GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Gayemiz İnsanları Değil Allah'ı Razı Etmektir..

Etiketler: ,
GAYEMİZ İNSANLARI DEĞİL ALLAH’I RAZI ETMEKTİR
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
Değerli kardeşlerim ! bu sohbetimizde izahını yapmaya çalışacağımız konu, Emri bil mağruf ve Nehyi anil münker müessesesi ile alakalı bir iki hususun şer'i çizgide anlaşılması üzerinde olacaktır.

Bunlardan birincisi ve en önemlisi : Kulun gayesi insanları değil, Allah'ı razı etmek olmalıdır. "

İkincisi ise : Taviz ile, yumuşaklılığın birbirinden ayırt edilmesi hususudur".
Üzerinde duracağımız bu iki nokta gerçekten hassas noktalar olması hasebiyle siz değerli kardeşlerimden sohbet esnasında - mevzunun güzel anlaşılması için - zihinlerini canlı ve zinde tutmalarını istirham ediyorum.
Zira yapılan sohbetlerin düzgün anlaşılamaması veya yanlış anlaşıl-ması ve yanlış kavranılması, o sohbetin başka birilerine aktarılmasında da aynı problemi doğuracaktır.
Sohbetime başlamadan önce, Rabbimden özellikle kendim için konuyu güzel ifade edebilme kudret ve kuvveti, sizler için de güzel bir anlayış, hüsnü zan ve hüsnü fehm talebediyorum..
GAYE İNSANLARI DEĞİL ALLAH’I RAZI ETMEKTİR
Değerli kardeşlerim ! ilk olarak üzerinde durmaya çalışacağımız nokta, “ Kulun gayesinin insanları değil Allah’ı razı etmek olmalıdır “ noktasıdır.
Bilindiği gibi Emri bil mağruf ve nehyi anil münker müessesesi, İslam’ın en önemli müesseselerinden birisidir. Biz bu güzel vasıta ile yaratılışımızın gayesini, O,na nasıl ibadet edeceğimizi ve İslamın ahlaki değerlerini öğrendik…. Dolayısıyla aynı şekilde birçok insan da, bu müessesenin kullanılmasıyla yaratılışlarının gayesini, Allah’a nasıl ibadet edeceklerini ve islamın ahlaki değerlerini öğreneceklerdir.
Öyleyse dinini dert edinen bir müslümanın, islamın bu önemli mües-sesesini kullanarak bu alandaki sorumluluğunu yerine getirmesi gerekir…

Çünkü İslam, her mükellefi malumatı nisbetinde bu müesseseden hesaba çekecektir.Yani, bilen bildiği ölçüde mağrufu emretme ve mün-kerden de nehyetme mecburiyetindedir.

Ve bu görevi yerine getirirken de, razı etmeye gayret göstereceği merci, Allah c.c olmalıdır, insanlar değil….. Yani, hakkı anlatmada, aktarmada ve onu bir başkasına ulaştırmada, her zaman halkın değil, hakkın rızasını ön planda tutmalıdır.

Şuurlu ve basiretli bir Müslüman, insanlar hor görecekler diye, çevre-sindekiler kınayıp kızacaklar diye veya sevdikleri onu dışlayacaklar ve kendilerinden soyutlayacaklar diye, hiç bir zaman ne görmüş olduğu bir münkerin nehyedilmesinden ve ne de anlatılması gereken bir mağrufun tebliğinden asla geri durmaması gerekir….

KINAMA VE TEHDİTLERE ALDIRMAMALARI

Cahaletin katmerleştiği şu ortamda eğer bir Müslüman bu görevi o cılız omuzlarında hissediyorsa ki, öyle olmalıdır….. Öyleyse bu alanda elbette ki cahillerin kınamalarına ve tehditlerine hedef olacaktır.

Ama her şeye rağmen basiretli bir Müslüman, kınayıcıların kınamalarına, korkutucuların tehditlerine aldırış etmeden hakkı anlatıp yoluna devam eden bir kimse olmalıdır…. Çünkü ona Rabbisi kerim Kitabında ve peygamberi s.a.v de Sünnet’i seniyesinde şu mesajları vermektedir :


.... وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

{ …….. – Onlar – Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş ve alim olandır. }
MAİDE : 54.AY.

