GURABA İSLAM الإسلام الغرباء

Tevhid ve Şirk - 2

Etiketler: ,
Geçmiş ve Günümüz İnsanlarında Şirkin Yeri -2


1. İnsanlara İslami davetin yapılmaması

Insan fıtratının en belirgin özelliği, boşluk kabul etmemesi veya boşluga tahammül etmemesidir. Insan kendisine bir muhatap arar ve bununla o boşlugu doldurmak ister. Insanların fıtratında bulunan bu boşluklar, “doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin“ mutlaka bir şeylerle doldurulmasına rağmen, insanla bütünleşecek bu değerler ancak ve ancak İslam’ın değerleridir. Işte bu değerlerle insan âhenkli bir bütünlüğe girmekte ve yükselmektedir. Bu mânada davetin insanlara ulaştırılması kaçınılmazdır. Aksi takdirde insan, şirkî daveti metod olarak almakta ve böylelikle fıtri boşluklar batıl davetlerle doldurulmaktadır.

2. Dünyevi endişeler ve nefsi marazlar

Bu davetle karşılaşan her insan için bu davete icabet eder diyemeyiz. Çünkü yine biliyoruz ki, davetle karşılaşmalarına rağmen bu daveti kabul etmeyen bir çok insan bulunmaktadır. Bu insanların daveti reddedip, şirke yönelmelerinin en önemli nedeni dünyevi endişeler ve nefsi marazlardır. Ekabir takım için faturası kabarık kabul edilen bu gibi dünyevi endişelerin, halk kitlelerinde bir lokma ekmek veya iki kuruş maaş gibi çok küçük birimlere indigini görürüz. Bir lokma ekmek veya iki kuruş menfaatin yanı sıra, devletten ve devlet adamlarından korkmak, birçok zavallı insanın şirke yönelmesi için yeterli birer sebep olabilmektedir.

3. Yarını uzak görme

Yarını uzak görme düşüncesi, insanlarda genel bir hastalık durumuna gelmiştir. Halbuki gerçek böyle midir? Yarınlar, gerçekten uzak mıdır?. Oysa uzak olan, yarın degil dündür. Yirmi yıl sonramız değil, yirmi saniye öncemiz uzaktır, uzaklaşmıştır bizden. Yirmi yıl yol gitsek bile, yirmi saniye öncemize gitmemiz mümkün değildir. Fakat yarınlar, durmak bilmeyen adımlarla üzerimize doğru gelmektedir. Mesela; ihtiyacı olan birisine “Bugün sana on bin mark vereyim, bir hafta sonra üç tırnağını sökeyim deseniz, ihtiyacı olmasına rağmen teklifinize yanaşmaz. Çünkü zamanın durmadığını ve o günün geleceğini iyi bilir. Peki, bu bir haftalık süre geçecek ise, bir ömür geçmeyecek mi?. Yaşasak ta ölsekte, tıkır tıkır işleyen zaman, hesap gününe doğru yol almıyor mu?. Bazılarının kuşkuyla baktıkları, uzak gördükleri yarınlar, Allah’a andolsun ki gelecektir...

4. Batıl umutlar

Insanları doğru veya yanlış birçok şeye sevk eden önemli bir etkendir umut. İnsanlar geçmiş tarihimizde cenneti umut ederek çok şeyler yapmışlardır. Cennet umudu ortak bir arzu olmasına rağmen, bu umut için yapılmak istenenler oldukça farklıdır. Müminler bunu Allah’ın rızasına götürecek Kur’an ve Sünnette ararlarken, bazıları firavunların izinde, bel’amların dininde, sapıklarin tekkesinde aramaktadırlar!.. İşte günümüzde insanlar! Cennet umuduyla cehenneme yönelmiş, yaygın ve bulaşıcı bir hastalığa düşmüşlerdir.

