kelimede toplamadı?

Ömer bin el-Hattab radıyallahu anh, kadrinin yüceliğine ve şanının büyüklüğüne rağmen, bazı fıkhî meseleler i bilmediğinden ötürü üzülerek şöyle demiştir; “Şu üç şeyi aramızdan ayrılmadan önce Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’e arz edip, onun da bizden ahid alarak sonuçlandırmasını ne kadar da isterdim; kelale, ceddin mirası ve faizin kısımları.”[162]

Şayet peygamber sallallah u aleyhi ve sellem ölümünden sonra bir kimseye görünseydi, mutlaka Ömer radıyallahu anh’e de görünür ve; “Üzülme! Şunun hükmü şöyle şöyledir..” derdi.

Bu Meselede Âlimlerin Görüşleri
1- Kadı Ebu Bekr İbnul Arabî der ki; “Bazı Salihler, vefatından sonra peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’i baş gözüyle hakikaten gördüklerini iddia ederek sapmışlardır.”[163]

2- İmam Ebul Abbas Ahmed bin Ömer el-Kurtubî, “el-Mufhim Li Şerhi Sahihi Muslim” adlı kitabında Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in zatının hakikaten görülmesini şiddetle inkar etmiş ve demiştir ki;

“Bu görmenin hakikat olduğunu zanneden ve diline dolayanın aklı bozuktur. Eğer görüntü hakiki anlamda olsaydı, herkesin peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’i başka bir surette değil, son nefesinde ki suretinde görmesi lazım geldiği gibi, iki kimsenin aynı anda Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i görememeleri lazım gelirdi. Yine peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in şu an hayatta olup kabrinden çıkması, çarşılarda dolaşması, insanlara hitap etmesi gerekirdi . Bundan dolayı kabrinin boş olması, cesedinin orada bulunmama sı gerekirdi . Böylece onu kabri dışında gece gündüz hakikaten görmek mümkün olursa, kabrini ziyaret edip selam veren gaib olana selam vermiş olurdu. Bu ancak akıl sektesini n en düşük seviyesin de olanın iddiasıdır.”[164]

3- Şeyhulislam İbni Teymiye “el-İbadatuş Şer’iyye vel-Farku Beyneha ve Beynel Bid’iyye” adlı risalesin de der ki; “Onlardan Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in kabrinden çıkıp konuşacağını zannedenl er, bunun keramet olarak sayanlar vardır. Yine onlardan peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in kabrine sorulup cevap alınabileceğine inananlar vardır. Bazıları şöyle anlattı;

“İbni Mende’ye bir hadis müşkil geldiği zaman Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in kabrine gider ve O’na sorar, cevap alırdı.”[165] Magripli bir başkası için de bunun hâsıl olduğu söylenir ve onun kerameti olarak kabul edilir. İbni Abdilberr böyle zannedenl ere der ki;

“Yazıklar olsun! Önceki Muhacirle r ve Ensar’dan bunu daha mı üstün görüyorsun?! Onlardan biri Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in vefatından sonra O’na sorup cevap almışlar mıdır?! Sahabeler bazı meseleler de çekişecekleri yerde, peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’e sorup cevap alamazlar mıydı? İşte kızı Fatıma! Mirası hakkında O’na sorup cevap alamaz mıydı?”

Yine İbn Teymiye r.a. der ki; ““Bazı kimseler için bazen yakaza halinde de, uyuyan kimse için rüyada görülen şeylere benzer bir görme hali hâsıl olabilir. Bu kişi kalbi ile uyuyan kimsenin gördüğünün aynısını görür ve ona, kalbiyle müşahede ettiği bir takım hakikatle r tecelli eder. Bütün bunlar da dünyada iken vuku bulur.

Bazen kalbiyle müşahede ettiği şey, kişiye üstün gelir, onu tamamen sarar ve o şeyi bütün organları ile algılar; kişi de o şeyi bizzat gözleri ile gördüğünü zanneder. Bu hal uyanıncaya kadar devam eder; uyanınca bunun bir rüya olduğunu anlar. Ama bazen de kişi, uykuda gördüklerinin rüya olduğunu bilebilir .

