GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Tekfirin Şartları ve İlkeleri..

Etiketler: ,
Tekfir’in

(Bir Kimseye Kâfir Hükmü Vermenin)

Şartları ve İlkeleri

Tekfir’in Tehlikesi

Gerçek şu ki, Kitâb ve Sünnet’ten bir delil olmaksızın müslüman bir kimseyi tekfir etmek, Kitâb ve Sünnet’te son derece tehlikeli, nehyedilmiş bir iştir. Çünkü küfür hükmünü vermek, Allah ve Rasûlü için hüküm vermek demektir. Dolayısı ile Allah’ın ve Rasûlünün kâfir olduk-larına hükmettiği kimseler dışında hiç kimse tekfir edilemez. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Size selâm veren kimseye –dünya hayatının menfaatini arayarak– ‘sen mümin değilsin’ demeyin.” (Nisâ, 4/94)

Yine şöyle buyurmaktadır:

“Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalbin her biri ondan sorumludur.” (İsrâ, 17/36)

O halde müslümanın görevi, Allah’ın yoluna basiret üzere davet etmektir. Hiçbir kimse insanların içlerinde gizledikleri hakkında hüküm vermekle emrolunmuş değildir.

Buna göre her kim iki şehâdeti telaffuz eder ve gereklerince amel ederse, Kitap ve sünnetten bir delile ve ümmetin selefinin üzerinde görüş birliği halinde bulundukları icmâya göre, kendisini İslâm dairesinden çıkartacak bir amelde bulunmadıkça yahut böyle bir söz söylemedikçe; zahiren onun müslüman olduğuna hüküm verilir. Onun içinde gizledikleri bizi ilgilendirmez.

İşte apaçık bir delil bulunmaksızın müslümanların tekfir edilmesini yasaklayan bazı deliller:

1- İbn Ömer (74/693) radiyallâhu anhumâ’dan dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir adam kardeşine: Ey kâfir diyecek olursa, mutlaka o söz ikisinden birisini bulur. Eğer onun dediği gibi ise mesele yok, değilse o söz onu söyleyene geri döner.”[1]

2- Ebû Zerr el-Gıfârî (32/652) radiyallâhu anh’den rivâyete göre o Rasûlullahsallallâhu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işitmiştir: “Bir kimse bir diğerine: Kâfir diye seslenir yahutta ona: Ey Allah’ın düşmanı, diyecek olursa o da böyle değilse, o söz mutlaka onu söyleyene geri döner.”[2]

Bu âyet ve hadislerde müslüman kardeşi hakkında herhangi bir delil bulunmaksızın küfür nitelemesinde bulunan kimseler için ağır bir tehdit ve Allah hakkında bilgisizce söz söylemekten şiddetli bir sakındırma vardır.

Tekfirden Sakındırma Konusu Selefin Sözlerinde de İşlenmiş Bir Konudur

İmâm Ahmed (241/855) şöyle demiştir: “Şüphesiz bir şeyi vâcib (farz) ve haram kılmak, sevap, ceza, kâfir, fâsıklık hükmünü vermek, Allah’a ve Rasûlüne ait bir iştir. Hiçbir kimsenin bu hususta hüküm verme yetkisi yoktur. İnsanlara düşen ise Allah’ın ve Rasûlünün vacip kıldığını vacip görmek, Allah’ın ve Rasûlü’nün haram kıldığını haram kılmak, Allah’ın ve Rasûlünün haber verdiğini tasdik etmektir.”[3]

Bu konudaki âyet ve hadisler ile selefin bu husustaki sözlerinden açıkça şunu anlıyoruz: Tekfir, Allah’ın Kitâbına ve Rasûlünün sünnetine başvurulması gereken şer‘î hükümler arasındadır. Bu başvuru da, Selef-i Sâlih’in yöntemine uygun olmalıdır. Bu hususta herhangi bir kimsenin ictihâd ile yahut zann-ı galip ile ya da mücerred aklın hükmüne dayanarak hüküm verme yetkisi yoktur.[4] Şüphesiz bu hususta anlayışlar şaşırmış ve ayaklar kaymış durumdadır.

Özetle söyleyecek olursak; müslümana düşen görev, bu mesele hakkında bilgi ve Allah’tan gelmiş bir delil olmaksızın konuşmamaktır. Çünkü bir kimseyi İslâmdan çıkarmak yahut onu İslâma sokmak dinin en büyük işlerinden birisidir. Allah da, Rasûlü de, bu meseleyi de diğerleri gibi gerektiği gibi açıklayarak bizi külfetten kurtarmışlardır. Hatta onların genel olarak verdikleri hükümler, dinin en açık hükümleridir. O halde bize düşen, bunlara uymak ve bid’atler uydurmayı terk etmektir.



