GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği-4

Etiketler: ,

Peygamberlerin Düşmanları

Şunu bilelim ki yüce Allah’ın bu tevhid ile göndermiş olduğu herbir peygamberin karşısına mutlaka birtakım düşmanların dikilmiş olması, O’nun hikmetlerindendir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Biz her peygambere ins ve cin şeytanlarını böylece düşman kıldık. Onlardan kimi kimine aldatmak için yaldızlı birtakım sözler fısıldarlar.” (el-En’am, 6/112)

Müellif bu sözleriyle oldukça önemli bir hususa dikkat çekmektedir. Burada yüce Allah’ın hikmetinin bir gereği olarak göndermiş olduğu herbir peygambere de insan ve cinlerden birtakım şeytanları mukadder kılmış olduğunu açıklamaktadır. Çünkü düşmanın varlığı hakkı arındırır ve onun açık seçik ortaya çıkmasını sağlar. Ne kadar karşıt kimse ortaya çıkarsa, ötekinin delili güç kazanır. Yüce Allah’ın peygamberler için takdir etmiş olduğu bu durum aynı şekilde onların peşinden gidenler için de sözkonusudur. Peygamberlerin izinden gidenlerin hepsi de peygamberlerin karşı karşıya kaldıkları hallerin benzeri ile karşı karşıya kalırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”Biz her peygambere ins ve cin şeytanlarını böylece düşman kıldık. Onlardan kimi kimine aldatmak için yaldızlı birtakım sözler fısıldarlar.” (el-En’am, 6/112)

Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:

”İşte böylece biz her peygambere günahkarlardan düşmanlar kıldık. Yol gösteren ve yardım eden olarak sana Rabbin yeter.” (el-Furkan, 25/31)

Bu günahkarlar peygamberlere, onların izinden gidenlere ve getirdiklerine iki husus ile saldırıp, hücum ederler:

1- Şüpheler uyandırmak.

2- Düşmanlık ederek saldırılar yapmak.

Şüpheler uyandırmak suretiyle yapılan saldırılara karşılık olarak yüce Allah peygamberlerin düşmanları tarafından saptırılmak istenen kimseler için “yol gösteren... olarak sana Rabbin yeter” diye buyurmaktadır.

Haksızca yapılan saldırılar karşılığında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Peygamberin düşmanlarının yolundan alıkoymak istediği kimselere “yardım eden olarak Rabbin sana yeter” diye buyurmaktadır.

O halde yüce Allah peygamberlere, onlara uyanlara hidayet verir, düşmanlarına karşı onlara yardım eder. İsterse bu düşmanları en güçlü düşmanlar olsun. Bizim düşmanların çokluğundan ve hakka karşı direnenlerin güçlü oluşlarından dolayı ümitsizliğe kapılmamız gerekir. Çünkü hak İbnu’l-Kayyum’ın dediği gibi:

“Hak yardıma mazhar olur, bununla birlikte sıkıntılarla sınanır.

Buna hayret etme o halde, işte bu Rahmanın sünnetidir.”

O halde bizim ümitsizliğe kapılmamız caiz değildir. Aksine nefesimizi uzun tutmamız ve güzel akıbeti gözetlememiz gerekir. Güzel akıbet takva sahiblerinin olacaktır. Umut dava yolunda devam etmek için, onun başarısı uğrunda çalışmak için güçlü bir itici güçtür. Diğer taraftan ümitsizlik ise dava uğrunda başarısızlığa ve gerilemeye sebebtir.

Tevhid Düşmanları’nın Şüpheleri

Bazan tevhide düşman olanların pekçok ilimleri, kitabları ve delilleri de bulunabilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Peygamberleri onlara apaçık deliller ile geldiğinde onlar yanlarındaki ilim dolayısı ile şımardılar.” (el-Mumin, 40/13)

Yani peygamberlerle mücadele edip, onları yalanlayan düşmanlarının pekçok ilimleri, kitabları ve delil diye adlandırıp, insanlara karşı gerçeği gizledikleri, hakkı batıla karıştırdıkları birtakım şüpheleri bulunabilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Peygamberleri onlara apaçık deliller ile geldiğinde onlar yanlarındaki ilim dolayısı ile şımardılar ve alay edegeldikleri şey onları kuşatıverdi.” (el-Mumin, 40/83)

Böyle bir sevinmek (şımarmak) yerilmiş bir şeydir. Çünkü Allah’ın razı olmadığı bir şey dolayısıyla sevinci ifade eder. Dolayısıyla bu yerilen sevinç türünden (yani şımarıklık) olur.

Müellif bu cümlesi ile şuna işaret etmektedir: Bu düşman kesimlerin sahib oldukları bilgi ve şüphelerin neler olduğunu onlara kendi silahlarıyla karşılık vermek üzere bilmemiz gerekir. Bu da Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in rehberlik ettiği hususlar arasındadır. Bundan dolayı o Muaz’ı Yemen’e gönderdiğinde ona şöyle demişti: “Sen kitab ehli olan bir kavme gidiyorsun.”[11]

Buna sebeb ise onlar için gerektiği gibi hazırlanması ve getirdikleri ile onlara karşı cevab verebilmek için kendilerindeki kitabın bilgisini bilmesi, öğrenmesi içindi.

