GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Şafii (r.h) İtikadı..

Etiketler:
İmam Şafiî'nin Tevhide Dair Görüşleri

Beyhaki, er-Rabî' b. Süleyman'dan, o da İmam Şafiî'den şöyle dediğini nakletmektedir:

"Kim Allah'a yahut onun isimlerinden birisine yemin eder de yeminini bozarsa keffarette bulunması gerekir. Kim, mesela Kabenin hakkı için, babamın hakkı için, şunun şunun hakkı için diye Allah'tan başkası adına yemin eder de yeminini bozarsa keffarette bulunması gerekmez. "Ömrüm hakkı için..." diye yemin etmesi de buna benzer. Böylesinin de keffarette bulunma sorumluluğu yoktur.

Allah'tan başkası adına yemin etmek ise mekruhtur ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından yasaklanmıştır:

"Muhakkak aziz ve celil olan Allah sizlere babalarınızın adına yemin etmeyi yasaklamıştır. Binaenaleyh kim yemin edecek olursa ya Allah adına yemin etsin yahut sussun." (Buhârî, el-Eyman ve'n-Nuzur, Babu la Tahlifû bi Âbâikum, XI, 530; Müslim, el-Eyman, Babu'n-Nefyi ani'l-Halfi bi gayrillah, III, 1266, h. 1646) (Menâkıbu'ş-Şafiî, I, 405)

Şafiî buna gerekçe olarak Allah'ın isimlerinin mahluk (yaratılmış) olmadığını göstermiştir. Bu sebeble Allah adına yemin eden ve yeminini bozan bir kimsenin keffarette bulunması gerekir. (İbn Ebi Hatim, Âdâbu'ş-Şafiî, s. 193; Ebu Nuaym, Hilye, IX, 112-113; Beyhaki, es-Sunenu'l-Kübra, X, 28; el-Esma ve's-Sıfat, s. 255-256. Beğavi, Şerhu's-Sünne, I, 188; Ayrıca bk. el-Uluvv, s. 121, Muhtasarı, s. 77)

İbnu'l-Kayyım, İctimâu'l-Cuyuşi'l-lslamiyye adlı eserinde Şafiî'den şöyle dediğini zikretmektedir:

"Benim izlediğim sünnet ile arkadaşlarım olan hadis ehlinden görüp Sufyan, Malik ve benzeri kendilerinden ilim öğrendiğim kimselerin izledikleri sünnet; Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilahın olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadeti ikrar etmek, Allah'ın, gökte ve Arşı üzerinde olduğuna ve dilediği şekilde yarattıklarına yaklaştığına, Yüce Allah'ın dünya göğüne dilediği şekilde indiğine inanmaktır." (İctimau'l-Cuyuşi'l-İslamiyye, s. 165; İsbatu Sıfati'l-Uluvv, s. 124; Ayrıca bk. Mecmuu'I-Fetava, IV, 181-183; Zehebi, el-Uluvv, s. 120; Elbani, Muhtasa-ru'l-Uluvv, s. 176)

Zehebî, Muzeni'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Kendi kendime dedim ki: Tevhid ile ilgili içimden geçenleri ortaya çıkartıp hatırıma gelenleri çözebilecek birisi varsa o da Şafiî'dir. Bunun için o Mısır mescidinde iken yanına gittim. Önünde oturdum ve dedim ki:

Kalbime tevhide dair bir mesele geldi. Senin bildiğini kimsenin bilmediğini biliyorum. Bakalım sendeki bilgi nedir? Bunun üzerine kızdı sonra şöyle dedi:

Sen nerede olduğunu biliyor musun?

Ben: Evet dedim.

Burası Allah'ın Firavun'u suda boğduğu yerdir, dedi. Sana Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bu hususa dair soru sorduğu hakkında sana bir bilgi ulaştı mı?

Ben: Hayır, dedim. Bu sefer:

Peki bu hususta sahabi bir şeyler söyledi mi? diye sordu.

Ben: Hayır, dedim. Semada kaç tane yıldız olduğunu biliyor musun? diye sordu.

Ben: Hayır, dedim. Peki bu semadaki gezegenlerden birisinin olsun türünü, ne zaman doğduğunu, ne zaman battığını, neden yaratıldığını biliyor musun?

Ben yine: Hayır, dedim. Bu sefer şunları söyledi:

Gözlerinle gördüğün bir yaratığı bilmiyor, tanımıyorsun. Sen onu yaratanın bilgisi hakkında mı konuşmaya kalkışıyorsun.

