GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Demokrasi

Etiketler:
إن الحمد لله نحمده ونستعينه ونستغفره؛ ونعوذ بالله من شرور أنفسنا ومن سيئات أعمالنا؛ من يهده الله فلا مضل له ومن يضلل فلا هادي له. أشهد أن لا إله إلا الله وحده لا شريك له، وأشهد أن محمدا عبده ورسوله. يا أيها الذين آمنوا اتقوا الله حق تقاته ولا تموتن إلا وأنتم مسلمون. يا أيها الناس اتقوا ربكم الذي خلقكم من نفس واحدة وخلق منها زوجها وبث منهما رجالا كثيرا ونساء واتقوا الله الذي تساءلون به والأرحام إن الله كان عليكم رقيبا. يا أيها الذين آمنوا اتقوا الله وقولوا قولا سديدا، يصلح لكم أعمالكم ويغفر لكم ذنوبكم. ومن يطع الله ورسوله فقد فاز فوزا عظيما. أما بعد. . .



Hamd, ancak Allah içindir. Ona hamd eder, Ondan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, kötü amellerimizin kötülerinden Ona sığınırız. Allah’ın hidayete erdirdiğini saptıracak yoktur, saptırdığını da hidayete erdirecek yoktur.



Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, birdir ve hiçbir ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Onun kulu ve Rasûlüdür.



Ey iman edenler! Allah’tan Ona yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin. (Âl-i İmrân, 102.)



Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan da eşler yaratan; ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbiniz’den sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinize bir gözleyicidir. (en-Nisâ’, 1.)



Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki, Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eden büyük bir kurtuluşa ermiştir. (el-Ahzâb, 70-71.)



Günümüzde insanların büyük çoğunluğu, yönetim biçimi olarak demokrasiyi benimsemiştir. Günümüz devletlerinin hemen hemen hepsi, demokrasinin üstünlüklerine ve faziletlerine iman etmiştir. Ancak insanların çoğunluğunun bu konuda ittifak etmeleri, bizi asla yanıltmamalıdır. Çünkü insanların çoğunluk böyle düşünüyor diye, biz müminlerin de aynı biçimde inanmamız, akıntıya kapılıp gitmemizi gerektirmez. Müminler için önemli olan çoğunluğun inancına ortak olmak değil, hakka ve hakikate teslim olmaktır. Bu bakımdan biz, önce genel hatlarıyla demokrasiyi tanıyacak; sonra da İslam’ın bu konudaki hükmünü açıklamaya çalışacağız.



Grekçe “demos” (halk) ve “kratein” (idare) kelimelerinden oluşan “demokratia” sözcüğü “halk idaresi” anlamında kullanılmaktadır.



Gerçek anlamıyla demokrasi, siyasi kararların, doğrudan yurttaşların oy çokluğuyla alındığı bir hükümet şeklidir. Asıl demokrasi, bütün bireylerin katılımıyla gerçekleştirilen yönetim biçimidir. Şu anda yeryüzünde bu biçimde işleyen bir demokrasi yoktur. Bütün yurttaşların, siyasi haklarını doğrudan kullandıkları bir ülke yoktur.



Yurttaşların, siyasi haklarını başkalarına devretmek zorunda bırakıldıkları “Temsili demokrasi” uygulaması vardır. Dolayısıyla günümüz demokrasilerine “halk idaresi” demek yanlıştır. “Halkın siyasi haklarını başkalarına devretmek zorunda olduğu yönetim biçimi” şeklindeki ifade daha doğrudur. Hiçbir birey, “Ben kendi haklarımı başkalarına devretmek istemiyorum, kendim kullanmak istiyorum” demek hakkına sahip değildir. Kişi, bu hakkını başkasına devretmeye mecburdur. Kendini yönetecek insanlara oy vermek ve oy kullanmak zorundadır. Sandığa gitmeye mecburdur, sandığa gitmemekte, kendine vekil seçmemekte ayak diretirse, cezaya çarptırılmaktadır. Böylece demokrasilerde daha işin başında, yasaklar ve dayatmalar vardır. Kişilerin siyasi hakları dokunulmaz haklar olmaktan çıkıp, başkalarınca kullanılması şart olan izafi haklara dönüşmektedir. Bu bakımdan demokrasi için haklın kendi kendini yönetmesi tarifini getirmek, büyük bir Aldatmaca olarak önümüze çıkmaktadır.