Bu gerçeği bildiğimize yüce Allah’a giden yolun başında duran, açık seçik konuşan, bilgi ve belge sahibi birtakım düşmanlarının varlığının kaçınılmaz olduğunu bildiğimize göre bize düşen görev Allah’ın dinini bu şeytanlara karşı kendisi ile savaşacağımız silahı teşkil edecek şekilde bilmek görevimiz olarak ortaya çıkmaktadır. Bu şeytanların önderleri ve onların başlarını çeken yüce Rabbimize şöyle demişti:

“Andolsun senin doğru yolunda onlara engel olacağım. Sonra andolsun önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım. Böylece çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın.” (el-A’raf, 7/16-17)

Bu gerçeği yani bu düşmanların kitablarının bilgilerinin ve delillerinin bulunduğunu, bunlarla hakkı batıla karıştırdıklarını bildiğimize göre onlara gereken şekilde hazırlanmak görevimizdir. Onlara karşı hazırlık da iki şekilde olur:

1- Müellifin Allah ona rahmet etsin işaret ettiği şekilde onların bu tür delillerini ve batıllarını bertaraf edecek şer’î ve aklî delil ve belgeleri bilmek.

2- Onlara karşılık vermek imkanını elde etmek maksadıyla sahib oldukları batılın ne olduğunu bilmek. Bundan dolayı merhum Şeyhu’l-İslam “Der-u Tearudi’n-Nakli ve’l-Akli” adlı eserinde şunları söylemektedir: “Bir batılın lehine delil olsun diye kim bir delil ortaya koyarsa, mutlaka o onun lehine değil aleyhine bir delil olur.” Bu da şöyle olur: Sağlıklı bir delili batılı savunan bir kimse kendi batılının lehine delil diye gösterecek olursa, bu mutlaka onun aleyhine bir delil olur, onun lehine delil olamaz. Dolayısıyla bu gibi kimselerle tartışmak isteyen bir kimsenin kesinlikle şu iki hususu göz önünde bulundurması gerekmektedir:

1- Onlara karşılık verebilmek için sahib oldukları bilgiyi iyice kavraması.

2- Bu gibi kimselere karşı kendileriyle cevab vereceği şer’î ve aklî delilleri iyice anlayıp kavraması.

Şu kadar var ki sen Allah’a yönelip, O’nun delil ve açıklamalarına iyice kulak verecek olursan, bunlardan korkma ve üzülme. “Çünkü şeytanın hilesi şüphesiz ki zayıftır.” (en-Nisa, 4/76)

Müellif bu sözleriyle yüce Allah’a yönelip, hakkı bilen ve tanıyan kimseleri batıl ehlinin ileri süreceği delillerden korkmaması gerektiğini belirterek yüreklendirmek istemektedir. Çünkü bunların delilleri çürüktür ve bunlar esasen şeytanın hile ve tuzaklarından kaynaklanır. Yüce Allah ise:”Muhakkak şeytanın hilesi pek zayıftır.” (en-Nisa, 4/76) diye buyurmaktadır. Bu hususta da şair şöyle demiştir:

“Bunlar abuk sabuk iddialardır, tıpkı can gibi,

Hak zannedersin onları fakat hepsi kırılır ve dökülür.”

Muvahhid Olan Kimse Galiptir

Muvahhid olup avamdan olan bir kimse bu müşrik alimlerden bin kişiyi dahi yenik düşürür. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”Muhakkak bizim ordumuz elbette onlar galib olanlardır.” (es-Saffat, 37/173)

Müellif şöyle demektedir: Avamdan olan muvahhid bir kimse bu müşriklerden bin tane alimi dahi yenik düşürür. Buna delil olarak da yüce Allah’ın: “Muhakkak bizim ordumuz, elbette onlar galib olanlardır.” buyruğunu göstermektedir.

Avamdan olan muvahhid kimse tevhidi üç türüyle yani uluhiyet, rububiyet, isim ve sıfatları ile ikrar edip, kabul eden kimse demektir. Böyle bir kimse müşriklerin bin tane alimini dahi yenik düşürür. Çünkü bu müşriklerin alimleri de yüce Allah’ı eksik bir şekilde tevhid ederler. Çünkü onlar sadece rububiyetiyle Allah’ı tevhid ederler. Bu ise eksik bir tevhiddir. Gerçekte ise tevhid değildir. Buna delil de Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in bu şekliyle Allah’ı tevhid eden müşriklerle savaşmış olmalarıdır. Bu tevhidlerinin kendilerine bir faydası olmadı, bu tevhid sebebiyle canları ve malları korunmadı. Avamdan olan muvahhid bir kimse ise tevhidi üç türüyle yani rububiyet, uluhiyet ve isim sıfatlarıyla ikrar ve kabul etmektedir. Böylelikle avamdan olan bu şahıs bunlardan daha hayırlı olmaktadır.

