İTİDALLİ OLMADA ÖLÇÜ
Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Salâtu selâm Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in, ehlinin, sahabesinin ve kıyâmete kadar onları dost edinen herkesin üzerine olsun.
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)tır.”(Mâide, 8)
Bu ayet, şahısların güvenilirlik derecelerinin konu edildiği “birini yaralama (kusurlu bulma) veya adaletine hüküm verme” anlamına gelen “Cerh ve Ta’dîl” ilmi açısından önemli bir kaideyi içermektedir. Adalet; imanın gereklerinden biri olarak kabul edilmiş, uzak yakın herkese adaletli ve güzel bir şekilde muamele etmeyi kapsamış, dost düşman herkesten sadır olabilecek zulmü yasaklamış ve böylelikle hassas bir metod ortaya koymuştur.
Müslümanın; adâlet ve insafın azaldığı zamanımızda, tüm işlerinde adalet ölçüsüyle hareket eden selef-i salihînin metoduna dönmesi gereklidir. Maalesef, günümüzde fikir ve yönlendirmelerin kaynağışahsîçıkarlar olmaya başladı. Bir saplantı gibi sevilen ve bağlanılan şahısların hatalarına göz yumulurken, muhâlifi olunan kişilerin güzellik ve doğrularının reddedildiği bir hâle gelindi. Ölçüler ve kavramlar değişti, birçok şey şahısların tekeline girdi. Din onlarla anlaşılıp onlarla bilinir oldu, asıl kaynaklar unutuldu...
Bu nedenle bugün, her asrın kaynağı olan Selef-i Salihînin o temiz anlayışlarına her zamankinden daha fazla ihtiyaç hissediyoruz. Kuralsız yaralamaların (hata/kusur bulmaların) yerini, ölçülü ve ilmî yorumlar ve tenkitler almalıdır.
Birçok insanın bu konuda -bilerek veya bilmeyerek- yanlış veya hata yaptığını gördük. Bu sebeple ihtiyaç olduğunu düşünerek bu yazıyı kaleme aldık. Müslümanların saflarının bölünmesine yol açan bu üzücü durum karşısında, basiretleri harekete geçirmeyi ümit ederek Kur’ân ve Sünnet ışığında birtakım kuralları hatırlatmayı uygun bulduk.
Allah azze ve celle, bizleri; Müslümanların saflarının birleşmesinde biraz olsun faydalı kılarsa gerçekten bu, mutluluk verici bir olay olur. Tevfik, şüphesiz Allah’tandır.
«...Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helak olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helak olması; yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı)...»(Enfâl, 42)
Cerh ve Ta’dîl’in Meşruluğu, Kur’ân, Sünnet ve Selef-i Salihîn’den Bazı Deliller
*Kur’ân’dan bazı deliller:
✓“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın (tebeyyün edin)...”(Hûcurât, 6)Bir başka kıraatte de “tesebbüt edin.”, yani “sabitliğinden emin olun.”şeklinde yer almaktadır. İmam İbn Kesîr rahimehullah, ilgili ayetin tefsirinde, “Allah, fâsığın getirdiği haberin -ihtiyâta binâen- içyüzünün araştırılmasını emretmiştir. Böylece onun haberine dayanılarak yanlış bir hüküm verilmemesi gözetilmiştir. Böyle bir kimsenin getireceği haber yalan olabileceği gibi hatadan kaynaklanan bir yanlışı da olabilir. Bu bakımdan hâkimin yapması gereken, haberin diğer yönlerini araştırmak olacaktır. Çünkü Allah, bozguncuların yoluna uymayı yasaklamıştır.” Allame Şevkânîrahimehullah ise şöyle demiştir: “Ayetteki söz konusu ‘tebeyyün’ kelimesinden; ‘haberi tanımak, içyüzünü araştırmak ve tam olarak netlik kazanana dek her türlü acele davranıştan kaçınmak’ anlaşılır.”
✓“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.”(Mâide, 8)
Allah için hakkı ayakta tutmak, -dostu da, düşmanı da olsa- adaletle şahitlik etmek ve insanlar hakkında hüküm verirken haklarınıçiğnemek suretiyle onlara zulmetmemek mü’minlerin vasıflarından sayılmıştır.
Başkalarına karşı duyduğu kin ve nefretin insanları onlara karşı haksızlık yapmaya sevk etmesi men edilmiştir.