{ … Ebu Said el-Hudri r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Dikkat edin ! sakın insanların korkusu, sizden birinizin gördüğü veya şahid olduğu hakkı anlatmasına mani olmasın. Çünkü hakkı söylemek veya önemli bir şeyi hatırlatmak ne kişinin rızkına mani olur ve ne de ecelini yaklaştırır.}
AHMED : 3 / 19. 10759.N
İBNİ KESİR : 5.C.2386.S

{ ….. Ebu Zerr r.a dan. O şöyle dedi : Benim dostum Allah resulü s.a.v bana yedi şeyi emretti : - Bunlardan ikisi şudur - “ ………………. Acı da olsa hakkı söylememi ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmememi ……..” }
İBNİ KESİR : 5.C.2386.S
{ ….. Ebu Said el-Hudri r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Allah için sizden biriniz bir şeyi görüp de kendi nefsini hakir ve hor kılarak söylenmesi gereken bir sözü söylememezlik etmesin. Çünkü ona kıyamet gününde şöyle ve şöyle demekten seni alıkoyan neydi ? denilir. O kimse, “ insanların korkusudur “ deyince Allah’u Teala ; Ben onlardan korkmana daha çok layık değilmiydim, der.}

İBNİ KESİR : 5.C.2386.S
İşte bu ve emsali deliller, basiretli bir müslümanın hiçbir şeyden yılmadan yoluna devam ederek kendisini razı edeceği mercinin sadece ve sadece Allah olduğunu anlatmaktadır….

Değerli kardeşlerim ! hakkın anlatılması ve çirkinliklerin ortadan kaldırılması hususundaki bu göreve, basiretli ve ferasetli bir muvahhid gözüyle bakılmalıdır.

Anlatılacak küçük bir mağruf'un ileride büyüyeceği veya mani olunması gereken küçük bir münkerin de ileride büyüyeceği göz önünde bulundurulur ise, basiretli bir Müslümanın bu gibi şeyleri ihmale almaması gerekir…

Ve yine basiretli bir müslüman, tıpkı bir bahçivan gözüyle bu olaya bakarak, anlatacağı bir mağrufun o an küçük bir tohum, ardından filiz-lenerek büyüyebilecek bir fidan ve onun ardından da nevşu nema bularak binlerce meyvesiyle insanlara menfaatinin olacağı kocaman bir ağaç durumuna geleceğini asla unutmaması lazım……

Diğer taraftan mani olmadığı bir münker o an küçük bir tohum olabilir. Fakat onun ileride filizlenerek büyüyüp fidan olacağını, daha sonra da binlerce zehirli meyvesi ile etrafına zarar saçan kocaman bir zakkum ağacı olacağını da unutmaz, bu bahçıvan.

Yani, ma’rufta olsun münkerde olsun hiçbir şeye küçüktür nazariyesi ile bakmaz basiretli bir Müslüman.

Unutmayalım ki, zamanımızda ki şu korkunç ve çirkin manzaranın arzı endam edişi birden vuku bulmamıştır…. Nasıl ki İslam bütün berraklığı ile küçük denmeden büyük denmeden anlatıla anlatıla nevşu nema buldu ve yaşandı ise, aynen de bu çirkin manzaranın yatırımı yavaş yavaş yapılmıştır….

İblis denen o mel’un ve onun avaneleri küçük demediler büyük demediler, az demediler çok demediler ve o zehirli tohumlarını ekmekten geri durmadılar…… Çünkü onlar çok iyi biliyordular ki attıkları o zehirli tohumlar çok geçmeden ilerde filizlenip kocaman zakkum ağaçları olacaktır…
Öyleyse ey ben de Müslümanım diyenler ! …. Ey ben de iman ettim diyenler ! …. ve özellikle de ben de muvahhidim diyenler ! …

Unutmayınız ki bu ileriyi düşünme ve ileri görüşlülük, iblis ve avanelerinden çok, sizlerin …. iman edenlerin …. muvahhidlerin düşüneceği bir şey olmalıdır. O ve avaneleri, attıkları her tohumun ileride büyüyüp karşılığını kat kat vereceğini hesap edip yatırımlarını yaparken, sen nasıl olurda şu çirkin ortamda yan gelip yatarsın … Sen nasıl olurda caddeleri ve sokaklarıyla cinsel manzaraların arzı endam ettiği şu günde bananeci bir tavırla hareket edersin….. Sen nasıl olurda bildiğin halde münkerlere set çekip ileriye yönelik bir yatırım yapmazsın ..... Sen nasıl olurda anlatacağın bir mağrufu, insanların kırılıp senden yüz çevireceklerini düşünerek terk edersin ki ? ... Ve yine sen nasıl olurda görmüş olduğun bir münkere, insanlar bana kızar, beni dışlar, bana söver veya beni döver diye kaygılanıp mani olmazsın ki ?.....