Delil ile ve bu delili açıklamaları ile galib gelenler Allah’ın ordusudur. Tıpkı kılıç ve mızrakla da galib gelenlerin onlar oluşu gibi.

Müellif Allah’ın ordusu olan, Allah’ın ve Rasûlünün dinine yardımcı olan mümin kullarının insanlara karşı şu iki husus ile cihad ettiklerine işaret etmektedir:

1- Delil ve açıklama: Bu müslümanlara açıkça düşmanlıklarını ortaya koymayan münafıklara karşıdır. Bunlarla delil ve açıklama yönüyle cihad edilir.

2- Kendileriyle kılıç ve mızrakla savaşılanlar: Bunlarla açıktan açığa düşmanlıklarını ortaya koyan kimselerdir. Bunlar küfürlerini açıkça ortaya koyan katıksız kâfir kimselerdir. Gerek bu husus, gerekse de bundan önceki husus ile ilgili olarak da yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”Ey peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert davran. Varacakları yerleri cehennemdir onların, o ne kötü dönüş yeridir.” (et-Tevbe, 9/73 ve et-Tahrim, 66/9)

Küfürlerini açıkça ilan eden katıksız kâfirlere karşı önce delil ve açıklama yoluyla cihad edilir. İkinci olarak da onlarla kılıç ve mızrakla savaşılır. Onlara karşı delil ortaya konulmadıkça kılıç ve mızrakla onlarla savaşılmaz.

Müslüman ümmetine düşen görev İslama karşı yöneltilen herbir silaha uygun şekliyle karşılık vermektir. Düşünce ve sözle İslama karşı savaş açanlara tutturdukları yolun batıl olduğunun şer’î delillere ek olarak aklî ve mantıki delillerle de çürütülmesi gerekmektedir. Ekonomik yönden İslama karşı savaş açan kimselere karşı da gerekli savunmanın yapılması hatta imkan olduğu takdirde kendisiyle İslama karşı savaş verdikleri şeylerin bir benzeriyle onlara hücum edilmesi gerekir. Silah kullanarak İslam ile savaşan kimselere karşı da bu silahlara uygun olan yollarla karşılık vermek, direnmek gerekir.

Çünkü asıl beraberinde silah bulunmadığı halde yola koyulmaya çalışan muvahhid için korkmak gerekir.

Yani beraberinde silah bulunmadığı halde yolda yürümeye kalkışan muvahhid için ancak peygamber düşmanlarının zarar vereceğinden korkulur. Çünkü böyle birisinin kuşanabildiği ilim silahı yoktur. O bakımdan müşriklerden herhangi bir kimsenin onunla tartışıp, delil ortaya koyamaması neticesinde helak olacağından korkulur. O halde insanın kendisi ile şüpheleri önleyeceği ve hasmını susturacağı bir bilginin bulunması kaçınılmazdır. Çünkü tartışan kimsenin iki hususa ihtiyacı vardır:

1- Görüşünün delilini ispatlamak.

2- Hasmının delilini çürütmek.

Kendisinin sahib olduğu hakkı ve hasmının sahib olduğu batılı bilmedikçe buna imkan yoktur, düşmanın ileri süreceği delili çürütebilmeye imkan bulunamaz.

Yüce Allah da bize”herşeyi açıklayan bir hidayet, bir rahmet ve müslümanlara bir müjde olmak üzere kitabı kısım kısım” (en-Nahl, 16/89) indirmiş olduğu kitabını bize lutfetmiş bulunmaktadır.

Yüce Allah”önünden ve arkasından da batılın kendisine erişemediği, hikmeti sonsuz, her hamde layık olan tarafından indirilmiş bulunan” (Fussilet, 41/42) özelliklerine sahib pek aziz kitabını bize lutfedip, indirmiş bulunmaktadır. Yüce Allah o kitabı ile insanların dünya ve ahiret hayatlarında gerek duyacakları herşeyi apaçık gösteren bir açıklayıcı kılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in eşyaya dair açıklamaları iki türlüdür:

1- Herhangi bir şeyi muayyen olarak açıklaması. Yüce Allah’ın şu buyruklarında olduğu gibi:

”Leş, kan, domuz eti... size haram kılındı.” (el-Maide, 5/3) buyruğu ile ”anneleriniz, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, hemşire kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt hemşireleriniz, eşlerinizin anaları ve kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden himayenizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer o kadınlarla zifafa girmemişseniz (kızlarıyla evlenmenizde) sizin için bir vebal yoktur. Öz oğullarınızın hanımları ve iki kızkardeşi birlikte almanız da (size haram kılındı.) Ancak (cahiliye devrinde) geçmiş olan müstesna. Şüphesiz Allah mağfiret edendir, çok esirgeyendir. Evli kadınlar(la nikahlanmanız) da (size haram kılındı. Sahib olduğunuz cariyeler müstesna. Bunlar Allah’ın size yazdıklarıdır, geriye kalanları ise... size helal kılındı.)” (en-Nisa, 4/23-24)

2- Açıklamanın açıklama yapıldığı yere işarette bulunmak suretiyle gerçekleşmesi. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi:

”Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiştir.” (en-Nisa, 45/113)

Bu buyruğu ile yüce Allah sünnetin kendisi olan hikmete işaret etmektedir. Hikmet Kur’ân-ı Kerim’i açıklamaktadır. Yüce Allah’ın: “Bilmiyorsanız, zikir ehline sorunuz.” (en-Nahl, 16/43 ve el-Enbiya, 21/7) buyruğu da böyledir.