Tarihin ve günümüzün bütün demokrasileri için geçerli olan hakikat şudur: Halk hiçbir demokraside kendi kendini yönetmemiştir. Bütün demokrasilerde yönetim, askeri gücü, ekonomik gücü ve sosyal imtiyaz gücünü elinde tutan sınıfların tekelinde kalmıştır. Günümüzde buna bir de iletişim araçları dediğimiz basın yayın ve medya gücünü ilave edebiliriz. Hatta günümüz demokrasileri için “medyaya hâkim olanların yönetim biçimi” şeklinde tarif getirilebilir ve bu hiç de abartma olmaz. Çağımızda medya artık insanların büyük çoğunluğunu otomatiğe bağlamış, canlı robotlar yapmışlardır. İnsanlar medyanın gönüllü köleleri olmuşlardır. Nasıl düşünmeleri gerektiğine, nasıl yaşamaları gerektiğine medya karar vermektedir.



Kısaca demokrasiyi tanıttıktan sonra, şimdi de İslâm’ın bu konudaki hükmünü açıklamaya çalışalım:



Başta da belirttiğimiz gibi demokrasinin olmazsa olmaz en temel unsuru, halkın veya halk tarafından seçilen bir zümrenin hâkimiyet hakkına sahip olmasıdır. Demokratik sistemlerde yasama ve kanun koyma hakkı, milletin vekilleri denilen bir takım seçilmişlerin tekelindedir. Bu da sık sık tekrarlanan “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sloganıyla ifade edilmiştir. Ancak milletin, hâkimiyet hakkını doğrudan kullanması imkânsız olduğundan, milletin yerine bu hakkı halk tarafından seçilen bir zümre kullanmaktadır.



İslam’a göre hâkimiyet ve insanların hayatlarını düzene koyacak kanunları koyma hakkı, Allah’ın ve O’nun izniyle peygamberinindir. Bu hakkı Allah ve Resulünden başka herhangi bir şeyde görmek batıldır. Bu işler bütün halk, ister de halkın seçtikleri veya tek bir kimse olsun.



Şimdi de konuyu ayeti kerimelerin ve hadisi şeriflerin ışığında birkaç açıdan ele almaya çalışalım:

1. Allah Tebâreke ve Teâlâ, insanları ve cinleri sadece kendisine ibadet etsinler diye yaratmış; bunu da kitabında şu şekilde tescil etmiştir: “Ben cinleri de insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 56)



“İyi bilin ki, yaratma da emretme de yalnız. O’nun (Allah’ın) dur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı ne yücedir!” (A’raf, 54)



“İşte Rabbiniz Allah! O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. O halde O’na ibadet edin. O, her şeye vekildir.” (En’âm, 102)



Abdullah b. Mes’ud dedi ki: Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e: “Allah katında en büyük günah hangisidir?” diye sordum; şöyle buyurdu: “Allah seni yarattığı halde O’na (herhangi bir şeyi) denk tutman/eş koşmandır.” Dedim ki: “Gerçekten bu çok büyük (bir günah) tır. (Buhari, 4477; Müslim, 86)



Bu âyeti kerimeler ve hadis-i şerif açık bir şekilde göstermektedir ki, insanların ve cinlerin Allah Teâlâ’ya ibadet etmelerinin gerekliliği, Allah Teâlâ’nın onları yaratmış olması ile bağlantılıdır. Onları yaratan, onlara rızık veren, diğer tüm varlıkları onların hizmetine sunan ve bu şekilde onları şerefli kılan sadece Allah Teâlâ olduğu için; onlar da sadece Allah Teâlâ’ya ibadet etmeli ve O’nun emretme yetkisine karşı boyun eğerek emirlerini yerine getirmeli ve yasaklarından kaçınmalıdırlar.



Allah Tebâreke ve Teâlâ ibadetin çerçevesini şu âyeti kerime ile belirlemiştir: “De ki: Şüphesiz benim namazın, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’âm, 162)



Böylece hayatın tüm sahaları, ahlakî içtimaî, ekonomik, siyasî ve diğer bütün alanları âlemlerin Rabbi olan Allah için olmakta ve O’nun emir yasaklarına uygun tanzim edilmekte birleşiyor.