*Sünnet’ten bazı deliller:
✓“...Muâviye, malı olmayan bir fakirdir, Ebû Cehm ise asasını omzundan indirmez (kadınları döver). Sen, Üsâme b. Zeyd ile evlen.”(Müslim)
Hadiste de görüldüğü gibi kişileri maslahata mebni tenkit edip hallerini araştırmak meşrudur. Allah Rasûlüsallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Cehm ve Muâviye hakkında konuşmuş, ancak tercihini Üsâme’den yana yapmıştır. Hadisten elde edilen bir diğer fayda da cerh ederken (kusurlu bulurken); illet (sebep) belirtilmesinin gerekliliğidir. Ta’dîl’de ise sebep belirtmek şart değildir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Cehm ve Muâviye’yi tercih etmeme nedenini belirtirken; Üsâme’yi tercih etme nedenini zikretmemiştir.
✓Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Bekir radıyallâhu anh hakkında, “Arkadaşımı bana bağışlamaz mısınız?” demiş, ona duyduğu özel ilgisini izhâr etmiştir.
✓ İbn Ömer radıyallâhu anhûmâiçin, “Abdullah, geceleri de kâim olsa (teheccüd kılsa) ne iyi bir insan olur!” buyurmuş, onun -gıybet olmaksızın- bir eksikliğini dile getirmiştir. Bu da daha önce belirttiğimiz gibi şer’î maslahata mebni kişilerin hallerini belirtmenin meşruluğuna, ayrı bir delildir. Yeter ki bundan maksat; bir hususta tebeyyün etmek olsun, o kişiyi yermek ve küçük düşürmek olmasın.
*Selef-i Salihîn’den nakledilen bazı deliller:
Bu konuda Selef-i salihînden oldukça fazla örnek aktarmak mümkündür. Ancak burada bazılarını zikretmekle yetineceğiz;
✓İmam Muhammed b. Sîrîn rahimehullah şöyle der: “İslam toplumunda fitne vâki olmadan evvel kimse isnâd sormazdı. Ne zaman fitne baş gösterdi, insanlar kendilerine aktarılan haberler için ‘Ricâlinizi bize sayın (kimlerden duyduysanız adlarını belirtin).’ demeye başladılar. Bundan sonra yalnız sünnet ehlinin hadislerini alıp bid’at ehlinin hadislerini terk ettiler.”(Müslim, Mukaddime)Yine buna benzer bir söz de mücâhid imam Abdullah b. Mübârek rahimehullah’tan nakledilir: “İsnâd olmasaydı, dileyen dilediğini söylerdi.”“İsnâd”dan kasıt, sözün kimden alındığı ve kime dayandırıldığıdır ki sözün sabit olabilmesi için kim tarafından söylendiğinin ve o kişinin “sika/güvenilir” olup olmadığının mutlaka bilinmesi gerekir.
✓İmam Hasan-ı Basrîrahimehullah da şöyle der: “Bid’at ehlinin gıybeti olmaz.”
Bu hususta âlimler tarafından kaleme alınmış birçok eser vardır. Ancak burada uzun uzadıya bunlara yer vermek yazımızın kapasitesini aşacağı için bu kadarıyla yetineceğiz.
Fert ve cemaatleri; “cerh ve ta’dîl etmenin/haklarında hüküm vermenin” kayıt ve şartları:
1- Hevâ ve heveslerden sıyrılmak: Müslümanın, başkaları hakkında doğru hükmü verebilmesi için önce, hevâ ve heveslerinden arınması gereklidir. Böylece haklarında konuşmayı arzu ettiği kimselerin güzelliklerini de hatırlayabilir ve vereceği hükümde zulmetmez. İnsanın hevâsından konuşması da tedrîcen kişinin kalbine sızan gizli meselelerdendir. Böylece kişi farkında olmadan hevâsının kontrolüne girer. Ayette de görüleceği gibi hevâ, “Allah’ın dosdoğru yolundan sapma” olarak tavsîf edilmiştir:
“Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, yoksa bu seni, Allah’ın yolundan saptırır...”(Sâ’d, 26)
2- Allah Teâlâ’dan korkmak:
“Onlar Allah’ın bitiştirilmesini emrettiği şeyi bitiştiren (koparmayan, Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözeten), Rablerinden sakınan ve kötü hesaptan korkan kimselerdir.”(Ra’d, 21)
Onlar Rablerine karşı gayb ile (O’nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler. Yine onlar, kıyâmetten korkan kimselerdir.”(Enbiyâ, 49)
“Fakat daha görmeden Rablerinden korkanlara gelince, onlar için gerçekten hem bağışlanma, hem büyük mükâfat vardır.”(Mülk, 12)
Bu özelliklere sahip olan sâdık bir Müslüman, elbette adaletli davranarak başkaları hakkında konuştuğunda doğruluk ve iyilik adına; -gıybet ve kovuculuk günahına düşerek- onlara zulmetmez. Bilakis Allah’ın sakındırdığı bir günaha düşmekten kendini alıkoyar, sakınır.