5. Duyu organlarının ilahlaştırılması

Âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c) insanlara yaratılışında bazı duyu organları vermesine rağmen, bu duyu organları her şeyi anlayabilecek keyfiyette değildir. Bir takım insanlar için varlık âlemi, duyu organlarıyla müşahede edebildikleri şeylerdir. “Ancak benim gördüğüm veya benim işittiğim vardır“ demek, aynı zamanda “Ben her şeyi görürüm, işitirim“ demektir. Halbuki bizler biliyoruz ki, bu mutlak sıfat, Rabbimize ait bir sıfattır. Yine birtakım insanlar göremedikleri ilahı, görülebilir hâle getirmekten yanadırlar. Ibadet için yöneldikleri merciyi somut hale getirmek isterler. Ancak duyularla direkt hissedilebilen ilahları kabul ederler. Bu ister taştan, ister tahtadan olsun fark etmez. Esas olan taptıkları şeyin meçhullükten çıkıp, müşahhas hale gelmesidir. Sonuç olarak “görmediğime ibadet etmem“ diyen ateist ile “ancak gördüğüme ibadet ederim“ diyen müşrik arasında bir fark yoktur. Her ikisi de görülebilen bir ilah istemektedirler. Ikisinin de çıkış ve batış noktası duyu organlarıdır.

6. Çoğunluğun etkisi

Bir çok insan kimlik ve kişiliğini, içinde bulunduğu toplumdan almaktadır. Böylesi durumlarda söz konusu topluluk, doğru yolda ise herhangi bir problem yoktur. Ancak bu toplum cahili veya batıl nitelikli ise, insan ve toplum arasındaki olumlu olan etkileşim, gayet olumsuz bir yöne kaymaktadır. Böylesi bir toplumun insan üzerindeki baskısı, bu insanı dogrudan, iyiden uzaklastırıcı bir faktör olmaktadır. İşte böylesi toplumlarda, toplumun yanlışlığına rağmen doğruyu görmek, kötülüğüne rağmen iyiyi tercih etmek her kişinin işi değil, er kişinin işidir. Çünkü, böyle bir tercih de, binlerce ağızdan çıkan “bu doğrudur“ sözüne, tek bir ağız ile “hayır, bu yanlıştır“ demek vardır. Dolayısıyla kendi kişiliğini içinde bulunduğu toplumda bulan kimseler için, böyle bir tercih mümkün değildir. Nitekim cahili toplumlarda yaşayan böylesi kimselerden, şu ifadeleri sık sık duymamız mümkündür... “Bunca insan yanlışta da sen mi doğrusun?.. sen mi biliyorsun?..” “Bunca insan aldatıldığının farkında değil de sen mi farkındasın?..” Demek ki, böyle kimselere göre “iyi veya doğru” çoğunluğun kabul ettiğidir. Oysa tarihe baktığımız zaman bu mantığın birçok hadisede battığını görürüz. Durum böyle olunca toplumu veya çoğunluğu esas alarak hangi şeye mutlak doğrudur diyebiliriz?! Aynı zamanda bu görüş İslamın temel prensipleriyle çatışmaktadır. Bu izahlardan sonra geçmiş tarihlerde ve çağımızda vuku bulan şirk hadiselerine değinmek istiyoruz.
Allah’ı inkâr eden ateistler ile Allah’ın varlığına inanmalarına rağmen Allah’a eş koşan müşrikler arasında herhangi bir fark yoktur. Her iki şekilde de bunların cehennem ehli olduğunu Kuran’ı Kerim bize bildirmektedir. Şöyle ki:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.” (Nisa 116)
“(Rasûlüm!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun (bilfarz) Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!” (Zümer 65)
“İşte bu, Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi.” (En’am 88)
Meseleyi Kur’an’ı Kerimdeki geçmiş tarihle ilgili verilere ve günümüzdeki görüntülere göre değerlendirecek olursak, ne yazık ki geçmiş ve günümüz ayrımına gitmemiz mümkün değildir. Çünkü şirk vakıası ve mantığı, hem geçmişte hem de günümüzde aynıdır. Geçmişte ve günümüzdeki müşriklerin nelere taptıklarına kısaca bir göz atarsak, arada bir farkın olmadığına bizzat şahit olmuş oluruz.