Hâlbuki demokratik sistemlerde hayatı ilgilendiren bütün hususlar tartışmaya açılıyor ve çoğunluk esasına göre kanunlar çıkarılıyor. Bu kanunlar çıkarılırken de Allah’ın ve peygamberinin buyruklarına d eğil, milletin vekili delinen bir zümrenin hevâlarına göre hareket ediliyor. Böylece Allah’ın haram kıldıkları helal, helal kıldıkları da haram kılınıp yasaklanabiliyor. Nitekim ülkemizde başta Allah’a şirk koşmak, içki, kumar, faiz ve zinâ olmak üzere Allah’ın haram kıldığı birçok şey kanunlarla serbest kılınıp koruma altına alınırken; ilâhî şeriatın uygulanmasını istemek, Allah Teâlâ’nın rızasına uygun giyinmek, dini ilimleri serbest bir şekilde okumak ve okutmak ve daha birçok ilâhi emirler yine kanun ismi altında yasaklanmıştır. Bu şekilde kanun çıkaranların ve çıkarılan bu kanunlara rıza gösterip vesile olanların hâli, şu âyeti kerimede belirtilen Yahudi ve Hıristiyanların hâline ne kadar da çok benzemektedir: “Onlar Allah’ı bırakıp âlimlerini, rahiplerini, Meryem oğlu Mesih’i Rabler edindiler. Hâlbuki onlar bir tek ilâha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmamışlardı. Ondan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları her şeyden münezzehtir.” (Tevbe, 31) Hz. Peygamber bir gün bu âyeti Adiyy b.Hatem’in önünde okumuş, Adiyy de Hıristiyanların böyle bir şey yapmadıklarını bildirmişti. Bunun üzerine peygamber sallallâhu aleyhi ve selem de: “Onlar kendi din adamlarının – Allah’ın indirdiklerine aykırı olarak – helâl kıldıklarını helâl, haram kıldıklarını haram kabul etmişlerdi. İşte bunların âlimlerine ibadetleri ve onları rabb edinmeleri böyle olmuştur” buyurdu. (Tirmizi, Tefsir, 3294.hadis)



İnsanların hayatlarını düzene koyan kanunlar iki kısma ayrılmıştır. Bunlardan ilki Allah’ın Vahyine dayanan ilâhi kanunlar; ikinci kısmı ise, birçok yönden etki altında kalmaya müsait olan insanların hevâlarına dayanan beşeri kanunlardır. Allah Teâlâ birinci kısımdaki kanunlara uymayı emretmiş, ikinci kısımdaki kanunlara tabi olmayı da kesin bir şekilde yasaklamış ve aksi takdirde dalâlete düşüleceğini bildirmiştir. Konu ile ilgili birkaç âyeti kerimenin meali şöyledir:



“Ey Dâvûd, Biz seni gerçekten yeryüzünde bir halife kıldık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet, sakın hevâya uyma. O takdirde seni Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak Allah’ın yolundan sapanlara hesap gününü unuttuklarından, onlar için çok çetin bir azap vardır.” (Sâd, 26) “Sonra Biz seni dinden bir şeraite sahip kıldık. Sen de artık ona uy, bilmeyenlerin hevâlarına uyma.” (Câsiye, 18)



“Eğer sana icabet etmezlerse bil ki onlar ancak hevâlarına uymaktadırlar. Allah’tan bir hidayet olmaksızın hevâsına uyandan daha sapık kim olabilir ki? Muhakkak Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez.” (Kasas, 50)



“Kendi hevasını ilah edinmiş, bilgisine rağmen Allah’ın kendisini şaşırtmış olduğu, kulağına ve kalbine mühür vurduğu, gözü üzerine de perde gerdiği kimse hakkında ne dersin? Artık buna, Allah’tan başka kim hidayet verebilir? Hiç öğüt almaz mısınız?” (Casiye 23)



Abdullah b. Amr b. el-As dedi ki: Rasulullah sallallâhu aleyhi ve selem şöyle buyurdu: “Sizden herhangi biri, hevası benim getirdiklerime tabi olmadıkça iman etmiş olmaz” (Bu hadisi İmam Nevevî, “Erbain” isimli meşhur kitabının 41. hadisi olarak aktarmış ve sahih olduğunu belirtmiştir.)