Sonra bana abdeste dair bir soru sordu. Ben onu yanlış cevaplandırdım. O hususu bana dört türlü açıkladı, fakat benim cevabım bunlardan birisine bile uygun değildi, Bunun üzerine şunları söyledi:

Günde beş defa ihtiyaç duyduğun bir şeye dair bilgi edinmeyi bırakıyorsun da bu hususta kalbinden geçen yaratıcının ilmi hakkında bilgi sahibi olmaya kalkışıyorsun. Bunun için sen Yüce Allah'ın:

"İlâhınız tek bir ilâhtır. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O rahmandır, rahîmdir. Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında..." (Bakara, 2/163-164) buyruğuna başvur, yaratılmışı yaratıcıya delil olarak gör ve aklının ulaşamayacağı bir şeyi bilmek için kendini zorlamaya kalkışma." (Siyer u A'lâmi'n-Nubelâ, X, 31)

İbn Abdi'l-Berr, Yunus b. Abdi'l-A'lâ dan dedi ki:

Şafiî'yi şöyle derken dinledim:

"Sen bir kimsenin isim müsemmadan farklıdır; yahutta şey şeyden farklıdır dediğini duyarsan onun zındık olduğuna şahitlik edebilirsin." (el-intika, s. 79; Mecmuu'l-Fetava, VI, 187)

(Yunus b. Abdi'l-A'lâ b. Meysere es-Sadafî el-Mısrî (düzeltme Şezerât, 1, 149'dan, -Çeviren-) İbn Hacer hakkında şunları söylemektedir: "Sika bir ravidir. Onuncu tabakanın küçüklerindendir. 264 h. yılında vefat etmiştir." (Takribu't-Tehzib, II, 385); Ayrıca bk. Şezerâtu'z-Zeheb, II, 149; İbn Hidayetillah, Tabakâtu'ş-Safiîyye, s. 28)

Şafiî "er-Risale" adlı eserinde şunları söylemektedir:

"Zatını nitelendirdiği gibi ve fakat mahlukatının kendisini nitelendirmelerinin çok üstünde olan... Allah'a hamdolsun." (er-Risale, s.7-8)

Zehebî, es-Siyer (Sireyru A'lâmi'n-Nubelâ) adlı eserde Şafiî'den şöyle dediğini nakletmektedir:

"Kur'ân'ın söz konusu ettiği ve sünnette varid olmuş bu sıfatları kabul ederiz ve aynı zamanda kendi zatı hakkında teşbihin (yaratılmışlara benzemenin) söz konusu olmadığını belirttiği gibi biz de teşbihi kabul etmeyiz. Çünkü o: "Onun benzeri hiçbir şey yoktur." (Şura, 42/11) diye buyurmaktadır." (Siyer, XX, 341)

İbn Abdi'l-Berr, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Ben Şafiî'yi yüce Allah'ın:"Hayır muhakkak ki onlar o günde Rablerinden elbette perdelenmiş olacaklardır." (Mutaffifin, 83/15) buyruğu hakkında şunları söylerken dinledim:

Bu buyrukla bizlere, kendilerine karşı perdelenmeyeceği, ona bakacak ve onu görmekte herhangi bir zorlukla karşılaşmayacak bir topluluk olacağını bildirmiş olmaktadır." (el-İntika, s. 79)

el-Lalekâî, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini nakletmektedir:

Ben Muhammed b. İdris eş-Şafiî'nin huzurunda idim. Ona (Mısır'ın) Said bölgesinden:

"Hayır, muhakkak ki onlar o günde Rablerinden elbette perdelenmiş olacaklardır." (Mutaffifin, 83/15) buyruğu hakkında ne dersin, diye bir yazı bulunan bir mektup geldi. Şafiî şöyle dedi:

"Kendilerine gazab edildiğinden ötürü bunlar perdelenmiş olacaklarına göre; bu onun razı olacağı kimselerin kendisini göreceklerine delil olur."

er-Rabi dedi ki:

Ben ona: Ey Ebu Abdullah sen bu kanaatte misin? diye sordum.

O: "Evet, dedi ve ben bu kanaatimi Allah'a bağlılığımın ifadesi olan dinimin bir gereği olarak görüyorum." (Şerhu Usûli İtikadi Ehli's-Sunneti ve'l-Cemaa, II, 506)

İbn Abdi'l-Berr, el-Carudi'den den şöyle dediğini nakletmektedir:

"Şafiî'nin huzurunda bulunan İbrahim b. İsmail b. Uleyye'yi kastederek dedi ki:

Ben her hususta ona muhalifim. Hatta "lâ ilâhe illallah" sözünde bile. Ben onun dediği gibi demiyorum.

Ben Mûsâ ile perde arkasından özel bir surette konuşan Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur diyorum.

O ise perde arkasından Musa'ya yarattığı bir kelâmı işittiren Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur diyor." (el-İntika, s. 79; Bu olayı Hafız Beyhaki'nin Menakibu'ş-Şafiî adlı eserinden naklederek zikretmiş bulunmaktadır. Lisanu'l-Mizan, I, 35)

(el-Carudi; Muhtemelen bu Musa b. Ebu'l-Carud'dur. Nevevi onun hakkında şunları söylemektedir: "Bu Şafiî'nin arkadaşlarından ve ondan ilim belleyip, ondan rivayet nakledenlerden birisidir." İbn Hibetullah da şöyle demektedir: "Bu şahıs Mekke'de Şafiî mezhebine uygun fetva verirdi. Hangi tarihte vefat ettiği bilinmemektedir." (Tehzibu'l-Esma ve'l-Lugat, II, 120; ibn Hidayetullah Tabakatu'ş-Şafiî, s. 29)

(İbrahim b. ismail b. Uleyye hakkında Zehebî şunları söylemektedir: "Cehmiyyeye mensub helak olmuş birisidir. Tartışır ve Kur'ân'ın mahluk olduğunu söylerdi. 218 h. yılında vefat etmiştir." (Mizanu'l-İ'tidal, I, 20; Ayrıca bk. Lisanu'l-Mizan, I, 34-35)

Lalekâi, er-Rabi b. Süleyman'dan Şafiî'nin şöyle dediğini nakletmektedir:

"Kim Kur'ân mahluktur derse o kâfirdir." (Şerhu Usûli İtikadi Ehli's-Sunneti ve'l-Cemaa, II, 252)

Beyhaki, Ebu Muhammed ez-Zübeyrî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Bir adam Şafiî'ye dedi ki: Bana Kur'ân'a dair haber ver. O yaratıcı mıdır?

