GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Şüpheleri Yokeden Tevhid Gerçeği-2

Etiketler: ,

Müşrikler Rububiyyeti Kabul Ediyorlardı

Şâyet Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendileriyle savaştığı bu kimselerin Allah’ın rubûbiyetine tanıklık ettiklerine dair delil istiyorsan, yüce Allah’ın şu buyruklarını oku:

“De ki: Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Yahut o gözlere ve kulaklara malik olan kimdir? Ölüden diriyi çıkaran ve diriden ölüyü çıkaran kimdir? İşleri yerli yerince kim yönetiyor? Hemen: Allah diyeceklerdir. De ki: O halde korkmaz mısınız?” (Yunus, 10/31)

“De ki Yer ve oradakiler kimindir? Eğer biliyorsanız (söyleyin). Onlar Allah’ındır, diyecekler. Sen de ki: O halde siz iyice düşünüp ibret almaz mısınız? De ki: Yedi göğün ve büyük arşın Rabbi kimdir? Allah’ındır, diyeceklerdir. De ki: O halde korkmaz mısınız? De ki: Herşeyin hakimiyeti elinde bulunan, himaye eden fakat kendisine karşı kimsenin himaye altına alınmasına imkân tanımayan kimdir? Eğer biliyorsanız (söyleyin). Onlar, Allah’ındır diyeceklerdir. De ki öyleyse nasıl olur da aldanıyorsunuz?” (el-Mu’minûn, 23/84-89)

Müellif Allah ona ranmet etsin burada daha önce belirttiği “bunlar rububiyetin tevhidini kabul ediyorlardı” şeklindeki sözlerinin delilini zikretmektedir. Ancak o bu açıklamayı istidlâli daha tam, daha sağlam ve daha iyi bir yer etsin diye, soru ve cevap şeklinde vermeyi tercih etmiş ve: “Eğer ... delil istersen, yüce Allah’ın:”De ki size gökten ve yerden rızık veren kimdir?...” (Yunus, 10/31) buyruğunu oku.” demektedir.

O halde korkmaz mısınız?” buyruğu şu demektir: Sizler bunları kabul ettiğinize göre eksiksiz mülk ve egemenin, eksiksiz şekilde kâinatın işlerini çekip ve çevirenin O olduğuna, biricik yaratıcının, rızık verenin, kulaklara ve gözlere mutlak malik olanın O olduğuna, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartanın, bütün işleri yönetenin O olduğuna dair itirafta bulunduğunuz Allah’tan sakınmaz mısınız?

Böyle bir soru azar ve söylediklerinin bağlayıcılığını onlara hatırlatmak içindir. Yani sizler böyle bir inanca sahib olduğunuza göre Allah’tan sakınmanız, O’na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın, bir ve tek olarak yalnızca O’na ibadet etmeniz de gerekmektedir.

Müellif Allah ona ranmet etsin bizden “De ki yer ve ordakiler kimindir” âyetlerini de okumamızı istemektedir. Bu âyetler de Peygamber Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’in aralarında gönderilmiş olduğu müşriklerin rububiyetin tevhidini kabul ettiklerinin delilleri arasındadır. Onlar yerin ve orada olanların hepsinin ortaksız olarak yalnızca Allah’a ait olduğunu kabul ettikleri gibi, gökleri ve yeri Allah’ın yarattığını, büyük Arşın Rabbinin O olduğunu da kabul ediyorlar, herşeyin melekûtunun (mutlak egemenlik ve tasarrufunun) yalnızca O’nun elinde olduğunu, kendisi başkasını himaye etmekle birlikte ona rağmen kimsenin himaye altına alamayacağını da kabul ediyorlardı. Bütün bunları kabul etmeleri bir ve tek olarak Allah’a ibadet edip, ibadetlerini yalnızca O’na tahsis etmelerini de gerektirmektedir. Bundan dolayı bu üç âyetin herbirisinin sonunda da soru kipi ile onların azarlandıkları görülmektedir.

Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in aralarından gönderildiği müşriklerin rubûbiyetin tevhidini ikrar ettiklerini belirten âyet-i kerimeler de pek çoktur.