Tabiata tapanlar

Geçmiş dünya tarihinde insanların, güneşe, aya ve yıldızlara taptığını görürüz. Güneşde, ayda veya yıldızlarda büyük güçler olduğunu kabul etmişler ve karşılaştıkları olayların bu güçlerin etkisiyle meydana geldiğine inanmışlardır. Tabi ki, bu batıl inanış beraberinde bunlara karşı kulluğu ve putperestliği getirmiştir. Mahdut (sınırlı) akılları ile yaratıcının iradesini, yaratılmış olan tabiata nispet edenler, tabiatı Allah’a eş koşan tabiatperestlerdir. Bilimsellik adına ileri sürülen bu gibi safsataların yanı sıra; yıldızların insanların kaderi üzerinde müessir olduğuna, yıldıznameye ve yıldız falına inanan kimselerde, aynı sapık fırkanın sapık müntesipleridir.

Cinlere tapanlar

Kur’an’ı Kerimin cinlerle ilgili beyanına göre cinler, ateşten yaratılmış olup; aralarında hem iyilerin hem de kötülerin bulunduğu mahlûklardır. Cinler hakkında bunları bilmemize rağmen, biz insanlara göre varlıkları mâlum, mahiyetleri ise meçhul mahlûklardır. Bakın Kur’an’ı Kerim bunu nasıl anlatıyor:
“Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir..” (En’am 100)
Cinlerin Allah’a eş koşulması demek, Allah’ın yüce sıfatlarının cinlere nispet edilmesi, Allah’tan istenmesi gereken şeylerin cinlerden istenmesi demektir. Tabii ki bu durum geçmişe özgü bir şey değil, günümüzde de durum aynıdır. Bakın bugün camilerde üç beş insan varken, cinci hocaların kapıları, sıra kapmak isteyen insanlarla doludur. Insanların Allah’ın huzuruna değil de, cinci hocaların huzuruna götüren etken şüphesiz şirk etkenidir. Kendilerine entel veya elit tabaka denilen kimseler ise aynı yönelişin modern boyutu olan medyumları tercih etmektedirler. Cinlerin gaybı bilmediklerini Kur’an’ı Kerim bildirmektedir.
“Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” (Sebe 14)

İnsanlara tapanlar

Insanların, kendileri gibi birer mahlûk olan insanlara tapmaları tuhaf olduğu gibi aynı zamanda en yaygın bir şirk türüdür. Tarihin her sürecinde kendisini ilahlaştırmaya çalışan firavunlar ve bu firavunlara kulluk yapan köleler olagelmiştir. Bir kısım insanlar bu firavunlara sevgilerinden dolayı kulluk yaparlarken bir kısmı da korktuklarından dolayı kulluk yapmaktadırlar. Makamın veya paranın yaptırım gücü, makama veya paraya değer verenler üzerinde müessirdir. Oysa bir şeye değer vermek demek, onu meşru görmek demektir. Dolayısıyla makama veya paraya değer vererek, bunları ortadan kaldırmak mümkün değildir.

Ölmüşlere tapanlar

Yaşadığımız dünyada ölülere karşı iki ayrı yaklaşım vardır. Bunlardan birisi; yalan ve iftiralarla mevtayı kötülemek, diğeri ise; mevtada olmayan vasıflarla onu yüceltmektir. Ölülere tapma hadisesi, ölmüş olan salih veya azgın kimselerin, onlarda olmayan vasıflarla yüceltilmesi üzerine gerçekleşmektedir. Bu tip insanlar ölünün görüş ve ilkelerine itaat ederek, sevgi ve rizasını göstererek şirke girmektedirler. Evet... Geçmişteki ve günümüzdeki müşriklerin yöneldikleri bu insanlar ölüdürler. Istanbul’- daki Eyyüb Sultana uzanan eller, Izmir’deki susuz dede- ye dökülen sular, laik perestlerin akıttığı göz yaşları bunun göstergesi değil midir?! Yaşanılan bu zillet öyle boyutlara ulaşmıştır ki, dünya işleri falanca ölüye bırakılırken, âhiret işleri falanca ölülere bırakılmaktadır. Daha açık bir ifadeyle dirilerin idaresi, ölülere tevdi edilmiştir. Tabii bunlara “diri“ denilebilirse.!....