Şafiî: Kesinlikle hayır, dedi.

Adam: Peki yaratılmış mıdır? diye sordu.

Şafiî: Kesinlikle hayır, dedi.

Adam: O yaratılmamış mıdır öyle mi? diye sordu.

Şafiî: Kesinlikle evet dedi.

Adam: Peki onun yaratılmamış olduğunun delili nedir diye sordu.

Şafiî başını kaldırarak dedi ki: Sen Kur'ân'ın Allah'ın kelâmı olduğunu kabul ediyor musun?

Adam: Evet dedi.

Şafiî şu cevabı verdi: Bu husus senden daha önce de dile getirilmiştir. (Çünkü) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:"Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse ona eman ver, ta ki Allah'ın kelâmını dinlesin." (Tevbe, 9/6);

"Allah Musa ile özel bir şekilde konuştu." (Nisa, 4/164)

Şafiî (devamla) dedi ki:

Sen Allah'ın ezelden beri var olduğunu ve kelâmının da aynı şekilde olduğunu kabul ediyor musun yoksa Allah ezelden beri vardı fakat kelâmı yoktu mu dersin?

Adam: Hayır Allah da vardı, kelâmı da vardı dedi.

(Ebu Muhammed) dedi ki: Bunun üzerine Şafiî gülümsedi ve şöyle dedi:

Ey Kûfeliler, sizler gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz. Çünkü Allah'ın her şeyden önce var olduğunu, kelâmının da onunla var olduğunu kabul ettiğinize göre kelâm Allah'ın kendisidir yahut Allah'tan ayrıdır ya da o Allah'tan başkadır yahut ondan farklıdır sözlerini nereden çıkartıyorsunuz?

(Ebu Muhammed) dedi ki: Adam sustu ve çıkıp gitti." (Menakibu'ş-Şafiî, I, 407-408)

Ebu Talib el-Uşari'nin rivayeti ile Şafiî'ye nisbet edilen itikada dair cüzde şunları söylemektedir:

Aziz ve celil olan Allah'ın sıfatları ve kendisine iman edilmesi gereken hususlara dair ona soru sorulunca şunları söyledi:

"Yüce ve mübarek olan Allah'ın isimleri ve sıfatları vardır. Bunlar kitabında zikredilmiş, peygamberi bunları ümmetine haber vermiştir. Kur'ân-ı Kerim'in bunları bildirdiğine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den adaletli şahısların rivayet ettiği sözlerinin sahih olduğuna dair elinde delil bulunan Allah'ın yarattığı herhangi bir kimsenin buna muhalif bir kanaate sahip olması mümkün değildir. Şayet onun nezdinde (bu hususlara dair) hüccet sabit olduktan sonra muhalif bir kanaate sahip olursa o kimse aziz ve celil olan Allah'ı inkar etmiş bir kâfir olur. Ancak haberin ulaşması cihetiyle ona karşı delilin sübutundan önce ise bilgisizliğinden ötürü mazur görülür. Çünkü böyle bir bilgi akıl ile de, dirayet ile de düşünmek ile de idrak edilemez. Yüce Allah'ın semi (her şeyi işiten) olduğuna ve onun iki elinin bulunduğuna dair şu buyruklardaki haberler de bu kabildendir:

"Bilakis onun iki eli apaçıktır." (Maide, 5/64)

Şu buyrukta belirtildiği üzere onun sağının olduğuna dair haber de böyledir:

"Gökler ise onun sağ eliyle durulmuş olacaktır." (Zümer, 39/67)

Yüce Allah'ın şu buyruğunda da onun yüzünün bulunduğu belirtilmektedir:

"Her şey helak olacaktır. Onun yüzü müstesna." (Kasas, 28/88);

"Celal ve ikram sahibi Rabbinin vechi (yüzü) ise kalıcıdır." (Rahman, 55/27)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şu buyruğunda ifade edildiği üzere onun ayağı da vardır:

"...Nihayet aziz ve celil olan Rab oraya ayağını koyacak..." (Buhârî, Tefsir, "(Cehennem) daha var mı diyecek" babı, VIII, 594, h. 4848; Müslim, IV, 2187, h. 2848. Her ikisi de Katade, o Enes b. Malik'den yoluyla rivayet etmişlerdir.)