Onların bu hususları (yani rubûbiyetin tevhidini) kabul ettiklerini ve bununla birlikte Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın onları kendisine davet ettiği tevhidin kapsamına almadığını kesinlikle anlayıp, onların inkâr ettikleri tevhidin günümüzdeki müşriklerin “itikad” diye adını verdikleri ibadet tevhidi olduğunu bildiğine göre...[5]

Yani Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendi aralarında gönderilmiş olduğu müşrikler rubûbiyet tevhidini kabul ediyorlardı. Bu ise bir ve tek olarak yüce Allah’ın yaratıcı olduğuna, mutlak malik ve bütün işleri çekip çevirenin O olduğuna inancı ihtiva eder. Onların Allah’ın yaratıcı, malik ve bütün işleri çekip çeviren olduğuna iman etmeleri, Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın kendilerini kabul etmeye davet ettiği, kanlarının ve mallarının dokunulmazlığını da sağlayan ibadetin tevhidi kapsamına onları sokmuyordu.

İşte onların inkâr ettikleri tevhidin -müellifin belirttiği gibi- çağımızın müşrikleri tarafından “itikad” diye adlandırılan ibadetin tevhidi olduğunu öğrenmiş olduğuna göre onların kabul ettikleri bu (rububiyet tevhidi)nın tevhidde yeterli olmadığını, hatta İslamın çerçevesi içerisinde de yeterli olmadığını açıkça görmüş oluyorsun. Çünkü ibadet tevhidini kabul etmeyen bir kimse müslüman değildir, isterse rububiyet tevhidini kabul etsin. Bundan dolayıdır ki Peygamber sallallahü aleyhi vesellem -önceden de geçtiği gibi- rububiyetin tevhidini kabul etmiş olmalarına rağmen müşriklerle savaşmış bulunmaktadır.

Müşriklerin Meleklere, Salihlere ve İsa’ya İbadeti

Nitekim o müşrikler gece gündüz yüce Allah’a dua ediyorlardı. Diğer taraftan onlar arasından salih varlıklar olduklarını ve yüce Allah’a yakınlıkları sebebiyle kendilerine şefaatçi olsunlar diye meleklere dua ediyor, yahut Lat gibi salih bir zata ya da İsa gibi bir peygambere dua (çağırı) da bulunuyorlardı.

Yani bu müşrikler Allah’a ibadet hususunda çaresiz kaldıklarında yüce Allah’a dua ederlerdi. Aralarından yüce Allah’a yakınlıkları dolayısıyla meleklere dua edenler de vardı. Bunlar yüce Allah’a yakın olan kimse ibadete layıktır, kanaatinde idiler. Bu ise onların bilgisizliklerinden kaynaklanan bir kanaatti. Çünkü ibadet hiç şüphesiz bir ve tek olarak yüce Allah’ın hakkı olup, hiç kimse ibadette O’na ortak değildir.

Aralarından Lat’a dua edenler de vardı. Bu kelime aslı itibariyle hacılar için sevik diye bilinen bir çeşit bulamacı yapan kişinin adıdır. Yani bu kimse onu yağda kavuruyor ve bunu hacılara ikram ediyordu. Bu kişi ölünce, önceleri kabri başında beklediler, sonra da ona tapındılar.

Aralarından kimisi Allah’ın delil ve belgelerinden bir mucize olduğundan ötürü İsa Mesih’e de ibadet ediyordu. Kimileri de yüce Allah’a yakınlıkları sebebiyle evliyaya tapınıyordu. Bütün bunların ve dosdoğru yoldan sapıtmalarının sebebi ise amellerinin şeytan tarafından kendilerine süslü ve güzel gösterilmesidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”De ki: Amelleri açısından en çok ziyana uğrayanları size haber verelim mi? Onlar o kimselerdir ki dünya hayatında yaptıkları boşa gitmiştir. Üstelik kendilerinin muhakkak iyi yaptıklarını zannederler. Onlar Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edip, amelleri boşa çıkmış olanlardır. Biz kıyamet günü onlar için ölçü tutmayacağız.” (el-Kehf, 18/103-105)