Bu şunu açıklamaktadır: Biz her hususta o konunun zikir ehli olan yetkin kimselerine baş vururuz. İşte nakledildiğine göre bir ilim adamına Kur’ân’a dil uzatmak isteyen bir hristiyan gelir. Bu kişi bir lokantada bulunuyordu. Bu hristiyan ona: Bu yemeğin nasıl pişirildiğine dair açıklama (kitabın) neresinde? Diye sorar. Adam lokantacıyı çağırıp, ona: Sen bize bu yemeği nasıl pişirdiğini anlatır mısın? demiş. Lokantacı anlatınca, adam şu cevabı vermiş: Evet, Kur’ân-ı Kerim’de de bu böyle zikredilmektedir. Hristiyan bu işe hayret ederek bu nasıl olur diye sormuş, o da şu cevabı vermiş: Şüphesiz yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorunuz.”

Böylelikle yüce Allah bize eşyaya dair bilginin anahtarının o işin zikir ehline yani o işi bilenlerine sormak olduğunu açıklamaktadır. Bu ise hiç şüphesiz Kur’ân’ın getirdiği açıklamalardandır. O halde kendileri vasıtasıyla bilginin elde edileceği kimselere başvurmak ilmin anahtar aracılığı ile açılması demektir.

Kur’an-ı Kerim’in Batılı Yokedişi

Batıl peşinde olan bir kimse delil diye bir şey ileri sürecek olursa, mutlaka Kur’ân-ı Kerim’de onu çürüten ve onun geçersiz olduğunu belirten bir buyruk vardır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”Onlar sana bir örnek getirdikleri her seferinde muhakkak ki sana hakkı ve daha güzel bir açıklamayı getirmişizdir.” (el-Furkan, 25/33)

Batıl peşinden giden bir kişi kendi batılına dair bir delil getirdi mi mutlaka Kur’ân-ı Kerim’de bu batıl delili çürüten bir açıklama vardır. Hatta batıl peşinden olan herbir kişi eğer kitab ve sünnetten kendi batılının lehine sahih bir delil getirecek olursa, hiç şüphesiz bu delil onun aleyhinedir. Nitekim Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- “Der-u Tearudi’n-Nakli ve’l-Akli” adlı eserinin mukaddimesinde şunu belirtmektedir: Bir bid’atçi veya batıl bir kanaatin sahibi bir kimse eğer kendi batılı lehine kitab ya da sahih sünnetten bir delil ileri sürecek olursa, mutlaka bu delil onun lehine olmaz, aleyhine delil olur.

Bazı müfessirler bu âyet-i kerime kıyamet gününe kadar batıl ehlinin ileri süreceği herbir delil hakkında umumidir demişlerdir. Şimdi biz burada yüce Allah’ın günümüzde müşriklerin bize karşı delil diye ileri sürdükleri birtakım hususlara cevab teşkil edecek olan Allah’ın kitabında sözünü ettiği birtakım hususları zikredeceğiz

Müellif Allah ona rahmet etsin muvahhid kimsenin fesahat ve açıklaması ne kadar ileri derecede olursa olsun, muvahhid olmayan kimsenin getirdiği delilinden daha açık ve beliğ bir delil sahibi olacağını belirterek buna yüce Allah’ın: ”Onlar sana bir örnek getirdikleri her seferinde muhakkak ki sana hakkı ve daha güzel bir açıklama getirmişizdir.” (el-Furkan, 25/33) buyruğunu göstermektedir. Yani onlar kendisi ile seninle tartışmak ve hakkı batıla karıştırmak için bir örnek getirecek olurlarsa, mutlaka biz de sana hakkı getirir ve daha güzel bir açıklama yaparız. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerim’de yüce Allah’ın bu müşriklerin ve başkalarının sorularına çokça cevap verdiğini görmekteyiz. Buna sebeb ise yüce Allah’ın insanlara hakkı açıklaması ve hakkın herkes için açık ve seçik bir hal almasıdır.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ki o da şudur: Bir kimse karşı tarafın delilini bilmeden ve o delili çürütmeye, ona karşılık cevab vermeye hazır olmadan hiçbir kimseyle tartışmaya girişmemelidir. Çünkü gerekli bilgiye sahib olmadan böyle bir tartışmaya girişecek olursa, yüce Allah’ın dilemesi müstesna kendisi yenik düşecektir. Nasıl ki insan düşman ile savaş alanına yiğitlik ve silahı olmaksızın giremiyorsa da böyledir.