İşte böyle abidlerde n kendisi için kalbi bir müşahede meydana gelmiş, bu müşahede kendisini tamamen kaplamış ve onun duygularıyla idrak etmesini ortadan kaldırmış kimseler vardır. Böyle bir durumda bu abid kalbi müşahedesini bizzat gözü ile görme işi zanneder, ama bu konuda yanılgı içindedir…”[166]

4- Hafız Zehebî, Mizanul İtidal’de, er Rabî bin Mahmud el-Mardînî’nin hal tercemesi ni verirken der ki; “Deccaldir, 599 yılında sahabelik iddia etmiştir.” Zehebî şunu kastediyo r; mezkûr şahsın Medine’de peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’i uyanık iken gördüğünü iddia ederek; “Dünyam ve ahiretim kurtuldu.” Dediği işitilmiştir.[167]

5- Hafız İbni Kesir el-Bidaye’de[168] Ebul Feth Ahmed bin Muhammed et-Tusi el Gazalî’nin hal tercemesi ni verirken der ki; “İbnul Cevzî ondan münker bazı sözler nakletti. Onlardan biri de şudur; “Ebul Feth Tusi’ye müşkil gelen bir mesele olduğunda Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i uyanık iken görerek ona sorardı. O da ona doğrusunu gösterirdi.” İbni Kesir de, İbni Cevzî’nin buna münker demesine katılmıştır. İbni Cevzî bunu el-Kussas vel-Muzekkirin adlı kitabında belirtmiştir.[169]

6- Hafız İbni Hacer el-Askalanî Fethul Barî’de der ki[170]; “İbni Ebi Cemre tasavvufçu bir cemaatten, onların rüyada Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’i gördüklerini, bundan sonra da uyanık iken görerek ondan korktukla rı bazı şeyler hakkında sorduklarını ve kurtuluş yolunu öğrendiklerini nakletti.” Sonra İbni Hacer bu söze itiraz ederek şöyle der;

“İşte bu gerçekten problemli bir meseledir . Şayet zahirine yorumlana cak olursa, bütün bunların sahabe olması gerekir! Bu durumda kıyamet gününe kadar sahabe olma imkânı devam edecek anlamına gelir ki bu çamur atmaktır. Rüyada onu gören herkes sonra onu uyanık iken gördüğünü söylememiştir. Sadık haber ise böyle çelişkili olmaz.”

7- Sehavî, vefatından sonra peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in uyanık iken görülmesi hakkında der ki; “Sahabeler den ve onlardan sonrakile rden bize böyle bir şey ulaşmamıştır. Nitekim Fatıma radıyallahu anha Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’in vefatından sonraki altı boyunca çok üzülmüş, ondan böyle bir şey nakledilm emiştir. “[171]

8- Molla Aliyul Kârî, Cem’ul Vesail Şerhuş Şemail Lit-Tirmizî adlı eserinde der ki; “Tasavvufçuların iddia ettiği gibi Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem’i vefatından sonra uyanık iken görmek hakikat olsaydı, ondan işitilen emir veya yasakla amel etmek gerekirdi . Fakat malumdur ki bu icma ile caiz değildir. Bu tıpkı büyüklerden bir zat görse bile, hükmü rüyada görmenin hükmü gibidir. Nitekim bunu el-Mazerî ve başkaları; “Kim O’nun, katli haram olan birini öldürmesini emrettiğini görürse, bu görmek değil, hayaldir.”[172]

İddia Sahipleri nin Öne Sürdükleri Hadis ve İsnadı Hakkında;

Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in vefatından sonra uyanık iken görülebileceğini iddia edenlerin dayandığı tek delil; “Kim beni rüyasında görürse uyanık iken de görecektir” hadisidir . Buhari altı yerde naklettiği hadisi bu lafızla sadece bir yerde rivayet etmiştir. Bunu Ebu Hureyre radıyallahu anh’den beş farklı tabiin rivayet ettiyse de, bu lafızla sadece Ebu Seleme rivayet etmiştir. Ebu Hureyre radıyallahu anh’den bunu rivayet eden diğer dört tabiin; Muhammed bin Sirin, Ebu Salih Zekvan, Abdurrahm an el-Cuheni ve Kuleyb; “Kim beni rüyasında görürse gerçekten görmüştür. Zira şeytan benim şeklime giremez” lafzıyla rivayet ettiler.[173]