Şunu da bil ki; Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem bu şirkten ötürü onlarla savaşmış, onları bir ve tek olarak Allah’a ibadeti halis kılmaya çağırmıştır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Onun için Allah ile birlikte başka hiç bir kimseye dua (ve ibadet) etmeyin.” (el-Cin, 72/18)

Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”Hak olan davet (dua ve ibadet) yalnız O’nadır. Onu bırakıp, çağırdıkları ise kendilerine hiçbir şekilde cevab veremezler.” (er-Râd, 13/14)

Yani Allah ile birlikte Allah’tan başkasına ibadet ettiklerinden, ibadette O’na şirk koştuklarını bilmiş oluyorsun. Burada maksat onların rubûbiyette Allah’a ortak koştukları değildir. Çünkü müşrikler arasında Peygamber sallallahü aleyhi vesellem gönderildiğinde onlar yüce Allah’ın ortaksız rab olduğuna, darda kalanların duasını kabul edenin, sıkıntıları giderenin O olduğuna -ve buna benzer yüce Allah’ın rubûbiyetini kabul ettiklerini ortaya koyan sözünü ettiği diğer hususları söylediklerini- ve böylelikle bir ve tek olarak O’nun rububiyetini kabul etmiş olduklarına inanıyorlardı.

Peygamber sallallahü aleyhi vesellem ibadet hususunda Allah’ı tevhidi kabul etmeyen bu müşriklerle savaşmıştır. Hatta tek başına Allah’ın yaratıcı olduğunu kabul etmekle birlikte onların kanlarının ve mallarının helal olduğunu belirtmiştir. Çünkü onlar yüce Allah’a ibadet etmiyorlar, ibadeti ihlâsla yalnız O’na tahsis etmiyorlardı.

İhlâs

İhlâs “kişinin ibadetinde yalnızca yüce Allah’a yakınlaşma ve O’nun lutuf ve ihsan yurduna kavuşma kastını gütmesi demektir.”

Onların Allah’ı bırakıp, dua edip tapındıkları putlar hiçbir şekilde onların dualarını kabul etmiyorlardı. Nitekim yüce Allah (bir başka yerde) şöyle buyurmaktadır:

”Allah’tan başka kendisine kıyamete kadar (dua etse dahi) cevab veremeyecek olan ve kendilerine yaptıkları duadan habersiz olan kimselere dua (ve ibadet) eden kişiden daha sapık kim olabilir? İnsanlar bir araya toplatıldıklarında onlar kendilerine düşman kesilir ve onların ibadetlerini inkâr edenler olurlar.” (el-Ahkaf, 46/5-6)

Dua ve Türleri

Duanın (ve ibadetin) tümüyle yalnızca Allah’ın, hayvan kesmenin tümüyle yalnızca Allah’ın, adakta bulunmanın tümüyle yalnızca Allah için yapılması ve başkasından değil yalnızcıa O’ndan yardım ve imdat dilemeleri için onlarla savaştıklarını da kesin olarak anlamış olursun. Bütün ibadet çeşitleri de yalnızca Allah’ındır.

Dua iki türlüdür:

1- Sevabı ümit edilerek, cezasından korkularak kendisine dua edilene ibadette bulunmak suretiyle yapılan “ibâdet duası”. Bunun Allah’tan başkasına yapılması doğru değildir, Allah’tan başkasına yapılması dinden çıkartan büyük bir şirktir. Yüce Allah’ın; “Şüphesiz bana ibadeti büyüklüklerine yediremeyenler yakında hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir.” (el-Mu’min, 40/60) buyruğundaki tehdit bu tür dua (ve ibadet) hakkındadır.