Daha sonra merhum müellif bu kitabında müşriklerin delil diye ileri sürdükleri herbir hususu sözkonusu edeceğini ve bu şüphelerin üzerindeki kapalılığı giderip, açıklığa kavuşturacağını belirtmektedir. Çünkü gerçekte bunlar delil olamazlar. Bunlar birtakım karıştırmalar ve delil suretinde göstermelerden ibarettir.

Batıl Ehline Cevap

Diyoruz ki: Batıl ehline iki yoldan cevab verilebilir. Özet ve tafsilatlı cevab. Özet cevab, aklıyla iyice kavrayan kimseler için pek büyük fayda sağlayan, çok büyük bir husustur. Bu da yüce Allah’ın şu buyruğu ile dile getirilmektedir:

“Sana kitabı indiren O’dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir. Bunlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihtir ama kalbinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onu tevil etmeye kalkışmak için onun müteşabih olanına uyarlar. Halbuki onun tevilini Allah’tan başkası bilmez.” (Al-i İmran, 3/7)

Müellif bu tür şüphelere iki şekilde cevab vereceğini belirtmektedir: Birincisi bütün şüphelere cevab olmaya elverişli genel ve özlü bir cevabtır.

İkincisi ise etraflı, tafsilatlı bir cevabtır. Tartışma ve münazara hususlarında ilim ehlinin bu şekilde davranmaları gerekir. Önce özlü cevabı verirler ki bu hakkı batıla karıştırıp, şüpheler ortaya atanların ortaya koymaları muhtemel bütün şüpheleri kapsasın. Daha sonra da muayyen olarak herbir meseleye dair etraflı bir cevab vermelidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”Bu âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da hikmeti sonsuz ve herşeyden haberdar olan Allah tarafından geniş geniş açıklanmış bir kitabtır.” (Hud, 11/1)

Merhum müellif özet ve kapsamlı cevabında müteşabihin peşinden giden bu gibi kimselerin kalblerinde eğrilik bulunan kimseler olduklarını belirtmektedir. Nitekim Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in yüce Allah’ın: ”Sana kitabı indiren odur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir. Bunlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihtir ama kalbinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onu tevil etmeye kalkışmak için onun müteşabih olanına uyarlar...” (Al-i İmran, 3/7) buyruğu hakkında gelen sahih rivayete göre böylece açıklamalarda bulunmuştur.

Bundan dolayı sapık kimselerin -bundan Allah’a sığınırız- kendi batıllarının batılını gizlemek amacıyla müteşabih âyetleri ileri sürerek mesela: Yüce Allah şöyle buyururken bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır, peki bu nasıl olur? derler. Nitekim Nafî’ b. el-Ezrak’ın İbn Abbas radıyallahu anh. ile tartışırken söyledikleri de bu kabilden idi. Bu tartışmayı Suyutî el-İtkan adlı eserinde zikrettiği gibi, başkası da bunu zikretmiş olabilir. Bu faydalı bir tartışmadır. Batılcıların hakkı nasıl karıştırdıklarını anlamak için onu aktaracağız.

Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın da şöyle buyurduğu sahih rivayette sabittir:

“Sizler Kur’ân’ın müteşabih olanına uyan kimseleri gördüğünüz vakit işte (bilin ki) Allah’ın kendilerinden söz ettiği kimseler onlardır, onlardan sakınınız.”

Müellifin de dediği gibi Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın şöyle buyurduğu sahih rivayetle sabittir:

“Sizler Kur’ân’ın müteşabih olanına uyan kimseleri gördüğünüz vakit (biliniz ki) işte onlar Allah’ın kendilerinden söz ettiği kimselerdir, onlardan sakınınız.”[12]

Müellif bu hadisi Kur’ân ya da sünnetten müteşabih olan buyruklara uyarak kendi batılını hak gibi göstermeye çalışan kimselerin yüce Allah’ın ”ama kalblerinde eğrilik bulunanlar” âyeti ile niteliklerini belirtip, kendilerinden söz ettiği bu kimseler olduklarına delil göstermektedir. Daha sonra Peygamber sallallahü aleyhi vesellem bu gibi kimselerden sakınmayı emrederek bu müteşabih buyruğa uymak suretiyle sizleri Allah’ın yolundan saptırırlar diye bunlardan da sakınınız, aynı şekilde onların yollarından da sakınınız. Burada sakındırma hem onların yollarından, hem de bizzat kendilerinden de sakındırmayı kapsamaktadır.

Buna örnek: Müşriklerden biri sana: ”Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir.” (Yunus, 10/62) diye söylese ve şefaat haktır, peygamberlerin Allah nezdinde üstün bir mevkileri vardır dese ya da Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in hadislerini, kendisinin benimsediği herhangi bir batıla delil diye ileri sürecek olsa ve sen onun sözünü ettiği hususların anlamını kavramayacak olursan, şu sözlerinle ona cevab ver: Şüphesiz Allah kitabında kalblerinde eğrilik bulunan kimselerin muhkem buyrukları terkedip, müteşabih olanlara uyduklarını sözkonusu etmektedir.