Ebu Seleme’den de iki ravi iki farklı lafızla rivayet etti. Muhammed bin Amr bin Alkame el-Leysî’nin Ebu Seleme’den, onun da Ebu Hureyre radıyallahu anh’den yaptığı rivayet, diğer dört tabiinin Ebu Hureyre’den rivayetin in lafzının aynısıdır. Fakat Ebu Seleme’den rivayet eden diğer ravi Zühri, bunu şek ile şu şekilde rivayet etti; “Kim beni rüyasında görürse uyanık iken görecektir veya uyanık iken görmüş gibidir.” Görüldüğü gibi “Uyanık iken görecektir” lafzı şüphelidir.

Ayrıca bu rivayet, Enes, Cabir, İbni Abbas, İbni Mesud ve Ebu Cuhayfe radıyallahu anhum’den de rivayet edilmiş olup lafzı şöyledir; “Kim rüyasında beni görürse gerçekten beni görmüştür” işte bu mahfuz olan lafzı olup, vefatından sonra Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in uyanık olarak görülebileceğini iddia edenlerin tutundukl arı lafız şazdır.

Şunu da belirteli m ki; Sufilerin ileri gelenleri nden “İmam Rabbani” diye meşhur Ahmed Faruk Sirhindî, peygamber ler dışındakilerin rüyalarına ve keşiflerine mutlaka şeytanın müdahalesi olduğunu belirtmiştir.

Ehl-i Sünnet indinde Rüya, ilham ve keşifler delil değildir. Bu İmam Şatıbi gibi usul âlimleri tarafından belirtilm iştir.[174] Kitap ve Sünnet’e uygun olanları da ancak o rüyayı göreni bağlar. Abdulvehh ab eş-Şa’ranî de Tenbihul Muğterrin’de böyle demiştir[175].

İbni Sirin radıyallahu anh’den sahih olarak rivayet edilmiştir ki, Peygamber Efendimiz sallallah u aleyhi ve sellem’i görme rüyası, İbni Sirin’e anlatıldığı zaman, O;

“Rüyada gördüğün zatı bana anlat” derdi. Eğer rüya sahibi o zatı, İbni Sirin’in bilmediği ve Peygamber Efendimiz sallallah u aleyhi ve sellem’in hilyesine muhalif görülen bir şekilde anlatırsa, İbni Sirin radıyallahu anh, rüya sahibine;

“Sen Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i görmemişsin” diye cevap verirdi.[176]

Aynı uygulamayı İbni Abbas r.a, Ebut Tufeyl’in rüyasında Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i gördüğünü zannettiğini söylemesi üzerine yapmış, ondan gördüğünü tarif etmesini istemiştir.[177]

İbni Arabî ve diğer bazı ulema; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i bilinen sıfatları üzere görmek, bizzat Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i görmektir. Başka şekil üzere görmek ise, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in misalini idrak etmektir.” Dediler.[178]

Kadı Iyaz; “Bir kimse, Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i hayatındaki suretinde görürse, rüyası doğrudur. Bilinen sıfatlarından başka şekilde görürse onun rüyası te’vile muhtacdır.” Dedi.[179]

Ali Bin Ebi Talib Radıyallahu anh buyurur ki; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’i rüyasında güzel surette görenin eğer layık olmayan surette görürse, o kimsenin fitneye duçar olacağına te’vil edilir.”

İmam Bedrüddin el-Ayni de; “Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem, rüyada bir kimseye bir emir verirse, o emir, hayatında bildirilm iş şeriata muvafıksa kabul edilir, değilse reddedili r.”[180] Der
TEMİZLİK HUSUSUNDA BİDATLER
1- Peygamber sallallah u aleyhi ve selem, vesvesye müptela olanların yaptıkları gibi; işeme organını çekiştirmek, sıvazlamak, boşaltmaya çalışmak, öksürmek, zıplamak, merdiven çıkmak, işeme organına pamuk tıkamak v.b. şeyleri yapmamıştır. Bütün bunlar vesvese sahipleri nin bidatleri nden ve şeytanın hilelerin dendir. Bunu Ebul Ferec İbnul Cevzî Telbisu İblis’te ve İbn Kayyım el-Cevziyye İğasetul Lehfan adlı eserinde böylece açıklamışlardır. Helaya girerken hadiste tavsiye edilen dua yerine “destur” denilmesi de aslı olmayan bir bidattir.