Senin için takdir olmayan bir şeyin başına geleceğinden mi korkuyorsun … ? …. Veya Allah’ın sana takdir ettiği bir şeyin gelmemesi için mi çırpınıyorsun ? …. Yoksa ecelenin yaklaşacağından ve rızkının darala-cağından mı korkuyorsun ? …

Eğer böyle bir korkun var sa, sen daveti ve tebliği bırakta kendinde var olan bu itkadi problemini halletmeye çalış…. Bak seni yaratan Rabbin ve O’nun biricik resulü ne buyuruyorlar :

“ Gerek yerde ve gerek kendi nefislerinizde başınıza gelen hiçbir musibet ve bela yoktur ki, biz onu yaratmazdan önce, o, bir kitapta yazılmamış olsun. Bu, şüphesiz Allah’a çok kolaydır.”
HADİD : 22

“… Câbir bin Abdullah R.A’dan : Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Bir kul, hayrı ve şerri ile Kadere iman etmedikçe ; kendisine isabet etmesi gereken bir şeyin ondan şaşmasına ve kendisine isabet etmeyecek bir şeyin de ona isabet etmesine imkan olmadığına inanmadıkça iman etmiş olmaz.”
TİRMİZİ. 4.2231.N

“… İbni Abbas r.a’dan ; dedi ki : Bir gün Resulullah s.a.v’in arkasında idim. Bana :

- Ey Delikanlı ! bak sana birkaç kelime öğreteceğim iyi dinle ; Bilmiş ol ki bütün ümmet herhangi bir hususta sana fayda vermek için bir araya gelmiş olsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği hususta sana yararlı olabilirler. Aynı zaman da sana herhangi bir hususta zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar, yine ancak Allah’ın senin aleyhinde takdir ettiği bir hususta sana zarar verebilirler. Artık kalemler kalkmış, sayfalar kurumuştur.”
TİRMİZİ : 4.2635.N

“ ... Sizden biriniz hakkı gördüğü ve şahit olduğunda ; insanların korkusu ,onun hakkı söylemesine asla engel olmasın. Çünkü onun hakkı söylemesi veya hatırlatması ne ecelini yaklaştırır ve ne de rızkını uzaklaştırır…… “
TERĞİB VE TERHİB : 4.C.516.S

Evet ey inanan ! gördüğün gibi bu korkuların işe yaramaz. Yani korku-nun ecele faydası yoktur. Eğer sana bir şey takdir edilmişse o, şaşmadan ve sapmadan gelip seni bulacaktır… Ve yine sana bir şey takdir edilmemiş ise o da gelip seni bulmayacaktır….. Öyleyse korkma görevini yerine getir ve yoluna devam et….

Unutmaki şu hale gelişimizde ve bu münkerlerin yaygınlaşıp yerleş-mesinde geçmişteki bananeci ve sorumsuzca hareket eden fertlerin bir suçu ve bir vebali vardır…… Bunlar, onların çirkin mirasıdır.

Öyleyse yine unutmaki ; mani olmadığımız şu çirkin münkerlerin şu an sorumlusu olduğumuz gibi, ileride büyüyüp yaygınlaşacak olanların da sorumlusuyuzdur… Neden ?

Çünkü görülen bir münkerin ortadan kaldırılması için bir mücadele verilmez ise, ona mani olunmaya çalışılmaz ise, zamanımızda yaşandığı gibi, ileride de bunlar yaşanacaktır… Ve bunların sebebi de biz olacağızdır.

Evet ey Müslüman ! Unutma ki , Allah'tan başkalarının rızası gözetilerek yapılan bütün işler hebaen mensura olacağı gibi, karşılığında da büyük bir azap vardır…… Ve yine unutmaki ; anlatılması gereken bir mağrufun terkinde olsun, veya nehyedilmesi gereken bir münkerin terkinde olsun, eğer yine bir başkasının rızası veya kızgınlığı gözetilir ise, o insanın havale edileceği merci, rızasını veya gadabını düşündüğü o şeye olacaktır.