Tekfir’in İlkeleri

Herhangi bir delil ve apaçık bir belge bulunmaksızın müslümanı tekfir etmenin haram olduğunu belirten delilleri açıkladıktan sonra, şunu da bilmemiz gerekir ki, herhangi bir kimsenin kâfir olduğuna dair hüküm vermek için kaçınılmaz bir takım ilkeler de vardır.

Bu husustaki çok önemli iki kuralın iyice anlaşılmasının kaçınılmazlığı bunlar arasındadır:

Birinci kural: Bir söz ya da bir fiil küfür olabilir fakat o sözü söyleyen yahut o fiili işleyen bir kimse, ortada tekfire mani bir engelin bulunması ve tekfir için gereken şartlardan bir şartın yerine gelmiş olmaması dolayısıyla tekfir edilmeyebilir.

Bundan dolayı müslüman bir kimse hakkında sadece küfrü gerektiren bir amelinin yahut bir sözünün dışarıya yansıması sebebiyle dinden çıkması anlamında küfür ile –bu hususta ona karşı delil ortaya konuluncaya ve onun bu konudaki şüphe ve tereddüdü izale edilinceye kadar– hüküm veri-lemez. Hâricîler, Râfizîler, Kaderiyye ve Cehmiyye gibi çeşitli bid’at ehli bu kurala aykırı davranmışlardır. Çünkü bunlar herhangi bir delil ortaya koymaksızın, şüphe ve tereddüdü izale etmeksizin, başkalarının kâfir olduğuna hüküm verirler. Hatta kâfir olmasını gerektiren bir sebep bulunmaksızın bile, kendilerine muhalefet eden kimselerin küfrüne hükmederler.

İkinci kural: Kendisine küfür adı verilmiş olan her bir günah, kişiyi dinden çıkartıcı değildir. Çünkü küfür biri küçük küfür, diğeri büyük küfür olmak üzere iki türlüdür. Bundan dolayı Peygambersallallâhu aleyhi ve sellem’in şu buyruğunda görüldüğü gibi bazı günahlara da küfür adı verilmiştir: “İnsanlarda iki husus vardır ki, bunlar onlarda bulunan bir küfürdür: Neseblere dil uzatmak ve ölüler için ardından ağıt yakmak.”[5]

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat de bu iki büyük günahın kişiyi İslâm’dan çıkartıcı olmadığını icmâ’ ile kabul etmişlerdir. Aksine bu gibi günahlara küfürden küçük bir küfür ya da küçük küfür adı verilir.

Bu iki kural ve daha önce kaydettiğimiz naslardan sonra bizlerin, ilim ehlinin tekfir hükmünü vermek sadedinde söz konusu ettikleri şart ve konumları bilmemiz gerekmektedir.











Tekfir Hükmünde Aranan Şartlar ve Bulunmadığının Tesbiti Gereken Engeller

Tekfir’in Şartları

Nasların tetkik edilmesi ve selefin sözlerinin incelenmesi sonucu bizler için tekfirin şartları da açıklık kazanmış olur. Bunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:

1- Tekfir’e konu olan söz ya da fiilin büyük küfür yahut büyük şirk olduğunun şer‘î delillerle sabit olması.

2- Tekfir’e konu olan söz ya da fiilin âlimlerce dinden çıkarıcı söz ya da fiil olarak değerlendirilmiş olması.

3- Tekfir’e konu olan söz ya da fiilin küfre delaletinin muhtemel anlamlar içermeyen açıklıkta ve sarih olması.

4- Bir hakkın açıklanması ve bir şüphenin ortadan kaldırılması için gerekli olan delilin ona ulaşmış olması ve bu delilin eğer ilim ve tetkik ehlinden bir kimse ise onun nezdinde sabit olması.

5- Anlayabilen, akıllı ve bâliğ bir kimse olması.

6- İslâma yeni girmiş olduğu için mâzur görülebilecek bir kimse olmaması.

7- Tekfir’e konu olan söz ya da fiilde kasıt bulunması; hata sonucu ortaya çıkmış olmaması.

8- Kişinin bunu kendi isteği ile seçmesi ve mükreh (zorlama altında bulunan) bir kimse olmaması.

9- Örneğin, ilim öğrenmek ortamından uzak ıssız bir yerde yetişmiş olduğu için cahil bulunmaması.