2- Abdest alırken boynun meshedilm esi bazı kitaplard a sünnet şeklinde geçiyor. Buna dair bir rivayet sabit olmamıştır.

3- Abdest alırken azaların yıkanması ile ilgili olarak yapılan duaların aslı yoktur, bidattir.

4- Özellikle cahil sufilerin “Ayakta bevledeni n namazı geçersizdir” demeleri batıl bir iddiadır. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in ayakta bevlettiği sahih olarak rivayet edilmekle birlikte, ayakta bevletmek ten yasaklaya n bir rivayet de sabit olmamıştır.

5- Abdest alırken konuşulmaması gerektiğine dair inanç da batıldır.

6- Son asırlarda mezhep mutaassıpları tarafından uydurulan ve gece oduncusu gibi sahih-batıl ayırmadan işine gelen ne varsa kitabına koyan taklitçilerin rağbet ettiği bir rivayeti, ahmaklıklarını sergileme k için buraya almak istiyorum . Onların bu rivayete denize düşünce yılana sarılır gibi sarılmalarının sebebi, dört mezhebin dördünün de isabet ettikleri, hepsinin de hak olduklarını bu mezhepler den birini taklid etmeyenin sapık olduğunu iddia etmelerid ir. Hâlbuki Allah’ın dininde bir meselede birden fazla hak bulunmasından Allah’ı ve Rasulünü tenzih etmek gerekir. Bazen dört imamın birinin bu hakka isabet, diğerlerinin hata ettiği olduğu gibi hepsinin de hata edip başka bir imamın isabet ettiği vakidir. İçtihad eden âlim hata etse de sevap alır ama onun hata ettiği ictihadı taklid etmek caiz değildir. Yine sadece bir imamın görüşlerini mezhep (din) edinip diğer imamların delilleri ni görmezden gelmek çok tehlikeli bir bidattir, kör taklitçiliktir. Bunda hak bir taraf olsaydı bütün sahabeler in sadece Ebu Bekir ra.’ı taklid etmeleri başka âlim sahabeler e hiçbir mesele sormamala rı gerekirdi . Bunun ise batıl bir yol olduğu gayet açıktır. Zira Ebu Bekir r.a. sahabeler in en üstünü olmakla birlikte Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in bütün hadisleri ni işitmiş değildi. Dolayısıyla din, bir şahsın görüşlerine yada mezhebine indirgene mez.

Sözkonusu asılsız rivayete göre güya Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem’in alnı kanamış, bunu gören Aişe r.a. o kanı silmiş. Bunun üzerine Rasululla h s.a.v. abdest tazelemiş.” Taklitçilerin iddiasına göre Ebu Hanife r.a. bu hadise dayanarak kanamanın abdest bozduğu için Rasululla h’ın abdest tazelediğini, İmam Şafii r.a. de kadın eli değince abdest bozulduğu için abdest tazelediğini söylemiş, dolayısı ile mezhepler den birini taklit etmeyenin sapıtacağı anlamına gelirmiş! Ebu Hanife ve İmam Şafii bu rivayeti ömürlerinde işitmiş değillerdi. Son asırların sivri zekâlılarından biri mezhep taassubun u bu rivayeti uydurarak formulize etmiş ancak ince bir ayrıntıyı unutmuştur! Maliki, Hanbeli mezhepler i ve daha birçok ulema ne kadına dokunmanın ne de kan akmasının abdest bozmadığını belirtmişlerdir.[181] Yani bu kimselere göre bu imamlar da mı sapıtmış? Kaldıki sahih rivayetle r ne kadına dokunmanın ne de önden ve arkadan çıkmadıkça kan akmasının abdesti bozmayacağını göstermektedir. (Bu konunun delilleri için “Sahih İlmihal” adlı kitaba bakınız.)