Bakınız Allah Rasulü s.a.v ne buyuruyor:
” Her kim insanların gücenmelerine - yani kızmalarına - mukabil Allah'ı razı etmeye çalışır ise Allah'ta onu insanların zahmetinden kurtarır. Ama her kim de Allah'ın kızmasına mukabil insanların rızasını ararsa, Allah'ta onu o insanlara havale eder. – yani git bu gün onlar sana yardımcı olsunlar. "
TİRMİZİ :4.C.2527.N


Evet değerli kardeşlerim ! İşte bu yüzdendir ki ; şuurlu ve basiretli bir müslüman halkı değil hakkı memnun etmeye gayret göstermelidir.

Batılın karşında susmayacağı gibi, hakka yardımdan da geri durma-ması gerekir.

Şuurlu ve basiretli bir Müslüman, kendisi münkerlerden uzak duran biri olacağı gibi, toplumunda da münkerlerin yayılmasına asla razı olmayan biri olmalıdır…. O her zaman münkerleri değiştirmeye gayret gösteren biri olacağı gibi, ma’rufu anlatmaktan da geri durmayan biri olmalıdır.

Ve yine basiretli ve şuurlu bir Müslüman şunu çok iyi bilir ki ; görülen bir münker karşınsında bananecilik, dinin sevmediği ve Allah'u Azze ve Celle'nin gazabını ve azabını celbeden bir tavırdır.

Meseleyi anlayan şuurlu ve basiretli bir Müslüman, Allah resulü s.a.v’in tüyler ürpertici şu hadisi şeriflerini asla aklından çıkarmaz ;

” … Ebu Bekr r.a'dan. Bir hutbesinde Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurur : Ey insanlar ! Siz şu Ayeti okuyorsunuz ve emr'i bil ma'ruf ve nehy'i anil münker görevini terk ediyorsunuz.

" Ey iman edenler ! Siz kendinize düşüne bakınız. Hidayet yolunda olduğunuz müddetçe sapıtan kimse size zarar veremez....”

Halbuki biz Resullullah s.a.v'den şunu işittik : Şüphesiz insanlar kötü bir şeyi görüpte menetmedikleri zaman, Allah'ın onlara umumi bir ceza vermesi çabuklaşır.”
İBNİ MACE : 10.C.4005.N
”… Cerir b. Abdillah el-Beceli r.a'dan ; Resullullah s.a.v şöyle buyurdu : " Hiçbir kavim yoktur ki içlerinde günah işlenir, onlar günah işleyenlerden daha güçlü, caydırıcı üstünlüğe sahip olduğu halde engellemezler de Allah onların tümünü birden cezalandırmaz..."

İBNİ MACE :10.C.4009.N

“ … Abdullah İbnu Mes’ud’dan ; Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : İsrail oğullarında ilk ahdi bozma şöyle oldu ; bir kimse başka bir kimseye günah işlerken rast gelirdi de. Ona : “ Ey vatandaş ! Allah’tan kork, işlediğin günahı bırak, bu sana helal değildir ” derdi. Sonra ertesi gün yine aynı şahsa rast gelir fakat bu gün ona - nasıl olsa bir sefer tebliğ ettim,düşüncesiyle - bir daha anlatmazdı. Çünkü beraber yiyor, beraber içiyor ve beraber oturuyordu. Bu kötülüğü işleyince Allah’u Taala bunların kalplerini birbirlerine karıştırdı. Ve şöyle buyurdu : “ İsrail oğullarından kafir olanlar Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendiler. Bu, günah işlemeleri ve aşırı gitmelerin-dendir. Onlar yaptıkları münkerlerden bir birlerini alıkoymazlardı. Yapmakta oldukları şey cidden ne kötü idi...” - MAİDE : 78.81 - kısmına kadar okudu ve sonra şöyle buyurdu : “ Allah’a yemin ederim ki, Ya mağrufu emreder, münkerden de nehyedersiniz, veya zalimin elinden tutar onu hakka sevk edersiniz. Onu sadece hakkı uygulamaya zorlarsınız... – Ya da geçmiş ümmetlere isabet ettiği gibi, size de bela ve musibetler isabet eder- ”
EBU DAVUD : 5.C.4336.N