Bu ayeti kerimeler ve hadisi şeriften gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki, demokratik sistemlerde yapılan anayasalar ve çıkarılan kanunlar delalet ve sapıklıktır. Çünkü demokrasinin temel dayanağı olan bu kanunlar, Allah’ın hidayetine ve şeriatına değil de kelimenin tam anlamıyla insanların hevâlarına dayanmaktadır.



Dikkat edilirse ayeti kerimeler ve hadisi şerifte insanların “akılları” değil de hevâlarından bahsedilmektedir. Çünkü bozulmamış akıl ile sağlam bir fıtratın, İslâm’a aykırı bir yargıda bulunması olanaksızdır. Burada özellikle insanın hevasına vurgu yapılmasının sebebi şudur ki: İnsan, nefsi, çeşitli duyguları, şeytanı, çevresi, güç odaklarının baskısı ve daha pek çok etkenin etkisi altında kalmaya müsait bir varlıktır. Gayet tabiidir ki; Böyle bir varlığın Allah’ın kitabı ve peygamberin sünnetinden bağımsız olarak çıkaracağı kanunlar faydadan çok fesadı meydana getirir. İşte demokratik sistemlerin gerçeği budur.



3. Allah Tebâreke ve Teâlâ tâğutu inkâr etmeyi biz müminlere emretmiştir. Tâğutu inkâr etmeyi, Allah’a iman etmenin şartı olarak kabul etmiştir. Şimdi önce tâğutun ne olduğunu sonra da konu ile ilgili ayeti kerimeleri görelim:



İmam İbn Kayyım el-Cevziyye şöyle demektedir: “Tâğut: İtaat edilme veya tabi olunma yahut da ibadet edilmekle haddini aşan her kuldur. Dolayısıyla her kavmin tâğutu: Allah’ı ve Rasûlunu bırakarak kendisine gidip mahkeme oldukları; veya Allah’ı bırakarak ibadet ettikleri, veya Allah’tan bir basiret ve delil üzere olmaksızın tabi oldukları yahut da Allah’a itaat olmadığını bildikleri hususlarda itaat ettikleri kişi ve veya nesnelerdir.



İşte âlemin bütün tâğutları bunlardan ibarettir. İnsanların bu tağutlarla olan hallerini düşünecek olursan göreceksin ki, insanların çoğu Allah’a ibadeti bırakıp, tağutlara ibadet etmekte; Allah’ı8 kitabı ve Rasûlullah’ın sünneti ile muhakeme olmayı terk edip, tağutlara gidip muhakeme olmakta, Allah’a itaat ederek Rasûlü'ne tabi olmaktan yüz çevirip, tâğutlara itaat edip tabi olmaktadırlar.” (İ’lamü’l-muvakkiin, 1.cilt, 53.sahife)



Âyeti kerimelerin mealleri şöyledir:

“Andolsun ki Biz her ümmet arasında: “Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimine hidayet, kiminin aleyhine olmak üzere sapıklık hak oldu.” (Nahl, 36)



“Kim tâğutu inkâr ve Allah’a iman ederse o muhakkak kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa (Kuran’a, İslâm’a) yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)



“Tâğuttan, ona kulak etmekten kaçınıp ta tam gönülle Allah’a yönelenlere gelince, müjde onlarındır. Haydi, kullarıma müjde ver.” (Zümer, 17)



“Sana indirilene ve senden önce indirilmiş olanlara iman ettiklerini iddia edenleri görmez misin? Kendisini inkâr etmekle emrolundukları halde Tâğut’un hükmüne başvurmak istiyorlar. Şeytan da onları (hidayetten ayırıp) uzak bir sapıklıkla büsbütün saptırmak ister.” (Nisâ, 60)



Hiç şüphe yok ki bu âyeti kerimeler, yukarıdaki tarif ile birlikte düşünüldüğünde; artık hiçbir söz söylemeye gerek kalmaz.