(Muhammed b. Ali el-Uşari doğru sözlü ve tanınan bir ilim adamıdır. Şafiî'den el-itikad cüzünü tek başına rivayet etmiştir. Ancak bu Şafiî adına uydurulmuştur. O da iyi niyetle bunu nakletmiş bulunmaktadır. Bu açıklamayı Zehebi, el-Mizan, III, 656'da zikretmiştir. Fakat seleften birden çok kişi akideye dair bu cüzde tesbit edilenlere itimat etmiş bulunmaktadır. Muvaffak b. Kudame, Sıfatu'l-Uluvv, s. 124; İbn Ebi Ya'lâ, et-Tabakat, I, 283; İbnu'l-Kayyım, İctimau'l-Cuyuş, s. 165; Bizzat Zehebi, es-Siyer, X, 79'da olduğu gibi. Diğer taraftan bundan sonraki bölümlerde aynen nakledeceğim bu kitapçık (risale) imam hafız İbn Nasr ed-Dımeşkı'ye okunarak arzedilmiş ve tamamını İbn Ebi Ya'lâ, Tabakat'ta nakletmiş bulunmaktadır. Her iki nakil arasındaki farkları da tesbit edeceğiz.)

Maksat cehennemdir. Ayrıca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in bildirdiğine göre Allah yolunda öldürülen kimse hakkında şunları söylemiştir:

"O Allah'ın huzur Allah kendisine güldüğü halde çıkmıştır." (Buhârî, VI, 39, h. 2826; Müslim, III, 1504; h. 1890; Her ikisi de el-Arec Ebu Hureyre'den yoluyla rivayet etmişlerdir.)

Yüce Allah Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem'in verdiği habere göre her gece dünya göğüne iner. Aynı şekilde Yüce Allah'ın gözü yine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in buyruğu gereğince kör değildir. Çünkü o Deccal'den söz ederken şöyle buyurmuştur:

"Deccalin bir gözü kördür, Rabbinizin ise gözü kör değildir." (Buhârî, XIII, 95, h. 7131; Müslim, IV, 2248, h. 2933. Her ikisi de Katade, Enes b. Malik'ten yoluyla)

Mü'minler ondördünde ayı gördükleri gibi kıyamet gününde gözleriyle Rablerini göreceklerdir. Yüce Allah'ın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şu buyruğu gereğince de parmağı vardır:

"Aziz ve celil olan rahmanın parmaklarından iki parmağı arasında bulunmayan hiçbir kalp yoktur."

(Buna yakın lafızlarla Ahmed, Müsned, IV, 182; İbn Mace, I, 72, h. 199; Hakim, Müstedrek, I, 525; Acurri, eş-Şeria, s. 317; İbn Mende, er-Reddu ale'l-Cehmiyye, s. 87. Hepsi de en-Nevvas b. Sem'an'ın rivayet ettiği bir hadis olarak zikretmişlerdir.
Hakim dedi ki: "Hadis Müslim'in şartına göre sahih olmakla birlikte Buhârî'de Müslim de bunu rivayet etmemişlerdir."
Zehebî de et-Telhis adlı eserinde Hakim'in bu kanaatini kabul etmiştir.
Hadis hakkında İbn Mende şunları söylemektedir: en-Nevvas b. Sem'an'ın rivayet ettiği bu hadisi herhangi birisinin tenkidi mümkün olmayan ünlü hadis imamları tarafından rivayet edilmiş sabit bir hadistir.")

Yüce Allah'ın kendi zatını, Rasûlünün de onu nitelendirdiği bu hususların fikirle, idrak ile kavranılmasına imkân yoktur. Kendisine bu hususlara dair haber ulaşmadıkça bunları bilmediğinden ötürü hiç kimse de tekfir edilmez. Şayet bu hususlara dair varid olmuş haber eğer anlamak bakımından işitmek itibariyle müşahedenin konumuna ulaşıyor ise bu haberi işiten kimsenin hakikatine dinen inanması ve tıpkı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den dinlemiş ve müşahede etmiş gibi buna dair tanıklıkta bulunması gerekir. Fakat bizler bu sıfatları kabul etmekle birlikte teşbihi de (yani yaratılmışlara benzerliği) reddederiz. Nitekim Yüce Rabbimiz de kendi zatı hakkında teşbihi (yani yaratılmışlara benzerliği) kabul etmeyerek şöyle buyurmuştur:


"Onun benzeri hiçbir şey yoktur ve o her şeyi işitendir, görendir."
(Şura, 42/11)...

İmam Şafiî'nin Kadere Dair Görüşleri

Beyhaki, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Şafiî'ye kadere dair soru sorulunca şöylece cevap verdi:

"Dilediğin olur ben dilemesem de Benimse dileğim sen dilemesen olmaz. Kulları sen bildiğin üzere yarattın Genç de yaşlı da ilmine göre hareket eder Şuna lütuffa bulundun, bunu yardımsız bıraktın Buna yardım ettin, ötekine etmedin Kimisi bahtiyardır onların kimisi bedbaht Kimileri güzeldir, kimileri çirkin" (Menâkibu'ş-Şafii, I, 412-413; Şerhu Usûli itikadi Ehli's-Sunne, IV, 777)

Beyhaki'nin, Menâkibu'ş-Şafiî'de naklettiğine göre Şafiî şöyle demiştir:

"Kulların dilemesi Yüce Allah'a aittir. Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe onlar dileyemezler. İnsanlar kendi amellerini yaratamazlar. Onların amelleri Yüce Allah'ın yarattıkları arasındadır. Kulların fiilleri onun tarafından yaratılmıştır. Kader hayrıyla şerriyle Allah'tandır. Şüphesiz kabir azabı haktır. Kabirdekilerin sorgulanması da haktır. Ölümden sonra diriliş (ba's) haktır, hesaba çekilmek haktır, cennet ve cehennem haktır ve bunun dışında sünnette zikredilen diğer hususlar da böyledir." (Menâkibu'ş-Şafiî, I, 415)