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkadan çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”(Hûcurât, 12)
Bu ayet-i kerimede Allah’tan korkanlar için uyarı olarak çok ince ve önemli bir kural belirtilmektedir.
3-Hüsnü zan beslemek: Aslında bunu, -hüsnü zannı ortadan kaldıracak aksi yönde kesin bir delilin ortaya çıkışına kadar- Müslümanlara karşı hüsnü zan beslemek şeklinde ele almak gerekir. Allah Teâlâ bundan, “ifk hadisesi”nde bahsetmiş, birini yaralayan (karalayan) asılsız bir sözün yayılmasının büyük günah olduğunu bildirmiştir:
“Çünkü siz bu iftirayı, gelişigüzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında çok büyük (suç)tur. Onu duyduğunuzda, ‘bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu çok büyük bir iftiradır.’ demeli değil miydiniz! Eğer inanmış insanlarsanız, Allah bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındırıp uyarır.”(Nûr, 15-17)
4-Hükümden önce rivayetin sabit bulunması: Bize nakledilen sözlerde günaha düşmemek için temkinli hareket etmek, “diyorlar ki...”, “... iddia ediyorlarmış” ve “duydum ki...” gibi yakînden uzak ifadelere dayanarak bir hükme varmamak gerekir:
“... Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. (Elebaşılık yapan, bu yüzden de) bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.”(Nûr, 11)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, “Her duyduğunu söylemesi kişiye yalan olarak yeter.”(Müslim)buyurmuştur.Yine Muğîre b. Şû’be radıyallâhu anh’ın,“Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, ‘denildi’ ve ‘dedi’den (dedikodu’dan) nehyetti.” dediği rivayet edilmiştir. (Buhari-Müslim)
5- Ahirette hesap vereceği bilinciyle konuşmak: Bir şahıs veya cemaat hakkında konuşmak isteyen kişinin, Allah’ın rızasına uymayan sözler söylemesinin karşılığında, Allah’ın huzurunda “Neden böyle söyledin?” sorusunun cevabını da hazırlaması gerekir. Çünkü söylediğimiz her sözün kayda alındığında şüphe yoktur:
“İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen, dediklerini zapteden (bir) melek hazır bulunmasın.”(Ka’f, 18)
6-İnsaf ve adâlet:Şeyhulislâm İbn Teymiyye rahimehullah bu konuda şunları söylemektedir: “...İnsanlar hakkında konuşmanın, ilim ve adalet esaslarıüzere olması; bid’at ehlinin yaptığı gibi zulüm ve cehalet üzere olmaması gerekir.”
(Nefsî ve şahsî arzulardan dolayı değil) şer’î bir maslahattan dolayı tenkitte bulunmanın iki önemli şartı vardır; Birincisi ilim, ikincisi ise insaf ve adalettir. İlmî bir dayanağı olmadan yapılan tenkitler; Kur’ân, Sünnet ve Selef-i Salihînin yolu dışındadır. Adaletsiz ve insafsızca tenkit edenler (eleştirenler) ise Allah’ın şu sözüne muhaliftirler:
“Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)tır.”(Mâide, 8)
7- Hakkı bil, ehlini de bilirsin:Bizler, (herhangi birilerinin değil) sahabe ve tabiînin anlayışıyla Kitap ve Sünnete tâbi olmakla emrolunduğumuza göre; şu kâideyi hatırlamakta yarar var: Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin, bid’at ehlinden farklı olan, belirgin en önemli özelliklerinden biri de Allah ve Rasûlünün sözüne kimsenin sözünü takdim etmemek ve Allah’ın dininde delilsizce şahıslara tâbi olmamaktır. Ehl-i sünnet -câhiliyye devrinin özelliklerinden olan- körü körüne taklide şiddetle karşıçıkmıştır.
İmam İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmu’l-Muvakkiîn adlı eserinde şöyle der:
“Bir adamın sözünü alıp onu şer’i nasların önüne çıkararak o sözden başka hiçbir söze itibar etmemek ya da o adamın sözüne uyan nasları almak… -Yemin ederim ki- ümmet, bunun haram olduğunda icma etmiştir. Bunlar ümmetin üçüncü döneminden sonra ortaya çıkmıştır.”