Eğer zikredilen bu deliller Aklı selim bir müslüman tarafından düşünülürse, kendisine verilen mesaj gayet açık ve net bir şekilde anlaşılmış olacaktır… O da şudur ;

“ Şuurlu ve basiretli bir Müslüman, münkerlerin işlenmesi halinde asla rahat edemez ve o çirkin işler karşısında asla suskun kalamaz… Böyle bir kimse, o münkerleri engellemenin yollarını arar… “


Değerli kardeşlerim ! zikredilen son hadisi şerife eğer bir Müslüman dikkat ederse, burada kendisinden ibret alacağı güzel şeyler anlatılmaktadır…. Şöyle ki, İsrail oğulları küfürde birden vuku bulma-mışlar ve o hale yavaş yavaş gelmişlerdir.

Ahdi bozmalarının ilk merhalesi, görülen münkeri bir defa karşı tarafa anlatma ve daha sonrasında ise anlatmama ile başlamış. Daha sonra beraberce yiyip içme, gülüp oynama, aman ticaretimiz aksamasın, menfeatler zedelenmesin, arkadaşlık bozulmasın diye sıkı fıkı olma safhasına gelinmiş…. Derken, Allah’u Azze ve Celle de kalplerini bir-birine karıştırdı. Ve daha sonra ise, artık karşı tarafa kalbi olarak bir buğz etme dahi ortadan kalkmış oldu…. Ve neticede de Allah’u Azze ve Celle onları lanetledi ve kafir olduklarını beyan etti.

İşte davasını dert edinen bir Müslüman bu noktayı çok iyi anlamalı ve kavramalıdır.

Allah resulü s.a.v’in şu hadisi şerifleri güzelce düşününülürse, işlenen münkerlerin karşısında insanların durumlarının ne olduğu açıkça ortaya çıkacaktır ;

“.... Abdullah İbn Mes’ud r.a’dan: Resulullah s.a.v buyurdular ki ; Allah’u Teala’nın gönderdiği her nebinin kendi ümmetinden sünnetini alan ve emirlerine uyan mukakkak ki bir takım havarileri ve sahabileri vardır. Sonra onların ardından yapamayacakları şeyleri söyleyen ve emrolunmadıkları işleri yapan bir takım nesiller zuhur eder. İşte kim bunlara karşı eliyle mücahede ederse o, mü’mindir. Onlara karşı kim diliyle mücahede ederse o da mü’mindir. Onlara karşı kim kalbiyle mücahede ederse o da mü’mindir. Amma bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi yoktur.”
MÜSLİM : 1.C.50.N

“ … Ebu Said r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Eğer diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin . İşte bu, imanın en zayıf noktasıdır...”

MÜSLİM : 1.C.49.N

İşte burada imanın en zayıf noktasının ne olduğunu bir Müslümanın çok iyi anlaması gerekir… O da ; hadisi şerifte haber verildiği gib, insanın münkeri deyiştirmeğe gücü yetmediği anda karşı tarafa sadece kalbi bir buğz beslemesiyle iktifa etmesidir. Diğer hadiste ise insan, kalbi bir buğz etmeyi bile yitirmiş ise, artık o kimsede imandan eser kalmamış demektir.

Şimdi burada bir çoğunun anladığı gibi, “ yapılmadığında insanda imanı külliyen nefyeden şeyleri yapmayıp ta, terkinde insanı imandan çıkarmayan, imanın şubelerinden herhangi bir şubeyi yerine getirmek, insanda iman vardır anlamına gelmez.”

Daha açık bir ifadeyle ; imanın öyle şubeleri vardır ki insan onları terk etmesiyle imandan çıkar. Ama öyle şubeleri de vardır ki, insan onu terk ettiği zaman hala iman dairesinde olup, sadece imanını noksanlaştırmış olur.Yani iman o kimseden külliyen soyutlanmaz.

Dolayısıyla, insanı imandan çıkarmayacak bir iman şubesinin terkiyle insan kafir olmayacağı gibi, o terk edilen şubeyi sadece yerine getirmesi de insanı iman ehli yapmaz.