Lalekâî, Müzenî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Şafiî dedi ki: Kaderci ne demektir biliyor musun? Kendisi bir işi yapmadıkça Allah da bir şey yaratmamıştır diyen kimsedir." (Şerhu Usuli İtikadı Ehli's-Sünneti ve'l-Cemaa, IV, 776)

Beyhaki, Şafiî'den şöyle dediğini nakletmektedir: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in haklarında: "bu ümmetin mecusileridirler"*** dediği kaderiyeye mensub kimseler Allah, masiyetleri işleninceye kadar bilmez diyen kimselerdir." (Menâkibu'ş-Şafiî, 1, 413)

***(Ebû Dâvûd, V, 66, h. 4691; Hakim, Mustedrek, I, 85; Her ikisi de Ebu Hazim İbn Ömer'den yoluyla rivayet etmişlerdir. Hakim dedi ki: "Bu eğer Ebu Hazim'in İbn Ömer'den hadis dinlediği sahih olarak sabit ise Buhârî ve Müslim'in şartına göre sahih olan bir hadistir. Bununla birlikte her ikisi de bu hadisi rivayet etmemişlerdir." Zehebî de bu hususta ona muvafakat etmiştir.)

Beyhaki'nin, er-Rabi b. Süleyman'dan, onun da Şafiî'den rivayetine göre Şafiî kaderiyeye mensub bir kimse arkasında namaz kılmayı mekruh görürdü. (Menâkibu'ş-Şafiî, 1, 413)

İmam Şafiî'nin Îmâna Dair Görüşü

İbn Abdi'l-Berr, er-Rabi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Ben Şafiî'yi şöyle derken dinledim: İman, söz, amel ve kalb ile itikaddır.

Yüce Allah'ın: "Allah sizin imanınızı boşa çıkartacak değildir." (Bakara, 2/143) buyruğuna dikkat etmez misiniz?

Burda maksat Beytu'l-Makdis'e doğru kıldığınız namazlarınızı boşa çıkarmayacaktır. Böylelikle namaza iman adını vermiştir. Namaz ise söz, amel ve bir itikaddır." (el-intika, s. 81)

Beyhaki, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Ben Şafiî'yi şöyle derken dinledim: İman, söz ve ameldir artar ve eksilir." (Menakibu'ş-Şafiî, I, 387)

Beyhaki'nin rivayetine göre Ebu Muhammed ez-Zubeyrî dedi ki: "Bir adam Şafiî'ye Allah nezdinde hangi amel daha faziletlidir, diye sordu.

Şafiî: Kendisi olmaksızın hiçbir amelin kabul olunmadığı şey, diye cevap verdi.

Adam: O nedir diye sorunca;

Şafiî şu cevabı verdi: "Kendisinden başka ibadete layık hiçbir ilah olmayan Allah'a iman etmek, derece itibariyle amellerin en yükseği, mevki itibariyle en şereflisi, değer itibariyle en yücesidir."

Adam: Bana iman hakkında bilgi verir misin? O söz ve amel midir, yoksa amelsiz sözden ibaret midir?

Şafiî dedi ki: İman Allah için bir ameldir. Söz de bu amelin bir parçasıdır.

Adam: Bana bunu açıkla ki iyice anlayayım dedi.

Şafiî dedi ki: İmanın birtakım halleri, dereceleri ve katmanları vardır. Bunların kimisi tamdır ve eksiksizdir, kimisi ise eksik olduğu açıkça görülecek şekilde eksiktir. Kimisi de ağır basan ve ağır basması da fazla olandır.

Adam dedi ki: İmanın tam olmaması, eksik olması ve artması da söz konusu mudur? diye sordu.

Şafiî dedi ki: Evet, dedi adam: Peki buna dair delil nedir diye sordu.

Şafiî dedi ki: Yüce Allah imanı Adem oğullarının azaları üzerine farz kıldı ve bunu o azalar arasında paylaştırdı, onların üzerine dağıttı. Onun Allah tarafından farz kılınmış ve her birisi diğerinden farklı imanın bir bölümü ile görevlendirilmedik hiçbir azası yoktur:

Bu azalarından birisi onun kendisi ile akledip kavradığı, bilip öğrendiği, anlayıp bellediği kalbidir. O kendisinin görüş ve emri alınmaksızın diğer azalarının hiçbir emrini reddetmediği ve onsuz hiçbir şey yapmadığı bedenin âmiridir.

Bir başka azası kendileriyle gördüğü gözleri, kendileriyle duyduğu kulakları, kendileriyle yakaladığı elleri, kendileriyle yürüdüğü ayakları, kendisiyle ilişki kurduğu ferci, kendisiyle konuştuğu dili, kendisinde yüzünün bulunduğu başıdır.

Kalbin yükümlü olduğu farz, dilin yükümlü olduğu farzdan farklıdır. Kulağın farzı gözlerin farzından ayrıdır. Ellerin farzı ayakların farzından farklıdır. Ferce farz olan yüze farz olandan başkadır.