Buradaki sapkınlık, metod sapkınlığıdır. Bundan dolayı insanlar körü körüne taklitten kurtulmadıkça bu ümmetin bedeninde birçok hastalıklar ortaya çıkar. Bu da ümmeti zayıflatıp düşmanlarına fırsat verir.
Müslümanlar arasında meydana gelen, aynı zamanda fırkaların da çıkmasına yol açan ve bu fırkalar arasında şiddetli tartışmalara neden olan ihtilafları insaflıca araştıran bir kimse, bu ihtilafların körü körüne taklitten kaynaklandığını -pek tabiî ki- mülâhaza edecektir.
Herkes kendi cemaat veya şeyhinin taassubuna kapılarak kendini diğerlerinden üstün görüyor ve sanki (hatta gerçekten) şöyle diyorlar; “Delilsiz de olsa üzerinde bulunduğumuz yol haktır.”(?!) Oysa insan, Allah’tan korkmalı ve her zaman hakka tâbi olmalıdır:
Onlar Rablerine karşı gayb ile (O’nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler. Yine onlar, kıyâmetten korkan kimselerdir.”(Enbiyâ, 49)
“Fakat daha görmeden Rablerinden korkanlara gelince, onlar için gerçekten hem bağışlanma, hem büyük mükâfat vardır.”(Mülk, 12)
Gerek şahıs gerek cemaat olarak bu noktayı yakalamayanların Allah’ın haramlarına düşmesi, kardeşlerine zulmetmesi an meselesidir:
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”(Hucûrât, 12)Görüldüğü gibi ayet, Allah’tan korkan kimse için önemli bir kuralı ihtiva etmektedir.
8- Her insan hata yapar:Hata, insanda dâimî bir vasıftır. Masum peygamberler dışında hiç kimse ondan kurtulamaz. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selem,“Âdemoğlu çok hata yapar. Onların en hayırlısı tevbe edenleridir.” buyurmuştur. Ehl-i sünnet kaynaklarında yer aldığı gibi sahâbe-i kiram da bazı konularda hataya düşmüştür. Bu; sahâbe, tâbiîn ve ulemâyı hatalarından dolayıçekiştirmeyi asla meşru göstermez.
Onlar her halükârda isabetli görüşlerine iki, hatalarına (hata etmelerine rağmen Allah’ın dinini ihya etme gayretlerinden dolayı) bir sevap alırlar. Bundan dolayı vebal altına girmeyecekleri muhakkaktır. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, “Hâkim, hüküm verirken ictihâd eder, isabetli olursa iki, yanılırsa bir sevap alır.” buyurmuştur. (Buhari, Müslim)
9- Müsbet ve menfî arasındaki denge:Her insanın hata yapabileceğini ve peygamberler dışında hiçbir ferdin hatadan uzak olmadığını daha önce belirtmiştik. İnsan için hatanın mümkün olduğunu kabul ettiğimize göre; hatalarından dolayı bir ferdi veya cemaati dışlamak tutarsızlık olur ki bu, caiz değildir. Bu, herkesin hedeflediği birlik olma iddiasına da darbe vurmaktır. Uç noktalar arasında denge kurup asgarîde birleşmek şarttır. Sorunları, herkes tarafından ortak payda kabul edilen Kur’ân ve Sünneti Selef-i salihînin çizgisinde çözümlemek elbette safları birleştirir. Bu davranış, davayışahsîçıkar edinmeye döken hâinlerin de su yüzüne çıkmasına neden olur.
Böylece her oluşumun iyi yanları desteklenir, hataları elbirliğiyle düzeltilmeye çalışılır, böylece yardımlaşma ve kaynaşma doğar. Allah Teâlâ’nın:
“...iyilik ve takva üzerine yardımlaşın!..”ayet-i celîlesine uygun bir davranış sergileyerek emrolunduğumuz adalet sıfatıyla donanmış oluruz.
Huzeyfe radıyallâhu anh’tanrivayet edilen uzun bir hadiste, o, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’eşöyle demiştir: “...Böylesi kötülükten sonra hâlâ hayır var mı?” (Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de), “Dumana rağmen evet!” (yanıtını vermiştir). Hadiste Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, bazı topluluklarda, zâhirî bulanık durumlar, dumanlı haller olmasına rağmen haklarındaki hayır vasfını inkâr etmemiş, onları hayra nisbet etmiştir.