Hulasa bu bölümdeki söylenmesi gereken sözün özü : “ Şuurlu ve basiretli bir müslüman amellerinin tümünde sadece ve sadece Allah’ın rızasını gözetir. Attığı her adımın, yaptığı her işin insanların değil, Allah’ın rızasına uygun olup olmadığına bakar…. Bununla beraber etrafındaki görmüş olduğu münkerlerin karşısında suskun kalmaz ve onların izalesi için çırpınır..

TAVİZ VE YUMUŞAKLIK

Değerli kardeşlerim ! İzahını yapmaya çalışacağımız mevzumuzun ikinci bölümü ise : Tavizle yumuşaklığın bir birlerinden ayrı ayrı şeyler olduğu ve bunların bir birinden tefrik edilmesi noktasıdır.

Konunun bu bölümü de çok iyi anlaşılması gereken bir noktadır. Çünkü inananların bir çoğu,henüz anlayıp kavrayamadığı bu nokta sebebi ile, davetlerinde dengesiz hareket ettikleri gibi, birbirlerini tasvipte ve tenkitte de dengesiz hareket etmektedirler…

Anlaşılması ümidiyle diyoruz ki ; Ey inananlar ! unutmayınız ki ; taviz ve yumuşaklık bir birinden çok farklı şeylerdir.

İslam,din’den taviz verilmesini istemez ve sevmez. Bunun yanında , İslamın başkalarına ulaştırılması esnasında da - yani tebliğde de - kabalık ve sertliği istemez ve sevmez.

Çünkü İslam yumuşaklık, kolaylık ve yerine göre hoş görü dinidir. Dolayısiyle,davetçilere bu konuda orta yolu tutmalarını emretmiştir.

Çünkü insanlar fıtratları gereği kabalıktan ve sertlikten nefret ederler. Yumuşaklık ve hoşgörüğe de sempati duyarlar. Bu yüzden Cenabı Hak peygamberine şöyle buyurmaktadır :

ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ……

“ Sen hikmet’le güzel öğütle rabbinin yoluna davet et. Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et ……..”
NAHL :125.AY.

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظّاً غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ

“ Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılır giderlerdi….”
ÂLİ İMRAN : 159.AY.

İşte bu, insanları davasına davet eden her ferdin sabit bir düsturu olmalıdır. Davet edilen azgın, cahil, inatçı, kaba, zorba ve zalim biri de olmuş olsa, bu düstur her zaman ve her yerde geçerli ve sevilen bir kuraldır. Allah’u Azze ve Celle, Firavun gibi bir mel’una dahi davetçi gönderir-ken bu ölçüde muamele edilmesini emretmiştir…. Rabbimiz şöyle buyur-maktadır :

“ Firavun’a gidin. Şüphesiz ki o azmıştır.Ona yumuşak söz söyleyin belki öğüt dinler veya korkar...”
TAHA : 43.44.AY.

Her hususta yumuşaklıkla muamelenin hayrın tamamı olduğu ve yumuşak olmanın da hayırlarla dolu olduğunu dolayısiyla ondan mahrum olanın ise hayırların tümünden mahrum olacağını şu hadisi şerifler bize açıkça haber vermektedir :

“… Resulullah s.a.v şöyle buyurmaktadır : Yumuşaklıktan mahrum olan, hayrın tamamındanda mahrum olur.”
MÜSLİM : 8.C.2592.N

“… Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Yumuşaklık herhangi bir şeyde bulunursa onu muhakkak ki ziynetlendirip güzelleştirir. Ama neyden de sökülüp alınırsa, onu muhakkak ki çirkinleştirip kötüleştirir.”

MÜSLİM : 8.2594.N

“ … Allah resûlü s.a.v yine şöyle buyururlar : Muhakkak ki Allah, her hususta rıfk ve yumuşaklık ile muamele etmeyi sever…… “

BUHARİ : 13.6014.S - MÜSLİM.8.C.2593.N

Evet değerli kardeşlerim, gerçekten de davetçilerin en önemli sıfat-larından birisi olan bu haslet, davetçinin anlattığı ile insanların kalplerine - Allah’ın izni ile - tesir edebilme ve onlara imanı sevdirip dine yönel-melerini başarabilme konusunda oldukça önemli bir sıfattır.... Öyleyse basiretli bir Müslümanın bu konuda çok dikkatli olması gerekir..

Değerli kardeşlerim ! Taviz meselesine gelince, bu da bilindiği gibi mükellefin dini ile alakalı meselelerde çeşitli bahanelerle fire vermesi yan çizmesi veya hafif davranması manasınadır.