Tekfir Hükmünü Vermenin Engelleri

Bizler tekfirin şartlarını öğrendiğimize göre bu şartların zıttının eğer varsa tekfire engel olduğunu da bilmiş oluruz. Söz konusu engellerden bazıları şunlardır:

1- Bir kimsede küfrü gerektiren söz ya da fiilin ortaya çıkmaması.

2- Ya delilin ona ulaşmamış olması yahutta şüphenin kalbinde yer etmiş olması ya da İslâm diyarından uzaklığı sebebiyle bilgisizliğinden ötürü onun hakkında delilin ortaya konulmamış olması.

3- Küçüklük, delilik ve kendisine söyleneni anlayamayacak kadar kocamış yaşlı olması.

4- Gerekli delilleri bilmemesi. İlim ehlinden kendisine delili gösterecek kimse bulamaması yahutta ıssız bir yerde yetişen ya da küfürden henüz yeni dönmüş ve henüz şerîatin hükümlerini bilmeyen bir kimse olduğundan ötürü, küfründen dolayı mazur görülebilecek durumda olması.

5- Küfür olan bir sözü ya da bir fiili yapmaya mülci’ (çaresiz bırakıcı) anlamda ikrah altında bulunması. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Kalbi iman ile dolu olduğu halde zorlananlar müstesnâ olmak üzere” (Nahl, 16/106)

İşte bunlar ilim ehlinin zikrettikleri bazı kaideler, şartlar ve engellerdir. O halde müslümana düşen bunlara riâyet etmek ve bunların sınırında durmasını bilmektir. Çoğu kimsenin müslümanlar aleyhinde bilgisizce hüküm vermekte ellerini çabuk tutmaları sebebiyle ortaya çıkan fitne gerçekten büyüktür. Bu da ya onların bilgisizlikleri, ya ilim ehlinden uzak bulunmaları ya da kalplerinde bir takım şüphe ve yanlış görüşlerin yer etmiş olması dolayısı iledir.

Bu halden kurtulmak ise tekrar Kitâb ve Sünnet’e dönmek, Allah’ın sapasağlam ipine sımsıkı sarılmak, geçmiş Rabbânî âlimlere ve ıslâh edici hidâyet önderlerine uymaktır. Ömer b. Abdülazîz (101/719) –Allah’ın rahmeti üzerine olsun–şöyle demektedir: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ve ondan sonra gelen emir sahipleri bir takım sünnetler ortaya koymuşlardır. Bu sünnetleri izlemek Allah’ın Kitabını tasdik etmek, Allah’a itaati kemâle erdirmek, Allah’ın dininin gereklerini yerine getirmekte güç sahibi olmak demektir. Kimsenin bunları değiştirebilme yahutta buna muhalif herhangi bir şey üzerinde düşünme hakkı yoktur. Bunlarla hidâyet bulan bir kimse hidâyet bulan kişidir. Her kim bunların yardım ve desteğini alırsa şüphesiz o yardıma mazhar olan bir kimsedir. ‘Bunlara muhalefet ederek müminlerin yolundan başkasına uyan bir kimseyi de Allah yüzünü çevirdiği istikamette yürütür, onu cehenneme götürür. O da çok kötü bir dönüş yeridir.’ (Nisâ, 4/115)”[6]







Hüccet İkâmesi ve Tekfir’e Dair

Allâme Şeyh Muhammed Sâlih el-‘Useymîn rahimehullah’ın

Çarptırılan Fetvâsı



Soru: Kabirlerin önünde dua eden, ölülerden istiğâsede bulunan ve onlara kurban kesen kimselerin hükmü nedir? Buna benzer kimselerin üzerine hüccet ikâme olmuş mudur, yoksa bunlar kâfirler midir?

Cevap: Kabirlerin önünde, Allah’a dua edip kabrin sahibine yalvarmayanlar müşrik değildirler. Çünkü onlar, Allah’a dua edip yalvarmaktadırlar. Ancak onlar bid’atçidirler.