Allah'ın kalbe farz kıldığı; iman, ikrar, bilip tanımak, kesin inanç, rıza, bir ve tek olan, ortağı bulunmayan, kendisinden başka ibadete layık hiçbir ilah bulunmayanın Allah olduğuna, eş ve çocuk edinmediğine, Muhammed'in onun kulu ve rasûlü olduğuna teslimiyetle inanmak, Allah'tan gelmiş her bir peygamberi ya da her bir kitabı ikrar ve kabul etmektir. İşte bu Yüce Allah'ın kalbe farz kıldıklarıdır ve bu kalbin amelidir.

"Kalbi imanla dolu olduğu halde zorlananlar müstesna olmak üzere... ve fakat küfre göğüs açarsa..." (Nahl, 16/106);

"Haberiniz olsun ki kalbler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." (Rad, 13/28);

"Kalbleriyle iman etmedikleri halde ağızlarıyla "inandık" deyip de..." (Maide, 5/41);

"İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker." (Bakara, 2/284)

İşte bu Allah'ın kalbe farz kıldığı imandır ve bu onun amelidir. İmanın başı da işte budur.

Allah'ın dile farzı da:

Kalbin İnanıp kabul ettiği hususu söylemek ve ifade etmektir. Bu hususta şöyle buyurmuştur:

"Biz Allah'a iman ettik deyiniz." (Bakara, 2/136);

"Ve insanlara güzel şeyler söyleyin." (Bakara, 2/83)

İşte Yüce Allah'ın kalbde olanı ifade etmek ve söylemekten ibaret dile farz kıldıkları bunlardır ve bunlar dilin amelidir, imandan ona farz olan kısmıdır.

Yüce Allah kulağa Allah'ın haram kıldıklarını dinlemekten uzak kalmayı ve onun yasakladıkları şeylerden kendisini korumayı farz kılmıştır. Bu hususta şöyle buyurmaktadır:

"O size kitabta: "Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz vakit onlar başka bir söze dalıncaya kadar yanlarında oturmayın. Çünkü o zaman sizler de onlar gibi olursunuz" diye indirdi." (Nisa, 4/140)

Daha sonra unutma halini istisna ederek şöyle buyurmaktadır:

"Eğer şeytan sana unutturursa" ve bu sebebten onlarla birlikte oturursan "artık hatırladıktan sonra o zalimler topluluğu ile oturma." (Enam, 6/68);

"O halde sen de müjde ver o kullarıma ki; onlar sözü işitip en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve işte bunlar özlü akıl sahibi olanların ta kendileridir." (Zümer, 39/17-18);

"Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar zekâtı edâ ederler." (Mu'minun, 23/1-4);

"Boş söz işittiklerinde de ondan yüz çevirirler." (Kasas, 28/55);

"Onlar boş ve batıl şeylerle karşılaştıklarında da şereflice yüz çevirip geçerler." (Furkan, 25/72)

İşte Yüce Allah'ın kulağa kendisi için helal olmayan şeylerden uzak durmasını farz kıldıkları bunlardır. Bunlar da kulağın amelidir ve bu da imandandır.

Gözlere Allah'ın haram kıldığı şeylere bakmamayı ve Allah'ın bakmayı yasakladığı şeylerden sakınmayı farz kılmıştır. Şanı yüce Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır:

"Mü'min erkeklere söyle ki gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, mahrem yerlerini de korusunlar." (Nur, 24/30)

Bu ayet ile ondan sonraki ayette yüce Allah birbirlerinin mahrem yerlerine bakmalarını yasaklamakta ve herkesin kendi mahrem yerini başkasının bakmasına karşı korumasını emir buyurmaktadır.

(Şafiî devamla) dedi ki: Allah'ın kitabında mahrem yerin korunmasını ifade eden her bir buyruk zinadan korunmak anlamındadır. Bu ayet müstesna. Bu bakmaktan korunmak hakkındadır.

İşte Allah'ın gözlere farzı gözü haramdan sakındırmaktır. Bu da gözün amelidir ve bu da imandandır.

Daha sonra kalbe, kulağa ve göze farzını, bir tek ayet-i kerimede söz konusu ederek Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalbin her biri ondan sorumludur." (İsra, 17/36)

Yani Yüce Allah mahrem yerine, Allah'ın haram kıldığı şeyleri işleyerek onun mahremiyetini bozmamayı farz kılmıştır.

"Onlar ki mahrem yerlerini korurlar." (Mü'minun, 23/5) ve:

"Siz kulaklarınız, gözleriniz, derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye gizlenmiyordunuz." (Fussilet, 41/22) diye buyurmuştur. Burada derilerden kasıt mahrem yerleri ve uyluklardır. İşte Yüce Allah'ın mahrem yerlerine kendilerine helal olmayan şeylere karşı korumak şeklinde farz kıldıkları bunlardır. Bu da mahrem yerlerinin amelidir.

Yüce Allah ellere Allah'ın haram kıldığı şeyleri tutmamayı ve onlarla Allah'ın emrettiği sadaka, akrabalık bağını gözetmek, Allah yolunda cihad etmek, namazlar için taharet almak gibi şeyleri yapmayı emretmiştir. Bu hususta şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın..." (Maide, 5/6)

Yine şöyle buyurmaktadır:

"İnkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde artık bağı sıkıca bağlayın. Sonra ya lütfederek karşılıksız salın yahut fidye alın..." (Muhammed, 47/4)

Çünkü (savaşta kafirlerin boyunlarını) vurmak, savaş, akrabalık bağını gözetmek ve sadaka vermek elin işleri arasındadır.