İtibar olunan, iyiliklerin çokluğudur. Kim başkalarının hatalarını araştırıp onların güzel yanlarını görmüyorsa, bu, onun kötü niyetli olduğuna delildir.
Buraya kadar anlattıklarımız ehl-i sünnet inancına ve çizgisine sahip olanlar için geçerlidir. Ehl-i bid’at ve hevâ ehline gelince onların gıybeti ve hürmeti yoktur. İyi tarafları zikrolunmaz ta ki insanlar bundan etkilenip onların hastalıklarına yakalanmasın…
Ey Müslüman kardeşim! Bil ki bu şer’î kuralları uygulamadığımız takdirde saflarımızda ayrılık, kalplerimizde soğukluk, kin, nefret ve düşmanlıklar doğacaktır. Birlik olamaz ve düşmanlarımız karşısında hezimete uğrarız. İlim, adalet ve insaftan uzak olarak ahkâm kesenler, bilerek veya bilmeyerek düşmanlarımıza hizmet etmektedirler. İçinde bulunduğumuz durumda bunun birçok örneği vardır.
*Hadis Tenkidinde Muhaddislerin Yöntemi
Muhaddislerin (hadisçilerin) tenkit şartları -ana hatlarıyla- şunlardır:
♦ Adil ve insaflı olmak,
♦ Râvinin durumu araştırılırken dikkatli olmak,
♦ Râvinin zabtından emin olmak, (ezber ya da yazma yoluyla hadisin kaydedilmesindeki sağlamlıktan emin olmak)
♦ Râvinin adil olması gibi…
Kaynaklara inebilen ve ulemânın metodunu öğrenen bir kimse “cerh ve tâ’dîl” hususunda onların ne kadar orta yolda olduklarını fark eder.
Hasımların, diğerlerini yaralayan (cerh eden) sözlerini ölçüyle karşılarken; bu tavırlarını hısımların, birbirlerinin adaletini ispatlayan ifadelerinde de sürdürürler. Fert veya cemaat; mütesâhil (iyi araştırmadan adalet hükmü veren, “tâ’dîl eden”) ve müteşeddid (iyi araştırmadan yaralayan, “cerh eden”) olanlar arasında insafla orta yolu takip eder ki bu yüzden onlara da “mutedil” denir.
İmam İbn Hibbân rahimehullah, Sukât/Güvenilir Râviler adlı eserinde şöyle der: “Ayak takımını adil gören ve bunu normal karşılayanlardan değiliz. Bize muhalif diye bir kimsenin itibarını da zedelemeyiz. Herkese hakkını verir; her insana hak ettiği cerh ve tâ’dîlden nasibini söyleriz.”
Hadis imamlarının metodunda, sorunsuz ufak hatalarla bir kimseyi ve rivayetini reddetmek yoktur. Râvinin hataları arttığı takdirde rivayetleri kabul edilmez.
Son olarak; Elbette bazı cemaatlerin ve müntesiplerinin inkâr edilemez yanlışları vardır. Hatta bu yanlışlar bazen akîdevî boyutlara da varmaktadır. Ancak görevimiz; onları dışlamak değil, onların ileri gelenlerini bu olumsuzluk ve yanlışlara karşı en güzel şekilde uyarmak, nasihat etmek olmalıdır. İslam düşmanlarının göğsüne ferahlık verircesine (Müslümanları/birbirlerini) kınayan, ayıplayan tartışmalar yerine edepli, ilmî münazaralar yapılmalıdır. Bir netice alınamadığı zaman Müslümanlar onların (hata yapan tarafın) yanlışlarına karşı uyarılırken iyi tarafları olduğu da vurgulanır.
Burada -bütün içtenliğimizle- insanları irşâd faaliyetinde bulunanlara sesleniyor ve diyoruz ki; İslâmî hayat Kur’ân, Sünnet ve selef-i sâlihînin anlayışına uygun olmalıdır. Ancak bu yolla zihinler, fert ve cemaatlerine karşı duydukları taassuptan kurtulup arınabilir. Ve yine bu metodla Müslümanlar, Allah Rasûlünden başkasına tâbi olmaktan kurtularak İslâmî meseleleri birtakım şahıs, kurum ve cemaatlerin tekelinde görme saplantısından çıkar ve hak olan Nebevî metodla değerlendirme erdemine kavuşurlar.
Allah’tan Müslümanların birlik içinde olmalarını, dağılmamalarını ve hak yol üzerinden ayrılmamalarını sağlamasını dileriz.
Şeyh Abdullah Yolcu
Yorum Gönder