Çünkü onlar Allah’a kabirlerin yanında dua etmenin üstün bir amel olduğunu zannetmektedirler. Ancak tekfir edilmezler. Ölülerden istiğâsede bulunup ‘Ey Allah’ın velîsi! Bana yardım eyle! Bana rızık ver! Bana ihsânda bulun! diyenler ise müşriktirler. Onlar büyük şirk ile müşriktirler ve Allah Azze ve Celle’nin şu buyruğu onlara mutabıktır: “Her kim Allah’a ortak koşarsa, Allah ona cennetini haram kılar! Onun konağı cehennemdir ve zâlimlerin hiçbir yardımcısı yoktur!” (Mâide, 5/72)

Yazıklar olsun bu adamların akıllarına! Nasıl olur da ölülere, çürümüş kemiklere ve kendi kendilerini bile kurtarmaya güçleri yetmeyecek kimselere yalvarıp yakarır ve böyle birinden meded isterler? İşte bundan dolayı ölülerden yardım istemek mutlak olarak câiz değildir, hatta şirk-i ekberdir. Güç yetiremeyecekleri hususlarda dirilerden de yardım dilemek câiz değildir.

Diri ve hazır olan kimselerden güç yetirilebilecekleri hususlarda yardım dilemekte ise bir beis yoktur. Yüce Allah Mûsâ hakkında şöyle buyurmuştur: “Taraftarlarından olan adam düşmanına karşı ondan yardım diledi.” (Kasas, 28/15)

Aynı şekilde ölüleri ta’zîm ve onlara takarrub için kurban kesenler de dinden çıkarıcı büyük şirk ile müşriktirler. Çünkü Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Deki: Benim namazım ve kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur.” (En’âm, 6/162-163)

Nasıl senin hayatın ve ölümün Allah’a bağlı ise, nasıl Allah Azze ve Celle’den başka seni yaşatan ve öldüren kimse yoksa, aynı şekilde ibâdetin de Allah’a aittir. Namaz ve kurban Allah Azze ve Celle’ye aittir. Seni yaşatan ve seni öldürecek olan nasıl kabirdekiler değilse, işte öyle namazından ve kurbanından herhangi bir şeyi onlara yöneltmemen gerekir. Yani kabrin sahibi için namaz kılman veya kurban kesmen câiz değildir. Eğer böyle yaparsan kişiyi dinden çıkaran büyük şirk ile müşriksin demektir.

Ayrıca Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem kabre doğru namaz kılmayı yasaklamış ve Müslim’in Ebû Mersed el-Ğanevî’den rivâyet ettiği hadîste “Kabirlere doğru namaz kılmayın” Yani kabirleri kendinizle kıble arasına almayın “ve onların üzerine oturmayın” buyurmaktadır. Burada namaz ile murâd edilen kabir için namaz kılmak değil kabre doğru namaz kılmaktır. Bu durumda namaz kim içindir? Allah içindir! Ama kabir kendisiyle kıble arasındadır. Ancak kabir için namaz kılmaya gelince, işte bu şirktir.

Soruyu soran kişinin: “Bunlar tekfir edilirler mi? Üzerlerine hüccet ikâme olmuş mudur? Olmamış mıdır?” Sözüne gelince; bu, göreceli bir meseledir. İnsanların bir kısmına hüccet ikâme olmuş bir kısmana ise hüccet ikâme olmamış olabilir. Ancak, her kime hüccet ikâme olmuşsa, biz onun küfrüne ve şirkine muayyen olarak hükmederiz.

Her kime de hüccet ikâme olmamışsa, bu fiil şirk ve küfürdür diye hükmeder, ancak her bir insana tatbik etmeyiz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Müjdeleyici ve uyarıcı olarak rasûller gönderdik. Tâki insanların rasûllerden sonra Allah’a karşı sunabilecekleri bir hüccetleri kalmasın.” (Nisâ, 4/165) O hâlde mutlaka, anlaşılacak bir sûrette risâletin ulaşmış olması gerekir. Bu takdirde hüccet ikâme olmuş olur. Üzerine hüccet ikâme edildikten sonra bir kişi şirk koşarsa, bu şirk ile biz, onun şirkine ve küfrüne hükmederiz.

Avamdan bazı kimseler veya aynı şekilde bazı ilim talebeleri ‘bizler bir şahsa muayyen olarak küfür veya şirk ile hükmedemeyiz. Sadece onun fiili şirktir, onun fiili küfürdür deriz.’ şeklinde bir vehme kapılmışlardır. Bu büyük bir yanlıştır.[7] Çünkü bu Rasûlullahsallallâhu aleyhi ve sellem’in kendisiyle savaştığı müşriklerin hiçbirinin şirkine muayyen olarak hükmedemeyeceğimizi gerekli kılar. Bilakis şöyle deriz: Şerîat sahibinin şirk veya küfür olarak belirlediği vasıf her kime mutabık ise şüphesiz biz onun küfrüne muayyen olarak hükmederiz. (Fetvâ burada bitti.)