Putlara (Sembollere) tapanlar

Geçmiş tarihimizde insanların taştan, ağaçtan yonttukları putlara taptıkları, bir çok insanlar tarafından bilinmektedir. Günümüz insanları bunun geçmişe ait bir şey olduğunu, günümüzde böyle bir şeyin olmadığını söyleyeceklerdir. Fakat durum hiçte öyle değildir. Hatta putperestlik, günümüzde altın çağını yaşamaktadır. Kalpler, sokaklar, ve meydanlar bu putlarla öylesine doldurulmuştur ki, insanlar putperestlerin hışmına uğramamak için hangi yöne tüküreceklerini şaşırmaktadırlar!.. O kadar ki, her hangi bir adresin tarifi bile bu putlara göre yapılmaktadır.

Sebeplere tapanlar

Insanların sıkıntıya düşmeleri, bir takım şeylere şiddetle muhtaç olmaları, insanların sık sık karşılaştıkları bir durumdur. İşte böylesi durumlarda sıkıntıyı giderecek sebeplere kulluk adabıyla yönelmek, yüceltmek, bütün bu sebepleri yaratan Allah’a bu sebeplerle eş koşmaktır. Sıkıntıya düşen insanların duası Allah’a, sıkıntı kalktıktan sonra hamd ve şükürleri ise sıkıntılarının kalkmasına vesile olan sebebedir. Halbuki o sebep ile sıkıntıyı kaldıran Allah (c.c)’dır. Sebebi yaratan da, o sebeple yardım eden de Allah’tır. Bu insanlar Allah’ın yardımına vesile olan herhangi bir sebebi ilâhlaştırmaya çalışarak, kurtuluşlarına vesile olan sebebi, helaklarına vesile olacak bir sebep durumuna getirmektedirler. Netice olarak, sebepleri sınır tanımadan yüceltmek, sebeplere tapınmanın en açık yolu olmaktadır. Bugünkü ümmet ne aslına dönebiliyor ne de özendikleri gibi olabiliyor. Bütün bu felaketlerin kökeninde, hayata bakış açılarını, şirk düzeni içerisinde şirk cetveliyle çizmeleridir. Bunun için bir türlü kendilerine gelemiyorlar. Eğer bu ümmet tekrar aslına dönmek istiyorsa, her türlü şirkten uzak olarak ilâhi değerlerle hayatlarını yönlendirmeleri gerekmektedir. Topluma hakim olan bu köhneleşmiş fikirlerden, toplumu yine İslam’in berrak fikirleri ile süsleyerek, şirkten uzak bir hayat yaşayabiliriz. Çünkü insanlar ne zaman Allah’ın hükümlerinden uzaklasmış iseler, işte o zaman şirke ve bataklığa düşmüşlerdir.

Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş - Daru's-Sunne
0 yorum:

Yorum Gönder


GURABA YAYINEVİ..

GURABA YAYINEVİ..
Selefin fehmi ile ehli sünnetin eşsiz kitaplarını bulabileceğiniz yayınevi..

Bu Blogda Ara

Popüler Yayınlar

Guraba Resim..

Guraba Resim..

Guraba - Ayet

Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını -onlara cenneti vermek karşılığında- satın almıştır.Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yerine getirmeyi taahhüt ettiği hak bir vaaddir.Allah'dan daha çok ahdini kim yerine getirebilir ki?O halde yapmış olduğunuz bu alış verişe sevinin.En büyük kurtuluş işte budur! (Tevbe/111)

Guraba - Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatır;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: '' Allah, iki kişiye güler.Bunlardan biri diğerini öldürür ve ikiside cennete girer.Biri, Allah yolunda savaşarak şehit olur sonra Allah katilinin tevbesini kabul eder de müslüman olur ve Allah yolunda çarpışarak o da şehit düşer.''(Buhârî, cihad 2826-Muslim, imare 1890-Nesâî, cihad 3165-İbn Mâce, mukaddime 191-Ahmed, müsned 7282)