4. Hevâya dayanarak hükmetmememizi ve Tâğut’u inkâr etmemizi emreden Allah Teâlâ, problemlerin ve anlaşmazlıkların çözümü için Allah’a/O’nun kitabına ve Rasûlullah’a/onun sünnetine gitmemizi emretmektedir. Hâlbuki bütün demokrasilerde bu hususlarda seçilmiş bir zümrenin hevâlarına başvurulmakta ve tâğutun hükmüne tâbi olunmaktadır.



Bu konuyla alâkalı yüzlerce ayetten birkaç tanesinin meali şöyledir:



“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere de itaat edin. Ve sizden olan emir sahiplerine (hak ve adalet üzere olan halifelere, hâkimlere, âlimlere) de. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a (O’nun kitabına) ve Rasûlüne (onun sünnetine) götürünüz. Bu hem daha hayırlıdır hem de sonuç itibariyle daha güzeldir.” (Nisâ, 59)



“Allah ve Rasûlü bir işi hükme bağladığında hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadına o işlerinde istediklerini yapmak hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne isyan ederse, şüphesiz apaçık bir sapıklıkla sapmış olur.” (Ahzâb, 36)



“Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan, tam bir teslimiyette teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 65)



“Hem peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının. Ve Allah’tan korkun. Çünkü Allah azabı çok çetin olandır.” (Haşr, 7)



“Artık onun (Rasûl’un) emrine muhalefet ed enler kendilerine bir fitne/mihnet veya acıklı bir azabın isabet etmesinden çekinsinler.” (Nûr, 63)



5. Allah’ın kitabını ve Rasûlullah’ın sünnetini terk eden ve bunların yerine başka sistem ve hukuk düzenlerini benimseyenler, küfre düşmüş olurlar. Bugün İslâm ülkelerinde uygulanan demokratik sistemlerin hukuk düzenlerinin batıdan ithal edildiğini ve Allah’ın şeriatının bazı İslâm ülkelerinde tamamen terk edildiğini, hatta yasaklandığını ve diğer bazılarında ise kısmî olarak terk edildiğini söylemeye herhalde gerek bile yoktur. Bu husus basiret sahibi herkes tarafından bilinmektedir.



Bu konuyla alakalı olarak Mâide Sûresinde şu âyeti kerîmeler yer almaktadır:



“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(Mâide, 44)



“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”(Mâide, 45)



“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.”(Mâide, 47)



“Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Yakîn sahibi (hakka kesin inanan) bir toplum için kimin hükmü Allah’ın hükmünden daha güzel olabilir?” (Mâide, 50)



İşte Allah’ın şeriatı ile hükmedilmemesinin ve cahiliye hükmünün tercih edilmesinin neticesi olarak yeryüzünde küfür, şirk, zulüm, fısk ve fücur her tarafa yayılmış ve insanlar müthiş bir gaflete kapılmışlardır. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ı bırakmış, kendilerine binlerce rabler edinmişlerdir.



“…Darmadağınık birçok rabler mi hayırlıdır yoksa bir tek olan (ve her şeyi hükmü ve iradesi altında tutan) Kahhâr Allah mı?” (Yûsuf, 39) “Hüküm ancak Allah’ındır. O, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yûsuf, 40)



Bütün bu açıklamalardan açıkça anlaşıldığı gibi demokrasi, bir küfür sistemi olup, İslâm’la taban tabanı zıttır. Aynı gecenin zifiri karanlığı ile günün ortasındaki aydınlık gibi… Birinin tam olarak bulunduğu yerde diğeri tam olarak bulunamaz. Dolayısıyla bir müslümanın böyle bir sistemi benimsemesi ve desteklemesi düşünülemez. Allah’ın kanunlarına ve şer’i hukuka iman eden bir müslümanın, menşei batı olan bâtıl bir hukuk düzenine göre kanunlar çıkaracak kimseleri seçmesi nasıl mümkün olabilir ki?!



Şimdi bazılar çıkıp diyebilirler ki: “Biz demokrasiye bir amaç değil, bir araç olarak bakıyoruz. Bizim asıl amacımız ise, düşmanımızın elindeki bu silahı kullanarak onu yenmek ve Müslümanların da rahat yaşayabilecekleri bir zemin hazırlamak.”