Ve’l-hamdu lillâhi rabbi’l-‘âlemîn







İlahiyatçı Yazar Necmi SARI







--------------------------------------------------------------------------------


[1] (SAHİH HADİS): Bu lafızla Müslim (No: 60/111) İbn Ömer radiyallâhu anhumâ’dan. Buna yakın bir lafızla Buhârî (No: 6104) İbn Ömer radiyallâhu anhumâ’dan. Buhârî (No: 6103) Ebû Hureyre radiyallâhu anh’den.


[2] (SAHİH HADİS): Bu lafızla Müslim (No: 61/112), buna yakın bir lafızla Buhârî (No: 6045) Ebû Zerr el-Gıfârî radiyallâhu anh’den.


[3] Bk. İbn Teymiyye “Şerhu Hadîsi’n-Nüzûl” (s. 433, Mecmû‘u’l-Fetâvâ 5/554-555).


[4] Bu konuda daha geniş bilgi için bk. İbn Teymiyye “el-İstiğâse fi’r-Reddi ‘ale’l-Bekrî” (s. 249-252); “Minhâcu’s-Sünne” (5/92-93); “Mecmû‘u’l-Fetâvâ” (12/525); İbn ‘Useymîn “el-Kavâ‘idu’l-Müslâ” (s. 86).


[5] (SAHİH HADİS): Ahmed (2/377) ve Müslim (No: 67/121) Ebû Hureyre radiyallâhu anh’den.


[6] (HASEN Lİ GAYRİHİ ESER): Eseri Abdullah b. Ahmed “es-Sünne” (No: 766); Ebû Bekr el-Hallâl “es-Sünne” (No: 1329); Âcurrî “eş-Şerî‘a” (thk. el-Fakî s. 48, 65, 307, thk. Müessesetü’r-Reyyân No: 92, 139, 698); İbn Batta “el-İbâne” (No: 230, 231, 594) ve İbn Abdilberr “Câmi‘u Beyâni’l-‘İlmi ve Fadlih” (No: 2326) İmâm Mâlik b. Enes yoluyla Ömer b. Abdülazîz’den, Fesevî “el-Ma’rife ve’t-Târîh” (3/386); el-Lâlekâî “Usûlu İ’tikâdi Ehli’s-Sünne” (No: 134) ve el-Hatîb el-Bağdâdî “el-Fakîh ve’l-Mütefakkih” (No: 455) İbn Şihâb ez-Zührî yoluyla Ömer b. Abdülazîz’den rivâyet etmişlerdir. İlk rivâyetin ricâli güvenilir râvilerden oluşmakla beraber İmâm Mâlik b. Enes’in, Ömer b. Abdülazîz’den semâsı bilinmemektedir. Bu nedenle bu rivâyetin isnâdı munkatıdır. İkinci rivâyetin isnâdı ise Rişdîn b. Sa’d b. Müflih el-Mehrî adlı râvi nedeniyle zayıftır. Çünkü Rişdîn zayıftır. [Bk. İbn Hacer “Takrîbu’t-Tehzîb” (s. 326, No: 1953)] Eseri ayrıca el-Hatîb el-Bağdâdî “Şerefu Ashâbi’l-Hadîs” (No: 7) İmâm Mâlik’in kendi sözü olarak sahih bir isnâdla rivâyet etmiştir. Eser mecmûu turukuyla hasen li gayrihi olmaktadır. Bk. İbnu’l-Kayyim “İctimâ‘u’l-Cuyûşi’l-İslâmiyye” (s. 155-156).


[7]Şeyh burada kendisine huccet ikâme edildikten sonra “bir şahsa muayyen olarak küfür veya şirk ile hükmedemeyiz. Sadece onun fiili şirktir, onun fiili küfürdür deriz” diyenlere cevap vermektedir. Yani Şeyh şunu demek istemektedir: “Avamdan bazı kimseler veya aynı şekilde bazı ilim talebeleri huccet ikâmesinden sonra bile ‘bizler bir şahsa muayyen olarak küfür veya şirk ile hükmedemeyiz. Sadece onun fiili şirktir, onun fiili küfürdür deriz.’ şeklinde bir vehme kapılmışlardır. Bu büyük bir yanlıştır.” Yoksa Şeyh, okuduğunu anlamayan bazı zevâtın zannettiği gibi “kişi kendisine huccet ikâme edilmeden de tekfir edilebilir” dememektedir. İyi anlaşılsın!!!
0 yorum:

Yorum Gönder


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)