Daha sonra müellif bu gibi kimselere şöylece bir örnek vermektedir: Müşrik olan bir kimse sana şöyle der: Yüce Allah: ”Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir.” demiyor mu? Yahutta velilerin yüce Allah’ın nezdinde üstün bir mevkileri yok mu? Yahut şefaat Kur’ân ve sünnet ile sabit değil mi? ve buna benzer şeyler söyleyecek olursa, sen de ki: Evet, bütün bunlar haktır. Fakat bunların senin bu velileri yahut bu peygamberleri Allah’a ortak koşmana delil teşkil etmediği gibi, Allah nezdinde şefaat edecekleri belirtilen kimseleri de ortak koşmana delil olamaz. Senin bunların bu hususa delil teşkil ettikleri şeklindeki iddian ise batıldır. Böyle bir şeyi ancak batıl peşinde olan bir kimse delil diye ileri sürebilir. Sen olsa olsa yüce Allah’ın haklarında: “Kalblerinde eğrilik bulunanlar... onun müteşabih olanına uyarlar.” (Al-i İmran, 3/7) diye buyurduğu kimselerden birisisin. Eğer sen müteşabih olan bu hususları, muhkem olan buyruklara döndürecek (onların ışığında anlamaya çalışacak) olursan, bu hususların senin lehine delil teşkil etmediğini de bilirsin.

Sana sözünü ettiğim yüce Allah’ın müşriklerin rububiyeti kabul ettiklerini ve onların kâfir oluşları, meleklere, peygamberlere ve velilere sarılmaktan ve aynı zamanda “bunlar Allah’ın nezdinde bizim şefaatçilerimizdir.” (Yunus, 10/18) demelerinden ileri geldiğini sözkonusu etmiş bulunuyorum. Bu ise apaçık ve muhkem bir husustur, hiç kimse bunun anlamını değiştirecek gücü kendisinde bulamaz.

Müellif müteşabih olan buyrukları, muhkem buyruklara nasıl havale edeceğimizi (onların ışığında müteşabihleri nasıl anlayacağımızı) belirtmektedir. Şöyle ki müşrikler Allah’ın rububiyetin birliğini kabul ediyorlar ve buna kendilerince hiçbir şüphesi olmayan bir şekilde de iman ediyorlardı. Bununla birlikte meleklere ve başkalarına da ibadet ediyorlar. Bu arada: Bunlar Allah nezdinde bizim şefaatçilerimizdir diyorlardı. Böyle olmalarına rağmen ise onlar müşrik idiler, Peygamber sallallahü aleyhi vesellem onların canlarını ve mallarını mübah kılmıştı. Bu ise yüce Allah’ın rububiyetinde ve mülkünde ortağı bulunmadığı gibi, ibadet ve uluhiyetinde de ortağının bulunmadığına, Allah’a uluhiyetinde ortak koşan kimsenin rububiyetinde onu tevhid etse bile müşrik olacağına dair delil teşkil eden en ufak bir şüphesi bulunmayan muhkem ve apaçık bir nastır.

Ve ey müşrik senin bana Kur’ân-ı Kerim’den ya da Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in sözlerinden aktardığına gelince, ben onun anlamını bilmiyorum. Fakat kesinlikle şunu söylüyorum ki Allah’ın sözlerinde çelişki yoktur. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in sözleri de Allah’ın kelamına aykırı olamaz.

Müellifin ifadesi olan “ey müşrik bana Allah’ın kelamı ve Rasûlünün kelamından sözünü ettiklerinin anlamını bilmiyorum. Fakat ben şunu biliyorum ki Allah’ın kelamı birbiri ile çelişmez, peygamberin kelamı da Allah’ın kelamına aykırı olmaz.” sözlerindeki “anlamını bilemiyorum” ifadesi ile şunu kastetmektedir: Senin ileri sürdüğün anlama gelip gelmediğini bilmiyorum ama ben bu anlama geldiğini reddetmediğim gibi kabul de etmiyorum. Çünkü biliyorum ki Allah’ın kelamı birbiriyle çelişmez. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in sözü de Allah’ın kelamına muhalif olamaz. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:

”Hala onlar Kur’ân’ı gereği gibi düşünmeyeceklerini, eğer o Allah’tan başkasından gelseydi, elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı.” (en-Nisa, 4/82)

”Ve biz sana bu kitabı herşeyi açıklayan... olmak üzere kısım kısım indirdik.” (en-Nahl, 16/89)

”Ve onlarda iyice düşünsünler diye sana da bu zikri (Kur’ân’ı) indirdik.” (en-Nahl, 16/44)

Allah Rasûlünün sözü de Allah’ın kelamına aykırı olamaz. Aynı şekilde Allah’ın kelamı da birbiriyle çelişemez. Yüce Allah kendisinin hiçbir ortağının bulunmadığını haber verdiği gibi Peygamber sallallahü aleyhi vesellem de: “İslam beş temel üzerine bina edilmiştir. Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet getirmek...”[13] diye buyurmuştur.