2- İstekte bulunmak duası: Bu da istek için ya da ihtiyaçların karşılanması için yapılan duadır. Bunun üç kısmı vardır:

a- Şanı yüce Allah’a ancak kendisinin güç yetirebileceği hususları bildirerek dua etmek. Bu yüce Allah’a bir ibadettir, çünkü bunun kapsamı içerisinde yüce Allah’a ihtiyacın arzedilmesi ve O’na sığınmak, O’nun kadir, cömert, lütuf ve rahmeti geniş olduğuna inanç da vardır. Allah’tan başka hiçbir kimsenin yerine getirmeğe güç yetiremediği herhangi bir hususu Allah’tan başkasından dua ederek isteyen bir kimse, kendisine dua ettiği varlık ister canlı, ister ölü olsun müşrik ve kâfir olur.

b- Hayatta olan bir kimseye güç yetirebileceği şeyleri söyleyerek dua etmek: Ey filan bana su ver, demek gibi. Bunda hiçbir sakınca yoktur.

c- Ölü ya da huzurda bulunmayan bir kimseye bu gibi istekleri sunmak: Bu da bir şirktir, çünkü ölü ya da huzurda bulunmayan bir kimsenin bu gibi işleri yerine getirmesine imkân yoktur. Bu istekte bulunan kimsenin böylesine bir kimseye dua etmesi, o varlığın kâinatta bir tasarruf sahibi olduğuna inandığını göstermektedir. Bundan dolayı o kimse müşrik olur.

Kurban Keserek İbadet

Hayvan kesmek (zebh) özel bir şekilde kanın akıtılması suretiyle canın çıkmasını sağlamaktır. Bu da bir kaç türlü gerçekleşir:

1- Kendisi için hayvanın kesildiği şahsı tazim etmek, onun önünde zilletini arzetmek ve ona yakınlaşmak maksadını güderek yapılan kesim. Bu bir ibadettir ve ancak yüce Allah’ın meşru kıldığı bir şekilde yüce Allah’a yapılır. Her kim bunu Allah’tan başkası için yaparsa, bu büyük şirktir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim (kurban kesmem), hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbı olan Allah içindir.” (el-En’âm, 6/162)

2- Misafire ikram yahut bir düğün ziyafeti ve buna benzer maksatlarla hayvan kesmek: Bu kimi zaman vacib, kimi zaman müstehab olmak üzere emrolunmuş bir şeydir. Çünkü Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir kimse misafirine ikramda bulunsun.”[6]

Yine Abdu’r-Rahman b. Avf’a evlendiğinde şöyle demiştir:

“Bir koyun ile dahi olsa düğün ziyafeti ver.”[7]

3- Yemek suretiyle yahut ticaret yapmak ve buna benzer faydalanmak kastı ile kesmek: Bu da mübah bir kesimdir. Bunda aslolan mübahlıktır, çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”Görmezler mi ki biz onların faydasına kendi ellerimizle var ettiğimiz davarlar yarattık. İşte kendileri bunlara sahibtirler. Onları kendilerine boyun eğdirdik, hem binekleri bunlardandır, hem onlardan yerler.” (Yâsîn, 36/71-72)

Bu, vesile olduğu şeye göre bazan istenen bir kesim olur, bazan da yasaklanan bir kesme işlemi olur.

Adak

Adak (nezir) genel olarak farz kılınmış, bütün ibadetler hakkında kullanıldığı gibi özel anlamıyla adak (nezir) hakkında da kullanılır. Bu anlamıyla nezir insanın Allah için kendisini belirli bir şeyi yapmakla yükümlü kılmasıdır. Burada kastedilen ise birinci anlamdır. Bütün ibadetler yüce Allah’a aittir, çünkü yüce Allah:”Rabbin şunları hükmetti: Kendisinden başkasına ibadet etmeyin...” (el-İsra, 17/23) diye buyurmaktadır.

İstiğase (Yardım Dileği)

İstiğâse (yardım dileği) ise zorluktan ve ölümden kurtulmak ve yardım istemektir. Bunun da bir kaç kısmı vardır:

1- Yüce Allah’tan yardım isteme (istiğâse): Bu, amellerin en faziletlilerinden, en mükemmellerindendir. Rasûllerin ve onlara tabi olanların yapageldikleri hep bu olmuştur. Buna delil de yüce Allah’ın şu buyruğudur:

”Hani siz Rabbinizden imdat istiyordunuz da: Muhakkak ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediyorum, diye duanıza karşılık vermişti.” (el-Enfal, 8/9)