Ayaklara onlarla Allah'ın haram kıldığı şeylere doğru yürümemeyi farz kılmıştır. Bu hususta da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen hiçbir zaman yeri de yaramazsın, boyca da asla dağlara erişemezsin." (İsra, 17/37)

Yüze de gece ve gündüz namaz vakitlerinde Allah'a secde etmeyi farz kılmıştır. Bu hususta şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Rükû' edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin. Hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz." (Hac, 22/77);

"Şüphesiz ki mescidler de Allah'a mahsustur. Onun için Allah ile birlikte hiçbir kimseye dua (ve ibadet) etmeyin." (Cin, 72/18)

Burada "mescidler" ile Adem oğlunun namaz esnasında üzerinde secde yaptığı alnı ve diğer azaları kastedilmektedir.

(Şafiî devamla) dedi ki: İşte Allah'ın bu organlara farzları bunlardır.

O kitabında abdeste ve namazlara "iman" adını vermiştir. Bu da yüce Allah'ın peygamberini Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldıktan sonra Ka'be'ye doğru namaz kılmasını emrettiği zaman olmuştur. O sırada müslümanlar Beytu'l-Makdis'e doğru onaltı ay namaz kılmışlardır. Ey Allah'ın Rasûlü dediler. Peki Beytu'l-Makdis'e doğru kıldığımız namazın durumu ve bizim durumumuz ne olacaktır, diye sordular. Bunun üzerine Yüce Allah:

"Allah imanınızı boşa çıkaracak değildir. Gerçekten Allah insanlara çok acıyandır, merhametlidir." (Bakara, 2/143)

Görüldüğü gibi "namaz"a iman adını vermektedir. O halde Yüce Allah'ın huzuruna namazlarına gereken dikkat ve özeni göstermiş olarak, azalarını korumuş, her bir azası ile Allah'ın verdiği emri ve ona farz kıldığı görevi tastamam yerine getirmiş olarak kavuşursa o kimse imanını tamamlamış ve cennet ehlinden birisi olarak Allah'ın huzuruna çıkar. Kim de Allah'ın verdiği emirlerden herhangi bir bölümünü kasti olarak terk etmiş ise Allah'ın huzuruna imanı eksik olarak çıkar.

Soru soran adam dedi ki: Evet imanın eksikliğini ve tamam olma halini öğrenmiş bulunuyorum. Peki onun artışının dayanağı nedir?

Şafiî dedi ki: Yüce Allah buyurdu ki:

"Bir sûre indirildiği zaman içlerinden bazıları: "Bu hanginizin imanını arttırdı" derler. İman etmiş olanlara gelince (her sûre inişi ile) daima onların imanını arttırmıştır ve onlar birbirleriyle müjdeleşirler. Kalblerinde hastalık bulunanlara gelince onların murdarlıklarına murdarlık katıp arttırdı ve onlar kâfir olarak ölüp gittiler." (Tevbe, 9/124-125);

"Gerçekten bunlar Rablerine iman eden genç yiğitlerdi. Biz de hidayetlerini arttırmıştık." (Kehf, 18/13)

Şafiî dedi ki:

Eğer bütün bu iman eksikliği ve fazlalığı söz konusu olmamak üzere tek bir mahiyet olsaydı, kimsenin bu hususta bir üstünlüğü olmaz, insanlar birbirine eşit olur, üstünlükten söz edilemezdi. Fakat imanın tamam olması sonucunda mü'minier cennete girmiş olacaktır, imandaki fazlalık sayesinde mü'minler "cennete" Allah nezdinde derecelerle birbirinden üstün olacaklardır. İmandaki eksiklik sebebiyle de kusurlu amel edenler cehenneme girecektir.

Şafiî der ki:

Şüphesiz Yüce Allah bir yarış gününde atların birbirleriyle yarıştırılması gibi kullarını birbirleriyle yarıştırır. Diğer taraftan onlar ileri geçişlerine göre farklı derecelerdedirler. Her bir kişi ileri geçişine göre bir derecede olacaktır. Allah o derecede onun hakkından bir şey eksiltmeyecektir. Başkası tarafından geçilen bir kimse asla kendisini geçenin önüne geçirilmeyeceği gibi; başkası kendisinden daha faziletli olan bir kimse kendisinden daha ileri olandan daha faziletli bir konumda tutulmayacaktır. İşte bu yolla bu ümmetin ilkleri sonrakilerden daha faziletli olmuştur. Eğer iman noktasında ileri geçen kimselerin aynı hususta geri kalanlara göre bir fazileti olmasaydı hiç şüphesiz bu ümmetin sonlarındakiler başlarındakilere kavuşur yetişirlerdi." (Menakıbu'ş-Şafiî, I, 387-393)

İmam Şafiî'nin Ashab-ı Kiram Hakkındaki Sözleri

Beyhaki, Şafiî'den şöyle dediğini nakletmektedir:

"Yüce Allah Kur'ân'da, Tevrat'ta ve İncil'de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından övgüyle söz etmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in de onların faziletlerini, kendilerinden sonra gelecekler için söz konusu olmayacak kadar ileri derecede dile getirmiştir. Allah'ın rahmeti hepsinin üzerine olsun.