[97] Müslim

[98] El-Bid’a ve Eseruhas Seyyie Fil Ümme(s.55-60)

[99] Ali el-Halebi İlmu Usulil Bid’a(Haşiye s.232)

[100] Ali el-Halebî İlmu Usulil Bid’a(s.34-36)

[101] Ahmed, Müsned(4/105)

[102] Bkz. Tehzîb’l-Kemâl(33/108)

[103] İbn Hacer, et-Takrîb(7974)

[104] İbn Hacer,Tarifu ehli’t-Takdis(s.121)

[105] Usdu’l-Ğabe(4/340) Siyeru A’lami’n-Nübela(3/453) el-İsabe(3/453)

[106] İbn Hacer, Fethul Bari(13/254)

[107] Usame Kassas İşrakatuş Şir’a Fil Hukmi Ala Taksimil Bid’a(s.40)

[108] Buhari(1/310)

[109] Kurtubi(18/100)

[110] Şafii el-Ümm(1/173) el-Elbani Ecvibetun Nafia(9-12)

[111] İktizaus Siratil Mustakim(2/594)

[112] Tahrici daha önce geçti.

[113] Hilyetu’l-Evliya(9/113)

[114] el-Beyhakî, Menakıbu’ş-Şafiî(1/469) Ebu Şâme, el-Bâis(s.94)

[115] Suleym Bin Iyd el-Hilali el-Bid’a(s.63-66) Ali el-Halebi İlmu Usulil Bid’a(s.121)

[116] Fetâva’s-Subkî(1/138) Şöyle demiştir: Bu ibareyi Mücahid, İbn Abbas’tan, Malik de her ikisinden almış, böylece ifade Malik’ten meşhur olmuştur

[117] Bkz. Cami’u’l-Ulûm ve’l-Hikem(s. 28)

[118] İbnu’l-Cevzî, Sifatu’s-Safve(2/256)

[119] Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ(10/34)

[120] Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ(10/34)

[121] Hilyetu’l-Evliyâ(9/107) Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ(10/33)

[122] Tevâli’t-Te’sis(s. 108)

[123] Kavâidu’l-Ahkâm(2/173)

[124] el-İ’tisâm(1/246)

[125] Müslim(iman 80)

[126] Buhari

[127] Elbani Sahihu İbn Mace(1/94)

[128] İsmail Ensari el-Kavlul Fasl Fi Hukmil İhtifal(s.156)

[129] Hatib Tarih(10/46) İbn Abdilberr Camiu Beyanil İlm(1/72) Elbani Sahiha(5/40)

[130] Bkz.: İbnul Muni Huvari Maal Maliki(s.104)

[131] Bu konuda bkz.: el-İtisam(1/263)

[132] Tuveyciri; erReddul Kavi Aler Rifai velMechul vebni Alevi(s.115)

[133] Elbani Sahihu Süneni Ebi Davud(1/133)

[134] Seyyid Şankıti el-Mukiza Mines Sunne Alel Eb’deti Hasene(s.64)

[135] Bkz.: Huvaru Maal Maliki(s.105)

[136] el-İ’tisâm(1/246)

[137] es-Sübkî, Tabakat u’ş-Şâfiiyye(8/210)

[138] Fetavâ İzz b. Abdisselâm(s. 46, no 15)

[139] Age(s.47)

[140] Muhtemele n bununla sabah namazındaki kunut duasını kastetmiştir, zira Şafiî mezhebine mensuptu. Şafiî’ler bunun meşru olduğunu söylerler. Yoksa Hz. Peygamber (s.a.s.)’e vitir namazının kunut duasında salât etmek meşru bir uygulamadır. Zira Hz. Ömer’in hilafeti zamanında Ubeyy b. Ka’b teravih namazı kıldırırken bunu yapmıştır. İbn Huzeyme bunu Sahihinde 1100 no’lu hadiste tahriç etmiştir. Bunun için ayrıca Elbanî’nin Sifatu Salâti’n-Nebî adlı kitabına bkz.(s. 160)

[141] Fetava’l-İzz(s. 47)

[142] el-Elbanî, Sifatu Salâti’n-Nebî(s. 161)

[143] Mücâseletün İlmiyye Beyne’l-İmâmeyni’l-Celîleyn, el-İzz b. Abdisselâm ve’bni’s-Salâh(s.31)

[144] el-İ’tisâm(1/187)

[145] el-İ’tisâm(1/187)

[146] el-İ’tisâm(1/188)