Artık bu bahane, ya insanların kendisini kınayacağı korkusundan dolayı olur… Ya, … sen yeni bir din mi ihdas ettin… denilip, … kendi- siyle alay edileceğinden korktuğu için olur… Ya da, .... kendisinin o an ki vermiş olduğu o tavize, islami bir maslahat kılıfı geçirerek onu meşru göstermesinden dolayı olur. Artık bunun başka şekli şemali ve isimleri de olabilir

Ama unutulmamalıdır ki – Biraz önce de zikrettiğimiz gibi - islam, kendisinden taviz verilmesini asla istemez ve de sevmez. O, her zaman kendi yolunda mertçe, yiğitçe ve adaletli bir şekilde sağa sola yalpa yapmadan hedefe yürünmesini ister, sever ve bunu emreder.

Müslüman, insanlar hoşnut olsunlar diye, onların keyiflerine göre buke-lamun gibi renk değiştirmez... Rengini değiştirmesi gereken insanlar olmalıdır.... Ki bu da, İslam’ın rengi olmalıdır..... İşte anlatmaya çalıştığımız bu iki noktanın - yani, tavizle yumuşaklığın - birbirinden ayırt edilmesi gerekir.
Eğer bunları bir birinden ayırdetmeyip ve herbirini de yerli yerince kullanmazsanız bir çok çarpıklığın sebebi olacaktır.

Aynen, sohbetlerimizde ve nasihatlerimizde karşılaşıldığı gibi. Yani ; tebliğ eden kimsenin, tebliği esnasında taviz vermeden hakkı söylemesi ve doğruları olduğu gibi anlatması, bir çok cahil tarafından sertlik veya kabalık olarak anlaşılması gibi...

Ama unutmayalım ki taviz ve yumuşaklılığı bir birine karıştıranlar tarafından elde edilen bu anlayış, Kitap ve Sünnet’in hilafına bir anlayıştır..... Böyle bir anlayışı İslam kabul etmez . Yani, İslam insanların hoşnutluğunu aramak için din’den taviz vermez. Hak ne ise onun en güzel şekliyle anlatılmasını ister...

Anlatılan mes’eleye, karşı tarafın yabancı olması veya senelerdir o mes’eleyi duymaması veyahut da karşı tarafın seninle taban tabana zıt bir inanca sahip olması, seni anlatacağın haktan geri bırakmamalıdır. Yani, aman efendim, Adam senelerdir yanlış bir inanç ve amel peşinde, şimdi ben bunu kendisine anlatırsam kızar, köpürür. Dolayısıyla, ben şimdilik bunu anlatmayayım da ileride bir gün belki bir fırsatını bulup anlatırım inşallah, demesi bir tavizdir. Ve İslam böyle bir üslup emretmemiştir.

İslam, görülen bir münkerin anında münker oluşunun haber verilmesini ve onun usulüne uygun bir şekilde elle, dille, kalple ortadan kaldırıl-masını emretmiştir.

“.... Ebu Said r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. İşte bu imanın en zayıf noktasıdır “
MÜSLİM : 1.C.49.N

Allah resulü s.a.v’in gerek bu hadisinde ve gerekse İslam’ın başlan-gıcından resulullah s.a.v in vefatına kadar olan davet üslubunda görülüyor ki, O, yani s.a.v, irili ufaklı hiçbir münkerin gözünün yaşına bakmamış, onlara mani olmaya çalışmıştır..... Bu konuda yakın ve uzak hiç kimsenin gönlünü kırmaktan da çekinmemiştir....

Öyle ki bu kendisiyle alakalı bile olsa, hakkı hakikatı söylemekten geri durmamıştır...... Aynen şu hadislerinde buyurduğu gibi :

“… Sakın Hıristiyanlar’ın İsa’yı layık olmadığı bir mevkiye çıkardıkları gibi, siz de beni layık olmadığım bir mevkiye çıkarmayın. Sizler benim için sadece ; Allah’ın kulu ve Resulüdür ” deyin.
AHMED : 1.23.24
Yine bir hadislerinde, kendisine babasının durumunu soran insana açık ve net bir şekilde : Baban ateştedir, buyurması ve kendi babasının da ateşte olduğunu söylemesi … “ buna bir örnektir.
MÜSLİM : 1.C.203.N

Zannedersem bizim bu konuda unuttuğumuz veya anlayamadığımız bir nokta var. O da :

Biz istiyoruz ki, kendilerine dini anlattığımız insanlar, anlattığımız şeyleri anında kabul edip ve bir de bize teşekkür etsinler.