2- Ölülerle ya da huzurda bulunmayan (uzaktaki) ve yardıma gücü yetmeyen canlılardan yardım istemek (istiğâse): Bu da bir şirktir, çünkü bunu ancak böylelerinin kâinatta gizli bir tasarruf sahibi olduğuna inanan kimseler yapar. Bunun sonucunda onlara rububiyetten bir pay verir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”Yoksa bunalmış olana kendisine dua ettiğinde duasını kabul edip, o kötülüğü gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah ile birlikte ilâh mı vardır? Ne kadar az düşünüyorsunuz.” (en-Neml, 27/62)

3- İmdada yetişmeye gücü yeten, bilen, canlılardan yardım dilemek (istiğâse): Bu onlardan yardım istemek gibi caizdir. Nitekim yüce Allah Musa aleyhisselam kıssasında şöyle buyurmaktadır:

”Taraftarlarından olan, düşmanından olana karşı kendisinden yardım istedi (istiğâse).” (el-Kasas, 28/15)

4- Gizli bir gücü bulunduğuna inanmaksızın gücü yetmeyen canlı birisinden yardım ve imdat istemek (isteğâsede bulunmak): Mesela kendisine hücum eden bir düşmanı savmak maksadıyla felçli birisinden yardım istemek gibi. Böyle bir şey kendisinden yardım istenen kimse ile bir alaydır ve boş bir davranıştır. Bu sebeb dolayısıyla da yasaktır. Yasak oluşunun bir diğer sebebi de şu olabilir: Belki onun bu davranışına başkası aldanır ve kendisinden yardıma koşması istenen o kimsenin -âciz olmakla birlikte- zorlu ve sıkıntılı zamanlarda kendisi ile başkalarını kurtarabildiği gizli bir gücünün bulunduğu vehmine kapılabilir.

Rububiyyeti Kabul Yetmez

Bütün ibadet çeşitleri de yalnızca Allah’ındır. Şunu da bilmiş oldun ki; onların rubûbiyetin tevhidini kabul etmeleri İslâma girmeleri için yeterli değildir. Onların meleklere, peygamberlere yahut velilere yönelerek şefaatlerini istemeleri, bu yolla Allah’a yakınlaşmaya kalkışmaları onların kanlarının ve mallarının helâl kılınmasının asıl sebebidir. Bütün bunları bildiğimiz takdirde rasûllerin kendisine davet edip, müşriklerin de kabul etmekten kaçındıkları tevhidin ne tür bir tevhid olduğunu öğrenmiş oluruz.

Müellif Allah’ın rahmeti üzerine olsun rasûllerin Allah’tan alıp getirdikleri tevhidin ulûhiyyetin tevhidi olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın aralarında gönderilmiş olduğu bu müşrikler rubûbiyetin tevhidini zaten kabul ediyorlardı. Bununla birlikte Peygamber sallallahü aleyhi vesellem kanlarının ve mallarının mübah olduğunu belirtmiştir. Halbuki onlar meleklere ve onların dışında velilere, salih kimselere ibadet ederken bunların kendilerini Allah’a yakınlaştırmalarını istiyorlardı. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

”Ondan başka veliler edinenler: ‘Biz bunlara ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ derler.” (ez-Zümer, 39/3)

O halde onlar yüce Allah’ın asıl maksad olduğunu kabul ediyorlar, ancak meleklerin ve başkalarının kendilerini yüce Allah’a yakınlaştırmasını maksad olarak gözetiyorlardı. Bununla birlikte Peygamber onları tevhidin kapsamı içerisinde kabul etmemişti.

Tevhid “Lâ İlâhe İllallah” Sözünün Anlamıdır

İşte bu tevhid, “lâ ilâhe illallah” sözünün anlamını ifade eder.