İşte bütün bunlar biri diğerini destekleyen buyruklardır. Ayrıca yüce Allah’ın rububiyette ortağının bulunmadığı gibi, uluhiyette de ortağının bulunmadığına delil teşkil etmektedir.

Bu elbetteki çok güzel ve dosdoğru bir cevabtır. Fakat bu cevabı ancak Allah’ın muvaffakiyet ihsan ettiği kimseler iyice anlayabilirler. Sakın bu cevabı önemsememezlik etme. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”Buna ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak büyük bir pay sahibi olanlar kavuşturulur.” (Fussilet, 41/31)

Müellifin “bu güzel ve dosdoğru bir cevabtır” ifadesi şu demektir: İnsanın kendisiyle tartışan şahsa Allah’ın buyruğu birbiriyle çelişmez, Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in sözleri de Allah’ın kelamına aykırı düşmez ve yapılması gereken müteşabih olanın muhkeme havale edilmesi (onun ışığında anlaşılması)dır şeklindeki sözleri söyleyen bir kimse oldukça doğru bir cevab vermiş olur. Yani onun bu cevabı tam anlamıyla yerini bulmuş, kimsenin onu çürütmesine imkanı yoktur yahutta kimse onu çürütecek şekilde ona cevab veremez. Çünkü bu sem’i ve aklî delile dayalı sağlam bir sözdür. Bu şekilde olan bir cevabın ise herhangi bir batılcı tarafından çürütülmesine imkan yoktur.

“Fakat onu... anlamaz” ifadelerine gelince, böyle bir cevabı ancak Allah’ın muvaffakiyet ihsan ederek üzerinden şüphe fitnelerini açıp, arzu ve heveslerin fitnesini de giderdiği kimse anlayabilir. Daha sonra da buna yüce Allah’ın:”Buna ancak sabredenler kavuşturulur...” Yani en güzel şekilde iddiayı bertaraf etmek muvaffakiyetine ancak onlar kavuşturulur demektir.

“Biz Allah’a Ortak Koşmuyoruz, Salihleri Aracı Kılıyoruz...” Şüphesi

Etraflı cevaba gelince, şüphesiz Allah düşmanlarının rasûllerin dinlerine karşı kendileriyle insanları bu dinden alıkoydukları çokça itirazları vardır. Bunlardan birisi: Biz Allah’a ortak koşmuyoruz. Aksine ortaksız bir ve tek olarak Allah’tan başka hiçbir kimsenin yaratmadığına, rızık vermediğine, fayda sağlayıp, zarar vermediğine, Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’in dahi -Abdu’l-Kadir ya da bir başkası şöyle dursun- kendisine fayda sağlama ya da zarar verme imkanına sahib olmadığına şahitlik ediyoruz. Şu kadar var ki ben günahkar bir kimseyim. Salih kimselerin ise Allah katında bir mevkileri vardır. Ben onları aracı kılarak Allah’tan dilekte bulunuyorum şeklindeki sözleridir. Bu sözlere daha önce geçen şekilde cevab ver. Şöyle ki: Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendileriyle savaştığı kimseler de sözünü ettiğin hususları kabul ediyorlardı. Onların putlarının hiçbir şeyi yapamadığını kabul etmekle birlikte bu yolla onların mevkilerinden ve şefaatlerinden istifade etmeyi dilemişlerdi. Onlara yüce Allah’ın kitabında zikrettiği buyrukları oku ve açıkla.

Müellifin: Etraflı cevaba gelince... şeklindeki sözlerine gelelim. Birinci cevab özlü ve kapsamlı bir cevabtı. İnsan bunu her şüpheye karşı cevab olarak zikredebilir. Diğer taraftan etraflı yani herbir şüphe muayyen olarak çürütülecek şekilde biri diğerinden ayırd edilen cevablar da vardır. Bundan dolayı Allah’a ortak koşan bir kimse eğer: Ben Allah’a ortak koşmuyorum. Aksine bir ve tek ve ortaksız olarak Allah’tan başka hiçbir kimsenin yaratmadığına, rızık vermediğine, fayda sağlamayıp zarar vermediğine, Muhammed’in -Abdu’l-Kadir gibileri, onun daha alt mertebesinde olanlar şöyle dursun- bizzat kendisinin dahi kendisine bir fayda sağlayamayıp, zarar veremediğine şahitlik ediyorum diyecek olursa, şüphesiz ki bu tevhidin kendisidir. Ancak böyle diyen bir kimse bununla hakkı karıştırdığı bir şüphe ortaya atmaktadır. Bu şüphe ise çürütülmeye mahkumdur. Bunun sahibine hiçbir fayda sağlaması mümkün değildir.