[147] Ahmed b. Hacer Âl-Butâmî, Tahzîru’l-Müslimîn ani’l-İbtidâi fi’d-Dîn(s. 75)

[148] Age(s.76)

[149] Mecmu’u’l-Fetâvâ(17/129)

[150] Bkz. Suleym el-Hilali Der’ul İrtiyab risalesi

[151] Bkz.: Tuveyciri er-Reddul Kavi(s.126)

[152] Bursevi Ferahur Ruh(1/16) Ruhul Beyan(3/255,5/439) Kitabun Netice(1/55) İbni Arabi Futuhat(2/322,399)

[153] El-İbriz(s.54-55)

[154] Ferahur Ruh(2/237)

[155] Ferahur Ruh(2/236)

[156] Kasımi Kavaidutt ahdis(s.183)

[157] Hatib Tarih(10/248) Kuşeyri(s.25)

[158] Heytemi Fetava(s.300) Yusuf Bin Yakub Tenbihul Gabi Fi Rüyetin Nebi(s.16)

[159] bkz.: Fethul Bari(12/385) Mubarekfu ri Mukaddime(s.308) Suyuti Tenvirul Halek(El Havi içerisinde)

[160] Futuhat(3/50)

[161] Malik(s.993) Buhari(8/4,5) Muslim(s.1379) Ebu Davud(2976) Nesai(7/137)

[162] Buhari(5/2122) Muslim(4/2322) Ebu Avane(5/100) İbni Hibban(12/182) İbni Hazm Muhalla(9/282) Darekutni(4/252) Mervezi es Sunne(s.58) Bezzar(1/281) Ebu Davud(3669) Beyhaki(6/245)

[163] İbni Hacer el Askalanî Fethul Bari(12/384)

[164] Münavi Feyzul Kadir(6/129) Şeyh Alauddin Şerhu Fetavayı Nevevi(s.342) Kastalani Mevahibu Leduniye(1/734) bkz. Karafi Furuk(4/244) el Aşkar Efalir Rasul(2/144)

[165] Zehebi Siyeri A’lamin Nubela(17/37-38)’da der ki; “Bu hikayeyi sırf garip karşıladığım için yazdım. İsnadı da kopuktur.”

[166] Şeyhul İslam İbni Teymiye Mecmuul Fetava(3/333)

[167] bkz.; İbni Hacer el İsabe(1/513)

[168] El-Bidaye ven Nihaye(12/196)

[169] İbnul Cevzî el Kussas vel Muzekkiri n(s156)

[170] Fethul Bari(12/385)

[171] Kastalani Mevahibul Leduniye(1/733)

[172] Aliyul Kari Cem’ul Vesail(2/238)

[173] Muslim(15/24) Buhari(6197) Ahmed(1/400,2/232,342,411,463,472) İbni Mace(3901)

[174] Şatıbi Muvafakat(2/267-70) Heytemi Fetava(s.322) Cürcani Tarifat(s.34) İbni Hacer Fethul Bari(12/338) Kesteli Haşiye(s.45,108) İbnül Esir Nihaye(4/282)

[175] Tenbihul Muğterrin(s.25)

[176] Ayni Umdetul Kari(20/18) Nablusi Ta’tirul Enam(s.663) Bkz.: Buhari(6/2567)

[177] Müslim(hacc 239)

[178] Nablusi Ta’tirul Enam(s.663)

[179] Nevevi el-Minhac Bişerhi Sahihi Müslim Bin Haccac(15/25) Suyuti Dibac(5/286) Nablusi Ta’tirul Enam(s.663) Feyzul Kadir(6/131)

[180] Ayni Umdetul Kari(1/295) Kastalani(10/133) Feyzül Kadir(6/121) Nakşul Füsus(s.122) İsmail Hakkı Çetin İnsan ve Vazifesi(s.46)

[181] Bkz.: İmam Malik Mudevvene(1/13) Bağdadi İrşadus Salik(s. Tecridul İhtiyarati İbn Teymiye(s.6) Hukmun Necaseti Demil Ademî(passim)
0 yorum:

Yorum Gönder

Guraba Kitaplık..

Guraba Kitaplık..
tavsiye kitap..

Guraba Arşiv..

Guraba Yazılar..


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)