İşte bu tevhid, la ilâhe illallah sözünün anlamını ifade eder.” ifadeleri şu demektir: Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in kendisine davet ettiği tevhid “la ilâhe illallah” lafzının anlamının ihtiva ettiği tevhiddir. Yani Allah’tan başka, ibadet olunmayı gerçekte hak eden, hiçbir ilah (ibadet edilen) yoktur. Onlar bunun yüce Allah’tan başka hak mabud olmadığı anlamına geldiğini, bunun Allah’tan başka yaratıcı, rızık verici, tedbir edici yahut Allah’tan başka yoktan var etmeye güç yetiren -çoğu kelamcıların dediği gibi- anlamında olmadığını biliyorlardı. Çünkü bu anlamını zaten müşrikler de inkâr ve reddetmiyorlardı. Onlar “lâ ilâhe illallah”ın manasını reddediyorlardı. Yani Allah’tan başka, ibadet olunmayı gerçekte hak eden, hiçbir ilah (ibadet edilen) yoktur, gerçeğini kabul etmiyorlardı. Nitekim yüce Allah onlardan şöylece söz etmektedir:

”Acaba o bunca ilâhlar tek bir ilâh mı yaptı? Muhakkak bu çok şaşılacak br şeydir. Onlardan ele başları: Yürüyün ve ilâhlarınıza (ibadette) direnin. Şüphesiz ki bu istenen bir şeydir, diyerek kalkıp gittiler. Biz bunu öbür dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır.” (Sad, 38/5-6)

Çünkü onlara göre ilâh ister kral, ister peygamber, ister veli, ister bir ağaç, ister bir kabir ya da bir cin olsun, bu maksatlar için kendisine yönelinilen kimsedir. Onlar “ilah” ile Allah’ın yaratıcı, rızık veren ve müdebbir (işleri çekip çeviren) olduğunu kastetmiyorlardı. Onlar -önceden de açıkladığımız gibi- bunların yalnızca Allah tarafından gerçekleştirildiğini biliyorlardı. Onlar ilâh ile günümüzdeki müşriklerin “seyyid: efendi” lafzı ile kastettiklerini kastediyorlardı. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem onlara gelip, tevhid kelimesi olan “lâ ilâhe illallah”a davet etti.

Müellif müşriklerin “la ilâhe illallah” sözleri ile Allah’tan başka bir yaratıcı ve işleri çekip çeviren yoktur, demek istenmediğini bildiklerini söylemektedir. Çünkü onlar bunun bir gerçek olduğunu biliyorlardı. Onlar bu sözün ancak “Allah’tan başka, ibadet olunmayı gerçekte hak eden, hiçbir ilah (İbadet edilen) yoktur” anlamını kabul etmiyorlardı. İşte müellifin döne dolaşa anlattığı budur. Onun bunu tekrar tekrar dile getirmesi bu gerçeği pekiştirmek ve “bizler meleklere yahutta onlardan başkalarına ancak bizleri Allah’a yakınlaştırsınlar diye ibadet ediyoruz. Yoksa bizler onların yarattıklarına ya da rızık verdiklerine inanıyor değiliz” diyenlerin kanaatlerini reddetmek için tekrarlamaktadır.

Aslolan Şehadet Kelimesinin Anlamıdır

Burada bu sözden kasıt onun manasıdır. Mücerred onun lafzı değildir. Cahil kâfirler ise Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in bu sözden maksadının yalnızca yüce Allah’a bağlanmak olduğunu, Allah’tan başka kendisine ibadet olunan bütün varlıkların inkâr edilerek onlardan uzak kalmayı ifade ettiğini biliyorlardı. O kendilerine “lâ ilâhe illallah” deyiniz deyince, onlar da:”Acaba o bunca ilâhı bir tek ilâh mı yaptı? Muhakkak bu çok şaşılacak bir şeydir.” (Sad, 38/5) diye cevab vermişlerdir.

Müellifin “bu söz” ile kastettiği “lâ ilâhe illallah” sözüdür. O bu ifadelerinde de, önceki ifadelerinde olduğu gibi lâ ilâhe illallah’ın Allah’tan başka hak mabud olmadığı anlamına geldiğini, müşriklerin bu lafızdan bunu anladıklarını ve bunu söylemekten maksadın soyut olarak bunu telaffuz etmekten ibaret olmadığını, asıl maksadın Allah’tan başka hak mabud olmadığının kastedildiğini anlamışlardır. İşte bundan dolayı onlar biricik yaratıcı ve rızık vericinin Allah olduğunu inkâr etmemekle birlikte bu anlamını inkâr etmişlerdi.