Biz de deriz ki: “Gayenin meşruluğu vasıtayı meşru kılar” düşüncesi İslâm’da yoktur. İslâm’a göre gayenin meşru olması gerektiği gibi, o gayeye ulaştıracak vasıtanın da meşru olması gerekir. Dolayısıyla demokrasi gibi İslâmla taban tabana zıt olan bir sistem kullanılarak İslâm’ın hâkimiyeti sağlanamaz. Çünkü İslâm dini Rabbani bir din olduğu için onu hâkim kılma yolu da Rabbani olmak zorundadır.



Allah, Kur’an ve sünnet vasıtasıyla bu dini açıkladığı gibi, bu dini hâkim kılma yolunu da peygamberinin hayatıyla ve mübarek siretiyle ortaya koymuştur. Bunu en kalın hatlarıyla tebliğ, hicret ve cihat olarak özetleyebiliriz. Küfür sistemlerinin hâkim olduğu herhangi bir zamanda, o düzenleri yıkıp yerlerine İslâm devletini kurmak isteyen Müslümanlar bu metoda uymak zorundadırlar. Çünkü biz Müslümanlar Allah’ın rızasına uygun amel ettiğimiz nispetle başarılı oluruz. Allah’ın razı olmadığı şeylerden kaçındığımız ölçüde hedefe yakınlaşırız. Allah Teâlâ, peygamberinde bizim için güzel bir örnek olduğunu, her konuda – İslâm’ı hâkim kılma metodu da dâhil – ona uymamızın gerekliliğini beyan ederek şöyle buyuruyor: “And olsun ki, Rasulullah’da sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için mükemmel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 21) Namazımızı Rasûlullah’ın namazına göre kıldığımız, haccımızı onun haccına göre yaptığımız gibi İslâm’ı hâkim kılma amelimizi de onun hâkim kıldığı şekilde yapmak zorundayız. Başka bir âyeti kerimede, Allah’ı sevmenin her konuda peygambere uymayı gerektirdiği şu şekilde beyan edilmektedir: “(Rasulum) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” (Âl-i İmrân, 31)



Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de Hz. Aişe validemizin rivayet ettiği bir hadisi şerifte şöyle buyurmaktadır: “Her kim bizim bu işimizde esasen onda olmayan bir şeyi (sonradan) ortaya atarsa, o reddolunmuştur.” İmam Müslim’in bir rivayetinde ise şöyle buyurmuştur: “Her kim emrimize uygun olmayan bir amel işlerse, o ameli reddedilmiştir.” (Buhari, 2697; Müslim, 1718) Böylece İslâm adına yapacağımız bütün amellerimizin, Rasûlullah’ın yaptığı şekle uygun olması şart koşulmuştur.



Son olarak şu hususa dikkat çekmek istiyoruz ki: Bugün insanların çoğunluğunun demokrasiden taraf olmaları, bu çirkin sistemden övgüyle bahsetmeleri biz müslümanları asla yanıltmamalıdır. Zira biz Müslümanlar, başta da belirttiğimiz gibi Allah’ın vahiyle tespit ettiği hakka ve hakikate tabi olur; İnsanların çoğunluğu kabul etse dahi Allah’ın dinine ters düşen her türlü batıldan yüz çeviririz. Bu konuda şu hususu asla unutmamalıyız ki, peygamberlerin kavimlerinden helak olanlar, genellikle kahir ekseriyeti oluşturuyorlardı. Şu ayeti kerimeleri de sürekli göz önünde bulundurmalıyız:



“Sen ne kadar hırs göstersen de insanların çoğu iman etmezler” (Yusuf, 103)



“Onların çoğu şirk koşmaksızın (bir türlü) Allah’a iman etmezler.” (Yusuf, 106)



“Eğer sen yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar. Onlar ancak yalan ve iftira edenlerdir.” (En’am, 116)



“İzzet sahibi olan Rabbin onların niteleye geldiklerinden münezzehtir. Gönderilmiş peygamberlere selam olsun. Âlemlerin Rabbi Allah’a da hamd olsun.” (Saffat, 180-181-182)

www.elmuslimun.com
0 yorum:

Yorum Gönder


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)