Veya boynumuza sarılarak : Ya siz şimdiye kadar nerdeydiniz ey güzel insanlar ? desinler.

Acaba hiç düşündünüz mü ? ... bizim bu isteğimiz ne derece doğru bir istektir ?
Ve yine hiç düşündünüz mü ? acaba bizim istediğimiz gibi, kendilerine dinleri anlatılan hangi insanlar hemen teslimiyet göstermişlerdir ki ?

Bırakın normal davetçileri, Allah’ın resulleri dahi, insanlara dini tebliğ ederken, onların yanlışlıklarını zikredip, “ Bu inanç batıldır…Bu amel yanlıştır ….bunun şu şu şekilde olması gerekir ” dediklerinde, ne bizim zannettiğimiz şekilde karşılık görmüşlerdir ve ne de bizim istedi-ğimiz doğrultuda cevaplar almışlardır.

En güzel davet üslubu ile donatılmış o insanlar dahi hakkı anlattıklarında karşısındaki insanlar demedilermi ki : “…. Sen yeni bir din mi ihdas ettin …. Senin bu anlattıklarını ne atalarımızdan nede bilgin-lerimizden kesinlikle duymadık…. Bunları demediler mi ?

Ve amcası Ebu Talib’e ; “ Muhammed ilahlarımıza küfrediyor - yani onları yalanlıyor- onu çağır da kafasına biraz akıl koysana...” demediler mi ? ...Daha korkuncu ise :

“...... Taif’te kendisini taşlamadılar mı ? ... Ka’be de namaz kılarken boynuna deve dölü dolamadılar mı ?... Hatta kendisini delilikle suçlamadılar mı ? …….”

Acaba bunlar Muhammed s.a.v’in tipini mi beğenmiyorlardı da bu şekilde hakaret ve işkenceler ediyorlardı kendisine, hiç düşündünüz mü ? ..... Yoksa onlara mertçe, yiğitçe, açık açık hakkı ve gerçekleri anlattığından dolayı mı hakaret ve işkencelere maruz kalıyordu…

Kendisinin bir hadisi şeriflerinde buyurduğu gibi : “Allah yolunda bana sıkıntı verildiği kadar hiç kimseye verilmemiştir. “
C. SAĞİR : 3.C.3378.N
Öyleyse ey Müslüman ! Şunu kafana iyice yerleştir ki, Allah resulü s.a.v’e bütün bunların reva görülme sebebi, hakkın ve doğruların olduğu gibi söylemesinden dolayı yapılmıştır.

Hatta yine unutma ki ; onun vefatından sonra sahabelerde aynı sıkıntılarla karşılaşmış ve bir çok çileler çekmişlerdir....

Ve hele şunu asla unutma ki ; onlar bununla cenneti kazanmışlardır… Çünkü bunsuz davet ve davetçi düşünülemez..

Öyleyse sözü daha fazla uzatmaya gerek yoktur. Eğer sen de cennet ve cemalullah istiyorsan ; onların adımladığı bu yolu adımla ve onların davalarına karşı gösterdikleri samimiyeti sen de göster…. Ve onların sabrettikleri gibi sen de sabret…

Sana son nasihatım, Rabbimizin kerim kitabındaki şu mesajıdır :

أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُم مَّثَلُ الَّذِينَ خَلَوْاْ مِن قَبْلِكُم مَّسَّتْهُمُ الْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء وَزُلْزِلُواْ حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللّهِ أَلا إِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَرِيبٌ


{ Yoksa siz, sizden öncekilerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız ? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki ………….. }
BAKARA : 214.AY

Allah’u Taala’dan dileğim ; beni ve sizleri her zaman doğruları eğip bükmeden anlatan ve bu yolda sabreden kullarından eylesin….

Amin …


TACUDDDİN EL- BAYBURDİ
0 yorum:

Yorum Gönder

Guraba Kitaplık..

Guraba Kitaplık..
tavsiye kitap..

Guraba Arşiv..


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)