Sözü edilen Abdu’l-Kadir Musa oğlu Abdu’l-Kadir el-Ceylani’dir. Babasının adı ile ilgili farklı görüşler vardır. Zahid ve mutasavvıfların büyüklerindendi. 471 yılında Ceylan’da dünyaya gelmiş, 561 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir, Hanbeli mezhebine mensubtur. “...Ancak ben günahkar bir kimseyim...” şeklinde bu şüpheci kimsenin sözlerinin geri kalanına gelince, sen de böyle bir kimseye şu şekilde cevab ver: Senin sözünü ettiğin bu durum tıpkı Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in kendileri ile savaştığı, kanlarını, kadınlarını ve mallarını mübah gördüğü ve bu şekilde tevhidin kendilerine en ufak fayda sağlamadığı müşriklerin de benimsediği bir inanç idi.

“Onlara yüce Allah’ın kitabında zikrettiği buyrukları oku ve açıkla” ifadeleri ile şunları kastetmektedir: Sen onlara yüce Allah’ın uluhiyetin tevhidine dair sözünü ettiği buyrukları oku, çünkü şanı yüce Allah bu hususu defalarca ele almış, tekrarlayıp durmuştur. Buna sebeb ise bu tevhidi insanların kalblerine sapasağlam yerleştirmek, bu hususta onlara karşı delili ortaya koymaktır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Senden önce gönderdiğimiz herbir peygambere mutlaka şunu vahyederdik: Benden başka ilâh yoktur. O halde yalnız bana ibadet edin.” (el-Enbiya, 21/25)

”Ben cinleri de insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (ez-Zariyat, 51/56)

”Allah kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını adaleti ayakta tutarak açıkladı. Melekler de, ilim sahibleri de O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur, mutlak galibtir, hakimdir.” (Al-i İmran, 3/18)

”İlahınız tek bir ilâhtır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O rahmandır, Rahîmdir.” (el-Bakara, 2/163)

”O halde yalnız Bana ibadet edin.” (el-Ankebut, 29/56)

Ve buna benzer yüce Allah’ın ibadetinde tevhid edilmesinin ve kendisinden başkasına ibadet edilmemesinin gereğine delalet eden daha birçok âyet-i kerime. Şâyet bunlarla ikna olursa, zaten istenen gerçekleşmiş olur. Eğer ikna olmayacak olursa, bu hakka karşı bile bile direnen, inat eden ve yüce Allah’ın şu buyruğunun kapsamına giren büyüklenen bir kimsedir:

”Kalbleri onlara inandığı halde zulüm ve büyüklenme sebebiyle onları inkar ettiler. Bozguncularının sonunun nasıl olduğuna bir bak.” (en-Neml, 27/14)

Şâyet: Bu âyet-i kerimeler putlara ibadet eden kimseler hakkında inmiştir. Sizler salih kimseleri nasıl putlar gibi değerlendirirsiniz. Yahutta peygamberleri nasıl put kabul edersiniz diyecek olursa, az önce geçen buyruklarla ona cevab ver.

Şâyet kâfirlerin rububiyetin tümüyle Allah’ın olduğuna şahitlik ettiklerine ve onların bu yaptıkları ile şefaattan başka bir şeyi kastetmediklerini kabul etseler, ancak diğer taraftan kendi yaptıkları ile müşriklerin yaptıkları arasında -sözünü ettiği gerekçe sebebiyle- fark gözetilmesini isterse...

Müellifin: “Bunlar” sözleri ile kastettiği şudur: Eğer müşrikler bu âyetler daha önce putlara ibadet eden müşrikler hakkında inmiştir bu veliler ise put değildirler diyecek olurlarsa, sen de daha önce geçen şekilde ona cevab ver. Yani Allah’tan başka kendisine ibadet olunan her bir varlık artık ona ibadet eden kimsenin mabudu ve putu olur. Peki putlara tapınan kimse ile peygamberlerle evliyalara tapınan kimse arasındaki fark nedir. Çünkü bunların hiçbirisinin kendilerine ibadet edenlere en ufak bir faydası olmaz.

Bu sözleri söyleyen kimse müşriklerin rububiyeti kabul ettiklerini yüce Allah’ın herşeyin Rabbi, yaratıcısı ve maliki olduğunu kabul ettiklerini biliyor. Ancak onlar bu putlara kendilerini Allah’a daha çok yakınlaştırsınlar ve kendilerine şefaatçi olsunlar diye ibadet ediyorlardı. O bunu kabul edecek olursa, dolayısı ile günümüzde bu şekilde hareket eden kimsenin maksadının tıpkı o müşriklerin maksadı gibi olduğunu da kabul etmiş olur. Bununla birlikte -önceden de geçtiği gibi- böyle bir inanışın onlara (müşriklere) bir faydası olmamıştır.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------

[11] Ahmed, Müsned, II, 230; Ebu Davud, 1576.

[12] Buhari, Tefsir, Âl-i İmran suresi; Müslim, İlm, Babu’n-Nehyi ani’t-Tibai Müteşabihi’l-Kur’ân.

[13] Buhari, İman, Bab-u Kavli’n-Nebiyyi: Bunyani İslamu ala Hams; Müslim, İman, Bab-u Beyani Erkani’l-İslam

ŞÜPHELERİ YOKEDEN TEVHİD GERÇEĞİ / İbn ‘Useymîn - Guraba Yayınları

0 yorum:

Yorum Gönder


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)