Kafirlerin En Cahilleri Bile “Lâ İlâhe İllallah”ın Manasını Kavrıyorlardı

Kâfirlerin, cahillerinin bu hususu bildiklerini gördüğümüze göre, müslüman olduğunu ileri sürmekle birlikte kâfirlerin, cahillerinin bildiği anlamı ile bu sözün açıklamasını bilmeyen kimseye gerçekten hayret edilir. Hatta bu kişi, kalben, bu sözün herhangi bir anlamı ile itikadı sözkonusu olmaksızın sadece harfleriyle bunu telaffuz etmekle işin bittiğini dahi zanneder. Onlar arasından bilgili kimse ise anlamının “Allah’tan başka yaratan, rızık veren, işleri çekip çeviren yoktur”dan ibaret olduğunu zanneder. Lâ ilâhe illallah’ın anlamını kâfirlerin cahilinin kendisinden daha iyi bilebildiği bir kişide hayır yoktur.

Kâfirler, Allah’tan başka ilâh yoktur. Yani “lâ ilâhe illallah” ibaresinin, Allah’tan başka hak mabud yoktur demek olduğunu biliyorlardı. Müellif burada şunu açıklamak istemektedir! Kimi insanlar müslüman olduğunu iddia etmekle birlikte “lâ ilâhe illallah” sözünün anlamını bilmemektedirler. Çünkü onlar bunu söylemekten maksadın anlamını bilip, ona itikad etmeksizin sadece harflerini telaffuz etmekten ibaret olduğunu sanırlar.

Kimileri de bundan maksadın rubûbiyetin tevhidi olduğunu yani Allah’tan başka yaratıcı, Allah’tan başka rızık verici olmadığına inanmak olduğunu zannederler.

Kimi insanlar da bunu bu kelimeden kasıt şudur diye şöylece açıklarlar: Eşyanın zatına dair kesin yakîni çıkartıp, Allah’ın zatı hakkında doğru ve kesin yakîni yerleştirmektir. Ancak böyle bir açıklama batıldır, selef-i salih böyle bir açıklamayı bilmez. Bu açıklamadan maksat da yüce Allah’a kesin olarak inanıp, onun dışındaki varlıklar hakkındaki yakîni çıkarmak olamaz. Çünkü böyle bir şeye imkân yoktur. Zira Allah’ın dışındaki varlıklar hakkında da yakîn (kesin inanç) sabit olmalıdır:”Andolsun siz cahimi göreceksinizdir. Yine andolsun onu ayne’l-yakîn (kesin ve tereddütsüz olarak) göreceksinizdir.” (et-Tekâsür, 102/6-7) Ayrıca maddi olarak var olan ve varlığı bilinen eşyanın varlığına yakîn ile (kesinlikle) inanmak da tevhide aykırı değildir. Kimileri de “lâ ilâhe illallah”ı Allah’tan başka mabud yoktur, diye açıklamaktadır. Bu tanım zahiri esas alınarak doğru kabul edilemez, çünkü Allah’tan başka kendilerine ibadet olunmuş başka şeyler de vardır. Buna göre böyleleri, Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın aralarında peygamber olarak gönderildiği cahillerden daha cahildirler. Çünkü onların bu kelimenin anlamına dair bildiklerini günümüz cahilleri bilmemektedirler.

------------------------------------------------------------------------------------

[5] Açıklamadan da anlaşılacağı üzere; cümle; “tek başına bu tevhidin yeterli olmadığını da anlamış bulunuyorsun” diye ya da benzeri bir mana ile tamamlanır. (Çeviren)

[6] Buhari, Edeb, Babu men kâne yu’minu billahi ve’l-yevmi’l-âhir; Müslim, İman, Babu’l-hassi alâ ikrami’l-câri ve’d-dayf.

[7] Buhari, Buyû’.

ŞÜPHELERİ YOKEDEN TEVHİD GERÇEĞİ / İbn ‘Useymîn - Guraba Yayınları

0 yorum:

Yorum Gönder


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)