Onları sıddîklarin, şehidlerin, salihlerin en üstün mevkilerine ulaşmak gibi onlara ihsan ettiği mertebe dolayısıyla onları tebrik etmiştir.

Onlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetlerini bize aktardılar.

Vahiy üzerine inmeye devam ediyorken onu gördüler.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in genel, özel, azim ve yol göstericilik itibariyle neyi murad ettiğini bildiler.

Bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün sünnetlerini onlar bildiler.

İlim içtihad, vera' ve akıl konularında hep bizden üstündürler.

Kendisiyle bir ilmin elde edildiği, bir ilmin istinbat edildiği bütün hususlarda bizden ileridirler. Onların görüşleri bize göre, bizim kendimiz için öngördüğümüz görüşlerimize oranla daha çok övülmeye değer ve bizim için daha da uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır." (Menâkıbu'ş-Şafiî, I, 442)

Beyhaki, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Ben Şafiî'yi (ashabdan) faziletli olan ile ilgili olarak şunları söylerken dinledim: Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali" (Menâkıbu'ş-Şafiî, I, 432)

Beyhaki, Muhammed b. Abdullah b. Abdu'l-Hakem'den şöyle dediğini nakletmektedir:

"Ben Şafiî'yi şöyle derken dinledim: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den sonra insanlar arasında en faziletli olanlar Ebu Bekir, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali'dir. -Allah onlardan razı olsun- (Menâkıbu'ş-Şafiî, I, 433)

(Muhammed b. Abdullah b. Abdu'l-Hakem; Mısırlı olup künyesi Ebu Abdullah'tır. Şirazî onun hakkında şunları söylemektedir:

"Şafiî ile birlikte bulundu, ondan fıkıh öğrendi. Mihne (Kur'ân'ın mahluk olduğu fitnesi) sırasında Bağdad'a İbn Ebî Duâd'a götürüldü. Ondan istenileni yerine getirmedi, o da Mısır'a geri döndürüldü... 262 h. yılında vefat etti." (Tabakâtu'l-Fukaha, s. 99) Ayrıca bk. İbn Hidayetullah, Tabakâtu'ş-Şafiîyye, s. 30; Şezerâtu'z-Zeheb, II, 154)

el-Herevî, Yusuf b. Yahya el-Buveyti'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Şafiî'ye: Rafızî bir kimse arkasında namaz kılalım mı? diye sorduk. O: Hayır, Rafızi, kaderci ve mürcie hiçbir kimsenin arkasında namaz kılma.

Ben: Bize onların niteliklerini anlat dedim.

Şöyle dedi: Kim iman sözden ibarettir derse o mürciedir.

Kim Ebu Bekir ve Ömer hak halife değildir derse o Rafızîdir,

Kim de Allah'ın meşietini kendisine ait kabul ederse o da kaderiyecidir." (Zemmu'l-Kelâm, vr. 215; Zehebî, es-Siyer, X, 31'de bunu zikretmektedir.)

İmam Şafiî'nin Kelâm İlmini ve Din Hakkında Tartışmayı Nehyetmesi

el-Herevî, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini nakletmektedir:

"Ben Şafiî'yi şöyle derken dinledim: ... Bir adam ilim kitablarını bir başkasına vasiyet edecek olursa kitabları arasında kelâma dair kitablar da bulunuyorsa bu kitablar vasiyetin kapsamına girmez. Çünkü kelâm ilimden sayılmaz." (Zemmu'l-Kelâm, vr. 213; Zehebi, es-Siyer, X, 30)

Herevî, el-Hasen ez-Zaferani'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Şafiî'yi şöyle derken dinledim: "Ben kelâma dair bir kişiyle bir defa tartıştım mı mutlaka bundan dolayı Allah'tan da mağfiret dilemişimdir." (Zemmu'l Kelâm, vr. 213; Zehebi, Siyer, X, 30)

Yine el-Herevî, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Şafiî dedi ki: Ben herbir muhalif kimseye dair büyükçe bir kitap hazırlamak istesem bunu yapabilirim; fakat kelâm ile benim işim yok. Kelâmdan herhangi bir şeyin de bana nis-bet edilmesini de arzu etmiyorum." (Zemmu'l Kelâm, vr. 215)

İbn Batta, Ebu Sevr'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Şafiî bana dedi ki: Kelâmdan herhangi bir şeye bürünüp de iflah olmuş kimse görmedim." (el-İbanetu'l-Kübra, s. 535-536)

el-Herevî, Yunus el-Mısrî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Şafiî dedi ki: Yüce Allah'ın, Allah'a şirk koşmanın dışında yasaklamış olduğu her bir şeye bir kimseyi mübtela kılması onu kelâma mübtela kılmasından daha hayırlıdır." (İbn Ebi Hatim, Menâkibu'ş-Şafiî, s. 182)

İşte İmam Şafiî'nin -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dinin esasları ile ilgili meselelere dair görüşleri ve kelâm ilmine karşı tutumu budur.
0 yorum:

Yorum Gönder

Guraba Kitaplık..

Guraba Kitaplık..
tavsiye kitap..

Guraba Arşiv..

Guraba Yazılar..


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)